Pages

17 Temmuz 2022

Kimyasal Dengesizlik Teorisi


Birçok insan, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü müdürü gibi psikiyatri sahasının önde gelen otoritelerinin “kimyasal dengesizlik üzerine kurulu akıl sağlığı teorisi”ni çöpe attıklarını duyunca şaşırıyor. Oysa bu, tüm toplumu ve duygusal açıdan çile çeken milyonlarca insanı her yönden etkileyen bir fikir.

Kimyasal dengesizliğin depresyona neden olduğunu söyleyen fikrin kabul edilmesiyle halk, rahatça antidepresan kullanmaya başladı. Prozac, Zoloft gibi seçici serotonin geri alım engelleyicilerinin, genel tabirle, antidepresanların “kimyasal dengesizliği düzelttikleri”ne dair laflarla beslenen, kimyasal dengesizliğin depresyona yol açtığına dair inanç sebebiyle, bu antidepresanları almamak, uzun süre sorumsuzluk olarak görüldü.

Böylelikle seçici serotonin geri alım engelleyicilerinin ilki olan Prozac’ın piyasaya çıktığı 1988 yılı ile 2008 arası dönemde ABD’de antidepresan kullanım oranı, yaklaşık yüzde 400 arttı. 2013 yılı itibarıyla Amerika’da bir ya da birkaç psikiyatri ilâcı kullanan yetişkinlerin sayısının toplam nüfusa oranı, yüzde 16,7’e çıktı. 2022 tarihli Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin 30 Mart 2022-11 Nisan 2022 tarihleri arasında gerçekleştirdiği anket çalışması, Amerika’da akıl sağlığı için ilâç alan yetişkinlerin oranının yüzde 23,5’e çıktığını duyurdu (Bu oran, kadınlarda yüzde 29,6). 2021’de çocuklarla ilgili yapılan çalışmanın sonuçlarını açıklayan Psychology Today dergisine göre, “ABD’de her 12 çocuktan biri psikiyatrik ilâç kullanıyor, 12-17 yaş arası çocuklarda ilâç kullanım oranı yüzde 12,9, okul öncesi çocuklarda ise 1,2.”

Psikiyatrik ilâçların esrar ve alkol gibi psikotrop maddelere benzer bir biçimde kimyasal dengesizliği gidermek yerine “dengesizliğin etkisini belli ölçüde azaltma”ya yaradığını bilirseniz, bu ilâçları kullanma konusunda tereddüt yaşar mısınız yoksa onları çocuklarınıza büyük bir gönül rahatlığıyla vermeye devam eder misiniz?

İlâç şirketleri, sizin gerçeği bildiğimiz takdirde elimizin o ilâçlara gitmeyeceğini iyi biliyorlar. Bu sebeple üzerimize, antidepresanların kimyasal dengesizliği giderdiğini söyleyen reklâmları boca ediyorlar.

Peki bu psikiyatri, kimyasal dengesizlik teorisini tam olarak ne zaman çöpe attı? Araştırmacılar, bu teoriyi eleştirmeye doksanlarda başlasalar da psikiyatri, itirazını ilk kez sesli olarak ancak 2011 yılında dillendirebildi. O yıl Psychiatric Times dergisi yayın yönetmeni psikiyatrist Ronald Pies şunu söyledi: “Gerçekte ‘kimyasal dengesizlik’ denilen anlayış, bir şehir efsanesinden başka bir şey değildi. Bu anlayış, gerekli bilgilere sahip psikiyatristlerin ciddiye aldığı bir teori hiçbir vakit olmadı.” Pies, psikiyatri sahasının en üst kademelerinde görev alan bir isim olmasa da kimyasal dengesizlik teorisinin geçersiz olduğunu kabul ediyordu.

2002-2015 arası dönemde Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü müdürlüğü yapan Thomas Insel Healing [“Şifa” -2022] isimli son kitabında “akıl sağlığının ‘kimyasal dengesizlik’ sonucu oluştuğunu söyleyen fikrin yerini akıl hastalıklarının beyindeki devrelerde görülen düzensizliğin veya ‘bağlantılarla ilgili’ sorunların bir sonucu olduğunu söyleyen fikre bıraktığını söylüyor. Bu son geliştirilen “beyin devrelerindeki bozukluk” teorisi de tartışmalı olsa da bugün en azından psikiyatrinin en üst kademelerinde bulunan isimler, kimyasal dengesizlik teorisinin geçersiz olduğunu kabul ediyorlar.

Yirmi yıl önce, araştırmacı bilim insanlarının onaylanmamış bir hipotez olarak gördükleri bu kimyasal dengesizlik teorisini birileri çıkıp “çöpe atalım” deseydi, bu öneri, epey tartışmaya yol açardı.

Michigan Üniversitesi’nde fahri profesör olarak psikoloji ve sinirbilim dersleri veren Elliot Valenstein, 1998’de yayımladığı Blaming the Brain [“Beyni Suçlamak”] isimli çalışmasında, serotonin düzeyleri normal olan kişilerin de anormal düzeylere sahip kişiler gibi bunalıma girebildiklerini, aynı şekilde, düşük serotonin düzeylerine sahip kişiler gibi oldukça yüksek serotonin düzeylerine sahip kişilerin de depresyon illetiyle yüzleşebildiklerini ortaya koydu. Valenstein, çalışmasında şu türden bir sonuca ulaşıyordu: “Depresyona girmiş insanların serotonin veya norepinefrin eksikliğinden muzdarip oldukları konusunda ikna edici herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.” Peki Amerikalıların kaçı bu tespiti duydu?

2007 yılında 262 üniversite öğrencisi arasında yapılan ankette “kimyasal dengesizliklerin depresyona yol açtığı”na inananların oranı yüzde 84,7’ye çıktı. Burada yer darlığından dolayı son yapılan anketlerin sonuçlarını aktaramasam da hastalarla, medyayla, hatta birçok doktorla temasım neticesinde edindiğim sonuçtan bahsedebilirim: bu insanların büyük bölümü, depresyonun kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını söyleyen teoriye inanmaya devam ediyorlar.

2015 tarihli anket de kanıksanmış yalana inanma konusunda benzer bir şey söylüyor. Tüm Amerikalıların yüzde 42’si, cumhuriyetçilerin yüzde 51’i, Irak’ta kitle imha silâhlarının bulunduğuna inanmaya devam ediyorlar. Bir insan, bir inanca bağlandığı noktada onu inançtan kopartmak iyice güçleşiyor.

Şüphe temelli sorguyu her daim savunmuş bir isim olarak Carl Sagan, bir keresinde şu türden bir tespitte bulunmuştu:

“Tarihin en üzücü derslerinden biri şudur: uzun süre kandırılırsak, kandırıldığımıza dair her türden kanıtı reddetme eğilimi içine gireriz. Artık hakikati ortaya çıkartmakla ilgilenmeyiz. Yalan, bizi ele geçirmiştir. Çok acı vereceğinden, bu gerçeği kendimize bile kabul ettiremeyiz.”

2014’te Psychiatric Times dergisinde Amerikalı psikiyatristlerin meslek kuruluşu olan Amerikan Psikiyatri Derneği, 2000 ayrı bildiriyle kamuoyunu bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirdi. Bu bildirilerin hepsi de şu cümleyle başlıyordu: “Ruhsal bozuklukların kesin sebepleri bilinmiyor, gene de sayıları hızla artan araştırmalarla cevaba çok yaklaşmış bulunuyoruz.” Pies da psikiyatrinin yalın ve gür bir sesle şu soruyu sorması gerektiğini kabul ediyordu: “Toplumu etkileyen bir konumda olan psikiyatristlerin kimyasal dengesizlik hipotezini geri plana atıp, kamuoyuna akıl hastalıkları konusunda daha derinlikli bir anlayışı sunmaları gerekmez mi?”

Sakın bu noktada psikiyatrinin kimyasal dengesizlik teorisini çok uzun zaman önce çöpe attığını, ama sizin bu gelişmeyi gözden kaçırdığınızı düşünmeyin. Zira Ulusal Halk Radyosu muhabiri Alix Spiegel bile bu gelişmeden habersiz. Üstelik kendisi, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin eski başkanı John Spiegel’in torunu.

2012’de radyoda anlattığı hikâyeye göre Spiegel, genç kızken bunalıma girdiği vakit ailesi kendisini Johns Hopkins Hastanesi’ne götürüyor. Orada psikiyatrist, kendisine şunu söylüyor: “Bu yaşadığın şey biyolojik, tıpkı şeker hastalığı gibi. Sadece sen, bu hastalığı beyninde yaşıyorsun. Beyninde serotonin adı verilen kimyasal, sende çok çok az. Sana kâfi gelmiyor, bu da kimyasal dengesizliğe yol açıyor. Sana bu sorunu düzeltmemiz için ilâç vermemiz gerekiyor.” Devamında Spiegel, psikiyatristin annesine Prozac gibi ilâçların yazılı olduğu reçeteyi uzattığını söylüyor.

Gazeteci olunca Spiegel, bu meseleyi biraz deşeliyor. Gidip Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi sinirbilim profesörü, aynı zamanda psikiyatri alanıyla ilgili en prestijli yayınlardan birinin yayın yönetmenliğini yapan Joseph Coyle ile konuşuyor. Profesör, kendisine şunu söylüyor: “Kimyasal dengesizlik, esasen geçen yüzyıla ait bir fikirdi. Artık bu fikrin modası geçti.”

Sonra Spiegel, psikiyatrinin bu kimyasal dengesizlik denilen hipotezin çöpe atıldığını neden kamuoyuna açıklamak için bir çaba içine girmediğini anlamaya çalışıyor. Bunu öğrenmek için gidip San Antonio’da bulunan, Teksas Üniversitesi’ne bağlı Sağlık Bilimleri Merkezi farmakoloji bölüm başkanı Alan Frazer’ı buluyor. Frazer, kendisine depresyonun kimyasal dengesizlik teorisi üzerinden ele alınmasıyla hastaların ilâç alırken kendilerini daha iyi hissettiklerini, “madem bunalımda olmamın biyolojik bir sebebi var, belirli bir eksiklik söz konusu, o vakit ilâç alırsam bu sorun düzelir” diye düşünerek yüreklerine su serptiklerini söylüyor.

Görebildiğimiz kadarıyla otoriteler, kimyasal dengesizlik teorisinin yanlış olduğunun ispatlandığını uzun zamandır biliyorlardı, ama bu insanlar, ilgili hipotezi insanları ilâç kullanmaya teşvik etmek amacıyla, bir tür “kutsal yalan” olarak görüp kullandılar.

Peki antidepresanların kimyasal dengesizlik sorununu giderdiğine inanıp bu ilâçları kullananlar, sonrasında bu teorinin çürütüldüğünü öğrendiklerinde ne hissedecekler? Bu yeni bilgi, onların bugün ve gelecekte psikiyatriye ait iddialara yönelik güvenini sarsar mı? Gidip antidepresan ilâcını psikiyatristten değil de aile hekiminden alır mı? Bu yalan ortaya çıktığında, tüm sağlık kurumlarına ve hekimlere güveniniz zedelenir mi?

Sağlık alanında güven çok önemlidir, bilhassa depresyonu olan bir kişiye sunulan yardım dâhilinde hayatî öneme sahiptir. Otuz yılı aşkın klinik psikiyatri alanında edindiğim deneyim şunu söylüyor: depresyon, yaşanan kayba, başka türden acılara yönelik bir tür tepki. Güven kaybı da insana acı veren bir şey. Dolayısıyla, bir insanın doktora güvenmemesi, ondaki depresyonun daha da kötüleşmesine neden olabilir.

Sağlık uzmanlarının ortak aklı Primum non nocere [“Önce zarar verme”] ilkesini esas almalı, bu ilke sürekli akılda tutulmalıdır.

Bruce E. Levine
29 Nisan 2022
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder