Jacques
Roux [21 Ağustos 1752-20 Ocak 1794] Fransız Devrimi süresince “Öfkeliler” [Enragés] adı
verilen hareketin liderliğini üstlenmiş Fransız rahiptir. 1789 Devrimi’nin
gerçekleştiği dönemde Roux, Paris’teki bir mahallede papaz vekili olarak
çalışmaktadır. Kısa bir süre sonra ücretle geçinenlerden ve esnaftan oluşan
Parisli baldırıçıplaklara halk demokrasisini vaaz etmeye başlar. 1791 yılında
Paris Komünü’ne temsilci olarak girer. 1792’de Fransız ekonomisinin Nisan
1792’de Avusturya ile savaşa girmesiyle birlikte hızla kötüleşmesi üzerine
Mayıs ayı içerisinde Roux, stokçuların idam edilmesine ilişkin talebini
dillendirir. Şubat 1793’te Paris’te patlak veren gıda ayaklanmalarına öncülük
eder, ayrıca 2 Haziran’da Ulusal Meclis’in ılımlı Jironden vekilleri kapı
dışarı etmeye zorlayan baldırıçıplakların liderliğini üstlenir. Sonrasında
devrimin ardından iktidar olan Jakobenler, Roux’nun ekonominin sıkı bir biçimde
kontrol altına alınmasına ilişkin talebini uygulamak istemezler. 24 Haziran’da
Roux, stokçuları ve savaş vurguncularını zapturapt altına alamaması sebebiyle
meclisi ağır bir dille eleştirir. Ertesi gün Paris’te patlak veren sabun
isyanlarının fitilini ateşlemekle suçlanır. 28 Temmuz günü Jakoben hareketin
lideri, Roux’ya saldırır ve onun “dış güçler için çalışan bir ajan ve bir
karşı-devrimci” olduğunu söyler. Kısa bir süre sonra Roux, Komün’den ve resmi
adı İnsan ve Yurttaş Hakları Savunucuları Topluluğu olan Cordeliers Kulübü’nden
atılır. Roux’ya bağlı kitlenin gönlünü kazanmak adına meclis, tekelcilere ve
stokçulara karşı harekete geçer ve Paris halkına gıda erzakının verilmesini
talep eder (Temmuz–Ağustos 1793). Öfkeliler Hareketi programı, başını Jacques
René Hébert’in çektiği sol Jakobenler tarafından benimsenir, 5 Eylül’de Roux
tutuklanır. Altı ay sonra Bicêtre Hapishanesi’nde intihar eder.
* * *
Öfkeliler Manifestosu
Ey halkım, hak mücadelenize destek sunduğum için bugün ölümü
göze alıyorum. Bana duyduğunuz şükranı lütfen insanlara ve onların
özelliklerine saygı duymak suretiyle sununuz.”
-Jacques Roux
Fransız
halkının delegeleri!
Bu
salon, yüz kez bencillerin ve düzenbazların işledikleri suçlara dair ifadelerle
çınladı; siz, hep halkın kanını emenleri yere sereceğinize dair sözler verdiniz. Anayasadaki
kanun maddesi, ileride uygulanacak yaptırımlar öncesi egemen güce takdim
edilecek: peki siz, o kanunda spekülasyonu yasakladınız mı? Hayır. Tekelcilere
karşı ölüm cezası istediniz mi? Hayır. Ticaret özgürlüğünün nelerden oluştuğunu
belirlediniz mi? Hayır. Basılan paranın satışını yasakladınız mı? Hayır. İşte biz, tam da bu sebeple size, “insanların mutluluğu için bugüne dek hiçbir şey
yapmadığınızı” söylüyoruz.
Özgürlük,
bir insan sınıfının cezasız kalarak diğerini aç bırakabildiği, boş bir hayalden
başka bir şey değildir. Zenginler, tekel yoluyla başkaları üzerinde yaşam ya
da ölüm hakkını kullandıklarında, eşitlik boş bir hayalden başka bir şey
değildir. Karşı-devrimin tüm yurttaşların dörtte üçünün gözünden yaş gelmeden
cebinden karşılayamayacağı emtia fiyatları sayesinde her gün kendisine yol
bulduğu koşullarda, cumhuriyet, boş bir hayalden başka bir şey değildir.
Bugün
gene de baldırıçıplakları devrime bağlamak, onları anayasada belirtilen
kanunlar etrafında toplamak mümkündür. Bunun için alım-satım işleri, ticaret denilen
eşkıyalıktan ayrıştırılmalı, baldırıçıplakların gıda maddelerine erişmesi
sağlanmalıdır.
Tüm
bunlar, halka sadakatsizlik eden ve “devlet adamı” denilen temsilcilerin ülke dışında
süren savaş illetini alıp, bu zaten talihsiz olan anavatanımıza taşımasının, zenginlerin
ülke içerisinde daha berbat bir savaş yürütmelerinin bir sonucu değil midir? Tüm
bunlar, üç yüz bin Fransız’ın krallara bağlı kölelerin ellerindeki o ölüm saçan
tüfeklerle haince kurban edilmesinin, taşlar altında ezilip gitmesinin bir sonucu
değil midir? Özgürlük uğruna ölenlerin dul eşleri, göz yaşlarını silmek için
ihtiyaç duydukları, değeri altın üzerinden belirlenmiş olan pamuğa, çocuklarına
yiyecek olan süte ve bala para ödemeye mecburlar mı?
Halkın
temsilcileri, aranızda Dumouriez'in suç ortaklarının, Vendée şehrinin temsilcilerinin,
zalimi kurtarmak isteyen kralcıların, iç savaşı örgütleyen o aşağılık adamların,
yurtseverliği ve erdemi suç sayan o engizisyoncu senatörlerin bulunduğu
koşullarda, Gravilliers Bölgesi kararını erteledi... Bölgedeki devrimci komite,
Dağ grubunun aklında olan hayırlı işi pratiğe dökecek kudretten yoksun olduğunu
gördüğü için ayağa kalktı.
Bugün
kutsal bildiğimiz kanunların, Gorsas, Brissot, Barbaroux ve üst mahkemeye
başvuran diğer şeflerin ayakları altında ezilmediği, darağacından kaçmak için
bu hainlerin cumhuriyete karşı kitleyi tahrik etmek amacıyla kullandıkları
departmanlara zaten hükümsüz ve alçak olan varlıklarıyla sığındıkları, iyi bir
şey yapması için onu sadece istemesi yeterli olan Ulusal Meclis’in saygınlığına
ve gücüne yeniden kavuştuğu koşullarda biz, size cumhuriyetin kurtuluşu adına,
anayasa eliyle lanetlenmiş olan spekülasyona ve tekelciliğe son darbeyi
indirme, “alım-satım işleri yurttaşları yıkıma sürüklemeyecek, umutsuzluğa ve
açlığa mahkûm etmeyecek şekilde ifade edilecektir” genel ilkesini karara
bağlama çağrısı yapıyoruz.
Son
dört yıldır Devrim’in sunduğu avantajlarından sadece zenginler istifade ettiler.
Soylu ve kutsal sayılan aristokrasiden daha korkunç olan tüccar aristokrasisi,
bireysel servetlerini biriktirip, cumhuriyetin hazinesini talan etmek için
acımasız bir oyun oynadı; sabahtan akşama kadar malın fiyatı korkunç bir
şekilde yükseldiği için, bu haraç alma, gasp etme pratiklerinin daha ne kadar
süreceğini hâlen daha bilemiyoruz.
Ey
Yurttaş Temsilcileri, bencil insanların toplumun en çok çalışan, ter döken sınıfına
karşı yürüttüğü ölümüne mücadelenin sona ermesinin vakti gelmiştir.
Spekülatörlere ve tekelcilere karşı çıkın: onlar, ya kararlarınıza uyacaklar ya
da uymayacaklar. Aldığınız kararlara uyarlarsa anavatanı kurtarmış olacaksınız;
uymazlarsa da kurtarmış olacaksınız, çünkü bu sayede insanların kanını emenleri
belirleyip, vurma imkânına kavuşacağız.
Düzenbazların
mülkiyeti, bir insanın hayatından daha kutsal olabilir mi? Silâhlı kuvvetler,
idari organların emrinde; yaşam için gerekli olan mallara nasıl el koyamazlar?
Yasa koyucunun savaş ilân etme, yani insanları kıyımdan geçirme hakkı var; o
zaman nasıl olur da evlerini koruyanların ezilmesini ve aç kalmasını
engellemeye hakkı olmaz?
Ticaret
özgürlüğü, malların kullanımı üzerinde tahakküm kurma ve başkalarının
kullanmasına mani olma hakkı değil, kullanma ve yararlanma hakkıdır. Herkes
için gerekli olan bu mallar, herkesin erişebileceği bir fiyatta sunulmalıdırlar.
O zaman spekülatörlere ve tekelcilere savaş ilân edin… Bakın görün, o vakit
baldırıçıplaklar, ellerindeki mızraklarla bu kararlarınızı bilfiil yerine getirecekler.
Ülkenin
başına geçecek kralı önerme cüretinde bulunanları öldürürken kılınız kıpırdamadı.
İyi de yaptınız. Marsilya’da darağacını yurtseverlerin kanıyla boyayan o
karşı-devrimcileri biraz önce kanun dışı ilân ettiniz. Çok da iyi yaptınız.
Kaçak durumda bulunan yüzbaşıların ve vekillerin başına da ödül koysaydınız, asilleri
ve yerlerini alan saray mensuplarını ordularımızdan kovsaydınız, göçmenlerin ve
komplocuların eşlerini ve çocuklarını rehin alsaydınız, eski soyluların emekli
maaşlarına savaş masraflarını karşılamak için el koysaydınız, gönüllülerin ve
dulların kârına olacak şekilde, devrimden beri bankacılar ve tekelciler
tarafından elde edilen hazinelere el koysaydınız, halka yapılan çağrıya oy
veren vekillerini meclisten kovmuş olsaydınız, federalizmi kışkırtan
yöneticileri devrimci mahkemelere teslim etseydiniz, Vendée şehrinde
karşı-devrimci bir çekirdeğin oluşmasına izin veren bakanlarının ve yürütme
konseyi üyelerinin boyunlarına adaletin kılıcını indirmiş olsaydınız, son
olarak, yurttaş karşıtı dilekçeleri vb. imzalayanları tutuklamış olsaydınız, anavatanın
hakkını ödemiş olurdunuz. Peki bu tekelciler ve spekülatörler, bu sayılan insanlar
kadar, hatta onlardan daha kötü değiller mi? Onlar da yukarıda saydıklarımız
kadar milleti katleden gerçek birer katil değiller mi?
Bu
sebeple, adaletinizin sebep olduğu o yıldırımları bu vampirlerin üzerine
salmaktan, halkı fazlasıyla mesut etmekten asla korkmayın. Halk, sizin için bir
şeyler yaparken, hiçbir şekilde bir hesap içerisinde olmadı. Halk, bilhassa 31 Mayıs
ve 2 Haziran günlerinde herkese özgürlük istediğinde, hesapsızca hareket
ettiğini ispatladı. Halkın bu adımına karşılık, siz de ona ekmek ve
düşmanlarıyla ilgili o kararnameyi verin. Aşırı gıda fiyatlarıyla o güzel
insanların hem sıradan olanı hem de sıra dışı olanı sorgulamasına, ak koyunu
kara koyunu ayırt etmesine izin vermeyin.
Bugüne
kadar, en başta gelen suçlular arasında bulunan ve alışkanlık gereği krallara
suç ortaklığı eden büyük tüccarlar, halkı ezmek için ticaret özgürlüğünü hep kötüye
kullandılar; İnsan Hakları Beyannamesi’nin kanunlarca yasaklanmayan her şeyin
yapılmasına izin verildiğini belirleyen maddesini yanlış yorumladılar. Öyleyse,
anayasal olarak spekülasyonun, basılı para satışının ve tekellerin topluma
zararlı olduğunu karara bağlayın. Gerçek dostlarını bilen, bunca zaman acı
çekmiş olan halk, sizin bu kan emiciler yüzünden çile çektiğinizi, onların
sebep olduğu hastalıklara ciddiyetle şifa sunmak istediğinizi görecektir. Anayasal
düzenleme dâhilinde spekülasyona ve tekellere açıktan ve net bir tavırla karşı
çıkan bir kanun yer aldığı takdirde, sizin davanıza zenginlerin değil,
yoksulların daha fazla bağlanacağını, aranızda oturan bankacıların, silâh tüccarlarının
ve tekelcilerin kalkıp gideceğini, en nihayetinde, o karşı-devrimi aranızda hiç
istemediğinizi göreceksiniz.
Evet,
mecbur kaldınız ve kalkıp zenginlere bir milyar liralık kredi verdiniz. Ama bu
spekülasyon denilen ağacı kökünden söküp atmazsanız, tekelcilerdeki açgözlülüğü
ülke genelinde frenlemezseniz, ertesi gün kapitalistler ve tüccarlar, tekelci
faaliyetlerle ve sahtekarlık yoluyla, bu aldıkları krediyi baldırıçıplaklara
ödetecekler, onların cebinden çalacaklar. Dolayısıyla elinizdeki kılıç, bencillerin
değil, baldırıçıplakların boynuna inecek. Sizin bu kararnamenizden önce esnaf
ve bankacılar, durmadan yurttaşa baskı uygulamışlardı. Şimdi siz onlara para
veriyorsunuz, peki bu halk, intikamını kimden alacak? Zenginler, bahtsızların
kanı ve gözyaşı ile geçinen zenginler, bu fukara halkın malını yeniden gasp
etmeyecekler mi?
İşçinin
emtia fiyatlarındaki artışa göre maaş almasına boş yere itiraz ediliyor.
Gerçekte, bazıları bazı işkollarında daha iyi ücretler alıyorlar, ama bir
yandan da ortada devrimden bugüne emeğinin karşılığını yeterince alamamış çok
sayıda insan da var. Ayrıca, tüm vatandaşlar işçi değil ve tüm işçiler belirli bir
işle iştigal etmiyor, iştigal edenler arasında sekiz veya on çocuğun geçimini
sağlayamayacak durumda olanlar bulunuyor, öte yandan, genel olarak kadınlar,
günde 20 kuruştan fazla kazanmıyorlar.
Dağ
grubuna mensup vekiller, bu devrimci şehirdeki evlerin üçüncü katından
dokuzuncu katına çıkarsanız, aşsız, libassız, sıkıntı çeken, kanunların
fakirlere karşı acımasız olması, o kanunların sadece zenginler eliyle ve onlar
için yapılması sebebiyle, spekülasyon ve tekelci faaliyetlerden kaynaklı olarak
bedbaht olan uçsuz bucaksız bir halkın gözyaşları ve hıçkırıkları sizi illâki
duygulandırırdı.
Ah
öfke, ah on sekizinci yüzyılın utancı! Dış düşmanlara savaş açan Fransız
halkının temsilcilerinin, içeridekileri ezmeyecek kadar korkak olduklarına kim
inanabilirdi? Sartines ve Flesselles’in saltanatı altında hükümet, birinci
derecede gerekli olan malların değerinin üç katı kadar ödenmesine müsamaha
göstermezdi. Ne demek bu? Asker için gerekli olan silâh ve erzakın fiyatı bile sabitlendi.
Yirmi beş milyon insanın gücünü arkasına almış olan Ulusal Meclis, tüccarın ve bencil
zenginin yaşam için en yararlı şeylere keyfi bir biçimde konulan vergiler
üzerinden kendisine, alışkanlık gereği, ölümcül bir darbe indirmesine izin verecek
mi? Aslında Louis Capet'nin, kralın karşı-devrimi gerçekleştirmek için yabancı
güçlerin öfkesini üzerine çekmesine hiç gerek yoktu. Anavatanın düşmanlarının
Batı’daki bölgelere ateş toplarını yağmur gibi dökmesine hiç gerek yoktu: zaten
spekülasyon ve tekeller, cumhuriyetçi kanunların mevcut yapısını yerle yeksan
etmeye yetecek güçte.
Gelgelelim
bugün birileri, pahalılığın sebebinin savaş olduğunu söylüyor. Ey halkın
temsilcileri, o vakit neden kışkırttınız bu savaşı? Neden zalim XVI. Louis
döneminde, Fransızlar zalimler birliğini püskürtmek zorunda kaldılar ve
spekülasyon, neden bu imparatorluğun genelinde isyan, kıtlık ve yıkımı bir
ölçüte bağlamadı? Bu bahaneyle, bugün tüccarın yarım kilo mumu da yarım kilo
sabunu da yarım litre petrolü de altı franktan satmasına izin veriliyor. Böylelikle
savaş bahanesiyle baldırıçıplak, bugün bir çift ayakkabıya 50, gömleğe 50,
kalitesi bir şapkaya 50 lira ödüyor. Yani Cazales ve Maury’nin tahminlerinin
gerçekleştiği söylenebilir: bu durumda onlarla anavatan özgürlüğüne karşı
komplo kurmuş olacaksınız. Ne demek istiyorum? Onları ihanet konusunda geride
bırakmış olacaksınız. Bu noktada muhtemelen Prusyalılar ve İspanyollar, “biz,
bu Fransızları rahatça zincire vurabiliriz, zira bunlarda kendilerini yiyip
bitiren canavarlara zincir vuracak cesaret yok” diyecekler. Bizse bu koşullarda
şunu söylüyoruz: “O milyonları o bankacılara ve büyük tüccarlara dağıtıp, onları
karşı-devrimcilerin safına ittiği takdirde cumhuriyet, kendisini yok edecek.”
Ama
denilecektir ki “pahalılığın asıl sebebi, kâğıt paranın durumudur.” Heyhat!
Baldırıçıplaklar, dolaşıma sokulmuş paranın rengini bile bilmiyor! Her durumda
fazla fazla basılması, kâğıdın değerini ve o parayla alınan emtianın fiyatını
belirliyor. Assignat’nın gerçek bir değeri olsaydı, Fransız milletinin
sadakatini esas alıyor olsaydı, ulusal varlıkların miktarı toplam değerinden
bir şey kaybetmezdi. Dolaşımda çok para var diye insan olduğumuzu unutacak
mıyız, ticaretin döndüğü mekânlarda eşkıyalık mı yapacağız, birilerini ülkedeki
tüm servetin ve yurttaşların hayatlarının efendisi mi kılacağız, hasisliğin ve
parti ruhunun kullandığı her türden zulüm aracını devreye mi sokacağız, halkı
isyana teşvik edip, ihtiyaçların karşılanmadığı koşulların açtığı yaralarla ve
kıtlık üzerinden onu kendi karnını deşip bağırsaklarını yemeye mi zorlayacağız?
Devrimin
bastığı para (assignat) ticari işlemlerde çok değer kaybediyor. O vakit
yerli ve yabancı bankacılar, işadamları ve karşı-devrimciler kasalarını parayla
nasıl doldurabiliyorlar? Neden zalimlik edip bazı işçilerin maaşlarını aşağıya
çekiyorlar, neden bazı işçilere tazminatlarını ödemiyorlar? Milli arazilere el
koyarken, neden yüksek para teklif etmiyorlar? Muhtemelen sahip olduğu toplam
borcu elindeki toprakların değerinin yirmi katından fazla olan ve bankasındaki
parası sayesinde gelişip serpilen İngiltere, ürettiği emtiaya bizim kadar yüksek
bir bedel ödüyor mu mesela? İngiliz başbakanı William Pitt, Kral III. George’un
tebaasının bu şekilde ezilmesine izin vermeyecek ölçüde yetenekli demek ki. Yurttaşların
temsilcisi, Dağ grubunun vekilleri olan, çok sayıda baldırıçıplağı örgütlemiş
olmakla övünen siz ise kendinizi ölümsüz zannettiğiniz o kibir kulesine
çıkmışsınız, sürekli yeniden dirilen ve “spekülasyon” denilen dokuz başlı yılanı
öldürmeyi reddediyorsunuz!
Ayrıca
deniliyor ki “deniz aşırı ülkelerden birçok mal ve ürün geliyor, bu insanlar, bunların
karşılığında para istiyorlar.” Oysa bu yanlış bir tespit: ticaret, her daim
malın malla, kâğıdın da kâğıtla değiş tokuşu yoluyla yürütülür. Çoğu durumda
menkul kıymetler paraya tercih edilir. Avrupa’da dolaşan madeni paralar,
dolaşımdaki faturaların yüz binde birini karşılamaya yetmez. Dolayısıyla, spekülatörlerin
ve bankacıların, sırf paralarını daha pahalıya satmak, ceza almadan tekelleşme
fırsatı bulmak ve ateşe verdikleri yurtseverlerin kanını bankoda gelip satmak için,
devrimin bastığı paranın itibarsız kıldıkları gün gibi ortadadır.
Ne
var ki kimse, işlerin nasıl gelişeceğini bilmiyor. Eşitlik fikrinin yoldaşları,
her daim acı çekmeyecekler, burası kesin, çünkü onları sınırların ötesine geçip
katlettik, bazılarını kıtlıkla boğduk. Onlar, halka tebelleş olmuş vebanın,
bizi birer kurt gibi kemiren şarlatanların karşısında kurbanlık koyun gibi
durmayacaklar, burası kesin. Bunlar, ambarları dolandırıcılardan başka bir şey
içermeyen tekelciler.
Ancak,
krallığı yeniden tesis etmeye çalışacak kişi hakkında ölüm cezası verildiğinde,
sayısız asker yurttaş, silâhlarıyla bir çelik zırh meydana getirdiğinde, barutu
tüfeğe sürüp her yandan barbar sürülerine ateş açtığında, fırıncılar ve
tekelciler, işlerin nasıl sonuçlanacağını bilmediklerini söyleyebilirler mi? Bilmiyor
olsalar bile, biz her hâlükârda gidip onlara şunu söyleyeceğiz: “Halk özgürlük
ve eşitlik istiyor. ‘Ya cumhuriyet ya ölüm’ diyor. Ey zalimin aşağılık
uşakları, sizi umutsuzluğa sürükleyen şey tam da bu şiardır!”
Halkın
kalbini kurutmayı başaramamış, onu terör ve iftira yoluyla boyun eğdirememiş
olan sizler, bugün özgürlük sevgisini boğmak için kölelerin elinde kalan o son
kaynakları kullanıyorsunuz. Anavatanın dostlarını açlıktan, susuzluktan ve libassızlıktan
öldürmek, onların zulmün kollarına atılmaya mecbur kılmak adına, imalatın,
limanların, ticaretin tüm kollarının, tarlalardaki üretimin tüm dizginlerini ele
geçiriyorsunuz.
Fakat
o düzenbazlar, sadece çelik ve özgürlükle, yoksunluk ve fedakarlıklarla yaşayan
bir halkı köleliğe mahkûm edemeyecekler. Eskinin zincirlerini ve hazinelerini
cumhuriyete ve ölümsüzlüğe tercih etmek, kral yanlılarına mahsustur.
Evet
halkın temsilcileri, bu kadar uzun süre gaflet içinde olmak, korkaklıktır,
millete karşı işlenmiş bir suçtur. Zenginin, yani kötünün nefretine maruz
kalmaktan korkmamalısınız. En yüce kanun olan halkın kurtuluşu için siyasi
ilkeleri feda etmekten korkmamalısınız.
O
hâlde, kâğıt paranın itibarını zedelemeye izin vermenin korkaklık olduğunu siz
de görün; despotizmin o barbar gücünün sona ermekte olduğu günlerde işlediği
suçlara ve dâhil olduğu suiistimallere göz yummanın ülkeyi iflasa sürüklediğini
kabul edin.
Büyük
bir devrimin kötülük olmadan gerçekleşemeyeceğini, özgürlük muzaffer olsun diye
fedakârlıklarda bulunulmasının gerekli olduğunu, cumhuriyetçi olmanın hazzı
karşılığında çok fazla bedel ödemek zorunda olduğumuzu biz de biliyoruz. Ama biz,
aynı zamanda iki yasama organının halka ihanet ettiğini, 1791 anayasasının
kusurlarının halkın yüzleştiği felâketlerin sebebi olduğunu, kralların asasını
kıran baldırıçıplakların her türden kıyamın ve zulmün sonunun geldiğine şahit
olacağı vaktin gelip çattığını da biliyoruz.
Eğer
bu soruna bir çare bulamazsanız, malı mülkü olmayan, yıllık geliri iki, üç, dört,
beş veya altı lira olan, arazi geliri veya kişisel hesabı bulunmayan insanlar,
spekülasyon ve tekellerin hüküm sürdüğü sürece son verilmediği takdirde nasıl
geçinecekler? Kanunlarda değişiklik yapılmasına bile gerek olmayan bir kararnameyle
gidişata müdahale edilmezse, bu insanlar ne yapacaklar? Muhtemelen önümüzdeki
yirmi yıl barış hayal. Savaşın maliyetiyle yüzleşen devlet, yeniden para basmak
zorunda kalacak. Böylesi koşullarda biz, spekülasyona ve tekellere verilen zımni
izinle tüm bu süreç boyunca yüzleşeceğimiz dertlerin kalıcılaşmasını mı
istiyoruz yoksa? Bu zımni iznin tüm yabancı yurtseverleri ülkeden kovduğunu,
köle halkların Fransa’ya saf özgürlük havasını solumak için gelmelerine mani olduğunu
görmüyor muyuz?
Sizden
önce başta olanların, bize kötü birer hatıra olarak bıraktıkları krallık,
spekülasyon ve savaş denilen illet yetmedi mi ki şimdi bizi aç, libassız ve ümitsiz
bir hayata mahkûm ediyorsunuz? Ticaret özgürlüğü bahanesi ardına saklanan
kralcıların ve ılımlıların, imalathaneleri ve toprak mülkiyetini ellerinde
tutmaya devam etmeleri, tarlaların, asma bahçelerinin ve ormanların sunduğu her
türden ürünün tek sahibi olmayı sürdürmeleri, her türden hayvanın derisinden
istifade etmeleri, kanun koruması altında ellerinde tuttukları, halkın kanı ve
gözyaşıyla dolu kadehleri yudumlamaya devam etmeleri, karşı konulmaz bir
zorunluluk mudur?
Dağ
grubunun vekilleri: Hayır! Hayır! İşinizi eksik yapamazsınız. Halkın refahı için
gerekli zemini teşkil edeceksiniz; spekülasyon ve tekelin genel ve baskıcı
ilkelerini kutsamayacaksınız; sizin yerinize geçeceklere, güçlülerin zayıflara,
zenginlerin fakirlere karşı uyguladıkları barbarlığın en korkunç örneklerini
miras bırakmayacaksınız. Kariyerinizi alçalarak sonlandıramazsınız.
Kendinize
olan güveninizle, cumhuriyete ve departmanlara bağlı mazlum baldırıçıplakların
özgürlüğünü, eşitliğini, birliğini ve bölünmezliğini sonuna kadar
savunacağımıza dair yeniden yemin ediniz.
Bırakın
o baldırıçıplaklar gelsinler, kardeşlik bağlarını sağlamlaştırmak için hızla
Paris’e akın etsinler! Sonra onlara Bastille’i deviren, On İkiler Komisyonu’nu
ve devlet adamlarından oluşan hizbi çürümeye mahkûm eden, hangi ülkede ikamet
ediyorsa etsin, hangi maskeyi takarsa taksın, her türden entrikacı ve hain
karşısında adaleti tesis edecek o ölümsüz mızrakları göstereceğiz. İşte o vakit
onları Marsilyalıların ve departmanlara bağlı baldırıçıplakların hatalarından
vazgeçip tahtı devirmeye yemin ettikleri genç meşe ağacının yanına götüreceğiz.
En son olarak da cumhuriyetin elini tutan baldırıçıplaklara kanunların saklı
olduğu mabede dek eşlik edip, zalimi kurtarmak isteyenleri ve o zalimin
kellesini alacak olan Dağ grubunu göstereceğiz.
Yaşasın
hakikat, yaşasın Ulusal Meclis, yaşasın Fransız Cumhuriyeti!
Manifesto’nun matbu hâlinde Roux, sözlerine şu şekilde
devam ediyor:
Kanıtları
sunduğum, gerçekleri ifşa ettiğim bu konuşmanın ardından, saygı duyduğum Ulusal
Meclis’e, korkmadığım en acımasız düşmanlarıma, mezara kadar savunacağım tüm o
baldırıçıplaklara gazetecilerin üzerime boca edip durdukları onca hareketi ve
iftirayı hak edip etmediğimi soracağım. Bu benimkisi ince bir sitem, bunu yapmak,
yaparken de ceza almamak, onların hakkı. Neticede ben bir rahibim ve ne yazık ki
babam, bana başka bir mülk bırakmadı.
Fakat
benim gibi tüm rahipler, yurttaşlık yeminini zorlanmadan etselerdi, benim gibi zamanlarını
gurur ve bağnazlığı yere çalmak için harcamış olsalardı, karşı-devrimin patlak
vereceği anda mahkemenin suçlarını teşhir etselerdi, benim gibi, kral Louis
Capet’yi darağacına göndermiş olsalardı, herkes benim gibi, yakında erdemli bir
kadına evleneceğine dair söz vermiş olsaydı, üç yasama meclisindeki hainlerin
peşine düşmüş olsaydı; benim gibi kralın yetkilerinin elinden alınmasını
isteyen, Mars Meydanı’nda yürüyüşe geçen kitlenin içinde yer alıp devlet
adamları hizbine karşı gelen dilekçeye imza atmış olsaydı, benim gibi herkes, o
sırada bir karşı-devrimci ve bir katil olan Papa’nın yanında olmadığını cümle
âleme ilân etseydi, evrensel cumhuriyete oy vermiş olsaydı, son olarak, herkes,
benim gibi, dini, yurttaşlarımızın mutluluğu olarak anlasaydı, anavatana
inançtan gayrı inanç, özgürlükten gayrı bir alaz bilmiyor olsaydı, o vakit o
rahiplere bu kadar acımasızca saldırmazdık.
Cazales
ve Barnave rahip değildi, üstelik halkın davasına ihanet etmişti; Brissot ve
Barabaroux rahip değildi ve baştaki kral denilen zalimi kurtarmak istiyordu;
Manuel bir rahip değildi ve mahkemeden para aldı. Yurtsever rolü kesen diğer
pek çok kişi de rahip değil, üstelik bu insanlar, cumhuriyeti aç bırakıyorlar…
Bunlar, cumhuriyete asla pranga vuramayacaklar.
Gazeteciler,
sıklıkla, zulme bir yurtsever gibi karşı koymadığımı söyleyerek, bana hakaret
ettiler.
Tam
da bu sebeple ben, bana “bağnaz, kana susamış bir karşı-devrimci” diyen herkese
tüm gücümle karşı koyacağım. Geçen 31 Mayıs’ta Ulusal Meclis’te Gravilliers bölgesi
adına yaptığım ve onur duyduğum konuşmanın metni, kaleme aldığımız tebliğe
ekleniyor.
Not:
Tekelcilere ve spekülatörlere saldırdığımda, yurttaş kimlikleri ve
insanlıklarıyla kendilerini övülmeye değer kılan çok sayıda esnafı ve tüccarı bu
lanet sınıfa dâhil etmediğimi belirtmek isterim.
Jacques Roux
1793
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder