Hollanda’da
çiftçilerin eylemleri haftalardır sürüyor. Bu eylemler, tüm Avrupa genelinde
yaşanacak toplumsal huzursuzluğun habercisi. Buna karşın hükümetler, hâlen daha
zerre taviz vermiyorlar.
Eylemlerin
sebebi ne? Çiftçiler, 2030 yılı itibarıyla azot girdilerini yüzde 95 oranında
azaltmayı öngören plana karşı çıkmak adına, yolları traktörlerle kapatıyorlar. Bu
planın neticesinde büyükbaş hayvan sayısı üçte bir oranında azalacak. Bu da toplam
çiftçi sayısının en az yüzde 30’unun işsiz kalması ve mülksüzleşmesi anlamına
geliyor.[1]
Toprağa
fazla azot katılması, doğa için bir sorun. Azot, hem bir mineral hem de organik
gübre. Asıl sorun da gübre olarak kullanılması. Yoğun büyükbaş hayvancılık pratiği,
otlakların ve sulu gübrelerin bolca tüketilmesini gerekli kılıyor. Tarlalarda ve
çayırlarda daha çok organik gübreler kullanılıyor. Buralarda yetişen ürünler,
azotu özümsüyor.
Aşırı
azot, yeraltı sularına ve toprağa nitrat, havaya ise amonyak ve nitröz asit
olarak karışıyor. Sera gazı olarak nitröz oksit, küresel ısınmaya katkı
sunuyor. Nitratın ve amonyağın toprağa ve suya karışması, doğanın dengesini farklı
şekillerde etkiliyor:
1.
Yeraltı sularına nitrat bulaşıyor;
2.
Toprak ve sudaki asit düzeyi yükseliyor, bu da biyolojik çeşitliliği azaltıyor;
3.
Ormanlarda, çalılık arazilerde, fundalıklarda, yüzey sularında ve denizlerde
azot ve fosfat oranı artıyor. Başka şeylerin yanında, bu durum, kıraç
topraklarda dağtütünü gibi bitkilerin yok olmasına neden oluyor.
Dolayısıyla
uzun vadede toprağa organik gübreler üzerinden karışan azot miktarının
azaltılması anlamlı. Bu azaltma işlemi, Almanya’da yürürlüğe konuldu. 1992’de
hektar başına düşen azot girdisi miktarı 117 kilo iken, 2019’da bu rakam 80
kiloya düştü. Bu anlamda azot miktarı, her yol ortalama yüzde 1 azaldı. 2030
yılı itibarıyla azot girdisinin 70 kiloya düşmesi gerekiyor. Yukarıdaki rakamları
veren ve şuan Yeşiller Partisi’nin elinde olan Federal Çevre Kurumu, azot girdi
miktarının 2030’da 70 kiloya düşürülmesi hedefine ulaşılamayacağını, daha
radikal tedbirlerin gerekli olduğunu söylüyor.[2]
Federal
Çevre Kurumu, azot miktarının azaltılması konusunda şunları söylüyor:
“Bu hedefe ulaşmak için mineral
gübre kullanımı azaltılmalı, ithal ürünlerin yerini yerli ürünler almalı. Ayrıca
büyükbaş hayvan nüfusunun yoğun olduğu yerlerde yüksek miktarda azot açığa çıkıyor.
Dolayısıyla azot kullanımındaki verimliliği artırmak için tüm tarım arazileri
karşısında hayvanların sahip olduğu oran dengelenmeli, hayvan sayısı
azaltılmalı.”[3]
Bu
tedbirler dâhilinde et üretimi de azaltılacak, böylelikle hayvansal gıda
ürünlerinin fiyatı yukarı çekilecek. Bu sayede neoliberal Yeşiller, “avam”ın et
tüketimini azaltma hedefine bir adım daha yaklaşacak. Bir yandan da kendileri
dilediklerinde et yemeye devam edecekler.
Hollanda
hükümeti, bu süreçte daha da radikal bir adım attı ve azot girdi miktarını
azaltmak istedi. Bunun için büyükbaş hayvan sayısının azaltılması öngörülüyor. İlgili
politikanın zeminini oluşturmak adına İdari Mahkeme, Mayıs 2019’da tüm inşaat
sektöründen azot miktarını düşürmesini istedi. Bu karara göre, Hollanda’da yeni
inşa edilen binaya AB’nin belirlediği azot hedefini karşılamaması durumunda
ruhsat verilmeyecek. Zira inşaat sektörü de azot salınımına neden oluyor.
Mahkemenin aldığı karardan itibaren ülkede konut açığı arttı. Şuan bu açık, 100.000
konuta ulaşmış durumda. Dolayısıyla mahkemenin aldığı karar yüzünden ülke, bir azot
kriziyle karşı karşıya kaldı. Bu kriz, bir yandan da ekonomiyi boğuyor.[4]
Bugün
siyasetçiler ve medya, büyük kıtlığın yaşanacağından korkuyor. Alman
hükümetinin güçlü siması Annalena Baerbock, Putin’in açlığı bir silâh gibi
kullandığını, bu amaç doğrultusunda Ukrayna’da üretilmiş tahıl ürünlerinin
pazarlara ulaşmasına mani olduğunu iddia ediyor. Ama bu iddia, doğru değil.
Rusya, Ukrayna’nın kendi ürünlerini ihraç etmesine mani olmuyor. Dünya bir
kıtlıkla karşı karşıya ise bu, aslında Rusya karşıtı tedbirlerin bir sonucu.
Rusya’da üretilen gıda ürünleri alınan tedbirlerden muaf tutulsalar da ürünler,
satıldıktan sonra para Rusya’ya gönderilemiyor, ürünler nakledilemiyor, gemiler
sigortalanamıyor. Bir yandan da Rusya ve Belarus’taki gübre endüstrisine AB
yaptırımlar uyguluyor. Yüksek doğal gaz fiyatlarına bağlı olarak AB’de mineral
gübre üretimi de azalıyor. Sonuçta Avrupa’da üretilen mahsulün miktarı da hızla
düşüyor.
İlk
bakışta “çiftçiler, mineral gübre yerine organik gübre kullanabilir” diye
düşünülüp, bu durumun sorun teşkil etmediği söylenebilir. Ama süreç, bu şekilde
işlemiyor. Gübrenin uzak diyarlara nakledilmesi mümkün değil. Gübre konusunda
yapılan denemelerin de ortaya koyduğu biçimiyle, mineral gübre olmadan işleri
organik gübreyle görmek, yani “organik çiftçilik” yapmak, kimi zaman mahsulün
yarı yarıya düşmesini beraberinde getiriyor. Hatta toprağın türüne bağlı
olarak, bu oran daha da yüksek olabiliyor. Kumlu topraklarda mahsul daha yüksek
oluyor.[5]
Yaptırımlar,
yüksek enerji fiyatlarına yol açıyorlar. Bu sürecin uzun sürmesi durumunda
dünya genelinde mahsulde hızlı bir düşüş yaşanacak. Bu koşullarda tarım
ürünleri miktarını düşürmek delilik. Bugün Hollanda ve Alman hükümetleri, tam
da böylesi bir deliliğin altına imza atıyorlar. Aynı hükümetler, benzer bir
şeyi, pandemi döneminde, 2020-2021 yıllarında hastaneleri kapatıp, hastane
yataklarının sayısını azaltarak yapmışlardı.
AB’nin
aldığı kararlara ve attığı adımlara baktığımızda, onun bile isteye kıtlığa yol
açmak istediği izlenimini ediniyoruz. Ta 2015 yılında, Dünya Ekonomi Forumu’nun
müttefiklerinden “Donanma Analizi Merkezi’nin gerçekleştirdiği “Gıdada
Zincirleme Reaksiyon” isimli simülasyonda 2022 yılı için aşağıdaki öngörüyü
dile getiriyordu:
1.
Önemli üretim alanlarında kuraklıklar yaşanacak.
2.
Petrol fiyatlarında büyük artışa tanık olunacak (100 doların üzerine çıkacak),
öte yandan biyoyakıt üretimi artacak.
3.
Huzursuzluklar ve göç artacak, güvensizlikle birlikte panik yoğunlaşacak.
4.
Yardım kuruluşlarının bütçeleri artacak.
5.
Uzun vadede gıda fiyatları, ortalama yüzde 262 ilâ 395 artacak.[6]
Rockefeller
Vakfı da 2020 tarihli “Masayı Sıfırla” isimli raporunda büyük bir kıtlığın yaşanacağı
öngörüsünde bulunuyor. Vakfın dediğine göre, Büyük Reset’in bir parçası olarak,
tedarik zincirlerinin kökten dönüştürülmesi ve Batılı oligarkların eline
geçmesi gerekiyor. Bunun için de insanların gıda tüketimi kayıt altına alınıp
izlenmeli, ayrıca böceklerin geniş kitlelerce tüketilmesi sağlanmalı. Norveç,
bu takip ve kayıt uygulamasını çoktan devreye soktu bile.[7]
İleride
zenginler normal yiyeceklere ulaşacaklar, kitlelere ise o mide bulandırıcı
böcekleri yemek düşecek. Bahsini ettiğimiz öngörülere göre, ileride yaşanacak
kıtlık, insanların normal gıda ürünlerine sonsuza dek ulaşamamasına neden
olacak. Bu böcek kıyımının asıl amacı da kitleleri aşağılamak. Artık bizim gerçek
insan değil, alt-insan olduğumuzu somutta göstermeye çalışıyorlar. Bir yandan
da bizim Bill Gates gibi oligarkların inayetiyle yaşayabilmemizi istiyorlar.
Bizim o mide bulandırıcı böceklerden başka bir yiyeceği hak etmediğimizi
düşünüyorlar.
Bu
bağlamda, Dünya Ekonomi Forumu’nun yetiştirdiği Genç Dünya Liderleri’nden
Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin neoliberal politikaları bu plana çok uygun. Azot
miktarını yüz binlerce insanı parasız pulsuz kılarak azaltmak denilen o soğuk
ve acımasız siyasetin nefes kesici olduğunu söylemek gerekiyor.
Dagmar
Henn’in de haklı bir biçimde dile getirdiği gibi, AB’nin aldığı tüm tedbirlerin
arkasında gizli bir ajanda var. Hollandalı çiftçilerle ilgili kararı alanların
da bir amacı var. Bu amaç da harap olan çiftçilerin arazilerinin başkalarının
eline geçmesini sağlamak.
Almanya’daki
bazı tarım bölgelerine baktığımızda, çiftlik binalarının ve tarlaların giderek
eski Doğu Almanya’da gördüğümüz tarımsal üretim kooperatiflerinin sahip olduğu
boyutlara ulaştığını görüyoruz. Modern teknolojiye sahip olmalarına rağmen
hiçbir çiftçi ailesi, bu işi artık tek başına yürütemiyor.
Eskiden
bu tarımsal üretim kooperatifleri, düzenli ve nispeten yüksek gelir temin ediyor,
çalışanlarını belirli saatlerde çalıştırıyor, onlara tatil izni veriyordu. Bugünkü
tarım şirketleri ise çoğunlukla Doğu Avrupa’dan gelen, çok az maaş verilen ve
acımasızca sömürülen çiftlik işçilerini kullanıyorlar.
Benzer
süreçlere Hollanda’da da tanık olmamamız için hiçbir neden yok. Planlı mülksüzleştirme
girişimleri ile bu süreç hızlandırılıyor. Muhtemelen bu iş, sadece arazilerin
belirli ellerde yoğunlaşması ile kalmayacak. Küçük toprak sahipleri büyüklerce
yutulacak. Bildiğimiz gibi bugün Bill Gates, dünyanın en büyük toprak
sahiplerinden biri. Sadece ABD’de milyonlarca hektarlık arazinin sahibi.
Kamyon
şoförleri gibi çiftçiler de yolları kapatmak için ellerindeki ağır iş
makinelerini kullanıyorlar. Bu koşullarda ellerinde sadece sattıkları işgücü
bulunan işçilerden daha büyük bir yaptırım gücüne sahipler. Ama öte yandan
hükümetlerin pratikte ülkelerinin kalkınmasını dert etmediklerini de söylemek
lazım.
Artık
mesele bu değil. Rusya’ya uygulanan yaptırımların da ortaya koyduğu gibi,
hükümetler, sadece Büyük Reset sürecinin önünü açmak için kendi ekonomilerini
ve toplumlarını yok etmekle ilgililer.
Bu
sebeple Hollanda hükümetinin onca protestoya rağmen çiftçilere asla taviz vermediğini
görmek bizi hiç şaşırtmıyor. Bugün gösterilerde kullanılan traktörlerin trafiğe
sokulmaması ve bu konuda onlara yasak getirilmesi konuşuluyor. Bu da ileride
gösterilere katılan çiftçilerin elinden o traktörlerin alınacağı anlamına
geliyor. Gösterilerde polisler, namlularını çiftçilere doğrultuyor.[8]
Çiftçi
gösterilerinin bastırılmasında başvurulan zulüm, bize gene Genç Dünya Lideri
olan Justin Trudeau’nun başta olduğu Kanada hükümetinin aldığı Korona
tedbirlerine karşı gerçekleştirilen kamyoncu eylemlerinin bastırılmasında
uygulanan zulmü anımsatıyor.
Bu
politikanın da ortaya koyduğu biçimiyle, hükümetler, düzenlenen eylemlerden pek
korkmuyorlar. Onlar, muhtemelen hiçbir sorunla karşılaşmadan bu ateşi
söndürebileceklerini düşünüyorlar. Karalama kampanyaları ile bu eylemlere
yönelik saldırılara katkı sunuyorlar. Alman medyasında çiftçi eylemleri, ya sessizlikle
karşılanıyor ya da aşırı ahlakçı bir yaklaşımla kınanıyor.[9]
Peki
büyükbaş hayvan sayısının azaltılmasını öngören adıma başka bir seçenek
sunulabilir mi? Bu adım atılmadan toprağa karışan azot miktarını düşürmek
mümkün mü? Örneğin biyogaz üretmek için gübre ve yaş gübre fermente edilebiliyor.
Bu biyogaz, az miktarda da olsa elektrik üretiminde kullanılabiliyor. Azot ve
fosfor gibi maddeler, geride kalan, oksijensiz ortamda gerçekleşen sindirimin
neticesinde ortaya çıkan ürünlerde bulunabiliyor. Uzak diyarlara nakledilebilen
bu sindirim ürünleri, düzenli gübre olarak kullanılıyor. Sıvı gübredense, ancak
yakındaki çiftliklerde yararlanılabiliyor. Gübrelendirme yoluyla tarlalarda
uygulanabilen humus üretmek mümkün.[10] Medyanın humus krizinden söz ettiği
koşullarda, bu imkânı çiftçilerin hoş karşılayacağına hiç şüphe yok.
Alınan
tedbirlerin yeterli olmadığını söylemek lazım. Bu sindirim ürünlerinden elde
edilen amonyağın (NH3) ve amonyum iyonlarının (NH4] kimya endüstrisinde
hammadde olarak kullanılması veya azot ve suyun ayrıştırılması sonrası çevreye
salınması mümkün. Ama bunun için çiftçilerin ve tüketicilerin çıkarlarını dikkate
alan, çözüm odaklı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Baştakiler, böylesi bir
yaklaşımdan çok uzaklar. Çünkü bu yaklaşımın planlanan Büyük Reset’e zerre
katkısı yok. İnsanların böcek yemeden önce iyice çile çekmeleri gerekiyor. Siyaset,
tam da bu çileyi çektirmeyi amaç edinmiş durumda.
Eleştirmenler,
hayvan yemi ithalatının her hâlükârda durdurulması gerektiğini söylüyorlar ve Latin
Amerika’daki soya üretimi yüzünden tropikal yağmur ormanlarının yok olduğunu iddia
ediyorlar. Buradan da hayvan yetiştiriciliği alanının daraltılmasını
öneriyorlar. Oysa soya, hayvan yemi üretimi konusunda tek seçenek değil. Biyoreaktörlerde
kömürden tek hücreli protein üretip, bunu hayvan yemi olarak kullanmak mümkün.[11]
Ama burjuvazi, kömür üretiminin iyi ücretlerin ödendiği iş imkânlarını yaratıyor
olmasını ve işçi sınıfını güçlendirmesini bir sorun olarak görüyor. O, böyle
bir şeyin yaşanmasını asla istemiyor.
Sanayileşmiş
ülkelerde köylülük, son otuz kırk yıl içerisinde önemli oranda daraldı. Bugün ancak
nüfusun çok küçük bir kısmını meydana getiriyor. Köylülere karşı medya eliyle
yürütülen ajitasyon çalışmaları, uygulanan ağır baskı ve mali saldırılar,
etkisini iyiden iyiye hissettiriyor. Ama onca ajitasyona ve propagandaya rağmen
Hollanda halkının büyük bir kısmı, bugün çiftçi eylemlerini destekliyor.[12]
Açlık
çeken, soğukla mücadele eden halkın barikatlara doluştuğu koşullarda,
pasifleştirmeye dönük her türden adım boşa düşüyor. Siyasetçilere göre Almanya,
Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında, 1916-1917’de tanık olunan kara kıştan beri
ulaşılan en kötü noktaya ulaşmış durumda. Yaşadığımız şey, Sahra Çölü’nün
güneyindeki Sahel ismindeki kurak bölgeden veya Etiyopya’dan bildiğimiz kıtlık
değil, ortada sadece savaş kaynaklı gıda ve yakıt kıtlığı söz konusu.
1917
kışında soğuk evlerde 600.000’den fazla insan öldü. Sonrasında otoriteye iman
etmiş Almanlar bile “yeter” dedi. Hindenburg ve Ludendorff’un başını çektiği
komuta kademesi, itibarını yitirdi. Sanayide grevlerin sayısı iyice arttı. Bu
grevler, o dönemde sendikalara karşı, onlara rağmen örgütlenmişti, üstelik
işçilerin karşısında, liderleri savaşa büyük bir coşkuyla destek olmuş Sosyal
Demokrat Parti denilen parti vardı. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg gibi
liderler hapse atıldılar. Gene de rejim, Kasım 1918’de yıkıldı.
İnsanlara
zorla dayatılmış propaganda ve uygulanan baskı, bir noktadan sonra işe
yaramıyor. 2021 sonunda ve 2022 kışında gerçekleşen Korona eylemleri, bu gerçeği
önceden anlamamızı sağlamıştı. Bu eylemler, her şeyi etraflıca düşünenlerin
hareketi dağıtmaya yönelik adımlarına ve polis zulmüne rağmen durdurulamazlar.
Ancak
öte yandan, medyanın yürüttüğü karalama kampanyasının ve gizli servisin
faaliyetlerinin boşa düştüğü koşullarda, bu gelişim sürecinin ikinci aşamasında
yeni örgütlerin ve partilerin ortaya çıkması gerekiyor.
Jan Müller
12
Temmuz 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Julia Schürer, “Ausnahmezustand in den Niederlanden: so laufen die
Bauernproteste, agrarheute”, 5 Temmuz 2022, Agrarheute; Norbert Lehmann, “Niederlande:
Polizei schießt bei Bauernprotest gezielt auf Traktor”, 6 Temmuz 2022, Agrarheute; Jeremy Gray,
“Warum die Niederländer in einer Stickstoffkrise stecken”, 21 Haziran 2022, Dnhk.
[2]
“Stickstoffeintrag aus der Landwirtschaft und Stickstoffüberschuss,
Umweltbundesamt” 30 Temmuz 2021, Umwelt.
[3]
Umweltbundesamt 2021, a.g.e.
[4]
dnhk-Blog, 21 Haziran 2022, a.g.e.; Stephan Schleim, “Viehzucht oder
Umweltschutz? Niederländische Bauernproteste eskalieren”, 6 Temmuz 2022, Heise.
[5]
Wulf Diepenbrock, Frank Ellmer, Ackerbau, Pflanzenbau, Pflanzenzüchtung,
Stuttgart 2016, s. 95.
[6] Peter F. Mayer, “Reset the
Table‘ als Teil des ‚Great Reset‘: Drohende Nahrungsmittelknappheit ist kein
Zufall”, 4 Temmuz 2022, Tkp.
[7]
Norbert Häring, “Es geht los: Die erste Regierung führt digitale Bezahldaten
und Kassenbons zusammen”, 7 Haziran 2022, Norbert.
[8]
Norbert Lehmann, “Welle der Wut nach Schüssen auf Junglandwirt”, 7 Temmuz 2022,
Agrarheute.
[9]
Thomas Kirchner, “Die Wut der Bauern”, 30 Haziran 2022, Deutsche.
[10]
“Fachagentur Nachwachsende Rohstoffe (Hrsg.): Leitfaden Biogas 2013, Gülzow
2013, s. 184, Fnr.
[11]
Bernd Schröder, “Zur Geschichte einer ehemaligen Zukunftstechnologie, die noch
nicht abgehakt ist”, 20 Ekim 20219, Heise.
[12]
Ralph Schoellhammer, “A Popular Uprising Against the Elites Has Gone Global”,
Neweweek, Msn.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder