Üstü
başı yırtık, yalınayak bir çocuk, elleri arkadan bağlı bir hâlde, karşısında
duran sahneye şahitlik ediyor. O karikatürdeki küçük çocuk Naci Ali, 1948’de
Filistin’den Lübnan’a sürgün edildiği yaştaki hâli.
Naci
Ali’ye göre bu çocuk, Filistin halkını, kişisel açıdan da yaşayamadığı
gençliğini sembolize ediyor.
“Tüm
küçük çocuklara arkalarını dönmelerini söylediler. Ben dönmedim. O
karikatürdeki çocuk Filistin’den ayrıldığım yaşta. O, ben ülkeme dönene
dek büyümeyecek.”
Asıl
adı Ali Azami olan Naci Ali ile iki yıl önce Detroit’te tanışmıştım.
Çalışmaları hakkında sohbet etmiştik. Hatta bir fotoğrafını çekmek için
kendisinden izin istemiştim. Bu isteğime “hayır” dedi. Sadece karikatürleriyle
bilinmek istediğini, ayrıca fotoğrafının yayınlanmamasının kendisi için daha
güvenli olduğunu söylemişti. Devamında da “bir ay içerisinde öldürülürsem,
sakın şaşırma” diyerek beni uyarmıştı. Mimlenmiş bir adam olduğunu, buna rağmen
içinin rahat olduğunu söylüyordu.
Haftalarca
komada kaldıktan sonra, geçen ay sürgünde vefat etti. 22 Temmuz günü biri geldi
ve onu Kabas gazetesinin Londra’daki bürosuna girerken başından vurdu.
Sonrasında “bir ay içerisinde öldürüleceğini nereden biliyordu, bu soruyu
kendisine neden sormadım” gibi sorular, kafamın içini kemirip durdu.
İlk
özgün karalamalarının sergilendiği otelin sergi salonunun yakınında beni
yumuşak sesli, ufak tefek bir adamla tanıştırdılar. Onun karikatürlerini
Kudüs’te çıkan Fecr gazetesinden biliyordum. O karikatürleri
gazeteden alıp İngilizceye tercüme ediyor, çıkarttığımız haftalık dergide
paylaşıyorduk. Birçok kez Naci Ali’nin karikatürlerinin Batı Şeria ve Gazze
Şeridi’ndeki Filistinlilerin ruh hâlini içeriden ve oldukça zekice yorumlanmış,
o ruh hâlini yalın bir şekilde yansıtan çalışmalar olarak değerlendirmiştik.
Şahsen mütevazı ve politik açıdan ferasetli biriydi.
Naci
hayat hikâyesini anlatırken, hep kısa konuşurdu. Kuzey Filistin’deki Şacara
köyünde doğmuş, Lübnan’a sürgün edilmiş. Ailesinin büyük bir kısmı, hâlen daha
Aynü’l Hilve kampında kalıyor.
Birçok
çocuk gibi Naci de kamp duvarlarına bir şeyler çizerek başlamış. Sonra sıra
Lübnan hapishanelerinin duvarlarına gelmiş. 1958-1963 arası dönemde kısa
sürelerle hapis yatmış. Mahkemeye bile çıkartılmadan aldığı cezaların asıl
sebebi, bir milliyetçi olarak Filistin milletine olan bağlılığı imiş.
“Ben ressam olmak
istiyordum, ama üniversiteye gitme imkânı bulamadım. Ben de karikatürist olmaya
karar verdim. Resim özel durumlar için çizilirken, politik karikatürler, her
gün halkın ruhunu şahlandıracak güce sahipler. Basit bir dille halkı harekete geçirmenin
görevim olduğunu gördüm.”
Bana
aktardığına göre, her ne kadar Filistin soluna yakın dursa da karikatürlerini
ana akım medya içerisinde yer alan gazetelerde yayınlatmayı tercih etmiş.
Çalışmalarını 1983’te Lübnan’dan ayrılmak zorunda kalana dek Beyrut’ta çıkan Sefir
gazetesinde paylaşmış. Son birkaç yıldır da Kuveyt gazetesi Kabas’a
veriyordu karikatürlerini.
“Arap, İran rejimlerini ve
FKÖ liderliğini sert bir dille eleştirdiğimi, politik açıdan hangi çizgiye
yakın durduğumu herkes bilir. Buna rağmen çalışmalarımı örgütlü sola ait hiçbir
yayına vermeyeceğim. Birisine versem, o örgüt, benim onlara ait olduğumu
düşünecek, kitleler, o örgütle bağlantılı olduğunu sanacak. Oysa
karikatürlerimi günlük bir gazetede yayınlatmak, beni bağımsız kılıyor. Kendimi
daha özgür hissediyorum. Tüm demokrat gazeteler, çalışmalarımı zaten
yayınlıyorlar. Ayrıca bu sayede ben, ekonomik açıdan sola yük olmamış
oluyorum.”
Naci
Ali, Arap dünyasında epey popüler bir karikatüristti. Öyle ki kendi tabiriyle,
onun siyasetinden “nefret eden dergi ve gazeteler bile” o karikatürleri
yayınlıyordu. “Arap ülkelerinin başkentlerinde çıkan gazetelerin çekmecelerinde
yüzlerce çizim, bir yılı aşkın bir süredir hükümetin değişmesini bekliyor”
diyordu.
Naci,
ayrıca bana animasyon tekniklerini öğrenmek istediğini söylerken, çok heyecanlı
görünüyordu. Video kasetlere kaydedilecek çizgi filmlerle daha geniş kitlelere
ulaşabileceğine inanıyordu.
Baskı
altında yaşayan birçok sanatçı gibi Naci de sembolizme ağırlık veriyordu.
Dediğine göre, “kendisi ile okurları arasında gizli bir dil oluşmuştu.” Çünkü
gazetelerin çoğu özgür değildi.
Onun
başvurduğu, en çok bilinen sembol, elleri arkadan bağlı olan çocuk
karikatürüydü. Hanzala da Naci gibi Ürdün, Mısır, Fas, Tunus, Kuveyt ve
Filistin gibi ülkelere giremiyordu. Onun da bu ülkelere girmesi yasaktı.
Naci,
ailesi Lübnan’da falanjistlerin tehdidi ile yüzleşince, onları 1983 yılında
Kuveyt’e götürdü. Kendisini vatanındaymış gibi hissetmeye başladığı Beyrut’tan
ayrılmak zorunda kaldı. Ama devlet, çalışmalarından rahatsız oldu. Suudi
Arabistan’ın, hatta belki de FKÖ’nün baskısıyla Kuveyt, Naci Ali’yi sınır dışı
etti.
“Orada
öldürüldüğümde, çok daha fazla velvele kopacağını iyi biliyorlardı. Başka bir
yerde öldürülürsem, başkalarını suçlamak daha kolay olacaktı. Londra’da
öldürülürsem, beni kimin öldürdüğünü o kadar kolay öğrenemezsiniz” diyordu.
Joan Mandell
Aralık
1987
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder