Birçok
insan, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü müdürü gibi psikiyatri sahasının önde
gelen otoritelerinin “kimyasal dengesizlik üzerine kurulu akıl sağlığı
teorisi”ni çöpe attıklarını duyunca şaşırıyor. Oysa bu, tüm toplumu ve duygusal
açıdan çile çeken milyonlarca insanı her yönden etkileyen bir fikir.
Kimyasal
dengesizliğin depresyona neden olduğunu söyleyen fikrin kabul edilmesiyle halk,
rahatça antidepresan kullanmaya başladı. Prozac, Zoloft gibi seçici serotonin
geri alım engelleyicilerinin, genel tabirle, antidepresanların “kimyasal
dengesizliği düzelttikleri”ne dair laflarla beslenen, kimyasal dengesizliğin
depresyona yol açtığına dair inanç sebebiyle, bu antidepresanları almamak, uzun
süre sorumsuzluk olarak görüldü.
Böylelikle
seçici serotonin geri alım engelleyicilerinin ilki olan Prozac’ın piyasaya
çıktığı 1988 yılı ile 2008 arası dönemde ABD’de antidepresan kullanım oranı,
yaklaşık yüzde 400 arttı. 2013 yılı itibarıyla Amerika’da bir
ya da birkaç psikiyatri ilâcı kullanan yetişkinlerin sayısının toplam nüfusa
oranı, yüzde 16,7’e çıktı. 2022 tarihli Hastalık Kontrol ve
Önleme Merkezi’nin 30 Mart 2022-11 Nisan 2022 tarihleri arasında
gerçekleştirdiği anket çalışması, Amerika’da akıl sağlığı için
ilâç alan yetişkinlerin oranının yüzde 23,5’e çıktığını duyurdu (Bu oran,
kadınlarda yüzde 29,6). 2021’de çocuklarla ilgili yapılan çalışmanın
sonuçlarını açıklayan Psychology Today dergisine göre, “ABD’de her 12
çocuktan biri psikiyatrik ilâç kullanıyor, 12-17 yaş arası çocuklarda ilâç
kullanım oranı yüzde 12,9, okul öncesi çocuklarda ise 1,2.”
Psikiyatrik
ilâçların esrar ve alkol gibi psikotrop maddelere benzer bir biçimde kimyasal
dengesizliği gidermek yerine “dengesizliğin etkisini belli ölçüde azaltma”ya
yaradığını bilirseniz, bu ilâçları kullanma konusunda tereddüt yaşar mısınız
yoksa onları çocuklarınıza büyük bir gönül rahatlığıyla vermeye devam eder
misiniz?
İlâç
şirketleri, sizin gerçeği bildiğimiz takdirde elimizin o ilâçlara gitmeyeceğini
iyi biliyorlar. Bu sebeple üzerimize, antidepresanların kimyasal dengesizliği
giderdiğini söyleyen reklâmları boca ediyorlar.
Peki
bu psikiyatri, kimyasal dengesizlik teorisini tam olarak ne zaman çöpe attı?
Araştırmacılar, bu teoriyi eleştirmeye doksanlarda başlasalar da psikiyatri, itirazını
ilk kez sesli olarak ancak 2011 yılında dillendirebildi. O yıl Psychiatric
Times dergisi yayın yönetmeni psikiyatrist Ronald Pies şunu söyledi: “Gerçekte ‘kimyasal dengesizlik’
denilen anlayış, bir şehir efsanesinden başka bir şey değildi. Bu anlayış,
gerekli bilgilere sahip psikiyatristlerin ciddiye aldığı bir teori hiçbir vakit
olmadı.” Pies, psikiyatri sahasının en üst kademelerinde görev alan bir isim
olmasa da kimyasal dengesizlik teorisinin geçersiz olduğunu kabul ediyordu.
2002-2015
arası dönemde Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü müdürlüğü yapan Thomas Insel Healing
[“Şifa” -2022] isimli son kitabında “akıl sağlığının ‘kimyasal dengesizlik’
sonucu oluştuğunu söyleyen fikrin yerini akıl hastalıklarının beyindeki
devrelerde görülen düzensizliğin veya ‘bağlantılarla ilgili’ sorunların bir
sonucu olduğunu söyleyen fikre bıraktığını söylüyor. Bu son geliştirilen “beyin
devrelerindeki bozukluk” teorisi de tartışmalı olsa da bugün en azından psikiyatrinin
en üst kademelerinde bulunan isimler, kimyasal dengesizlik teorisinin geçersiz
olduğunu kabul ediyorlar.
Yirmi
yıl önce, araştırmacı bilim insanlarının onaylanmamış bir hipotez olarak
gördükleri bu kimyasal dengesizlik teorisini birileri çıkıp “çöpe atalım”
deseydi, bu öneri, epey tartışmaya yol açardı.
Michigan
Üniversitesi’nde fahri profesör olarak psikoloji ve sinirbilim dersleri veren
Elliot Valenstein, 1998’de yayımladığı Blaming the Brain [“Beyni
Suçlamak”] isimli çalışmasında, serotonin düzeyleri normal olan kişilerin de
anormal düzeylere sahip kişiler gibi bunalıma girebildiklerini, aynı şekilde,
düşük serotonin düzeylerine sahip kişiler gibi oldukça yüksek serotonin
düzeylerine sahip kişilerin de depresyon illetiyle yüzleşebildiklerini ortaya
koydu. Valenstein, çalışmasında şu türden bir sonuca ulaşıyordu: “Depresyona
girmiş insanların serotonin veya norepinefrin eksikliğinden muzdarip oldukları
konusunda ikna edici herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.” Peki Amerikalıların
kaçı bu tespiti duydu?
2007
yılında 262 üniversite öğrencisi arasında yapılan ankette “kimyasal
dengesizliklerin depresyona yol açtığı”na inananların oranı yüzde 84,7’ye çıktı. Burada yer darlığından dolayı son
yapılan anketlerin sonuçlarını aktaramasam da hastalarla, medyayla, hatta
birçok doktorla temasım neticesinde edindiğim sonuçtan bahsedebilirim: bu
insanların büyük bölümü, depresyonun kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını
söyleyen teoriye inanmaya devam ediyorlar.
2015
tarihli anket de kanıksanmış yalana inanma konusunda
benzer bir şey söylüyor. Tüm Amerikalıların yüzde 42’si, cumhuriyetçilerin
yüzde 51’i, Irak’ta kitle imha silâhlarının bulunduğuna inanmaya devam
ediyorlar. Bir insan, bir inanca bağlandığı noktada onu inançtan kopartmak iyice
güçleşiyor.
Şüphe
temelli sorguyu her daim savunmuş bir isim olarak Carl Sagan, bir keresinde şu
türden bir tespitte bulunmuştu:
“Tarihin en üzücü
derslerinden biri şudur: uzun süre kandırılırsak, kandırıldığımıza dair her türden
kanıtı reddetme eğilimi içine gireriz. Artık hakikati ortaya çıkartmakla
ilgilenmeyiz. Yalan, bizi ele geçirmiştir. Çok acı vereceğinden, bu gerçeği
kendimize bile kabul ettiremeyiz.”
2014’te
Psychiatric Times dergisinde Amerikalı psikiyatristlerin meslek kuruluşu
olan Amerikan Psikiyatri Derneği, 2000 ayrı bildiriyle kamuoyunu bilgilendirme
yükümlülüğünü yerine getirdi. Bu bildirilerin hepsi de şu cümleyle başlıyordu: “Ruhsal
bozuklukların kesin sebepleri bilinmiyor, gene de sayıları hızla artan
araştırmalarla cevaba çok yaklaşmış bulunuyoruz.” Pies da psikiyatrinin yalın
ve gür bir sesle şu soruyu sorması gerektiğini kabul ediyordu: “Toplumu
etkileyen bir konumda olan psikiyatristlerin kimyasal dengesizlik hipotezini
geri plana atıp, kamuoyuna akıl hastalıkları konusunda daha derinlikli bir
anlayışı sunmaları gerekmez mi?”
Sakın
bu noktada psikiyatrinin kimyasal dengesizlik teorisini çok uzun zaman önce
çöpe attığını, ama sizin bu gelişmeyi gözden kaçırdığınızı düşünmeyin. Zira Ulusal
Halk Radyosu muhabiri Alix Spiegel bile bu gelişmeden habersiz. Üstelik kendisi,
Amerikan Psikiyatri Derneği’nin eski başkanı John Spiegel’in torunu.
2012’de
radyoda anlattığı hikâyeye göre Spiegel, genç kızken bunalıma
girdiği vakit ailesi kendisini Johns Hopkins Hastanesi’ne götürüyor. Orada psikiyatrist,
kendisine şunu söylüyor: “Bu yaşadığın şey biyolojik, tıpkı şeker hastalığı
gibi. Sadece sen, bu hastalığı beyninde yaşıyorsun. Beyninde serotonin adı
verilen kimyasal, sende çok çok az. Sana kâfi gelmiyor, bu da kimyasal
dengesizliğe yol açıyor. Sana bu sorunu düzeltmemiz için ilâç vermemiz
gerekiyor.” Devamında Spiegel, psikiyatristin annesine Prozac gibi ilâçların yazılı
olduğu reçeteyi uzattığını söylüyor.
Gazeteci
olunca Spiegel, bu meseleyi biraz deşeliyor. Gidip Harvard Üniversitesi Tıp
Fakültesi sinirbilim profesörü, aynı zamanda psikiyatri alanıyla ilgili en
prestijli yayınlardan birinin yayın yönetmenliğini yapan Joseph Coyle ile
konuşuyor. Profesör, kendisine şunu söylüyor: “Kimyasal dengesizlik, esasen
geçen yüzyıla ait bir fikirdi. Artık bu fikrin modası geçti.”
Sonra
Spiegel, psikiyatrinin bu kimyasal dengesizlik denilen hipotezin çöpe
atıldığını neden kamuoyuna açıklamak için bir çaba içine girmediğini anlamaya
çalışıyor. Bunu öğrenmek için gidip San Antonio’da bulunan, Teksas Üniversitesi’ne
bağlı Sağlık Bilimleri Merkezi farmakoloji bölüm başkanı Alan Frazer’ı buluyor.
Frazer, kendisine depresyonun kimyasal dengesizlik teorisi üzerinden ele
alınmasıyla hastaların ilâç alırken kendilerini daha iyi hissettiklerini, “madem
bunalımda olmamın biyolojik bir sebebi var, belirli bir eksiklik söz konusu, o
vakit ilâç alırsam bu sorun düzelir” diye düşünerek yüreklerine su
serptiklerini söylüyor.
Görebildiğimiz
kadarıyla otoriteler, kimyasal dengesizlik teorisinin yanlış olduğunun
ispatlandığını uzun zamandır biliyorlardı, ama bu insanlar, ilgili hipotezi
insanları ilâç kullanmaya teşvik etmek amacıyla, bir tür “kutsal yalan” olarak
görüp kullandılar.
Peki
antidepresanların kimyasal dengesizlik sorununu giderdiğine inanıp bu ilâçları
kullananlar, sonrasında bu teorinin çürütüldüğünü öğrendiklerinde ne
hissedecekler? Bu yeni bilgi, onların bugün ve gelecekte psikiyatriye ait
iddialara yönelik güvenini sarsar mı? Gidip antidepresan ilâcını
psikiyatristten değil de aile hekiminden alır mı? Bu yalan ortaya çıktığında,
tüm sağlık kurumlarına ve hekimlere güveniniz zedelenir mi?
Sağlık
alanında güven çok önemlidir, bilhassa depresyonu olan bir kişiye sunulan yardım
dâhilinde hayatî öneme sahiptir. Otuz yılı aşkın klinik psikiyatri alanında
edindiğim deneyim şunu söylüyor: depresyon, yaşanan kayba, başka türden acılara
yönelik bir tür tepki. Güven kaybı da insana acı veren bir şey. Dolayısıyla,
bir insanın doktora güvenmemesi, ondaki depresyonun daha da kötüleşmesine neden
olabilir.
Sağlık
uzmanlarının ortak aklı Primum non nocere [“Önce zarar verme”] ilkesini
esas almalı, bu ilke sürekli akılda tutulmalıdır.
Bruce E. Levine
29
Nisan 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder