Pages

16 Temmuz 2022

Hollandalı Köylülerin Protestoları ve Büyük Reset



Hollanda’da çiftçilerin eylemleri haftalardır sürüyor. Bu eylemler, tüm Avrupa genelinde yaşanacak toplumsal huzursuzluğun habercisi. Buna karşın hükümetler, hâlen daha zerre taviz vermiyorlar.

Eylemlerin sebebi ne? Çiftçiler, 2030 yılı itibarıyla azot girdilerini yüzde 95 oranında azaltmayı öngören plana karşı çıkmak adına, yolları traktörlerle kapatıyorlar. Bu planın neticesinde büyükbaş hayvan sayısı üçte bir oranında azalacak. Bu da toplam çiftçi sayısının en az yüzde 30’unun işsiz kalması ve mülksüzleşmesi anlamına geliyor.[1]

Toprağa fazla azot katılması, doğa için bir sorun. Azot, hem bir mineral hem de organik gübre. Asıl sorun da gübre olarak kullanılması. Yoğun büyükbaş hayvancılık pratiği, otlakların ve sulu gübrelerin bolca tüketilmesini gerekli kılıyor. Tarlalarda ve çayırlarda daha çok organik gübreler kullanılıyor. Buralarda yetişen ürünler, azotu özümsüyor.

Aşırı azot, yeraltı sularına ve toprağa nitrat, havaya ise amonyak ve nitröz asit olarak karışıyor. Sera gazı olarak nitröz oksit, küresel ısınmaya katkı sunuyor. Nitratın ve amonyağın toprağa ve suya karışması, doğanın dengesini farklı şekillerde etkiliyor:

1. Yeraltı sularına nitrat bulaşıyor;

2. Toprak ve sudaki asit düzeyi yükseliyor, bu da biyolojik çeşitliliği azaltıyor;

3. Ormanlarda, çalılık arazilerde, fundalıklarda, yüzey sularında ve denizlerde azot ve fosfat oranı artıyor. Başka şeylerin yanında, bu durum, kıraç topraklarda dağtütünü gibi bitkilerin yok olmasına neden oluyor.

Dolayısıyla uzun vadede toprağa organik gübreler üzerinden karışan azot miktarının azaltılması anlamlı. Bu azaltma işlemi, Almanya’da yürürlüğe konuldu. 1992’de hektar başına düşen azot girdisi miktarı 117 kilo iken, 2019’da bu rakam 80 kiloya düştü. Bu anlamda azot miktarı, her yol ortalama yüzde 1 azaldı. 2030 yılı itibarıyla azot girdisinin 70 kiloya düşmesi gerekiyor. Yukarıdaki rakamları veren ve şuan Yeşiller Partisi’nin elinde olan Federal Çevre Kurumu, azot girdi miktarının 2030’da 70 kiloya düşürülmesi hedefine ulaşılamayacağını, daha radikal tedbirlerin gerekli olduğunu söylüyor.[2]

Federal Çevre Kurumu, azot miktarının azaltılması konusunda şunları söylüyor:

“Bu hedefe ulaşmak için mineral gübre kullanımı azaltılmalı, ithal ürünlerin yerini yerli ürünler almalı. Ayrıca büyükbaş hayvan nüfusunun yoğun olduğu yerlerde yüksek miktarda azot açığa çıkıyor. Dolayısıyla azot kullanımındaki verimliliği artırmak için tüm tarım arazileri karşısında hayvanların sahip olduğu oran dengelenmeli, hayvan sayısı azaltılmalı.”[3]

Bu tedbirler dâhilinde et üretimi de azaltılacak, böylelikle hayvansal gıda ürünlerinin fiyatı yukarı çekilecek. Bu sayede neoliberal Yeşiller, “avam”ın et tüketimini azaltma hedefine bir adım daha yaklaşacak. Bir yandan da kendileri dilediklerinde et yemeye devam edecekler.

Hollanda hükümeti, bu süreçte daha da radikal bir adım attı ve azot girdi miktarını azaltmak istedi. Bunun için büyükbaş hayvan sayısının azaltılması öngörülüyor. İlgili politikanın zeminini oluşturmak adına İdari Mahkeme, Mayıs 2019’da tüm inşaat sektöründen azot miktarını düşürmesini istedi. Bu karara göre, Hollanda’da yeni inşa edilen binaya AB’nin belirlediği azot hedefini karşılamaması durumunda ruhsat verilmeyecek. Zira inşaat sektörü de azot salınımına neden oluyor. Mahkemenin aldığı karardan itibaren ülkede konut açığı arttı. Şuan bu açık, 100.000 konuta ulaşmış durumda. Dolayısıyla mahkemenin aldığı karar yüzünden ülke, bir azot kriziyle karşı karşıya kaldı. Bu kriz, bir yandan da ekonomiyi boğuyor.[4]

Bugün siyasetçiler ve medya, büyük kıtlığın yaşanacağından korkuyor. Alman hükümetinin güçlü siması Annalena Baerbock, Putin’in açlığı bir silâh gibi kullandığını, bu amaç doğrultusunda Ukrayna’da üretilmiş tahıl ürünlerinin pazarlara ulaşmasına mani olduğunu iddia ediyor. Ama bu iddia, doğru değil. Rusya, Ukrayna’nın kendi ürünlerini ihraç etmesine mani olmuyor. Dünya bir kıtlıkla karşı karşıya ise bu, aslında Rusya karşıtı tedbirlerin bir sonucu. Rusya’da üretilen gıda ürünleri alınan tedbirlerden muaf tutulsalar da ürünler, satıldıktan sonra para Rusya’ya gönderilemiyor, ürünler nakledilemiyor, gemiler sigortalanamıyor. Bir yandan da Rusya ve Belarus’taki gübre endüstrisine AB yaptırımlar uyguluyor. Yüksek doğal gaz fiyatlarına bağlı olarak AB’de mineral gübre üretimi de azalıyor. Sonuçta Avrupa’da üretilen mahsulün miktarı da hızla düşüyor.

İlk bakışta “çiftçiler, mineral gübre yerine organik gübre kullanabilir” diye düşünülüp, bu durumun sorun teşkil etmediği söylenebilir. Ama süreç, bu şekilde işlemiyor. Gübrenin uzak diyarlara nakledilmesi mümkün değil. Gübre konusunda yapılan denemelerin de ortaya koyduğu biçimiyle, mineral gübre olmadan işleri organik gübreyle görmek, yani “organik çiftçilik” yapmak, kimi zaman mahsulün yarı yarıya düşmesini beraberinde getiriyor. Hatta toprağın türüne bağlı olarak, bu oran daha da yüksek olabiliyor. Kumlu topraklarda mahsul daha yüksek oluyor.[5]

Yaptırımlar, yüksek enerji fiyatlarına yol açıyorlar. Bu sürecin uzun sürmesi durumunda dünya genelinde mahsulde hızlı bir düşüş yaşanacak. Bu koşullarda tarım ürünleri miktarını düşürmek delilik. Bugün Hollanda ve Alman hükümetleri, tam da böylesi bir deliliğin altına imza atıyorlar. Aynı hükümetler, benzer bir şeyi, pandemi döneminde, 2020-2021 yıllarında hastaneleri kapatıp, hastane yataklarının sayısını azaltarak yapmışlardı.

AB’nin aldığı kararlara ve attığı adımlara baktığımızda, onun bile isteye kıtlığa yol açmak istediği izlenimini ediniyoruz. Ta 2015 yılında, Dünya Ekonomi Forumu’nun müttefiklerinden “Donanma Analizi Merkezi’nin gerçekleştirdiği “Gıdada Zincirleme Reaksiyon” isimli simülasyonda 2022 yılı için aşağıdaki öngörüyü dile getiriyordu:

1. Önemli üretim alanlarında kuraklıklar yaşanacak.

2. Petrol fiyatlarında büyük artışa tanık olunacak (100 doların üzerine çıkacak), öte yandan biyoyakıt üretimi artacak.

3. Huzursuzluklar ve göç artacak, güvensizlikle birlikte panik yoğunlaşacak.

4. Yardım kuruluşlarının bütçeleri artacak.

5. Uzun vadede gıda fiyatları, ortalama yüzde 262 ilâ 395 artacak.[6]

Rockefeller Vakfı da 2020 tarihli “Masayı Sıfırla” isimli raporunda büyük bir kıtlığın yaşanacağı öngörüsünde bulunuyor. Vakfın dediğine göre, Büyük Reset’in bir parçası olarak, tedarik zincirlerinin kökten dönüştürülmesi ve Batılı oligarkların eline geçmesi gerekiyor. Bunun için de insanların gıda tüketimi kayıt altına alınıp izlenmeli, ayrıca böceklerin geniş kitlelerce tüketilmesi sağlanmalı. Norveç, bu takip ve kayıt uygulamasını çoktan devreye soktu bile.[7]

İleride zenginler normal yiyeceklere ulaşacaklar, kitlelere ise o mide bulandırıcı böcekleri yemek düşecek. Bahsini ettiğimiz öngörülere göre, ileride yaşanacak kıtlık, insanların normal gıda ürünlerine sonsuza dek ulaşamamasına neden olacak. Bu böcek kıyımının asıl amacı da kitleleri aşağılamak. Artık bizim gerçek insan değil, alt-insan olduğumuzu somutta göstermeye çalışıyorlar. Bir yandan da bizim Bill Gates gibi oligarkların inayetiyle yaşayabilmemizi istiyorlar. Bizim o mide bulandırıcı böceklerden başka bir yiyeceği hak etmediğimizi düşünüyorlar.

Bu bağlamda, Dünya Ekonomi Forumu’nun yetiştirdiği Genç Dünya Liderleri’nden Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin neoliberal politikaları bu plana çok uygun. Azot miktarını yüz binlerce insanı parasız pulsuz kılarak azaltmak denilen o soğuk ve acımasız siyasetin nefes kesici olduğunu söylemek gerekiyor.

Dagmar Henn’in de haklı bir biçimde dile getirdiği gibi, AB’nin aldığı tüm tedbirlerin arkasında gizli bir ajanda var. Hollandalı çiftçilerle ilgili kararı alanların da bir amacı var. Bu amaç da harap olan çiftçilerin arazilerinin başkalarının eline geçmesini sağlamak.

Almanya’daki bazı tarım bölgelerine baktığımızda, çiftlik binalarının ve tarlaların giderek eski Doğu Almanya’da gördüğümüz tarımsal üretim kooperatiflerinin sahip olduğu boyutlara ulaştığını görüyoruz. Modern teknolojiye sahip olmalarına rağmen hiçbir çiftçi ailesi, bu işi artık tek başına yürütemiyor.

Eskiden bu tarımsal üretim kooperatifleri, düzenli ve nispeten yüksek gelir temin ediyor, çalışanlarını belirli saatlerde çalıştırıyor, onlara tatil izni veriyordu. Bugünkü tarım şirketleri ise çoğunlukla Doğu Avrupa’dan gelen, çok az maaş verilen ve acımasızca sömürülen çiftlik işçilerini kullanıyorlar.

Benzer süreçlere Hollanda’da da tanık olmamamız için hiçbir neden yok. Planlı mülksüzleştirme girişimleri ile bu süreç hızlandırılıyor. Muhtemelen bu iş, sadece arazilerin belirli ellerde yoğunlaşması ile kalmayacak. Küçük toprak sahipleri büyüklerce yutulacak. Bildiğimiz gibi bugün Bill Gates, dünyanın en büyük toprak sahiplerinden biri. Sadece ABD’de milyonlarca hektarlık arazinin sahibi.

Kamyon şoförleri gibi çiftçiler de yolları kapatmak için ellerindeki ağır iş makinelerini kullanıyorlar. Bu koşullarda ellerinde sadece sattıkları işgücü bulunan işçilerden daha büyük bir yaptırım gücüne sahipler. Ama öte yandan hükümetlerin pratikte ülkelerinin kalkınmasını dert etmediklerini de söylemek lazım.

Artık mesele bu değil. Rusya’ya uygulanan yaptırımların da ortaya koyduğu gibi, hükümetler, sadece Büyük Reset sürecinin önünü açmak için kendi ekonomilerini ve toplumlarını yok etmekle ilgililer.

Bu sebeple Hollanda hükümetinin onca protestoya rağmen çiftçilere asla taviz vermediğini görmek bizi hiç şaşırtmıyor. Bugün gösterilerde kullanılan traktörlerin trafiğe sokulmaması ve bu konuda onlara yasak getirilmesi konuşuluyor. Bu da ileride gösterilere katılan çiftçilerin elinden o traktörlerin alınacağı anlamına geliyor. Gösterilerde polisler, namlularını çiftçilere doğrultuyor.[8]

Çiftçi gösterilerinin bastırılmasında başvurulan zulüm, bize gene Genç Dünya Lideri olan Justin Trudeau’nun başta olduğu Kanada hükümetinin aldığı Korona tedbirlerine karşı gerçekleştirilen kamyoncu eylemlerinin bastırılmasında uygulanan zulmü anımsatıyor.

Bu politikanın da ortaya koyduğu biçimiyle, hükümetler, düzenlenen eylemlerden pek korkmuyorlar. Onlar, muhtemelen hiçbir sorunla karşılaşmadan bu ateşi söndürebileceklerini düşünüyorlar. Karalama kampanyaları ile bu eylemlere yönelik saldırılara katkı sunuyorlar. Alman medyasında çiftçi eylemleri, ya sessizlikle karşılanıyor ya da aşırı ahlakçı bir yaklaşımla kınanıyor.[9]

Peki büyükbaş hayvan sayısının azaltılmasını öngören adıma başka bir seçenek sunulabilir mi? Bu adım atılmadan toprağa karışan azot miktarını düşürmek mümkün mü? Örneğin biyogaz üretmek için gübre ve yaş gübre fermente edilebiliyor. Bu biyogaz, az miktarda da olsa elektrik üretiminde kullanılabiliyor. Azot ve fosfor gibi maddeler, geride kalan, oksijensiz ortamda gerçekleşen sindirimin neticesinde ortaya çıkan ürünlerde bulunabiliyor. Uzak diyarlara nakledilebilen bu sindirim ürünleri, düzenli gübre olarak kullanılıyor. Sıvı gübredense, ancak yakındaki çiftliklerde yararlanılabiliyor. Gübrelendirme yoluyla tarlalarda uygulanabilen humus üretmek mümkün.[10] Medyanın humus krizinden söz ettiği koşullarda, bu imkânı çiftçilerin hoş karşılayacağına hiç şüphe yok.

Alınan tedbirlerin yeterli olmadığını söylemek lazım. Bu sindirim ürünlerinden elde edilen amonyağın (NH3) ve amonyum iyonlarının (NH4] kimya endüstrisinde hammadde olarak kullanılması veya azot ve suyun ayrıştırılması sonrası çevreye salınması mümkün. Ama bunun için çiftçilerin ve tüketicilerin çıkarlarını dikkate alan, çözüm odaklı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Baştakiler, böylesi bir yaklaşımdan çok uzaklar. Çünkü bu yaklaşımın planlanan Büyük Reset’e zerre katkısı yok. İnsanların böcek yemeden önce iyice çile çekmeleri gerekiyor. Siyaset, tam da bu çileyi çektirmeyi amaç edinmiş durumda.

Eleştirmenler, hayvan yemi ithalatının her hâlükârda durdurulması gerektiğini söylüyorlar ve Latin Amerika’daki soya üretimi yüzünden tropikal yağmur ormanlarının yok olduğunu iddia ediyorlar. Buradan da hayvan yetiştiriciliği alanının daraltılmasını öneriyorlar. Oysa soya, hayvan yemi üretimi konusunda tek seçenek değil. Biyoreaktörlerde kömürden tek hücreli protein üretip, bunu hayvan yemi olarak kullanmak mümkün.[11] Ama burjuvazi, kömür üretiminin iyi ücretlerin ödendiği iş imkânlarını yaratıyor olmasını ve işçi sınıfını güçlendirmesini bir sorun olarak görüyor. O, böyle bir şeyin yaşanmasını asla istemiyor.

Sanayileşmiş ülkelerde köylülük, son otuz kırk yıl içerisinde önemli oranda daraldı. Bugün ancak nüfusun çok küçük bir kısmını meydana getiriyor. Köylülere karşı medya eliyle yürütülen ajitasyon çalışmaları, uygulanan ağır baskı ve mali saldırılar, etkisini iyiden iyiye hissettiriyor. Ama onca ajitasyona ve propagandaya rağmen Hollanda halkının büyük bir kısmı, bugün çiftçi eylemlerini destekliyor.[12]

Açlık çeken, soğukla mücadele eden halkın barikatlara doluştuğu koşullarda, pasifleştirmeye dönük her türden adım boşa düşüyor. Siyasetçilere göre Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında, 1916-1917’de tanık olunan kara kıştan beri ulaşılan en kötü noktaya ulaşmış durumda. Yaşadığımız şey, Sahra Çölü’nün güneyindeki Sahel ismindeki kurak bölgeden veya Etiyopya’dan bildiğimiz kıtlık değil, ortada sadece savaş kaynaklı gıda ve yakıt kıtlığı söz konusu.

1917 kışında soğuk evlerde 600.000’den fazla insan öldü. Sonrasında otoriteye iman etmiş Almanlar bile “yeter” dedi. Hindenburg ve Ludendorff’un başını çektiği komuta kademesi, itibarını yitirdi. Sanayide grevlerin sayısı iyice arttı. Bu grevler, o dönemde sendikalara karşı, onlara rağmen örgütlenmişti, üstelik işçilerin karşısında, liderleri savaşa büyük bir coşkuyla destek olmuş Sosyal Demokrat Parti denilen parti vardı. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg gibi liderler hapse atıldılar. Gene de rejim, Kasım 1918’de yıkıldı.

İnsanlara zorla dayatılmış propaganda ve uygulanan baskı, bir noktadan sonra işe yaramıyor. 2021 sonunda ve 2022 kışında gerçekleşen Korona eylemleri, bu gerçeği önceden anlamamızı sağlamıştı. Bu eylemler, her şeyi etraflıca düşünenlerin hareketi dağıtmaya yönelik adımlarına ve polis zulmüne rağmen durdurulamazlar.

Ancak öte yandan, medyanın yürüttüğü karalama kampanyasının ve gizli servisin faaliyetlerinin boşa düştüğü koşullarda, bu gelişim sürecinin ikinci aşamasında yeni örgütlerin ve partilerin ortaya çıkması gerekiyor.

Jan Müller
12 Temmuz 2022
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Julia Schürer, “Ausnahmezustand in den Niederlanden: so laufen die Bauernproteste, agrarheute”, 5 Temmuz 2022, Agrarheute; Norbert Lehmann, “Niederlande: Polizei schießt bei Bauernprotest gezielt auf Traktor”, 6 Temmuz 2022, Agrarheute; Jeremy Gray, “Warum die Niederländer in einer Stickstoffkrise stecken”, 21 Haziran 2022, Dnhk.

[2] “Stickstoffeintrag aus der Landwirtschaft und Stickstoffüberschuss, Umweltbundesamt” 30 Temmuz 2021, Umwelt.

[3] Umweltbundesamt 2021, a.g.e.

[4] dnhk-Blog, 21 Haziran 2022, a.g.e.; Stephan Schleim, “Viehzucht oder Umweltschutz? Niederländische Bauernproteste eskalieren”, 6 Temmuz 2022, Heise.

[5] Wulf Diepenbrock, Frank Ellmer, Ackerbau, Pflanzenbau, Pflanzenzüchtung, Stuttgart 2016, s. 95.

[6] Peter F. Mayer, “Reset the Table‘ als Teil des ‚Great Reset‘: Drohende Nahrungsmittelknappheit ist kein Zufall”, 4 Temmuz 2022, Tkp.

[7] Norbert Häring, “Es geht los: Die erste Regierung führt digitale Bezahldaten und Kassenbons zusammen”, 7 Haziran 2022, Norbert.

[8] Norbert Lehmann, “Welle der Wut nach Schüssen auf Junglandwirt”, 7 Temmuz 2022, Agrarheute.

[9] Thomas Kirchner, “Die Wut der Bauern”, 30 Haziran 2022, Deutsche.

[10] “Fachagentur Nachwachsende Rohstoffe (Hrsg.): Leitfaden Biogas 2013, Gülzow 2013, s. 184, Fnr.

[11] Bernd Schröder, “Zur Geschichte einer ehemaligen Zukunftstechnologie, die noch nicht abgehakt ist”, 20 Ekim 20219, Heise.

[12] Ralph Schoellhammer, “A Popular Uprising Against the Elites Has Gone Global”, Neweweek, Msn.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder