Almanya,
1991’deki birleşmeden beri aylık bazda ilk ticari açığını verdi. İthalattaki
maliyetlerde, bilhassa Ukrayna’nın işgali sonrası petrol ve doğal gazın
maliyetinde yaşanan hızlı artış sebebiyle, ihracat ürünü satışları düştü.
İleride enflasyonun artacağını ve yaz aylarında açığın daha da büyüyeceğini
söyleyen Alman şansölyesi Olaf Scholz, krizin kapsamının büyüyeceği uyarısında
bulundu ve krizin “birkaç ay içerisinde sona ermeyeceği”ni söyledi.
Scholz
haklı, ama bir yandan da sözlerinden, şansölyenin ekonomide yaşanan güçlüklerin
büyüklüğünü yeterince idrak edemediğini anlıyoruz. Son otuz yıldır az çok
başarılı bir biçimde uygulanmış olan ekonomik büyüme modelinin Almanya’da yolun
sonuna geldiğini söylemek mümkün.
Almanya’nın
başvurduğu büyüme modelinin üç temel dayanağı var: ucuz enerji ve hammadde
ithalatı; ülke içerisinde imalat sektöründe ödenen ücretlerin sürekli düşük
tutulması; dünyanın geri kalanına çok büyük miktarlarda ihracat yapılması.
1991’deki
birleşmeden bu yana başa geçen, her renkten hükümet, aynı hedef doğrultusunda
hareket etti: Almanya’yı değer açısından en büyük mamul ürün ihracatçısı
yapmak.
Bu
üç dayanağın ikisi, artık yok. 2021’de petrol fiyatlarında yaşanan artışla
birlikte zaten büyük bir baskı altında olan ucuz enerji ithalatı, Rusya’nın
Ukrayna’yı işgal etmesi ve buna karşılık uygulanan yaptırımlar sebebiyle, durma
noktasına geldi.
Merkel
döneminde Almanya, esasen enerji konusunda Rusya’ya yönelik bağımlılık düzeyini
yukarı çekerek büyümüştü. 2020 yılı itibarıyla ülke, doğal gazın yarısını,
petrolünse üçte birini Rusya’dan tedarik etmişti. 2010’larda fiyatların hep
düşük tutulması, hem de Rusya kaynaklı tedarik sürecinin güvence altına
alınması sayesinde Almanya, bu zeki planın ekmeğini yedi. 2014’te Kırım’ı ilhak
etmesi sonrası Rusya’nın attığı kararlı adımlarla birlikte politika sahasında
belirli güçlüklerle yüzleşilse de bu gerilimler, bir şekilde giderilmişti.
Scholz
ve Yeşiller Partisi’nden ortaklarının büyük bir hevesle dile getirdikleri gibi,
bu dönem sona erdi. Buna karşılık, Ukrayna’daki çatışma süreci sona erip, doğal
gaz ve petrol fiyatları Avrupa genelinde düşse bile, yakın gelecekte oluşacak
“yeni normal”, ülkeye daha fazla pahalıya patlayacak. Zira Almanya’nın yoğun
olarak ithal ettiği gıda ürünlerinin fiyatları hızla artıyor, ayrıca elektrikli
araba üretimi için gerekli olan ve nadir bulunan madenlerin temini daha da
güçleşiyor.
Bugün
Almanya’daki yarı-iletken endüstrisi, iç talebi karşılayamıyor. Avrupa’nın
dünyadaki yarı-iletken üretimi içerisindeki payı ise 1990’da yüzde 44 iken,
bugün yüzde 10’a geriledi. Sonuç olarak, dünya genelinde yarı-iletkenler
konusunda yüzleşilen kıtlık, son 18 ay içerisinde Almanya’daki otomobil
üreticilerine ağır bir darbe indirdi. AB içerisindeki diğer ülkelerin
hükümetleri gibi Alman hükümeti de bugün yarı-iletken imalatına yönelik
yatırımı artırmanın yollarını arıyor.
Almanya’nın
büyüme modelinde rahatsızlığa yol açan ikinci gelişme, savaştan ve işgalden
kaynaklanan gelişmeye kıyasla daha güç idrak edilebilen, ama aslında aynı
ölçüde önem arz eden sonuçların ortaya çıkmasına neden oldu. Ülkenin ihracat
sahasında, bilhassa 2008’deki finans krizi sonrası elde ettiği başarı, doğu
Asya’da hızla büyüyen pazarlara en son teknoloji ürünü otomobiller veya
karmaşık makineler türünden yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesinin bir
sonucuydu. 2020 yılı itibarıyla Almanya’nın mal sattığı en büyük pazar ABD,
ikincisi Çin’di.
Almanya’nın
son on yıl içerisinde ihraç ettiği malların yüzde 8’i Çin’e gitti. Bu ihracat
sayesinde otomobil üreten devasa büyüklükteki sanayi yanında, başka ürünlerin
imalatında kullanılan makineler türünden üretim mallarına yoğunlaşmış, küçük
ölçekli ihracat işlemleri yürüten, Alman ekonomisine can veren orta
büyüklükteki şirketler de büyüdüler. Çin’in 2008-2009 resesyonu sonrası
ekonomiye hız veren makine ve teçhizatı sürekli talep etmesi üzerinden,
Almanya’nın ihracat sektörü büyüdü. Çin’de hane başına düşen refahın
artmasıyla, tüketim malları piyasası da genişledi. Böylelikle Çin’deki otomobil
pazarı, 2009 yılında dünyanın en büyük pazarı hâline geldi. Yeni zenginleşen ve
büyüyen orta sınıf, en çok da Alman otomobillerini tercih etti.
Fakat
Kovid’den de önce bu satışların üzerinde belirli bir baskı söz konusuydu.
Esasen Çin hükümetinin makine parçaları ve sermaye getirecek diğer ekipmanlara
yatırım yapması, 2015’te yayımlanan “Çin Malı 2025” stratejisinin önemli bir
parçasını teşkil ediyordu. Bu hamle sebebiyle Alman ihracatçılar, mal
sattıkları en büyük pazar olan Çin’de karşılarında yeni rakipler buldular. Son
yıllarda Çin’deki imalat sektöründe ödenen ücretler önemli ölçüde artsa da
Almanya’da ödenen ücretlerin gerisinde kaldı, ama öte yandan Çinli şirketler,
yoğun yatırımlarla, teşviklerle ve hükümet desteğiyle beslendi, bu sebeple
Alman ihracatçılar, daha da geliştirilmiş, kendi ürünleriyle kıyaslanabilecek
ürünleri ucuza satan rakiplerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Örneğin Almanya’daki
güneş enerjisi endüstrisi, birkaç yıl içerisinde Çinli rakipleri tarafından yok
edildi. Ayrıca 2020’deki kapanmalar sonrası Alman ürünlerine yönelik talep de
iyice azaldı.
Almanya’da
büyüme modeli, bugün sadece ücretlerin ve maaşların düşürülmesi seçeneğine
mecbur. Alman sermayesinin birleşme sonrası maaşlar ve ücretler konusunda elde
ettiği başarı, temelde doksanların başında Slovakya ve Polonya gibi ülkelerde
yeni fabrikalar açılmasının, tedarik zincirlerine doğu Avrupa’da düşük
ücretlerin ödendiği ekonomileri entegre etmesinin, maliyetleri doğrudan
düşürüp, bir yandan da ülke içerisinde ücretlere baskı uygulamasının bir
sonucuydu.
2000’lerin
başında işçilerin yaşam standartlarına yönelik saldırıyı Gerhard Schröder
hükümeti gerçekleştirdi. “2010 Ajandası” isimli program, ülke içerisinde
işgücünü iki katmana ayıracak önemli bir dizi sosyal yardım reformunu
içeriyordu: bu katmanlardan biri, nispeten koruma altında olan, ama bir yandan
da küçülen, o ünlü toplum modeline sunulan desteklerden ve yardımlardan
istifade edebilen yaşlı kesimden, diğeri de güvencesiz, yarı zamanlı, düşük
ücretli işlere mecbur edilen, az eğitimli, genç, çoğunlukla göçmenlerden
oluşan, sayısı giderek artan işçilerden oluşuyordu.
Almanya’da
reel ücretler, doksanlarda 2008 finans krizine dek uzanan süreçte çok az arttı,
hatta 2004-2008 arası dönemde belli ölçüde düştü. Bu süreçte eşitsizlik daha da
yoğunlaştı.
2008’deki
çöküşten bu yana ülkedeki reel ücretler, nispeten artsa da avro bölgesinde
yaşanan kriz, yaşam standartları üzerinde, maliyetleri düşürmeye yönelik olarak
uygulanan baskının sürdürülmesi konusunda önemli bir fırsat sundu. AB
içerisindeki ekonomik kurumlar, bu konuda öne çıktılar. İspanya ve Yunanistan
gibi avro kullanan Güney Avrupa ülkelerindeki ticaret açıkları ve yönetsel
boşluklar, Alman ürünlerinin avro bölgesinde satılması için gerekli pazarı
meydana getirdiler, fakat avro bölgesi dışında bu zayıf ekonomiler, avronun
sürekli değer kaybetmesi sorunuyla yüzleştiler. Bu da 1999 sonrası avro ile
satılan Alman ihracat mallarının daha da ucuzlamasını ve uluslararası planda
rekabet gücünü artırmasını sağladı.
Kârlar
arttıkça, Alman işçilerin ulusal gelir içerisindeki payı düştü. Aynı şekilde,
Alman şirketlerin yatırım harcamaları, seksenlerde GSYİH’nin yüzde 25’inden
fazla bir paya sahipken, bu pay, 2010’larda yüzde 20’lere geriledi. Esasında
Alman ekonomisi, kendisine bir süre ödünç verilen zamanı kendi usulünce
geçirdi. Bu anlamda, geleceğe yatırım yapmak yerine, uluslararası planda sahip
olduğu konumu istismar etti.
Alman
büyüme modelinin iki temel dayanağının ortadan kalkmasıyla birlikte, Scholz
hükümeti, ileride büyük olasılıkla geri kalan dayanağa, ücretlerin ve maaşların
baskılanması, aşağı çekilmesi seçeneğine abanacak.
Son
iki yıl içerisinde reel ücretler düştü, Alman patronlar, daha kötüsünün
geleceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Bu noktada ihracat modelini terk
edip, ülke ekonomisini büyütmek, bu anlamda reel ücretleri yukarı çekmeyi ana
hedef olarak belirlemek, ihracat odaklı sektörlerin kârlarını gerektiğinde
azaltmak ve iş imkânları yaratmak adına kamu yatırımlarını artırmak, yegâne
seçenekmiş gibi görünüyor. Fakat görünen o ki birleşme sonrası dönemde
ekonominin meydana getirdiği mirasla bağını ne mevcut hükümet ne de muhalefet
kopartmaya istekli. Ortaya çıkan bedeli, Alman işçileri ödemek zorunda
kalacaklar.
James Meadway
6
Temmuz 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder