Filistinliler
kazanıyor. Bu söz, kulağa kibirli, hatta duygusuzmuş gibi gelebilir. Ama önce
şunu söylemem lazım: birçok yönden bakıldığında, artık hiçbir şey eskisi kadar
kötü değil. Bu kelimeleri yazdığım günlerde, Gazze Şeridi’ndeki bir milyon yedi
yüz bin insan, en karanlık günlerini yaşıyordu. İsrail kuşatması ve savaşla
geçen onca yılın ardından, birçok insan, günde on sekiz saat elektrik
kesintileriyle baş etmeye çalışıyor. Boru namına bir şey kalmadığından, tüm
kanalizasyon sokaklara akıyor. Su içilmez durumda, İsrail ve müttefiki olan
Mısır’daki askerî rejim, Gazze sınırlarını kapattığı için kaçacak bir yer de
yok.
Biraz
mesafe alıp baktığınızda, işgal altındaki Batı Şeria’da da durumun nispeten
biraz daha iyi olduğunu görüyorsunuz. Kendisini muzaffer gören ve açıktan beyan
ettiği biçimiyle, aşırı sağcı olan bir partinin yönettiği İsrail, Filistin
toprağından arta kalanları “Yahudileştirmek” için yerleşim politikasını şiddet
yoluyla, tüm acımasızlığı ile uyguluyor. Son yirmi yıl içerisinde İsrail işgalinin
eksiklerini kapatan, nispeten daha sinsi bir şey daha çıktı karşımıza: Filistin
Yönetimi’nin tatbik ettiği işbirlikçi neoliberal rejimi, daha “devlet olma”dan
bile önce, halkın sahip olduğu, ekonomik açıdan kendisine yeterli olmaya dair
beceriyi ve kontrol yeteneğini onun elinden aldı.
Öte
yandan, bugün İsrail vatandaşı Filistinlilerse kendilerini “Yahudi devleti”nde
istenmeyen birer casus olarak gören İsrailli liderlerin tahrik ve saldırılarına
maruz kalıyorlar. 1948’den beri sürgünde çileler çekmiş Filistinli mülteciler
için hayat daha ümitsiz. Filistinli mültecilerin neredeyse yarısının yaşadığı
Suriye’deki korkunç iç savaşta yerinden yurdundan olmuş milyonlar içinde iki
yüz binden fazla Filistinli de var. Mısır’da Hüsnü Mübarek’in 2011’de devrilmesinden
sonra Mısır-İsrail barış anlaşmasının yürürlükten kaldırılmasını tehdit edecek
boyuta varan Filistinlilerin haklarına dönük devrimci ifadeler, Filistinlileri
günah keçisi ilân eden özel medya ve darbe rejimi eliyle hükmünü yitirdi.
Anavatanlarına geri dönmesine mani olunan Filistinliler, bir kez daha üzerinde
hiçbir kontrol imkânlarının bulunmadığı, şiddetin hüküm sürdüğü jeopolitikanın
insafına kaldılar. Zerre etkisi olmayan, her türden vizyondan mahrum liderlerin
yükünü çeken Filistinlilerin kaderi, görünüşe göre, ummanın ortasında salınıp
duran kibrit çöpünün kaderine benziyor.
Kimsenin
inkâr edemeyeceği tüm bu gerçeklere karşın, kendi kaderini tayin etme hakkı ve
kurtuluş için mücadele eden bir halk olarak Filistinliler, politik projelerinin
meşruluğundan ve bu projelerin uzun süre varlığını koruyacaklarından hiç şüphe
etmiyorlar, hatta içlerinde bu konuda en ufak bir kaygı bile yok.
ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry, “Bugün İsrail’in nispeten güvende ve müreffeh
olduğu gerçeği, mevcut statükonun yarın varolmayacağı gerçeğini hiçbir şekilde
değiştirmez” uyarısında bulunuyor.[1] Kerry’nin krize bulduğu çözümse,
seleflerinin geliştirdikleri çözümler kadar kıt bir muhayyileye dayanıyor ve
gerçekdışı bir nitelik arz ediyor. Onun “yaşama ihtimali olan, bağımsız bir
Filistin devletinin kurulması ve İsrail’in de Yahudi halkının anavatanı olarak
kabul edilmesi” fikrine dayanan iki devletli çözümünün hiçbir temeli
bulunmuyor.
Bu
vizyonun gerçekleştirilebileceğine inananların sayısı giderek azalıyor. Kimse,
artık barışa veya adalete bu formülle kavuşulacağını düşünmüyor. Kerry’nin dile
getirdiği “çözümler”e dair ezberler, sıklıkla yerini Filistin’deki “sorun”a
yönelik, giderek baskın hâle gelmiş tanımları tefekkür edip bunlarla boğuşmaya,
ilgili sorunun nasıl çözüleceği üzerine kafa patlatmaya bırakıyor. Bu açmazı
sürdürmek için harcanan her türden çabaya ümit bağlarsak, Filistinlilerin
geleceği de birçok kişinin bugün yaşadığı mevcut koşullar kadar iç karartıcı
olacaktır. Bana kaç kez “tek çözüm iki devlet, onsuz hiçbir şey değişmez”
denildiğini hatırlamıyorum bile. Oysa devletlere ve sınırlara dair takıntımız,
her şeyin değiştiği gerçeğini çoğunlukla gölgeliyor, bu görülmeli.
Bugün
“Yahudi devleti olarak varolmak İsrail’in hakkı” sözü, artık herkesin itiraz
ettiği bir husus hâline geldi. Bu, on yıl öncesinde bile kimsenin aklına
gelmeyecek bir gelişmeydi. Bugün İsrail’deki Filistinli gençler, dedelerinin,
ninelerinin sürgün edildikleri topraklara geri dönmek için kimseden izin dahi
beklemiyorlar. Gençler, Celile’deki Küfr Birim ve İkrit gibi köylere dönmeye
başladılar bile. Hayfa’da bulunan Arap Gençliği Derneği Beledna direktörü Nedim
Naşif’in ifadesiyle, “gençliğin öncülük ettiği bu halk hareketi, ülkeye geri
dönüş hakkı için verilen mücadelenin tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir
durum” ve bu hareket, İsrail devletinin Filistin karşıtı, ırkçı temellerini
sarsıyor.[2] Filistinlilerin İsrail’in kudretiyle başa çıkmaları ve onu
yenmeleri mümkün. Daha önce yazdığım üzere, örgütlü ve kararlı bir itirazla
karşılaştığında, İsrail hükümetinin on binlerce Filistinli bedeviyi
topraklarından zorla etmeyi öngören “Prawer Planı”nı geri çekmek zorunda
kaldığına dair haberlere tanık olunuyor.[3] İster İsrail geçici süre geri adım
atmış olsun isterse sonunda zafere ulaşmak ucu açık bir mesele olarak görülsün,
Filistinlilerin sürmekte olan mücadelede kararlı adımlarla ilerlemeleri gerek.
Bugün
İsrail, tüm dünya genelinde yeni yoldaşlar edinen, her geçen gün yeni başarılar
kazanan BDS (Boykot, Tecrit, Yaptırımlar) hareketine karşı yürüttüğü mücadeleye
eşi benzeri görülmemiş miktarlarda kaynak aktarıyor. Birkaç yıl önce akademi
birliklerinin, sendikaların, kiliselerin ve emeklilik fonlarının Filistin
halkına karşı işlenen suçların ortağı olan yabancı şirketlerin ve İsrail
kurumlarının tecrit edilmesine dönük politikaları tartışıp benimseyecek noktaya
gelmeleri hayal bile edilemezdi.
Akademik
boykota yönelik itirazını bir biçimde terk eden, Amerikalı önde gelen Yahudi
felsefeci Judith Butler, bugün şunları yazıyor:
“Son iki yıl içerisinde
bireylerin ve grupların nasıl o dilsiz korkularını ve kaygılarını geride
bırakıp çekinerek de olsa konuşmaya karar verdiklerine tanık oldum.”[4]
BDS,
aradaki diyalogu kestiği iddiası üzerinden eleştiriliyor, oysa o aslında
eskisine nazaran daha fazla tartışmaya ve eyleme yol açıyor. Bu hareket,
İsrailli Yahudiler arasında bile henüz küçük, ama sayıca giderek çoğalan bir
kitleye kavuşuyor ve yeni destekler bularak ilerliyor. Filistinlilerin
yürüttükleri BDS kampanyasını destekleyen İçeriden Boykot grubunun kurulmasına
katkı sunan Ronnie Barkan, desteğini şu şekilde izah ediyor:
“Bugüne dek tek derdi,
suni yollardan yaratılmış Yahudi çoğunluğun muhafaza edilmesi olan, etnik
temizlik ve etnik ayrımcılık üzerine kurulu bir ülkede, bu tarz bir fikriyata
verilebilecek tek cevap, onu tümden reddetmektir.”
Barkan,
ayrıca Siyonizme itiraz etmenin “bu bölgede demokrasi için verilen mücadele”den
ayrılamayacağını söyleyen bir isim.[5]
Bu
çabaların bir sonucu olarak “Filistin” sorun olmaktan çıktı, onun yerine
Siyonizmin ortaya koyduğu Filistin halkının tarihini, haklarını, hatta
varlığını bile inkâr etme girişimleri ve yerleşimci-sömürgeciliğin kendisi bir
sorun olarak görülmeye başlandı. Bu dönüşüm dâhilinde Filistinliler, artık
kültürel ve ırksal üstüncülük ideolojisinden kaynaklanan sistematik şiddetle
yüzleşen ABD ve dünyadaki başka insanlarla ortak bir mücadele yürütmenin
gerekliliğini yeniden keşfediyorlar. Bunlar, hükümetlerin veya politikaların
İsrail’e birden meydan okuma cüreti gösterebilmeleriyle değil, aksine bu cüreti
gösterememeleriyle alakalı. Çünkü, örnek vermek gerekirse, Nelson Mandela
anmasına katılan Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas, Güney Afrika’da “hayır,
İsrail’in boykot edilmesine dönük çabaları desteklemiyoruz” diyor.[6] Ama
milyonlarca insan, onunla asla aynı fikirde değil. Fiilî değişim, esasında tüm
dünya genelinde, köylerinde, tarlalarında, balıkçı teknelerinde, mülteci
kamplarında ve İsrail hapishanelerinde Filistinlilerin sergiledikleri direnişe
ve kararlılığa yanıt veren insanların İsrail’i yaptıklarının hesabını vermeye
zorlamak amacıyla örgütlenmesi sayesinde gerçekleşiyor.
Filistinliler,
dünya halklarının desteğini her zaman arkalarında hissettiler, ama bu destek
dönem dönem sokaklarda yapılan, önemli kimi gösterilerle sınırlı kaldığından
veya temsil gücü zayıf hükümetler eliyle kanalize edildiğinden, kolayca etkisiz
kılındı. Oysa bu sefer Filistinliler ve dünya genelinde hüküm süren dayanışma
hareketi, bu desteği İsrail’in kendisini “hâkimiyetine dönük varoluşsal bir
tehdit” olarak tanımladığı, uzun soluklu bir kampanyada vücut buluyor.
Artık
ana iddiama geçebilirim: Filistinliler süren tartışmada kazanıyorlar,
Siyonistlerse kaybediyorlar. İsrail, güçlü bir karşı saldırı gerçekleştiriyor.
Panikleyen İsrail’in bu saldırısı da gösteriyor ki Filistin’deki adalet
mücadelesi, her zaman olduğu gibi bugün de öncelikle bir fikirler mücadelesidir.
Mücadelenin bir tarafında, “Siyonizmin Filistin’e yerleşmeye, orada yaşayan
yerli halkı kovmaya ve kalanların haklarını inkâr etmeye hakkı vardır,
Yahudiler Filistin’de hak iddia eden bir kolektiftirler, Siyonizmin Filistin’i
ele geçirmesine direnmek ‘aşırıcılık’ ve ‘terörizm’, bu duruma rıza göstermek
‘ılımlılık’ ve ‘barışçıllık’tır, taksim ve ayrışma dışında bir sürece yer
yoktur, sömürge olmaktan kurtulma ve herkesin tarihsel Filistin’de adil bir
geleceğe kavuşmasının ihtimali yoktur” diyenler durmaktadır.
Neyin
mümkün neyin imkânsız, neyin adil neyin adaletsiz, neyin istenilir neyin
istenilmez olduğu, bu türden görüşlerle ve bu görüşlerin ne ölçüde “gerçekçi”
ve meşru olduğu ile alakalıdır. Mevcut fikirlerin dayatılmışlığından kopmamıza
mani olunmaktadır. Bunun için İsrail ve lobileri, tartışmanın önünü almak adına,
bilhassa İsrail’in vazgeçilmez destekçisi olan ABD’de, çok yoğun bir çaba
ortaya koymaktadırlar.
Gelecekte
neler olacağının bir garantisi yok. Bugün Filistin civarındaki bölgede birçok
insanın felâketlerle yüzleşmesi karşısında ümitsizliğe kapılmaksa kolay bir
yol. Ama ben, birkaç yıl içerisinde köklü bir dönüşüm yaşanmasına dair açık
uçlu, ümit verici ve insanı heyecanlandıran ihtimallerin bulunduğuna
inanıyorum.
Kanaatimce,
Filistinlilerin ve müttefiklerinin İsrail’deki ırk ayrımcılığına,
yerleşimciliğe ve ırkçılığa karşı kazanacakları zafer, sadece onların bir
zaferi olmayacak, o, eşitliğe ve adalete inanan, bu değerler için mücadele eden
herkesin zaferi olacaktır.
Ali Ebunima
Aralık
2013
[Kaynak:
The Battle for Justice in Palestine, Haymarket Books, 2014, s. 1-5.]
Dipnotlar:
[1] John Kerry, “Remarks at the Saban Forum”, yayınlanan haber, ABD Dışişleri
Bakanlığı, 7 Aralık 2013.
[2]
Nadim Nashef, “Palestinian Youth Assert Right of Return with Direct Action,” 11
Eylül 2013, Electronic Intifada.
[3]
“The Government’s Decision to Cancel the Prawer Plan Bill Is a Major Achievement,”
yayınlanan haber, 12 Aralık 2013, Adalah.
[4]
Judith Butler, “Academic Freedom and the ASA’s Boycott of Israel: A Response to
Michelle Goldberg,” 8 Aralık 2013, Nation.
[5]
Cecilia Dalla Negra, “‘I Can’t Dictate Methods of Palestinian Struggle’:
Israeli Boycott Activist Interviewed,’ 8 Ağustos 2012, EI.
[6] Peter Fabricius, “Palestinian Head Rejects Boycott of Israel,” The Star (South Africa), 11 Aralık 2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder