A.
Hastalık
1.
Hastalık, kapitalist üretim ilişkilerinin bir koşulu ve sonucudur.[1]
2.
Kapitalist üretim ilişkilerine ait bir önkoşul olarak hastalık, sermayeye ait
bir üretici güçtür.
3.
Kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak hastalık, hayatın kapitalizme
karşı geliştirdiği, henüz ham olan bir tür tepki anlamında hastalık, tüm insanlar için devrimci bir üretici güçtür.
4.
Hastalık, kapitalizm koşullarında “hayat”ın mümkün olduğu yegâne biçimdir.
5.
Hastalık ve kapitalizm aynı şeydir: Ölü sermayenin biriktiği, bu anlamda insan
emeğinin yok olduğu süreçte hastalık yoğunlaşır, yoğunluğu artar.
6.
Kapitalizmde üretim ilişkileri canlı kanlı işçinin ölü maddeye (emtiaya ve
sermayeye) dönüştürülmesi sürecini içerir. Hastalık, sürekli ilerleme kaydeden
ve zemin bulan bu sürecin bir ifadesidir.
7.
Hastalık, gizli işsizliktir. Yeni kapitalizm (geç dönem kapitalizm,
postkapitalizm) koşullarında krize karşı kullanılan bir tampondur. Bu tampon,
sosyal sigorta primleri biçiminde devreye sokulur.[2]
8.
Henüz yeterince gelişmemiş hâliyle hastalık, engeldir, kettir. Bu sebeple o,
yalnız insanın tutsak olduğu iç hapishanedir.[3]
9.
Sağlık kurumlarının hastaların kaldığı süreci yönetmezlerse, onların gözetim ve
bakım sorumluluğunu üstlenmezlerse ve hastalar hep birlikte direnişe geçerlerse
devlet sürece müdahale eder, böylece hastanın içindeki hapishanenin ortadan kalkmasıyla
boşalan yeri dışarıda inşa edilmiş, “kişiye layık” hapishaneler alır.
10.
Sağlık sisteminin hastalık denilen olguyla baş edebilmesi için hastaları
tümüyle yasadışı ilân etmesi gerekir.
11.
Sağlık, aklın ürettiği biyolojist ve faşist[4] bir hayal ürünüdür. Bu hayal
ürünü, insanları aptallaştırmak, aptalları susturmak için hastalığa toplumun
sebep olduğu gerçeğini ve hastalığın toplumda gördüğü işlevi gizlemek gibi bir
amaca sahiptir.
B.
SHK’nın Pratikleri İçin Üç Çıkış Noktası
1.
İlk çıkış noktamız şudur: Bu toplumda tüm hastalar yaşama hakkına sahiptirler,
bu da onların tedavi edilmesinin şart olduğu anlamına gelir.
a.
Çünkü hastalığın sebebi toplumdur.
b.
Çünkü tedavinin büyüklüğü ve imkânlarını, tıbbın işlevlerini tayin eden,
kurumsal bir zemine kavuşturan, toplumdur.
c.
Çünkü ister emekçi, ister ev hanımı, ister emekli, ister öğrenci, isterse çocuk
olsun, her insan, daha tedaviye ihtiyaç duymazdan önce cebinden tedavi için para
ödemek zorunda kalmaktadır. Çünkü sosyal sigorta primlerinin oranı yüzde 35’e
çıkmış, net geliri aşacak düzeye ulaşmıştır. Bugün tüm sağlık kurumları yıkılmasın
diye otomatik olarak net gelire el konulmaktadır.
2.
Tedavi edilme ihtiyacı uyarınca hastalar, belirli hususları kontrol ediyor
olmalıdırlar.
a.
Tedavi imkânı sunan sağlık kurumları: hastalıkla alakası bulunan tüm kamu
kurumlarıyla alakalı yetki hastalarda olmalıdır.
b.
Hastalar, tüm tıp eğitimini ve uygulamaları kontrol edebiliyor olmalıdır.
b1.
Bu kontrol dâhilinde hastaların ihtiyaçları uyarınca bilim de kontrol altında
tutulmalı, bilim buna göre şekil almalıdır. Üretim araçları
toplumsallaştırılmalı, bilim halk üniversitesi denilen ilkeye tabi
kılınmalıdır.
b2.
Üniversitede tedavi gören hastalar, üniversiteyi, otoritesini ve çalışma
koşullarını kontrol altında tutabiliyor olmalıdır.
b3.
Hastalar, nasıl tedavi edileceklerini veya edilmeyeceklerini, hangi yollardan
tedavi edileceklerini belirleyebiliyor olmalıdırlar.
c.
Sosyal sigorta primlerinin nasıl kesildiği ve nerelere yatırıldığı hastalarca
kontrol edilebilmelidir. Sosyal sigorta veya toplumsal fonların ve hizmetlerin
kontrolü hastalarda olmalıdır.
3.
Hekim-hasta ilişkisinde, tedavi süreci dâhilinde hasta, basit bir nesne olarak
görülüyor ve haklarından mahrum kalıyor. Toplumsal ilişkiler dâhilinde, o
ilişkilerin parçası olan hekim-hasta ilişkisi, yegâne toplumsal ilişki biçimiymiş
gibi kuruluyor. Dolayısıyla, söz konusu ilişkinin bilinci dönüştürdüğü, en
genel anlamda, hastanın nesne olduğu mevcut toplumsal ilişkileri dönüştürdüğü süreçte
bu durumun çıkış noktası olarak alınması gerekiyor. İhtiyacın belirlediği bu
bilinç üzerinden eylemle ilgili şu başlıklar belirlenmeli: Özgürleşme,
işbirliği, dayanışma ve politik kimlik.
C.
SHK Pratiğinin On İlkesi
1.
Hastaların ihtiyaçları çalışmamızın çıkış noktasıdır.
2.
Hastaların süreci kontrol ettikleri ve gruplar hâlinde ajitasyon çalışması
yürüttükleri faaliyetler dâhilinde ihtiyaçlar, hastaların hem birer ürün hem de
üretici güçler olarak sahip oldukları ikili rol üzerinden yürütülür.
3.
Kişilerce ve grupça yürütülen ajitasyon çalışmasında hastaların sunduğu her
türden materyal, işlemden geçirilir.
4.
Bu bireyler ve grup üzerinden yürüyen ajitasyon çalışması aracılığıyla hem
birey olarak hastanın hem de bütün olarak hasta kolektifinin kolektif pratik
içerisinde kendisine yol bulup varolabileceği nesnel koşullar oluşturulur.
5.
Kişisel ve kolektif ihtiyaçlar, ancak gerekli teorinin birlikte geliştirildiği
bilimsel çalışma grupları, ajitasyon grupları ve bireysel ajitasyon çalışmaları
bağlamında karşılanabilir.
6.
Bu bağlamda, bireyler ve grup üzerinden yürütülen ajitasyon çalışması
bağlamında ele alınan hasta ihtiyaçları, çalışma gruplarında değerlendirilir ve
ihtiyaçların politik çalışmayla (politik kimlikle) birlikte ele alınması
ihtiyacı üzerinden kolektifin genel meselesi hâline getirilir.
7.
Çalışma gruplarının içeriği ve biçimini hastaların ihtiyaçları tayin eder.
Hegel diyalektiği ve Marx’ın politik ekonomi eleştirisi, belirleyici ve
geliştirici bir yöntem olduğunu ispatlamıştır.
8.
Bireylerin, grupların ajitasyon çalışmaları ve çalışma gruplarının faaliyetlerine
tanık olan süreç dâhilinde hastaların, bilhassa içlerinde sağlık sektöründen
gelen kişilerin edindiği özel bilgiler ve yetenekler toplumsallaştırılır,
böylelikle Sosyalist Hasta Kolektifi içerisinde, farklı tarzlarda yetiştirilmiş,
farklı eğitim düzeylerine sahip kişilerin varolması sebebiyle oluşan uçurum
ortadan kaldırılır.
9.
Sosyalist Hasta Kolektifi’nin çalışmaları, şu tür sonuçlar verir: Özgürleşme,
işbirliği, dayanışma ve politik kimlik.
10.
Yürüttüğümüz çalışmanın ana hedefi ve aşamaları şu şekildedir: Bireyin
kolektifle bütünleşmesini sağlayıp aşılması ve onun kolektif içerisinde mümkün
olan en iyi düzeyde gelişiminin güvence altına alınması; başka alanlarda
faaliyet yürütecek kolektiflerin oluşturulması, SHK’nın yönteminin toplumun birçok
farklı veçhesinde hâkim kılınması ve bu yöntemin hâlihazırda mevcut olan örgütlerde
ve gruplarda kendine yer bulması; tüm kolektiflerin aşılması amacıyla onların ortak
dava olarak gördüğümüz sosyalist devrim için birleştirilmesi.
Sosyalist Hasta Kolektifi
1970
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Hastalığın kapitalizmden daha eski olduğunun farkındayız. [“Mutsuzluk
kapitalizmden daha eskidir” - W. Reich] Hastalık, tahakkümün sonucudur. İnsanların
insanlara uyguladığı şiddet, özel mülkiyet ile birlikte ortaya çıkar. W. Reich,
Malinowski'nin araştırmalarına dayanarak, anaerkil düzenden özel mülkiyete
dayalı ataerkil toplumsal düzene geçişi ortaya koyar [W. Reich “Einbruch der
Sexualmorale”]. Orada dürtüleri kısıtlayan mekanizmaların mülkiyetin oluşması
sonucu nasıl geliştiğini anlatır. Ona göre nevrozlar, sapıklık ve diğer
fiziksel semptomlar, bu sürecin birer sonucudur. Her şeyden önce Reich’ın
yaklaşımı, epistemolojik açıdan son derece önemlidir, çünkü nevroz ve
psikozları “kalıtıma, genetiğe bağlayan teori”yi çürütür, aynı zamanda
nevrozların ve psikozların mülkiyet ilişkileriyle bağını ortaya koyar. Bu
anlamda, hastalıkların ortadan kalkması, üretim araçları üzerindeki mülkiyetin
ortadan kalkmasına bağlıdır (Reich’ın bu görüşü, Marx’ın yabancılaşma
anlayışıyla paralellik arz eder). Biz de geçmişte hastalığı, “kendi içinde
parçalanmış hayat” olarak tarif etmiştik.
[2]
a) Hastalıkların “Maliyetleri”: Yale Özgür Üniversitesi, Berkeley
Üniversitesi ve Harvard Üniversitesin’de hastalıkların maliyetleri hesaplanmış.
Bu hesaplamada kayıp işgünleri, tıbbi hizmetler için yapılan harcamalar, hasta
kişinin ailesine yapılan yardımlar, kişisel tüketim alışkanlıklarındaki
değişikliklerin etkileri dikkate alınmış. Buna göre, 1954'te 734.669 kanser
vakası 2.222.000.000 dolarlık bir “kayba” yol açmış. Vaka başına kaybın toplam
değeri 3.024 dolarmış (“Kayıp” derken burada tabii ki ekonomik kayıptan söz ediliyor.)
Toplam 94.984 verem hastasında ortaya çıkan maliyet ise 724.000.000 dolarmış. Kişi
başına düşen maliyet 7.622 doları buluyormuş (Jean-Claude Polack'tan alınan
rakamlar, “La Médecine du Capital”, Paris 1971, s. 36). Devamında Polack,
Amerikan medeniyetinin ekonomik yapıları sorgulamadan veremin kökünü kazıyamayacağını
söylüyor [A.g.e., s. 36-37].
b)
Sağlık ve İlâç Endüstrisinin Birbirine Bağımlı Oluşu: Kimya-ilâç
endüstrisi, ürünlerini sağlık kuruluşlarında satan üretim sektörleridir. Bu
üretim sektöründeki krizler, kaçınılmaz olarak, sağlık sigortası şirketleri ve
doktorlar aracılığıyla (örneğin, uzman dergilerdeki reklâmlar yoluyla)
satışların yoğunlaştırılması ihtiyacını gündeme getirir veya hasta, reçetesiz ilâçların
büyük bir promosyon teklifleriyle satılması üzerinden ilâç sektörünün ele
geçirilmesi suretiyle, ilâca bağımlı kılınır. Bu süreçte hekim, endüstrinin
uzantısı hâline gelir.
c)
Bir meta olarak emeğin sömürülebilirliğini optimize etmek.
d)
İşçiler tarafından ödenen sosyal sigorta primleri, hükümetin iş dünyasına
yatırım yapması için bir fon işlevi görür.
[3]
Bu noktada şu hususu hatırlamakta fayda var: Bu sistemde herkes, başkalarından
kopartılmış, tecrit edilmiş, kendi içine kapatılmıştır. Bugün gerçekte birey
diye bir şey yoktur. Bireylerin gerçek manada varolabilecekleri yaşam
koşullarını yaratmak, bu anlamda, üstlenilmesi gereken devrimci bir görevdir.
[4]
Faşistler, tüm devrimci değerleri çarpıtıp yozlaştırdılar. [Bkz.: Reimut Reiche,
“exualität und Klassenkampf” (Cinsellik ve Sınıf Mücadelesi”)] Ona göre hastalık,
imha edilmesi gereken devrimci bir üretici güçtür. Faşizm şahsında bireyin yaşama
ihtiyacı denilen şey, sırf sömürülebilsin diye, “yaşamaya değer olan” sağlıklı
hayata, biyolojist yaşam ilkesine indirgendi. Bu kategoriye girmeyen her şeyin
üzerine damga vuruldu ve ötenazi listesine eklendi. Bu çarpıtma işlemi,
sömürülebilme imkânı olarak sağlığın bireyin bilincinde esenlik olarak karşılık
bulması gerektiği anlayışında karşılık buldu.
Bazen kapitalist devlet aygıtı, hekimleri ve psikiyatristleri hastaları şeytanlaştırmaya zorluyor. Onların aylak, obur, şiddete eğilimli, eli kanlı manyak, gaz odası ve hapishane düşkünü olarak sunulmasını istiyor. Bu insanlarla ilgili araştırmalara ve eğitime mani oluyor. Bu gerçek karşısında şu hususa da dikkat etmek gerekiyor: bazen de hastalar iyiliğin simgesi, çalışkan, özetle toplumun en hayırlı kesimi olarak gösteriliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder