Pages

14 Temmuz 2022

Almanya’nın Ekonomi Modeli Yolun Sonuna Geldi


Almanya, 1991’deki birleşmeden beri aylık bazda ilk ticari açığını verdi. İthalattaki maliyetlerde, bilhassa Ukrayna’nın işgali sonrası petrol ve doğal gazın maliyetinde yaşanan hızlı artış sebebiyle, ihracat ürünü satışları düştü. İleride enflasyonun artacağını ve yaz aylarında açığın daha da büyüyeceğini söyleyen Alman şansölyesi Olaf Scholz, krizin kapsamının büyüyeceği uyarısında bulundu ve krizin “birkaç ay içerisinde sona ermeyeceği”ni söyledi.

Scholz haklı, ama bir yandan da sözlerinden, şansölyenin ekonomide yaşanan güçlüklerin büyüklüğünü yeterince idrak edemediğini anlıyoruz. Son otuz yıldır az çok başarılı bir biçimde uygulanmış olan ekonomik büyüme modelinin Almanya’da yolun sonuna geldiğini söylemek mümkün.

Almanya’nın başvurduğu büyüme modelinin üç temel dayanağı var: ucuz enerji ve hammadde ithalatı; ülke içerisinde imalat sektöründe ödenen ücretlerin sürekli düşük tutulması; dünyanın geri kalanına çok büyük miktarlarda ihracat yapılması.

1991’deki birleşmeden bu yana başa geçen, her renkten hükümet, aynı hedef doğrultusunda hareket etti: Almanya’yı değer açısından en büyük mamul ürün ihracatçısı yapmak.

Bu üç dayanağın ikisi, artık yok. 2021’de petrol fiyatlarında yaşanan artışla birlikte zaten büyük bir baskı altında olan ucuz enerji ithalatı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve buna karşılık uygulanan yaptırımlar sebebiyle, durma noktasına geldi.

Merkel döneminde Almanya, esasen enerji konusunda Rusya’ya yönelik bağımlılık düzeyini yukarı çekerek büyümüştü. 2020 yılı itibarıyla ülke, doğal gazın yarısını, petrolünse üçte birini Rusya’dan tedarik etmişti. 2010’larda fiyatların hep düşük tutulması, hem de Rusya kaynaklı tedarik sürecinin güvence altına alınması sayesinde Almanya, bu zeki planın ekmeğini yedi. 2014’te Kırım’ı ilhak etmesi sonrası Rusya’nın attığı kararlı adımlarla birlikte politika sahasında belirli güçlüklerle yüzleşilse de bu gerilimler, bir şekilde giderilmişti.

Scholz ve Yeşiller Partisi’nden ortaklarının büyük bir hevesle dile getirdikleri gibi, bu dönem sona erdi. Buna karşılık, Ukrayna’daki çatışma süreci sona erip, doğal gaz ve petrol fiyatları Avrupa genelinde düşse bile, yakın gelecekte oluşacak “yeni normal”, ülkeye daha fazla pahalıya patlayacak. Zira Almanya’nın yoğun olarak ithal ettiği gıda ürünlerinin fiyatları hızla artıyor, ayrıca elektrikli araba üretimi için gerekli olan ve nadir bulunan madenlerin temini daha da güçleşiyor.

Bugün Almanya’daki yarı-iletken endüstrisi, iç talebi karşılayamıyor. Avrupa’nın dünyadaki yarı-iletken üretimi içerisindeki payı ise 1990’da yüzde 44 iken, bugün yüzde 10’a geriledi. Sonuç olarak, dünya genelinde yarı-iletkenler konusunda yüzleşilen kıtlık, son 18 ay içerisinde Almanya’daki otomobil üreticilerine ağır bir darbe indirdi. AB içerisindeki diğer ülkelerin hükümetleri gibi Alman hükümeti de bugün yarı-iletken imalatına yönelik yatırımı artırmanın yollarını arıyor.

Almanya’nın büyüme modelinde rahatsızlığa yol açan ikinci gelişme, savaştan ve işgalden kaynaklanan gelişmeye kıyasla daha güç idrak edilebilen, ama aslında aynı ölçüde önem arz eden sonuçların ortaya çıkmasına neden oldu. Ülkenin ihracat sahasında, bilhassa 2008’deki finans krizi sonrası elde ettiği başarı, doğu Asya’da hızla büyüyen pazarlara en son teknoloji ürünü otomobiller veya karmaşık makineler türünden yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesinin bir sonucuydu. 2020 yılı itibarıyla Almanya’nın mal sattığı en büyük pazar ABD, ikincisi Çin’di.

Almanya’nın son on yıl içerisinde ihraç ettiği malların yüzde 8’i Çin’e gitti. Bu ihracat sayesinde otomobil üreten devasa büyüklükteki sanayi yanında, başka ürünlerin imalatında kullanılan makineler türünden üretim mallarına yoğunlaşmış, küçük ölçekli ihracat işlemleri yürüten, Alman ekonomisine can veren orta büyüklükteki şirketler de büyüdüler. Çin’in 2008-2009 resesyonu sonrası ekonomiye hız veren makine ve teçhizatı sürekli talep etmesi üzerinden, Almanya’nın ihracat sektörü büyüdü. Çin’de hane başına düşen refahın artmasıyla, tüketim malları piyasası da genişledi. Böylelikle Çin’deki otomobil pazarı, 2009 yılında dünyanın en büyük pazarı hâline geldi. Yeni zenginleşen ve büyüyen orta sınıf, en çok da Alman otomobillerini tercih etti.

Fakat Kovid’den de önce bu satışların üzerinde belirli bir baskı söz konusuydu. Esasen Çin hükümetinin makine parçaları ve sermaye getirecek diğer ekipmanlara yatırım yapması, 2015’te yayımlanan “Çin Malı 2025” stratejisinin önemli bir parçasını teşkil ediyordu. Bu hamle sebebiyle Alman ihracatçılar, mal sattıkları en büyük pazar olan Çin’de karşılarında yeni rakipler buldular. Son yıllarda Çin’deki imalat sektöründe ödenen ücretler önemli ölçüde artsa da Almanya’da ödenen ücretlerin gerisinde kaldı, ama öte yandan Çinli şirketler, yoğun yatırımlarla, teşviklerle ve hükümet desteğiyle beslendi, bu sebeple Alman ihracatçılar, daha da geliştirilmiş, kendi ürünleriyle kıyaslanabilecek ürünleri ucuza satan rakiplerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Örneğin Almanya’daki güneş enerjisi endüstrisi, birkaç yıl içerisinde Çinli rakipleri tarafından yok edildi. Ayrıca 2020’deki kapanmalar sonrası Alman ürünlerine yönelik talep de iyice azaldı.

Almanya’da büyüme modeli, bugün sadece ücretlerin ve maaşların düşürülmesi seçeneğine mecbur. Alman sermayesinin birleşme sonrası maaşlar ve ücretler konusunda elde ettiği başarı, temelde doksanların başında Slovakya ve Polonya gibi ülkelerde yeni fabrikalar açılmasının, tedarik zincirlerine doğu Avrupa’da düşük ücretlerin ödendiği ekonomileri entegre etmesinin, maliyetleri doğrudan düşürüp, bir yandan da ülke içerisinde ücretlere baskı uygulamasının bir sonucuydu.

2000’lerin başında işçilerin yaşam standartlarına yönelik saldırıyı Gerhard Schröder hükümeti gerçekleştirdi. “2010 Ajandası” isimli program, ülke içerisinde işgücünü iki katmana ayıracak önemli bir dizi sosyal yardım reformunu içeriyordu: bu katmanlardan biri, nispeten koruma altında olan, ama bir yandan da küçülen, o ünlü toplum modeline sunulan desteklerden ve yardımlardan istifade edebilen yaşlı kesimden, diğeri de güvencesiz, yarı zamanlı, düşük ücretli işlere mecbur edilen, az eğitimli, genç, çoğunlukla göçmenlerden oluşan, sayısı giderek artan işçilerden oluşuyordu.

Almanya’da reel ücretler, doksanlarda 2008 finans krizine dek uzanan süreçte çok az arttı, hatta 2004-2008 arası dönemde belli ölçüde düştü. Bu süreçte eşitsizlik daha da yoğunlaştı.

2008’deki çöküşten bu yana ülkedeki reel ücretler, nispeten artsa da avro bölgesinde yaşanan kriz, yaşam standartları üzerinde, maliyetleri düşürmeye yönelik olarak uygulanan baskının sürdürülmesi konusunda önemli bir fırsat sundu. AB içerisindeki ekonomik kurumlar, bu konuda öne çıktılar. İspanya ve Yunanistan gibi avro kullanan Güney Avrupa ülkelerindeki ticaret açıkları ve yönetsel boşluklar, Alman ürünlerinin avro bölgesinde satılması için gerekli pazarı meydana getirdiler, fakat avro bölgesi dışında bu zayıf ekonomiler, avronun sürekli değer kaybetmesi sorunuyla yüzleştiler. Bu da 1999 sonrası avro ile satılan Alman ihracat mallarının daha da ucuzlamasını ve uluslararası planda rekabet gücünü artırmasını sağladı.

Kârlar arttıkça, Alman işçilerin ulusal gelir içerisindeki payı düştü. Aynı şekilde, Alman şirketlerin yatırım harcamaları, seksenlerde GSYİH’nin yüzde 25’inden fazla bir paya sahipken, bu pay, 2010’larda yüzde 20’lere geriledi. Esasında Alman ekonomisi, kendisine bir süre ödünç verilen zamanı kendi usulünce geçirdi. Bu anlamda, geleceğe yatırım yapmak yerine, uluslararası planda sahip olduğu konumu istismar etti.

Alman büyüme modelinin iki temel dayanağının ortadan kalkmasıyla birlikte, Scholz hükümeti, ileride büyük olasılıkla geri kalan dayanağa, ücretlerin ve maaşların baskılanması, aşağı çekilmesi seçeneğine abanacak.

Son iki yıl içerisinde reel ücretler düştü, Alman patronlar, daha kötüsünün geleceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Bu noktada ihracat modelini terk edip, ülke ekonomisini büyütmek, bu anlamda reel ücretleri yukarı çekmeyi ana hedef olarak belirlemek, ihracat odaklı sektörlerin kârlarını gerektiğinde azaltmak ve iş imkânları yaratmak adına kamu yatırımlarını artırmak, yegâne seçenekmiş gibi görünüyor. Fakat görünen o ki birleşme sonrası dönemde ekonominin meydana getirdiği mirasla bağını ne mevcut hükümet ne de muhalefet kopartmaya istekli. Ortaya çıkan bedeli, Alman işçileri ödemek zorunda kalacaklar.

James Meadway
6 Temmuz 2022
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder