Pages

21 Temmuz 2022

Sosyalist Hasta Kolektifi

Sosyalist Hasta Kolektifi Tezleri ve İlkeleri

A. Hastalık

1. Hastalık, kapitalist üretim ilişkilerinin bir koşulu ve sonucudur.[1]

2. Kapitalist üretim ilişkilerine ait bir önkoşul olarak hastalık, sermayeye ait bir üretici güçtür.

3. Kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak hastalık, hayatın kapitalizme karşı geliştirdiği, henüz ham olan bir tür tepki anlamında hastalık,  tüm insanlar için devrimci bir üretici güçtür.

4. Hastalık, kapitalizm koşullarında “hayat”ın mümkün olduğu yegâne biçimdir.

5. Hastalık ve kapitalizm aynı şeydir: Ölü sermayenin biriktiği, bu anlamda insan emeğinin yok olduğu süreçte hastalık yoğunlaşır, yoğunluğu artar.

6. Kapitalizmde üretim ilişkileri canlı kanlı işçinin ölü maddeye (emtiaya ve sermayeye) dönüştürülmesi sürecini içerir. Hastalık, sürekli ilerleme kaydeden ve zemin bulan bu sürecin bir ifadesidir.

7. Hastalık, gizli işsizliktir. Yeni kapitalizm (geç dönem kapitalizm, postkapitalizm) koşullarında krize karşı kullanılan bir tampondur. Bu tampon, sosyal sigorta primleri biçiminde devreye sokulur.[2]

8. Henüz yeterince gelişmemiş hâliyle hastalık, engeldir, kettir. Bu sebeple o, yalnız insanın tutsak olduğu iç hapishanedir.[3]

9. Sağlık kurumlarının hastaların kaldığı süreci yönetmezlerse, onların gözetim ve bakım sorumluluğunu üstlenmezlerse ve hastalar hep birlikte direnişe geçerlerse devlet sürece müdahale eder, böylece hastanın içindeki hapishanenin ortadan kalkmasıyla boşalan yeri dışarıda inşa edilmiş, “kişiye layık” hapishaneler alır.

10. Sağlık sisteminin hastalık denilen olguyla baş edebilmesi için hastaları tümüyle yasadışı ilân etmesi gerekir.

11. Sağlık, aklın ürettiği biyolojist ve faşist[4] bir hayal ürünüdür. Bu hayal ürünü, insanları aptallaştırmak, aptalları susturmak için hastalığa toplumun sebep olduğu gerçeğini ve hastalığın toplumda gördüğü işlevi gizlemek gibi bir amaca sahiptir.

B. SHK’nın Pratikleri İçin Üç Çıkış Noktası

1. İlk çıkış noktamız şudur: Bu toplumda tüm hastalar yaşama hakkına sahiptirler, bu da onların tedavi edilmesinin şart olduğu anlamına gelir.

a. Çünkü hastalığın sebebi toplumdur.

b. Çünkü tedavinin büyüklüğü ve imkânlarını, tıbbın işlevlerini tayin eden, kurumsal bir zemine kavuşturan, toplumdur.

c. Çünkü ister emekçi, ister ev hanımı, ister emekli, ister öğrenci, isterse çocuk olsun, her insan, daha tedaviye ihtiyaç duymazdan önce cebinden tedavi için para ödemek zorunda kalmaktadır. Çünkü sosyal sigorta primlerinin oranı yüzde 35’e çıkmış, net geliri aşacak düzeye ulaşmıştır. Bugün tüm sağlık kurumları yıkılmasın diye otomatik olarak net gelire el konulmaktadır.

2. Tedavi edilme ihtiyacı uyarınca hastalar, belirli hususları kontrol ediyor olmalıdırlar.

a. Tedavi imkânı sunan sağlık kurumları: hastalıkla alakası bulunan tüm kamu kurumlarıyla alakalı yetki hastalarda olmalıdır.

b. Hastalar, tüm tıp eğitimini ve uygulamaları kontrol edebiliyor olmalıdır.

b1. Bu kontrol dâhilinde hastaların ihtiyaçları uyarınca bilim de kontrol altında tutulmalı, bilim buna göre şekil almalıdır. Üretim araçları toplumsallaştırılmalı, bilim halk üniversitesi denilen ilkeye tabi kılınmalıdır.

b2. Üniversitede tedavi gören hastalar, üniversiteyi, otoritesini ve çalışma koşullarını kontrol altında tutabiliyor olmalıdır.

b3. Hastalar, nasıl tedavi edileceklerini veya edilmeyeceklerini, hangi yollardan tedavi edileceklerini belirleyebiliyor olmalıdırlar.

c. Sosyal sigorta primlerinin nasıl kesildiği ve nerelere yatırıldığı hastalarca kontrol edilebilmelidir. Sosyal sigorta veya toplumsal fonların ve hizmetlerin kontrolü hastalarda olmalıdır.

3. Hekim-hasta ilişkisinde, tedavi süreci dâhilinde hasta, basit bir nesne olarak görülüyor ve haklarından mahrum kalıyor. Toplumsal ilişkiler dâhilinde, o ilişkilerin parçası olan hekim-hasta ilişkisi, yegâne toplumsal ilişki biçimiymiş gibi kuruluyor. Dolayısıyla, söz konusu ilişkinin bilinci dönüştürdüğü, en genel anlamda, hastanın nesne olduğu mevcut toplumsal ilişkileri dönüştürdüğü süreçte bu durumun çıkış noktası olarak alınması gerekiyor. İhtiyacın belirlediği bu bilinç üzerinden eylemle ilgili şu başlıklar belirlenmeli: Özgürleşme, işbirliği, dayanışma ve politik kimlik.

C. SHK Pratiğinin On İlkesi

1. Hastaların ihtiyaçları çalışmamızın çıkış noktasıdır.

2. Hastaların süreci kontrol ettikleri ve gruplar hâlinde ajitasyon çalışması yürüttükleri faaliyetler dâhilinde ihtiyaçlar, hastaların hem birer ürün hem de üretici güçler olarak sahip oldukları ikili rol üzerinden yürütülür.

3. Kişilerce ve grupça yürütülen ajitasyon çalışmasında hastaların sunduğu her türden materyal, işlemden geçirilir.

4. Bu bireyler ve grup üzerinden yürüyen ajitasyon çalışması aracılığıyla hem birey olarak hastanın hem de bütün olarak hasta kolektifinin kolektif pratik içerisinde kendisine yol bulup varolabileceği nesnel koşullar oluşturulur.

5. Kişisel ve kolektif ihtiyaçlar, ancak gerekli teorinin birlikte geliştirildiği bilimsel çalışma grupları, ajitasyon grupları ve bireysel ajitasyon çalışmaları bağlamında karşılanabilir.

6. Bu bağlamda, bireyler ve grup üzerinden yürütülen ajitasyon çalışması bağlamında ele alınan hasta ihtiyaçları, çalışma gruplarında değerlendirilir ve ihtiyaçların politik çalışmayla (politik kimlikle) birlikte ele alınması ihtiyacı üzerinden kolektifin genel meselesi hâline getirilir.

7. Çalışma gruplarının içeriği ve biçimini hastaların ihtiyaçları tayin eder. Hegel diyalektiği ve Marx’ın politik ekonomi eleştirisi, belirleyici ve geliştirici bir yöntem olduğunu ispatlamıştır.

8. Bireylerin, grupların ajitasyon çalışmaları ve çalışma gruplarının faaliyetlerine tanık olan süreç dâhilinde hastaların, bilhassa içlerinde sağlık sektöründen gelen kişilerin edindiği özel bilgiler ve yetenekler toplumsallaştırılır, böylelikle Sosyalist Hasta Kolektifi içerisinde, farklı tarzlarda yetiştirilmiş, farklı eğitim düzeylerine sahip kişilerin varolması sebebiyle oluşan uçurum ortadan kaldırılır.

9. Sosyalist Hasta Kolektifi’nin çalışmaları, şu tür sonuçlar verir: Özgürleşme, işbirliği, dayanışma ve politik kimlik.

10. Yürüttüğümüz çalışmanın ana hedefi ve aşamaları şu şekildedir: Bireyin kolektifle bütünleşmesini sağlayıp aşılması ve onun kolektif içerisinde mümkün olan en iyi düzeyde gelişiminin güvence altına alınması; başka alanlarda faaliyet yürütecek kolektiflerin oluşturulması, SHK’nın yönteminin toplumun birçok farklı veçhesinde hâkim kılınması ve bu yöntemin hâlihazırda mevcut olan örgütlerde ve gruplarda kendine yer bulması; tüm kolektiflerin aşılması amacıyla onların ortak dava olarak gördüğümüz sosyalist devrim için birleştirilmesi.

Sosyalist Hasta Kolektifi
1970
Kaynak

Dipnotlar
[1] Hastalığın kapitalizmden daha eski olduğunun farkındayız. [“Mutsuzluk kapitalizmden daha eskidir” - W. Reich] Hastalık, tahakkümün sonucudur. İnsanların insanlara uyguladığı şiddet, özel mülkiyet ile birlikte ortaya çıkar. W. Reich, Malinowski'nin araştırmalarına dayanarak, anaerkil düzenden özel mülkiyete dayalı ataerkil toplumsal düzene geçişi ortaya koyar [W. Reich “Einbruch der Sexualmorale”]. Orada dürtüleri kısıtlayan mekanizmaların mülkiyetin oluşması sonucu nasıl geliştiğini anlatır. Ona göre nevrozlar, sapıklık ve diğer fiziksel semptomlar, bu sürecin birer sonucudur. Her şeyden önce Reich’ın yaklaşımı, epistemolojik açıdan son derece önemlidir, çünkü nevroz ve psikozları “kalıtıma, genetiğe bağlayan teori”yi çürütür, aynı zamanda nevrozların ve psikozların mülkiyet ilişkileriyle bağını ortaya koyar. Bu anlamda, hastalıkların ortadan kalkması, üretim araçları üzerindeki mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlıdır (Reich’ın bu görüşü, Marx’ın yabancılaşma anlayışıyla paralellik arz eder). Biz de geçmişte hastalığı, “kendi içinde parçalanmış hayat” olarak tarif etmiştik.

[2] a) Hastalıkların “Maliyetleri”: Yale Özgür Üniversitesi, Berkeley Üniversitesi ve Harvard Üniversitesin’de hastalıkların maliyetleri hesaplanmış. Bu hesaplamada kayıp işgünleri, tıbbi hizmetler için yapılan harcamalar, hasta kişinin ailesine yapılan yardımlar, kişisel tüketim alışkanlıklarındaki değişikliklerin etkileri dikkate alınmış. Buna göre, 1954'te 734.669 kanser vakası 2.222.000.000 dolarlık bir “kayba” yol açmış. Vaka başına kaybın toplam değeri 3.024 dolarmış (“Kayıp” derken burada tabii ki ekonomik kayıptan söz ediliyor.) Toplam 94.984 verem hastasında ortaya çıkan maliyet ise 724.000.000 dolarmış. Kişi başına düşen maliyet 7.622 doları buluyormuş (Jean-Claude Polack'tan alınan rakamlar, “La Médecine du Capital”, Paris 1971, s. 36). Devamında Polack, Amerikan medeniyetinin ekonomik yapıları sorgulamadan veremin kökünü kazıyamayacağını söylüyor [A.g.e., s. 36-37].

b) Sağlık ve İlâç Endüstrisinin Birbirine Bağımlı Oluşu: Kimya-ilâç endüstrisi, ürünlerini sağlık kuruluşlarında satan üretim sektörleridir. Bu üretim sektöründeki krizler, kaçınılmaz olarak, sağlık sigortası şirketleri ve doktorlar aracılığıyla (örneğin, uzman dergilerdeki reklâmlar yoluyla) satışların yoğunlaştırılması ihtiyacını gündeme getirir veya hasta, reçetesiz ilâçların büyük bir promosyon teklifleriyle satılması üzerinden ilâç sektörünün ele geçirilmesi suretiyle, ilâca bağımlı kılınır. Bu süreçte hekim, endüstrinin uzantısı hâline gelir.

c) Bir meta olarak emeğin sömürülebilirliğini optimize etmek.

d) İşçiler tarafından ödenen sosyal sigorta primleri, hükümetin iş dünyasına yatırım yapması için bir fon işlevi görür.

[3] Bu noktada şu hususu hatırlamakta fayda var: Bu sistemde herkes, başkalarından kopartılmış, tecrit edilmiş, kendi içine kapatılmıştır. Bugün gerçekte birey diye bir şey yoktur. Bireylerin gerçek manada varolabilecekleri yaşam koşullarını yaratmak, bu anlamda, üstlenilmesi gereken devrimci bir görevdir.

[4] Faşistler, tüm devrimci değerleri çarpıtıp yozlaştırdılar. [Bkz.: Reimut Reiche, “exualität und Klassenkampf” (Cinsellik ve Sınıf Mücadelesi”)] Ona göre hastalık, imha edilmesi gereken devrimci bir üretici güçtür. Faşizm şahsında bireyin yaşama ihtiyacı denilen şey, sırf sömürülebilsin diye, “yaşamaya değer olan” sağlıklı hayata, biyolojist yaşam ilkesine indirgendi. Bu kategoriye girmeyen her şeyin üzerine damga vuruldu ve ötenazi listesine eklendi. Bu çarpıtma işlemi, sömürülebilme imkânı olarak sağlığın bireyin bilincinde esenlik olarak karşılık bulması gerektiği anlayışında karşılık buldu.

Bazen kapitalist devlet aygıtı, hekimleri ve psikiyatristleri hastaları şeytanlaştırmaya zorluyor. Onların aylak, obur, şiddete eğilimli, eli kanlı manyak, gaz odası ve hapishane düşkünü olarak sunulmasını istiyor. Bu insanlarla ilgili araştırmalara ve eğitime mani oluyor. Bu gerçek karşısında şu hususa da dikkat etmek gerekiyor: bazen de hastalar iyiliğin simgesi, çalışkan, özetle toplumun en hayırlı kesimi olarak gösteriliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder