Marx’ın
politik ekonomiye dair çalışmalarından alınan kavramları kullanıp, bir yandan
da önceden yapılmış eleştirilere yaslanan bu makale, akıl sağlığı sisteminin
gördüğü işlevleri, toplumun ekonomik planda örgütlendiği süreçle ilişkisi
dâhilinde analiz ediyor.
Akıl
sağlığı sorunlarının fiziksel, tıbbi koşullarla bir tutulamayacağını söyleyen
tespitten yola çıkan analiz çalışması, bu sorunların topluluklara veya
toplumlara ait sorunlar olarak görülmelerini salık veriyor.
İngiltere
örneğinden istifade eden analiz çalışması, sömürüye dayanan emek piyasasına
giremeyecek kadar düzensiz, yıkıcı veya verimsiz davranışlar sergileyen
insanların yüzleştikleri sorunların yönetilebilmesi amacıyla, kapitalizmin
hüküm sürdüğü tarihsel süreç boyunca kamuya ait akıl sağlığı sisteminin nasıl
geliştiğini ortaya koyuyor. Sistemin hem bakım hem de kontrol ile ilgili
işlevler gördüğü bugünkü neoliberal rejimlerde sisteme ait bu işlevler, zamanla
özel sektöre havale ediliyorlar ve kapitalist bir içerik kazanıyorlar. Sistemin
önemli bir parçası hâline gelmiş olan sosyal yardım ödemeleri, artı değer ve
kâr üretmek için yeterince verimli ve üretken çalışamayan, akıl sağlığı
sorunluğunun nispeten daha az etkilediği insanlara destek sunuyorlar.
Neoliberalizm
koşullarında işin giderek yoğunlaşması ve güvencesizleşmesi ile birlikte sosyal
yardımların miktarı da artıyor, ama bir yandan da neoliberal devlet, bu
yardımları kısmanın yollarını arıyor. Toplumda bu tür adımlarsa, akıl
hastalıklarının tıbbi birer koşul olduğu fikri üzerinden meşrulaştırılıyorlar.
Bu fikir, aynı zamanda neoliberalizmin yükselişe geçtiği dönem boyunca bilhassa
önem arz eden bir yaklaşım dâhilinde, toplumsal ve ekonomik yapıların olumsuz
sonuçlarını bireysel sorun olarak yorumlamak suretiyle hegemonyaya hizmet eden
bir işlev görüyor.
Akıl
sağlığı denilen kavram, günümüz toplumlarında stratejik bir role sahip. Bu
anlamda ilgili kavram, belirli toplumsal faaliyetlerin politik niteliğini
gizlemek ve dikkatleri altta işleyen ekonomik sistemin kusurlarından uzaklaştırmak
suretiyle, bu faaliyetlerin gerçekleşmesini mümkün kılıyor.
Analiz,
tıp eksenli bakış açısının bilimden çok politik zorunlulukların eseri olduğunu
söylüyor, bir yandan da şeffaf ve demokratik bir sistemin zaruri olduğunu
ortaya koyuyor. Akıl sağlığı sisteminin bugünün toplumlarında belirli işlevlere
sahip olduğunu söyleyen çalışma, kapitalist sistem içerisinde görülen
çelişkilerden birine değiniyor ve kapitalizmin topluma ekonomik katkıda bulunma
imkânlarını daraltmak suretiyle, büyük grupları marjinalleştirdiğini öne
sürüyor.
Giriş
Akıl
sağlığı denilen konu başlığı, hiç bugünkü kadar tartışılmadı. Zira akıl sağlığı
sorunları, genelde tıbbi koşullarla alakalı sorunlar olarak ele alındılar.
Batı’da son yirmi otuz yıl içerisinde bu tür sorunlar çok daha fazla teşhis
edildiler, çok daha fazla tedavi süreçlerinin konusu oldular.
İngiliz
halkının dörtte biri, hayatlarının bir noktasında akıl ve ruh hastalığının
çilesini çektiğini söylüyor. [Sağlık ve Toplumsal Bakım Bilgilendirme Merkezi, 2015]
Ayrıca, memnuniyetsizliklerinin ve mutsuzluklarının kaynağının biyokimyasal anormallikler
olduğuna, bu açıdan, tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyduklarına ikna olan insan
sayısı giderek artıyor. [Pilkington vd., 2013]
Bu
olgu, “psikiyatrikleşme” olarak anılıyor. [Beeker vd., 2021] ayrıca yaygın ilâç
bağımlılığı veya “hastalık tellâllığı” olarak da biliniyor. Zira psikiyatrik
bozukluklar, tıbbi bozuklukların bir alt kümesi olarak sınıflandırılıyor ve
çoğunlukla, tıpkı farmasötikler gibi, tıbbi müdahalelere tabi tutuluyorlar. [Conrad
ve Potter, 2000; Moynihan vd., 2002]
Öte
yandan, akıl sağlığı iyi durumda olmayan kişilere devlet kurumlarınca sunulan
bakım hizmeti, zamanla özel sektörce kâr elde etmek amacıyla işletilen küçük
kliniklere ve örgütlere kaydırılıyor.
Marx
ve Engels’in çalışmaları, günümüzde faal olan kurumların niteliği ve işleyişine
ışık tutacak bilgileri ve değerlendirmeleri içeriyor. Akıl sağlığı sorunlarının
nasıl ele alındığı, özelde psikiyatri, Marksizmi ilgilendiren bir mesele.
Kendisini
Marksist gelenek içerisinde tanımlayan birçok akademisyen, akıl sağlığı ile
ilgili kurumları ve tedavi yöntemlerini inceledi, toplumsal anormallik
meselesini analiz etti ve psikiyatrik müdahalelerin toplumsal kontrol
mekanizmaları olarak iş gördüklerini, neticede psikiyatrinin, kapitalist
sistemi istikrarsızlaştırmak gibi bir tehdidi içeren davranışları yönetebilmek
için geliştirildiğini ortaya koydu. [Conrad, 1992; Scull, 1993; Cohen, 2016]
Bazı yazarlarsa, son yirmi otuz yıl içerisinde neoliberal kapitalizme, insanî
duyguların ve davranışların birçok yönünün ilâca bağımlı kılınması ve
“metalaştırılması” yönünde bir eğilimin eşlik ettiği üzerinde durdular. Bu
yazarlara göre ilâç endüstrisi ve sağlık sektörü, insanî duyguları ve davranışları
kâr elde edilecek birer kaynak hâline getirdi. [Fisher, 2009; Davies, 2017]
Toplumsal sorunları bireysel patoloji, hastalık olarak gören yaklaşımın
ideolojik sonuçlarını ele alan yazarlar, ilgili sürecin dikkatleri, ilk planda
insanlar için hayatı daha da güçleştiren yapısal eşitsizliklerden ve
adaletsizliklerden uzaklaştırdığı üzerinde durdular. [Fisher, 2009; Davies,
2011; Cohen, 2016]
Marksistlerin
geliştirdikleri analizler, “psikiyatri karşıtlığı” denilen yaklaşımı temel
alıyordu. Bu yaklaşıma göre akıl hastalıkları, bilimsel değil, stratejik ve
politik bir kavramdı. [Szasz, 1970; Szasz, 1989] Sosyal yardımları önemseyen
refah devletini ele alan, akıl sağlığı sisteminin görev ve işlevlerini anlama
konusunda önemli olan çok sayıda Marksist çalışmaya da tanıklık edildi. [Gough,
1979; Higgs, 1993]
Bu
makalede ben, akıl sağlığı sisteminin ekonomiyle, bilhassa kapitalist
ekonomiyle ilişkisini analiz ediyorum. Bu analizde, kullanım değeri, değişim
değeri, sömürü, üretken emek, altyapı/üstyapı ve ideoloji gibi Marksist
kavramlara başvurulacak.
Bu
anlamda, kullanım değeri, üretilmezden önce bir ürünün kullanım açısından sahip
olduğu değeri; değişim değeri, bir ürünün mübadele edileceği paraya veya başka
türden bir metaya göre sahip olduğu değeri; artı değer, emeğin ürettiği, emeğin
maliyetini aşan ek değişim değerini; üretken emek, artı değer üreten emeği;
sömürü, işçilere emeklerinin ürettiğinden daha az para verilmesi ile
biriktirilen serveti; altyapı/üstyapı, ekonomik sistemi (veya üretim
sistemini)/toplumsal, politik ve kültürel kurumları, faaliyetleri; ideoloji ise
gerçekliğin niteliğini gizlemek suretiyle hâkim sınıfın çıkarlarına destek
sunan fikirleri ifade ediyor.
Ben,
burada İngiltere’deki sistemin geçirdiği evrimin izlerini sürüyor, bu sistemin
toplumda gördüğü toplumsal kontrol türünden işlevleri, bunun yanında, bugüne
dek pek üzerinde durulmayan, bakım hizmeti sunulması gibi işlevleri açığa
çıkartmaya çalışıyorum.
Bu
çalışmada dillendirildiği biçimiyle, psikiyatrinin başvurduğu biyomedikal
ideoloji, sosyal yardımları esas alan kapitalist sistemin işlemesini sağlıyor,
bir yandan da kapitalist hegemonyayı besliyor.
Ben
burada, sisteme ait olup, modern toplumların genel özellikleri olarak
görülebilecek yönleri kapitalizme özgü olan yönlerden ayrıştırıp, akıl sağlığı
sisteminin kapitalizme ait çelişkilerin görülmesini nasıl sağladığını izah
etmeye çalışıyorum. Genelde sanayi kapitalizminin İngiltere’de çıkış aldığı,
genel kabul gören bir görüş. Dolayısıyla bu analizimde ben, gelişmiş
ekonomilerde ekonomik gelişmeyle toplumun akıl hastalıklarına verdiği cevaplar
arasındaki ilişkiye dair belirli bir görüş sunuyorum. Bu noktada, ilgili
görüşün ekonomik gelişmenin farklı bir seyir izlediği dünyanın diğer
kısımlarına uygulanamayacağını hatırlatmakta fayda var.
Bir
psikiyatrist olarak ben, akıl sağlığı hizmetlerinin ele alması gereken kimi
durumlarla yüzleştim. Bireylerin, ailelerin ve toplulukların fiiliyatta
yaşadıkları sorunlarla bu durumları açıklamak için kullanılan resmi teşhis
anlayışı arasındaki kopukluğu gördüm. Ama öte yandan, ben de toplumla sistemin
özellikle kullandığı dille ilişki kurmuş biriyim.
“Akıl
sağlığı”ndan, “akıl hastalıkları”ndan ve “ruhsal bozukluklar”dan dem vuran
terminoloji, esas olarak birey denilen maddi varlığı veya hastalığı temel
alıyor. Ben, bu makalede işte bu fikre karşı çıkıyorum. Fakat ele aldığım
sorunları tarif etmek için kabul edilmiş başka yollar bulunmadığı için, burada
ben de bu terimleri kullandım.
Akıl Sağlığı Sorunlarının Niteliği
Hâkim
yaklaşımın aksine benim gibi eleştirmenler, akıl sağlığı sorunlarının genel
tıbbi koşullarla bir tutulamayacaklarını söylüyorlar. [Valenstein, 1998; Szasz,
2000; Whitaker, 2002; Moncrieff, 2020] Her ne kadar belirli güçlerin
biçimlendirdiği birer varlık olarak insana ait tüm faaliyet biçimleri
biyolojiye dayansa da ruhsal bozukluk diye adlandırdığımız durumların biyolojik
bir hastalıktan kaynaklandığını, başka bir ifadeyle, fizyolojik veya
biyokimyasal süreçlerin yol açtığı özel bir bozukluk olduğunu kimse ispatlayabilmiş
değil.
Elimizde,
ruhsal bozuklukların biyolojik temeliyle ilgili yığınla araştırma var. Bu da
demek oluyor ki yeni bir iddiada bulunmak veya yeni bir teori geliştirmek, güç
bir mesele. Bu noktada ilgili araştırmadaki temel kusur ve hataların başka
çalışmalarda belirlenmiş olmasının bir önemi yok.
Örneğin
aileleri ve ikizleri inceleyen genetik araştırmaları, mevcuttaki önemli
kirletici unsurları gözden kaçırdılar, olumlu bulgular öne çıkartılırken,
olumsuz bulgular hasır altı edildiler. [Rose vd., 1984; Joseph, 2003] Genomla
ilgili son incelemelerse genetiğin etkisi konusunda ihmal edilebilecek düzeyde
kanıt sunuyorlar. [Latham ve Wilson, 2010; Moncrieff, 2014). Biyolojik
psikiyatri alanında elde edilen en tutarlı bulgu ise şu: şizofreni teşhisi
konulan insanların beyinleri ve beyin kaviteleri, bu tür bir hastalığı olmayan
insanların beyinlerine ve beyin kavitelerine kıyasla daha küçük. Son
çalışmalar, bu durumun kısmen şizofreni türünden psikozların tedavisi
neticesinde oluştuğunu ortaya koyuyor. [Fusar-Poli vd., 2013] Aradaki farklar
da muhtemelen zihinsel beceri ve diğer kontrol edilemeyen faktörlerle ilgili [Moncrieff
ve Middleton, 2015].
Biyokimya
araştırmaları, aynı zamanda ruhsal bozuklukların belirli sinir taşıyıcılarında
görülen anormalliklerden kaynaklandığına dair yaygın inanışı desteklemiyor. [Valenstein,
1998] Öte yandan, depresyonla ve serotonin sistemiyle ilgili araştırmaların
hiçbirisi, depresyonun sebebinin serotonin eksikliği olduğuna ilişkin hipotezi
destekleyen tek bir kanıt bile sunamıyor. [Moncrieff vd.] Dopamin, insanı
canlandıran mekanizmalarda rol oynayan, ağır psikoz görülen kişilerde daha az
ortaya çıkan bir madde olduğu düşünülse de şizofreni veya psikozla dopaminin
ilişkisi konusunda elimizdeki dopaminle alakalı kanıtlar hiçbir şey
söylemiyorlar. [Moncrieff, 2009; Kendler ve Schaffner, 2011).
Ruhsal
bozuklukları bireylerin doğasında bulunan biyolojik durumlar olarak görmek
yerine ben, bu bozuklukları, toplumun veya topluluğun sorunları olarak
anlaşılması gerektiğini söylüyorum. Bu tür bir anlayış üzerinden meseleye
baktığımızda, akıl sağlığı sisteminin işlevleri ve evrimi konusunda aşağıda sunduğum
değerlendirmenin, esasen ne anlattığı görülecek, toplumu esas alan bir bakış
açısı üzerinden ruhsal bozukluklar denilen temel sorunların, bağımlılık ve yıkıcı
davranıştan oluştuğu anlaşılacaktır.
Bu
sorunların sebebi tıbbi kimi durumlar da olabilir. Huntington hastalığı ve
demans gibi beyinde görülen bazı hastalıklar, nadir de olsa, saldırgan veya
toplumsal açıdan arzu edilmeyen davranışlara yol açabilirler. Ayrıca birçok
fiziksel rahatsızlık, insanların hayatlarını idame etme becerilerini
azaltabilir.
Esasında
yüzlerce yıldır akıl ve ruh açısından rahatsızlanan insanları uyumlu kişilere
dönüştürmek için inşa edilmiş kurumlar, bir yandan da kişileri kimi nörolojik
durumlarla karşı karşıya bırakırlar. [Rehling ve Moncrieff, 2020). Ayrıca
birçok ülkede demanslı kişiler, sinirbilimciler değil, psikiyatristler
tarafından tedavi edilmektedirler.
Öte
yandan “ruhsal bozukluk” diyoruz, ama bu, aslında hastalığa denk düşmüyor.
İnsanın doğasında, bulunduğu ortama farklı şekillerde tepki vermek var. Bazı
insanlar, anlaşılması güç ve biraz da tuhaf bir biçimde davranıp, başkalarının
başına bela olurken, bazı insanlar da başkalarından daha verimli ve üretken
olabiliyorlar. Bu sorunları henüz keşfedilmemiş beyin hastalıklarının
tezahürleri olarak nitelendirmek yerine, ben, “akıl hastalıkları”nın dikkate
alınmayan tıbbi ve özel bir koşulun sebep olduğu durumlarla, ceza sistemi
karşısında sorumluluğu bulunan insanların yüzleştiği güç durumların toplamı
olarak görüyorum. [Moncrieff, 2020]
Aşağıda
sıralanan cümleler, esas olarak şu görüşü temel alıyorlar: Aklımızla alakalı
sıkıntıların büyük bir kısmı, geç dönem kapitalizmin yol açtığı özel
toplumsal-ekonomik koşulların birer sonucudur. Burada önemli olan, ilgili
sonuçların nasıl yorumlandığıdır. [Davies, 2011; Cohen, 2016; Davies, 2017]
Ancak öte yandan, ben, toplumun inşacı yanına vurgu yapan görüşün aksine, insan
hayatının kalıcı kimi özellikleri bulunduğuna, bu özelliklerin farklı ekonomik
temellere sahip farklı toplum türleri dâhilinde meydana geldiklerine
inanıyorum.
Toplumsal ve Ekonomik Bakış Açısından Akıl Sağlığı
Sorunları
Bu
görüş uyarınca akıl sağlığı sistemi, bizim bugün “ruhsal bozukluk” veya
“hastalık” olarak ifade ettiğimiz sorunlar kümesine verilmiş toplumsal bir
cevap olarak görülebilir. Bu sorunlar ister kapitalist olsun isterse sosyalist,
her türden modern toplumda görülebilen sorunlardır. Ama bazı sorunlar
kapitalizme özgüdürler.
Marksist
teori, toplumsal kurumların (üstyapının) her bir toplumda ve tarihsel dönemde
hâkim olan ekonomik sistemi (altyapıyı) desteklemenin zaruri olduğu gerçeğini
ortaya koyduğunu söyler [Harman, 1986] Bu nedenle kurumsal işlevlerin ait
oldukları ekonomik sistem bağlamında anlaşılmaları gerekmektedir.
Akıl
sağlığı hizmetlerinin işlevlerinden biri de kendilerine bakamadıkları durumda
insanlara bakım hizmeti ve destek sunmaktır. Ağır fiziksel engelliliği, öğrenme
güçlükleri veya nörolojik hastalığı bulunan insanlar gibi ciddi ruhsal
bozukluğu bulunan, bu anlamda şizofreni, bipolar bozukluk veya ağır depresyon
gibi rahatsızlıkları olan insanlar da bazen yıkanamazlar, giyinemezler, para
işlerini yönetemezler, alışveriş yapamazlar, yemek pişiremezler, evlerini
sürekli oturulabilir kılamazlar. Engellilik durumu geçici olabilir veya
iyileşmesi uzun zaman alabilir.
Ciddi
ruhsal bozukluklar dâhilinde insanların başkalarının hayatlarına zarar
vermeleri, onlar için kimi tehlikelere yol açmaları mümkündür. Toplumsal uyumu
güvence altına almak için bu tür davranışları yönetme meselesi, kapitalizmin
doğuşundan çok önce toplumların çözmek için uğraştıkları bir meseledir, aynı
zamanda akıl sağlığı sisteminin ana işlevlerinden birisidir.
Sonrasında
ünlü bir avukat olan, hukuk bölümlerinde dersler veren Alan Dershowitz’in
tespitiyle, “Birçok toplumda tehlikeli ve rahatsızlık veren insanların şu veya
bu araçla izole edilmeleri, sürekli tanık olduğumuz bir durumdur.” (Dershowitz,
1974, s. 58] İngiliz tarihi, adalet sistemini anlayamayacak veya cezaya gerekli
tepkiyi veremeyecek ölçüde kafası karışık, aklen dengesiz veya yanıltılmış
kişilerin suçlanması ile ilgili güçlükleri de içeren, ceza hukukundaki boşlukların
tehlikeli ve yıkıcı davranışların yönetilmesini amaç edinmiş, yerelde
gayriresmi yollardan uygulanan prosedürlere ilişkin kayıtlarla doludur. Bu
gayriresmi prosedürler, zaman içerisinde kanunlaşıp, “akıl hastaları”nın bakımı
ve kontrolü ile ilgili resmi kanuna dâhil edilmişlerdir. [Dershowitz, 1974]
Yıkıcı
ve rahatsız edici davranışlar, sadece toplumu ilgilendiren bir sıkıntı
değildir. Bu davranışlar, aynı zamanda modern toplumların temelini teşkil eden
üretim süreçlerini de etkilerler. Akut düzeyde paranoyak olan veya ağır
depresyon geçiren kişinin çalışması mümkün değildir, çalışsa bile verimli bir
şekilde çalışamaz. Üstelik, kişideki yıkıcılık aile fertlerinin hayatlarını da
etkileyeceğinden, onların çalışmasına da mani olur. Ayrıca ruhsal bozukluğu
bulunan kişi, çevresindeki kişileri korkutur, rahatsız eder, onların
kendilerini güvende hissetmelerine mani olur, iş sürecinin ihtiyaçlarını
giderecek motivasyonu onlardan çalar, tüm üretim sistemini riske sokar.
Akıl
sağlığı sorunlarının yaygın ama pek görülmeyen toplumsal sonuçlarından biri de
kişinin kendisine mali açıdan destek sunamamasıdır. Kapitalizm, ücretli emekle
geçinen insanlara dayanır. Kapitalistlerin işine yaramaları gereken işçilerin
kazandıklarından daha fazla zenginliği veya değer üretmeleri gerekir ki bu
fazlaya “artı değer” adı verilir.
Eğer
bir kişi, belirli bir üretim düzeyinin altına düşerse, ona yapılacak yatırımın
bir değeri kalmaz. Öte yandan, “değişim değeri” üreten emek sürecine
katılamayan insanlar, gene de faydalı olan başka faaliyetlerin parçası olup, “kullanım
değeri” üretebilirler. Bu insanlar çalışamazlar, gelişmiş kapitalist ekonominin
sunduğu herhangi bir iş türünü yapamazlar. Bu insanların bir kısmı, işçinin
yeterli olmadığı dönemlerde işe alınan “endüstriyel rezerv ordu”nun parçası
hâline gelir. Söz konusu ordu, kapitalistlerin kârı artırıp ücretleri
düşürmelerini sağlar. Marx, bu insanların kapitalizmde ne şartta olursa olsun
herhangi bir iş yapamayan, “cesareti kırılmış, kenara atılmış” kişiler
olduklarını söyler. [Marx, 1990, s. 797]
Delirme,
depresyon veya stres gibi durumlarda karşılık bulan akıl sağlığı sorunları
yüzünden çalışılamaması, kalıcı bir durum arz edebileceği gibi, bu, geçici bir
durum da olabilir. Geçici de olsa ilgili sorunun tekrarlanması ihtimali vardır.
Öngörülemeyecek olması ve tekrarlanması sebebiyle işverenler, kişiyi sürekli
istihdam edemezler.
Kapitalizm,
işsiz olan insanlara sosyal yardımlar sunan mekanizmaları son yüzyıl içerisinde
geliştirmiştir. Tıbben hasta veya engelli olarak tasnif edilen kişilere mali
destek sunulmaktadır. [Matthews, 2018]
Akıl Sağlığı Sistemi ve Refah Devleti
Fiziksel
sağlık hizmetleri, eğitim ve ceza sistemi yanında akıl sağlığı sistemi de
belirli toplumsal ihtiyaçları karşılar, bunun yanında, Marksizmin dillendirdiği
anlamda, “kullanım değerleri” üretir. Bu hizmetlerin kapitalist tarzda sunulması,
yani artı değer temini yoluyla sermaye üretip biriktiren özel şirketler eliyle
verilmesi durumunda ilgili hizmetler, bir de “değişim değeri” üretirler. Tüm
politik renkleriyle modern kapitalist toplumlarda, bu hizmetlerin büyük bir
kısmı devlet tarafından koordine edilip fonlanır, çünkü bu hizmetlerin
maliyetini halkın önemli bir bölümü karşılayamaz, ayrıca ilgili hizmetler,
belirli bir örgütlenme düzeyine ihtiyaç duyarlar. Devlet, şirketler veya yardım
kuruluşları tarafından sunulan bu hizmetler, çoğunlukla refah devleti
bağlamında değerlendirilirler.
Refah
devleti konusunda Marksistler, bu yapının sağlıklı, eğitimli ve disiplinli
işçilerin varolmasını güvence altına almak suretiyle, kapitalist sistemdeki
toplumsal yeniden üretime katkı sunduğunu söylerler. [Gough, 1979; O'Connor,
1973] Bu türden faaliyetler, üretken emeğe katkı sunarlar, kapitalist birikim
sürecinin rahat işlemesini sağlarlar. Refah devleti, aynı zamanda yaşlılara ve
hastalara yardım sunmak, işgücü piyasası içerisinde hiçbir zaman yer alamayacak
olan bu türden insanların hayatta kalmalarını sağlamak suretiyle, toplumsal
uyumu güvence altına alır. Marksizm bu türden maliyetlere, “kapitalist üretimi
arızi giderleri” adını verir. [Marx, 1990, s. 797] Bu giderler, kapitalist
üretimle ilişkili olmasa da sistemi meşrulaştırma aracı olarak iş görürler. Bu
iş bağlamında ilgili harcamalar, insanların sokaklarda ölmesine mani olur,
kapitalist sömürü ve hâkimiyet ilişkilerinin güç kullanmak yerine hegemonya
tesis edilerek sürdürülmesini sağlar. [Higgs, 1993]
Bazı
Marksistler, refah devletinin sınıf mücadelesinin sonucu olduğunu, devrim
tehdidine bağlı olarak işçi sınıfının koparttığı bir tavizi ifade ettiğini
söylerken [Ferguson vd., 2002; Matthews, 2018], bazıları da refah devletinin
yerine getirdiği işlevlerin önemli bir bölümünün sadece kapitalizme özgü
olmadığını, tüm modern ekonomik sistem içerisinde toplumsal yeniden üretim için
zaruri olduğunu iddia ederler. [Cowling, 1985]
Esasen
artı değer üretmeyen kamu işletmeleri tarafından yapıldığında refah devletiyle
alakalı harcamaların önemli bir kısmı, üretime doğrudan katkı sunmaz. Özel
sektörün bu hizmetleri sunması durumunda ise kamu fonları ve vergiler, sermaye
birikimini bir biçimde kısıtlar. Bu anlamda, sosyal yardım hizmetleri belirli
bir çelişkiyle maluldürler: hem kapitalizmin varlığının devam etmesi için bir
önkoşuldurlar, hem de artığın tükenmesine neden olurlar. Bu açıdan “hizmetler,
hem sermaye birikiminin hem de sermayedeki eksilmenin koşuludur.” [Pierson,
1996, s. 581] [O'Connor, 1973] Bu özelliğine bağlı olarak, bazı isimler, refah
devletinin uzun vadede kapitalizmin altındaki toprağı kaydırdığını iddia
ederler. [Gough, 1979; Bennett vd., 2009]
Keynes
ve onun fikirlerini benimseyen sosyal demokrat rejimlerin kabul ettikleri,
yirminci yüzyıl ortalarında refah devletinin kurulmasını sağlayan felsefe,
yoksulluk ve işsizlik gibi sorunların yükünün hafifletilmesi, yol açtığı
gelişmelere müdahale edilmesi görevinin devlete ait olduğu görüşünü temel alır.
Herkese iş fırsatı, eğitim imkânı, barınma koşulları sunma sorumluluğu devlete
aittir. [Higgs, 1993]
Ancak
yetmişli yıllarda refah devleti, kapitalizmin yüzleştiği ekonomik krize katkı
sunan, hatta ona sebep olan bir şey olarak ele alınmış, tüm dünya genelinde
rejimler, refah devletinin yol açtığı maliyetleri azaltmak için kimi tedbirlere
başvurmaya başlamışlardır. Bu süreç dâhilinde devletin sunduğu hizmetler
özelleştirilmiş, böylelikle özel sektörün daha az maliyetle, daha uzun süre,
daha düşük ücrete ve daha kötü koşullarda insan çalıştırmasına imkân
sağlanmıştır. Bu süreç dâhilinde ayrıca refah devletinin yaslandığı felsefe
yeniden ele alınmış, bu değişiklik dâhilinde, sorumluluklar hükümetin sırtından
alınıp bireyin sırtına yüklenmiştir. Örneğin zaman içerisinde sosyal sigorta
yardımları kesilmiş, işsizlik maaşları düşürülmüş, bunun yerine, çalışma
konusunda istekli olduğunu göstermek veya çalışma imkânının bulunmadığını
ispatlamak zorunda olan insanlar, sunulan haklardan ve yardımlardan
yararlanabilecek durumda olduklarını belirli kurumlara göstermek durumunda
kalmışlardır. [Higgs, 1993]
Akıl
sağlığı sisteminin önemli bir kısmı, refah devletinin ortaya çıkmasından önce
tesis edilmişti. Hatta bu sistem, sermaye birikimine imkân sağlayan toplumsal
ortamın üretilmesi noktasında refah devletinin kimi yönlerini önceden
geliştirmişti. Ne var ki, refah devletinin faydalı bir kısmı olarak görülen,
devletin teşvikler sunduğu bir alan olarak akıl hastalarına sunulan hizmetlerin
devletten alınıp özel sektöre devredilmesi, son yirmi otuz yıllık dönemde tanık
olunan bir gelişmedir.
Akıl
Sağlığı Sisteminin İşlevleri
Bakım
Hizmeti Sunma ve Düzeni Muhafaza Etme
İngiltere’de
akıl sağlığı sistemi, kır nüfusunun mülksüzleştirilmesi neticesinde ortaya çıkan
sorunları yönetmek amacıyla, Tudor döneminde çıkartılan Yoksul Kanunları’nın ardından
gelişme kaydetti. Mülksüzleştirme işlemi, Marx’ın Kapital’de ortaya koyduğu
biçimiyle, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu emeği temin etmek için atılmış bir
adımdı. [Marx, 1990] Yoksul Kanunları, geçimlerini sağlayamayan ailelere
vergiler üzerinden sunulan maddi ve mali yardımların verilmesini mümkün kıldı.
Aile üyelerinden birinde akıl hastalığı bulunması durumunda da söz konusu
yardım yapılıyordu.
Yoksul
Kanunu uyarınca görevlendirilmiş memurlar, bir yandan da toplumun güvenliğinin
ve emniyetinin sağlanmasına katkıda bulunuyorlar, ellerindeki parayı tehlikeli
görülen insanları hapsetmek için de kullanabiliyorlardı. Kişiler, genelde bir
eve hapsediliyor, bazen hapse atılıyor, bazen de Islahevi denilen yerlere
gönderiliyordu. [Fessler, 1956; Rushton, 1988]
Tımarhane
olarak bilinen kurumlar, on dokuzuncu yüzyılın başlarında bir tür kemer sıkma
politikası neticesinde ortaya çıktı. Burada amaç, kendi evlerinde kişilere
destek sunan “dış yardım” sistemine son vermek ve devlet desteğini düşkünler
evine adım olma şartına bağlamak suretiyle, sosyal yardımların devletin sırtına
yüklediği yükü azaltmaktı. Bu şart, “dış yardım” ödemelerinin belirli
şehirlerde devam ettiği 1834 yılında çıkan Yoksul Kanunu’nda Değişiklik
içerisinde yer aldı. [Forsythe vd., 1996] Düşkünler evi sayısının artmasıyla
birlikte, başka sebeplere bağlı olarak, akıl hastalığı veya bu konuda engeli
bulunduğu için çalışamayan, dolayısıyla yoksul yardımını hak edenle hak
etmeyenin ayrıştırılması zorunluluğu gündeme geldi. Hak edenler, on dokuzuncu
yüzyıl ortalarında tüm İngiltere’de inşa edilen, ve şifa amaçlı tımarhaneler
sistemine dâhil edilirlerken, hak etmeyenler, düşkünler evindeki bakımlarının
karşılığında ağır işlerde çalıştırıldılar. [Scull, 1993]
Sistemin
parasını devlet veriyordu, çünkü bakım ve hapishane işlerinin maliyeti,
ailelerin boyunu aşıyordu. Dolayısıyla, tarihçi Andrew Scull’ın da ifade ettiği
biçimiyle, Foucault’nun da eserlerini temellendirdiği bu sistem, esasen ücretli
işçileri sermayenin hizmetine sokmak için gerekli olan disiplinli işgücünün
oluşturulması noktasında bir araç olarak kullanıldı. [Foucault, 1965; Scull,
1993] Tımarhaneler, toplumsal açıdan yıkıcı davranışlar sergileyen, ama aslında
suç işlememiş olan insanların kapatıldıkları tecrit edilmiş mekânlardı, ayrıca
bu mekânlar düşkünler evinde çalıştırılmalarına mani olacak ölçüde kafası karışık,
dağınık ve duyarsız kişilere ya da Viktorya dönemi İngiltere’sinin o haşin
dünyasında bir arada yaşaması mümkün olmayan insanlara bakım hizmeti ve
geçinecek malzeme temin ediyorlardı. Haklarında çıkartılan efsanelerin aksine,
tuhaf veya (evlenmemiş anneler türünden) toplumsal normlar dışında yaşayan
kişiler, davranışları önemli sorunlara yol açmadıkları sürece, bu devlete ait
tımarhanelere kabul edilmiyorlardı. [Rehling ve Moncrieff, 2020]
Devletin
ve bakım ve kişilerin belirli bir yere kapatılması ile ilgili ihtiyaçları karşılamasının
bir sebebi de kendilerine bakamayan insanlara aile veya toplum içerisinde
bakacak alanın çok sınırlı olduğu kapitalist ücretli emek sistemiydi. [Wright,
1997] Sanayi üretimine ve büyük işgücüne sırtını yaslayan tüm modern toplumlar
benzer ihtiyaçlarla yüzleştiler, bu noktada sokaklardaki hâlin, bakım hizmetinin
verilmemesi neticesinde insan bedenlerinin çürümesinin sistemin meşruiyetini
ortadan kaldıracağını düşündüler.
Bilhassa
insanların bu yoğunlukta çalışmaya alışık olmadıkları kapitalist dönemin
başlarında, başkalarını zenginleştirmek için gidip kapitalist tarza uygun
olarak çalışmaları konusunda insanları ikna edebilmek için çok daha fazla
motivasyona ve disipline ihtiyaç vardı. Bu sebeple ilk dönemde kapitalizm, akıl
hastalarının yönetilmesini bir zorunluluk olarak gördü. Bunun neticesinde on
dokuzuncu yüzyılda tımarhane sistemi kamudan aktarılan kaynaklarla büyütüldü.
Foucault’nun
aktardığı biçimiyle, her ne kadar bu sistem politik, toplumsal ve “ahlakî” gerekçelere
dayanıyorsa da on dokuzuncu yüzyıldan itibaren sistem, tıbbi sorunlara yönelik
tıbbi çalışmalar yürüten bir kurum hâline geldi. Foucault’ya göre, sisteme bu
tıbbi çerçeve sonradan dayatılmıştı. Burada amaç, sisteme bilim üzerinden
meşruiyet sağlamaktı. Bu noktada Foucault, psikiyatrinin “pozitivizmin
dillendirip durduğu efsanelerle allanıp pullanmış ahlakî bir teşebbüs” olduğunu
söylüyordu. [Foucault, 1965, s. 276]
Bireyin
haklarını öne çıkartan modern liberal toplumda psikiyatri, ancak politik
kanaatlerden azade olan teknik bir faaliyet olarak icra edildiği vakit
işlevlerini yerine getirebilir. Psikiyatri terimlerinin ve bilgisinin tıbbi niteliği,
psikiyatrinin pratikteki icrasına içsel olan değerleri ve hükümleri gizler. [Ingelby,
1981] Bu nitelik sayesinde, istenmeyen davranışlara mani olmak veya onları
kontrol altına almak için tasarlanmış müdahaleler, bireyin davranışlarından
rahatsız olan insanlar değil de tedaviyi alan kişinin faydalanmasını amaçlayan
tıbbi tedavilermiş gibi değerlendirilir. Ayrıca hastaların elindeki imtiyazları
artırır, bakım hakkını kendisine bakamayanlara da verir ama fiziksel
hastalıklar için aynı adım atılmaz, dolayısıyla hak meselesi sorgulanması
gereken bir konu başlığına dönüşür.
Günümüzdeki
Gelişmeler
Seksenlerden
sonra devlete ait büyük tımarhaneler kapandı. Resmi söylem, bu sürecin akıl
hastalıklarının kurum dışı alanlarda tedavi edilmesiyle birlikte oluştuğunu
söyledi. Bu anlamda modern ilâç tedavilerinin verimli olduğu, ruhsal
bozukluklara dair tıbbi görüşün geçerliliğinin kanıtlandığı iddia edildi. [Cookson
vd., 2005]
Öte
yandan bugün Marksist analiz, kurumların kapanmasının sebebinin kamusal harcamaların
azaltılmak istenmesi olduğunu söylüyor. [Scull, 1977] Bugün görüldü ki yeni
ilâçlar bazı insanları daha da kötü yapıyor, onların bağımsız hareket etme
imkânlarını ellerinden alıyor.
Örneğin
2005’te yapılan bir çalışmanın tespitine göre, 1998 yılında akıl sağlığı
sorunları sebebiyle devlete ve özel hizmetlere bağımlı olan insan sayısı 1898
yılına kıyasla daha fazla. [Healy vd., 2005] Artık günümüzde uzun süre
psikiyatrik tedavi gören hastalar, küçük, özel şahıslara ait, devletin desteklediği
bakımevlerinde ayrıca, özel psikiyatri hastanelerinde, güvenli ünitelerde ve hapishanelerde
kalıyorlar. Birçoğu, bakım hizmetini ve desteği aile üyelerinden veya ücretli
bakıcılardan alıyor. [Priebe vd., 2005] Birçok hasta, “dış yardım”ın yeni versiyonu
anlamında, devletin sunduğu mali destekle geçimini sağlıyor.
Kurumların
kapatıldığı süreç, bu anlamda, uzun süre akıl sağlığı açısından engeli bulunan
kişilerin devletten özel sektöre kaydırılması için devreye sokuldu. Gelirin kaynağı
hâlen daha devlet olsa da bu hizmetlerin özel şirketlerce teşkilâtlandırılması,
onların çalışanların sömürülmesi yoluyla gerçekleştirilen sermaye birikiminin
potansiyel kaynağı hâline gelmesini sağladı.
Sosyal
Yardımlar
Hâlihazırda
akıl hastalığı teşhisi konan kişilerin büyük çoğunluğu, diğer insanlar için
sorun yaratmamakta ve günlük olarak kendilerine bakmakta zorluk çekmemekte,
ancak çalışamamakta ve bu nedenle devlete ait sosyal yardım sistemi üzerinden
sunulan mali desteğe güvenmektedir. Sosyal yardım ödemeleri, akıl sağlığı
sisteminin önemli bir parçası hâline geldi. Bu anlamda, belirli sorunları akıl
hastalığı veya bozukluk olarak kavramsallaştırmanın kapitalist sistemin
kusurlarını nasıl gizlediğini ve böylece ona karşı direncin bastırılmasına
yardımcı olduğunu ortaya koyuyor.
Engellilikle
ilgili Marksist analistler, kapitalizmin engelliliği veya bağımlılığı sosyal
bir sorun olarak nasıl inşa ettiğine vurgu yapıyorlar. Kapitalizm öncesi
toplumlarda bağımlı ve bağımsız arasındaki ayrım çizgisi, bu kadar net değildi.
Çoğu insan, bir şekilde ailenin ve topluluğun korunmasına katkıda bulunarak
“kullanım değeri” üretebiliyordu. Buna karşın, kapitalist bir toplumda insanlar
ya sömürülmeye uygundurlar ya da işsizdirler. [Finkelstein vd., 1981; Oliver,
1999; Slorach, 2011; Bengtsson, 2017] Sosyal yardımı esas alan refah devletinin
en önemli rollerinden biri, artı değer üretecek kadar yoğun ve verimli
çalışamayanlara mali veya maddi destek sağlamaktır.
Hastalık
ve maluliyet ödemeleri, yirminci yüzyılın ortalarında çoğu Batı ülkesinde
uygulanmaya başlandı ve seksenlerden bu yana, bunları engellemeye yönelik
çabalara rağmen hızla artıyor. [Kemp vd., 2006; Niemietz, 2016] Bu artışın büyük
bir kısmı, özellikle depresyon veya anksiyete olarak sınıflandırılan ruh
sağlığı sorunlarına fayda sağladığını iddia eden insanların artmasından kaynaklanıyor.
[Waddell ve Aylward, 2005; Kemp vd., 2006; Brown vd., 2009; Danziger vd., 2009]
Birleşik
Krallık’ta 2008 yılında, çalışma çağındaki nüfus arasında hastalık ve
engelliliğe bağlı işsizliğin toplam maliyetinin, Ulusal Sağlık Hizmeti’nin
tamamının maliyetinden daha fazla olduğu tahmin edilmiştir. [Black, 2008] 2014 yılı
itibarıyla, Birleşik Krallık’ta engelli maaşı alanların neredeyse yarısı, ruhsal
bozukluğu olduğunu iddia etti. Buna göre ruhsal bozukluk, ülkede en büyük tıbbi
sebep kategorisi. Ruhsal bozukluk sebebiyle maaş alanların sayısı, 1995
yılından 2014 yılına gelindiğinde iki kat arttı, oysa diğer tıbbi sebeplere
bağlı başvurular düştü. Bu maaşlar, büyük ölçüde uzun süre ödeniyorlardı. [Viola
ve Moncrieff, 2016]
Aynı
şekilde, ABD’de de ruhsal bozukluk sebebiyle engelli maaşı almaya dönük talepler,
diğer tıbbi durumlara ilişkin taleplerden daha hızlı arttı. Bu türden engelli
maaşı talepleri, 2005 yılına kadar, başlıca engellilik yardım programlarına
yapılan taleplerin yaklaşık üçte birini oluşturuyordu. [Danziger et al., 2009]
Ayrıca insanlara bir kez engelli aylığı ödendiğinde, bu yardımlardan çok az
kişi sonrasında vazgeçiyordu. [Joffe-Walt, 2013]
Anksiyete
ve depresyon gibi yaygın ruhsal zihinsel bozuklukları olan kişilere yapılan
engelli ödemelerindeki artış, dünya genelinde doksanların başından beri meydana
gelen antidepresan ilâcı kullanımındaki olağanüstü artışla paralellik arz ediyor.
Örneğin, 1998 ve 2010 yılları arasında Birleşik Krallık'ta antidepresan
tüketimi iki kattan fazla arttı. [Ilyas ve Moncrieff, 2012] Daha öncesinde,
1988'den 1998'e kadar uzanan dönemde üç kattan fazla artmıştı. [Middleton vd.,
2001] Birçok OECD ülkesinde benzer artışlara tanıklık edildi. [Ekonomik
Kalkınma Teşkilâtı, 2020] Son yirmi otuz yıl içerisinde bu ilâçları uzun süre
kullanan insan sayısı epey arttı. [Mars vd., 2017; Taylor
vd., 2019]
İstihdamla
ilgili araştırmalar ayrıca, bir ruh sağlığı sorunu için tedavi görmenin, tedavi
görmeyen kişilere göre daha fazla izin alan ve işe dönme olasılığı daha düşük
olan kişilerle ilişkili olduğunu göstermiştir. [Dewa et al., 2003] Bu nedenle,
Birleşik Krallık ve ABD dâhil olmak üzere birçok yüksek gelirli ülkede, çok
sayıda insanın ekonomik olarak hareketsiz hâle geldiği ve uzun süreli akıl hastası
olarak sınıflandırıldığı görülmektedir. Bu kişiler, psikiyatrik ilâçlar
konusunda mali yardım alabiliyorlar, onlara reçete yazılabiliyor, ayrıca
psikolojik tedavi hizmeti sunuluyor.
Son
dönemde açığa çıkan eğilimler, sosyal yardım ile sermaye birikimi arasındaki
ilişkiyi ortaya koymaktadır. Neoliberalizm döneminde egemen sınıf, kâr
marjlarını artırmak veya sürdürmek için yirminci yüzyılın ortalarında işçilerin
koparttığı tavizleri geri almak için adım attı. [Harvey, 2005; Glynn, 2006; Boltanski
ve Chiapello, 2018] Bu, birçok manuel işletmenin, kol emeğine ağırlık veren
sektörlerin işgücü maliyetlerinin daha ucuz olduğu ülkelere taşınması ve kalan
işin yoğunluğunun veya üretkenliğinin artırılmasıyla başarılmıştır. [Ulusal
İstatistik Bürosu, 2018]
İnsanlar,
geçmişte olduğundan daha fazla çalışmak zorundalar, ürettikleri ürünler ve
ortaya koydukları performansları sürekli inceleniyor ve özellikle geçici veya
“serbest meslek sahibi” olarak istihdam edilen artan sayıda insan işini
kaybetme tehdidini her daim ensesinde hissediyor. Çalışma ortamı, çalışanların
giderek daha sağlam, verimli ve uyumlu olmalarını gerekli kılıyor. [Dardot ve
Laval, 2017] Bu, doksanlardan beri özel sektör üzerinden yeniden biçimlendirilen
kamu sektörü için de geçerli bir durumdur. [Ironside ve Seifert, 2004] Daha
önce Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Hizmetleri (NHS) gibi devlet işletmelerinde
daha az üretken olanlara yer varken, bu işletmeler, bugün yoğun performans
takibi yapıyorlar ve işgücünü daha fazla disipline etme hedefi üzerinden
hareket ediyorlar, bu da “korku ve suçlama” kültürüne, ayrıca “düşük moralli
işçilerin motivasyonlarını yitirmesi”ne neden oluyor. [Stevenson ve Moore, 2019,
s. 1] Dolayısıyla, mevcut örgütlenme süreci dâhilinde iş pratiğinin ortaya
koyduğu talepler, eldeki rakamlarla asla karşılanamıyor.
Neoliberal
kapitalizm, bu nedenle, engelli yardımlarına olan ihtiyacı veya talebi
arttırır, ancak aynı zamanda, toplam artıktaki azalmayı ifade eden bu yardımları
sınırlamaya çalışır. Örneğin Birleşik Krallık’ta hükümet, hastaları veya
engellileri nitelendirmek için daha katı kriterler getirmiş, bazı ödenekleri
kaldırmış, diğerlerini sınırlamış ve enflasyonun altında sosyal yardım
artışları belirlemiştir. [UNISON, 2013] Bu tür önlemler, açık pazarda çalışma
alternatifinin birçokları için daha az ulaşılabilir olması gerçeğiyle sürekli
bir gerilim içindedir ve bu nedenle harcamaları kısıtlama girişimleri nadiren
başarılı olurlar. [Bütçe Sorumluluğu Bürosu, 2019]
Kapitalizm,
çalışabilen, ancak fiziksel veya zihinsel engellilik nedeniyle istenen miktarda
artı değer üretecek kadar üretken olmayan insanlardan gereksiz işçi kitlesi meydana
getirir. [Finkelstein vd., 1981; Oliver ve Flynn RJL, 1999] Devlet tarafından
finanse edilen hastalık ve engelli yardımları, kapitalizmin mevcut aşamasına
içkin olan bu yapısal işsizlik durumunu gizler. [Beatty vd., 2000; Roberts ve
Taylor, 2019] ABD'de insanlar devletin fonladığı sosyal güvenlik hizmetini
bırakıp federal hükümetin fonladığı engelli programlarına geçsinler diye,
eyaletlerin işletmelere para ödediği bu faaliyet süreç içerisinde yeni bir sektör
hâline gelmiştir. [Joffe-Walt, 2013]
Üretken
işgücünden bu dışlanma süreci, insanları topluluklarıyla bağlantı ve yatırım
duygusundan mahrum eder, böylece insanların marjinalleşmesine ve moralinin
bozulmasına katkıda bulunur, bu da daha sonra akıl hastalığı olarak yaftalanır.
Bu şekilde, işsizlik ve düşük üretkenlik, kârın katılıma öncelik verilmesini
yansıtan sistemik bir sorundan ziyade (ahlakî değil, biyolojik bir hata olsa
da) bireyin hatası olarak kurgulanır. [Davies, 2017] Sosyal yardım sistemi,
aynı zamanda beceriksiz olarak gördüğü insanların kimliğini “bozuk” veya
hasarlı olarak tanımlar ve bu tanımın yerleşikleşmesini sağlar. On dokuzuncu
yüzyılda tımarhanelerin yaptığı gibi, geri kalan çalışan nüfus, daha yoğun bir
biçimde sömürülsün diye, çalışmayan nüfus, bu sayede dilsizleştirilip
yalnızlaştırılır.
Hegemonyanın
Artırılması
Akıl
sağlığı sisteminin yukarıda açıklanan işlevlerinin altında, ilgili durumların
tıbbi durumlar olduğu, bunların vücuttan kaynaklandığı ve dolayısıyla bireyleri
davranışları için sorumluluktan muaf tuttuğu ve bu davranışın başkaları
tarafından zorla değiştirilmesini haklı çıkardığı fikri yatmaktadır. [Moncrieff,
2020] Bu konumun bilimsel kanıtlarla desteklenmediğini görmüş olsak da, yaygın
olarak benimsenmektedir. Bu anlamda ilgili konumu kabul edenler, toplumsal ve
politik statükoyu meşrulaştırmaya yardımcı olmaktadırlar.
Nikolas
Rose’un “hoşnutsuzluğun psikiyatri düzleminde yeni bir biçime kavuşturulması” [Rose,
2006, s. 479] olarak adlandırdığı, hayatta yüzleşilen güçlükleri birer hastalık
olarak yorumlayan yaklaşım, uzun zamandır protesto eylemlerini susturmak ve
değişime mani olmak için kullanılan bir tür politik strateji olarak kullanılıyor.
Bu, psikiyatri karşıtı düşünürlerin [Laing, 1967] ve “toplumun yavaş yavaş ilâç
bağımlısı kılındığını” gören sosyal bilimcilerin [Zola, 1972; Illich, 1976; Conrad
ve Schneider, 1980] altmışlarda ve yetmişlerde işaret ettiği, son dönemde
neoliberalizmi eleştiren isimlerce [Fisher, 2009; Cohen, 2016; Davies, 2017] yeniden
keşfedilen bir husus.
Söz
konusu strateji, kapitalist ülkelerde olduğu kadar sosyalist ülkelerde de
uygulanmıştır. William Davies’in de işaret ettiği gibi, mutsuzluk “kendisine
kritik bir potansiyel bahşeden politik ve sosyolojik nitelikler”e sahiptir. [Davies,
2011] Mutsuzluğu bir hastalık olarak yorumlayıp onu Batı’nın neoliberal
toplumlarında görüldüğü üzere, “klinik düzeyde ele alınması gereken depresyon”
kategorisinde ele almak, Sovyet bloku ve komünist Çin’de görüldüğü üzere,
nevrasteni (sinir zayıflığı) [Kleinman, 1982; Skultans, 2003] veya yirminci
yüzyılın önemli bir kısmında tanık olduğumuz şekliyle kaygı [Healy, 2004] olarak
yaftaladığımızda, bu rahatsızlığın akla mantığa gelir bir yanı olmadığını,
anlaşılmak yerine yok edilmesi gereken bir şey olduğunu söylemiş oluruz. Endişe,
sıkıntı ve sefaleti tıbbi bir durum olarak görmek, bireyi içsel kusurlarından
iyileştirilmesi gereken bir hasta olarak izole eder. Onları duygularının sosyal
sonuçlarını anlamaktan alıkoyar ve toplumun ruh sağlığı sorunlarının salgın
gibi yayılıyor oluşunu “toplumsal hayata dair yorumlar” olarak anlamasına mani
olur. [Davies, 2017, s. 205]
Daha
önce de belirttiğimiz gibi, son yıllarda yüksek gelirli ülkelerde akıl
hastalığı teşhisi konulan, bu konuda tedavi gören insanların sayısında büyük
bir artış yaşandı, ayrıca özellikle antidepresanların ve aynı zamanda (genellikle
dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu için yazılan) uyarıcı ilâçların, bunun
yanında, antipsikotikler gibi ağır hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların
ve kaygıyla mücadele için başvurulan ilâçların kullanımında çarpıcı artışlara
tanıklık edildi. [Ilyas ve Moncrieff, 2012] İngiltere’de kendisine hekim
tarafından sadece bir antidepresan ilâç yazılan insanların toplam nüfusa oranı
yüzde 17’yi buluyor. [Taylor vd., 2019]
Bu
eğilim, belirli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu bariz sebeplerden
biri, ilâç endüstrisi. Bu endüstri, hem politik sahada kontrol ve denetleme
mekanizmalarından azade kılınan hem de internetin yaygınlaşmasıyla daha da
hızlanan pazarlama faaliyetleriyle epey güç kazandı. Bu süreçte, örneğin
doksanlarda ABD’de ve başka ülkelerde, tüketiciye reklâm yapma yasağı
kaldırıldı. [Davies, 2017]
Depresyonun
beyin kimyasındaki dengesizliğin ve anormalliğin ya da başka türden bir
biyolojik anormalliğin sonucu olduğuna dair elde herhangi bir kanıt
bulunmamasına rağmen [Kennis vd., 2020; Moncrieff vd., 2021], Amerikan Psikiyatri
Örgütü ve İngiltere’deki Kraliyet Psikiyatri Koleji’nin yardım ve suç
ortaklığıyla [APA, 2018; Royal College of Psychiat, 2009] ilâç endüstrisi, kamuoyunu
mutsuzluğun ve memnuniyetsizliğin kusurlu beyinden kaynaklandığı konusunda ikna
etmeyi başardı. Örneğin 2000’li yıllarda ABD ve Avustralya’da yapılan anketler,
katılımcıların önemli bir bölümünün depresyonun kimyasal dengesizlikten
kaynaklandığını düşündüğünü ortaya koyuyordu. ABD’deki ankette bu oran yüzde
85, Avustralya’da ise yüzde 88’di. [France vd., 2007; Pilkington vd., 2013]
Siyasi
kurumlar da insanların zor koşullara verdikleri tepkilerin akıl sağlığı
sorunları olarak anlaşılabileceği fikrini benimsediler. Örneğin Birleşik
Krallık hükümetinin “çocukların ve gençlerin ruh sağlığının dönüştürülmesi”
için attığı adım [NHS, 2021] esasen gençler arasında görülen stresin, kaygının
ve davranış sorunlarının modern eğitim sisteminin alabildiğine rekabete
kilitlenmiş yapısından değil de toplum özümsesin, kendisine uyarlasın diye
bireylere bu konuda yardım etmek için kurgulanmış tedavi süreçleriyle ortadan
kaldırılabilecek bireysel kusurlar veya zafiyetler olduğunu söyleyen fikri
temel alıyordu. “Hafif ilâ orta dereceli kaygı gibi duygusal rahatsızlıklara ve
bazı ruhsal bozukluklara erken müdahale edilmesini mümkün kılmak adına” okullarda
akıl sağlığı destek ekipleri kuruldu. Bu ekipler, gerekli gördüklerinde, bazı
öğrencileri hastaneye sevk ediyorlardı. Bu da kaçınılmaz olarak akıl hastalığı
teşhisi konularak bir biçimde damgalanan ve ilâç tedavisine sevk edilen öğrenci
sayısını artırdı, fakat birçok öğrenciye faydası olmayan bu işlem, onların
belirli risklerle ve tehlikelerle yüzleşmelerine neden oldu. [Kazda vd., 2021]
Kapitalizm,
sorunsuz bir şekilde işlemek ve tüketimi daim kılmak için belirli bir düzeyde
memnuniyetsizliğe ihtiyaç duyar. İnsanların hayatlarının bir şekilde eksik
olduğuna ikna edilmeleri gerekir. Neoliberalizm, devlete ait sorumlulukları üstlenmek
suretiyle söz konusu sürecin daha yoğun işlemesini sağladı. [Davies, 2011]
“Kamusal
sorunların özelleştirilmesi ve her fırsatta rekabetçi seçimler yapma
gerekliliği” [Hall vd., 2013, s. 12] sermaye birikimini canlandırmak için
gerekli talebi oluşturan sürekli güvensizlik ve yetersizlik duygularını besler.
Neoliberal ideal öznenin, kendi refahından tümüyle sorumlu, bilgili ve akıllı
bir tüketici olarak inşa edilmesi, o “sorumluluk illeti”ne [Dardot ve Laval,
2017, s. 292] yakalanması, hem kişide stresin artmasına neden olan koşulları
meydana getirir hem de insanları ilâç ve kısa süreli terapi gibi diğer kolay
pazarlanabilir ürünlerin tüketiminde çözüm arama konusunda teşvik eder. [Davies,
2017]
Kapitalist
sistemin temeli olan rekabet, kazananları ve kaybedenleri yaratır. Bu nedenle
başarısızlık korkusu, modern birey için sürekli bir endişe kaynağıdır ve
başarısızlığın kendisi, genellikle depresyon olarak adlandırılan moral
bozukluğu ve umutsuzluğun tetikleyicisidir. [Ehrenberg, 2010; Dardot ve Laval,
2017] Marksist yazar Mark Fisher’a göre, “Depresyon, girişimcilik kültürünün karanlık
yüzüdür. O, sihirli değnek olarak pazarlanan iradeciliğin eldeki sınırlı imkân
ve fırsatlarla yüzleşmesi sonucu ortaya çıkan bir sonuçtur.” [Fisher, 2012]
Bu
durumu sistemin yol açtığı bir yan ürün olarak değil, bireysel eksiklikler
olarak takdim etmek, politik ve ekonomik kökenlerini gizlemeye yardımcı olur.
Bu nedenle, akıl sağlığı, akıl hastalığı veya ruhsal bozukluk üzerine kurulu
olan dil, Marksist anlamda bir “ideoloji” olarak ele alınabilir; bu kavramlar,
bu kavramların altında yatan gerçek gerilimleri ve çatışmaları karartmaya
yardımcı olurlar ve halkın bu tür olguları nispeten önemli ve bir şekilde
uzmanlara terk edilmesi gereken teknik sorunlar olarak görmelerini sağlarlar.
Bruce
Cohen’in işaret ettiği gibi, “biyomedikal ideoloji, geç kapitalizmin yarattığı toplumsal
ve ekonomik koşullara sunulan hâkim ‘çözüm’ yöntemi hâline gelmiştir.” [Cohen,
2016, s. 91.] Bu olguyu “psikiyatrikleşme” olarak tanımlayan yazarlar, bireysel
bağımlılığın yaratılmasından, ihtiyaç duyulan kaynakların diğer sağlık ve
sosyal hizmet alanlarından ayrılmasına kadar sayısız kişisel ve sosyal
sonuçlara nasıl yol açtığını söylüyorlar. [Beeker vd., 2021] Ancak öte yandan
en önemli mesele, Marksistlerin dile getirdiği gibi, bu ideolojinin “başarısız
politikalar”ı gizliyor olmasıdır. [Conrad, 1992, s. 7]
Mevcut
“akıl sağlığı hareketi”, işsizlik, okul başarısızlığı, çocuk istismarı, aile
içi şiddet ve yalnızlık da dâhil olmak üzere giderek artan bir dizi sosyal
soruna yönelik makul tepkilerimizi uzmanlara, profesyonel tedaviye ve
destekleyici bir ideolojiye ihtiyaç duyan bireysel bir patoloji olarak
kavramaya teşvik etmek suretiyle, dikkati sorunlardan uzaklaştırarak, mevcut toplumsal
ve ekonomik ilişkileri meşrulaştırmaya yardımcı olur. Bu hâliyle, şu anda
dünyanın çoğuna hâkim olan kapitalist sistem için hegemonik bir araç işlevi
görür. Bazı akıl sağlığı kampanyacılarının, profesyonellerinin ve
akademisyenlerin yol açtıkları politik sonuçları ortaya çıkarmaya ve şu anda ruhsal
bozukluk olarak nitelediğimiz güçlükleri anlamanın başka yollarını sunmaya
dönük onca çabaya rağmen, bu insanların halkın tutumlarını şekillendirmede ve
politik destek kazanmada başarılı olduklarını görmek gerekmektedir. [Johnstone
vd. , 2018; Guy vd., 2019]
Akıl Sağlığı Sorunlarına Yönelik Toplumsal Tepkiler
Bu
analizin ortaya koyduğu biçimiyle, toplumun bağımlılık ve zahmetli
davranışlardan kaynaklanan sorunlara nasıl tepki verdiği, tartışmalı bir
mevzudur. Foucault ve Peter Conrad gibi tıp sosyologları için, bu tür
sorunların tıbbileştirilmesi, bu sorunların ahlakî ve politik olarak tarafsız
kılınması gibi önemli bir sonuca yol açar. [Foucault, 1965; Conrad, 1992). Akıl
hastalığı kavramı, davranışları antisosyal veya tehlikeli olan, ancak ceza hukuku
sistemine uygun olamayacak kadar kafası karışmış veya mantıksız olan kişilere
karşı güç kullanmak için bir gerekçe sağlar. Ayrıca, yaşlı veya fiziksel olarak
hasta veya engelli olmaları nedeniyle bakıma hak kazanmayan kişilere de destek
yetkisi verir. Bu cevapları nitelikli, tıp uzmanlarının haklı ve münhasır alanı
olan tıbbi faaliyetler olarak sunmak, onları sorgulanmaktan veya itirazdan muaf
tutar. Psikiyatrist ve eleştirmen Thomas Szasz'ın belirttiği gibi, psikiyatrik
sistem, işlevlerini “politikacıların, profesyonellerin ve halkın çoğunluğunun
vicdanını memnun edecek ve yatıştıracak şekilde” yerine getirir. [Szasz, 1994, s.
200] Aynı zamanda bireylerin mutsuzluk ve hoşnutsuzluklarının kaynaklarını dış
koşullardan ziyade kendi beyinlerinde bulmalarını sağlayan bu sistem, böylelikle
başka türlü görülebilecek şeyleri bireye mal eder, politik ve ekonomik sistemi
zor durumdan kurtarmak suretiyle, sosyo-ekonomik bir sistem olarak kapitalizmin
sürdürülmesi noktasında gerekli olan hegemonyanın tesisi için önemli bir rol
oynar. [Conrad, 1992, s. 224]
Öte yandan, bazı solcu analistler, özellikle Peter Sedgewick,
bu pozisyonun kapitalist hükümetlerin engelli yardımlarını kesmesine ve
zihinsel sağlık sorunlarından etkilenen insanlar için mevcut diğer kaynakları
azaltmasına imkân sağladığını söylüyor. [Sedgewick, 1982] Bu teorik olarak
mümkün olsa da, ilgili tespit, Sedgewick'in ruhsal bozuklukların esasen
nörolojik hastalıklarla eşdeğer olduğuna dair görüşünün bir sonucudur.
Ruhsal
bozuklukların nörolojik birer hastalık olduğu konusunda elde yeterince kanıt
olmaması yanında, tüm bağımlılık ve yıkıcı davranışların fiziksel bir
hastalıktan kaynaklandığını kabul etmek zor görünüyor. Eğer bu fikri kabul
etmeyenler [Moncrieff, 2020] haklı ise, o vakit, ahlakî ve politik açmazları
bir biçimde kabul eden, sistemden yardım alanların duygu ve düşünceleriyle
beslenen kapsamlı bir demokratik tartışmayı esas alan şeffaf bir kontrol ve bakım
sistemine ihtiyacımız var demektir. Böyle bir sistem, insanların davranışları
başka insanlar için sıkıntı veya tehlike arz ettiğinde onların kısıtlanması ile
ilgili ihtiyacı, bireyin yaşamak istediği gibi yaşaması ile ilgili meşru çıkarlarıyla
dengelemek zorunda kalacaktır. [s. 19] Ayrıca, biyolojik olarak kusurlu
olduklarını düşünmek zorunda kalmadan, finansal veya pratik açıdan bağımsız
olamayan insanlara kaynakları ve bakımı adil ve şeffaf bir şekilde dağıtmak
için hasta denilen rolün karşısına başka bir seçenek çıkartılması gerekecektir.
[Cresswell ve Spandler, 2009].
Kapitalizm
Üzerine Düşünceler
Bu
analiz, akıl sağlığı sisteminin, modern toplumların uygun, yetenekli ve uyumlu
bir işgücü ürettiği ve sosyal uyumu sağladığı daha geniş bir toplumsal yeniden
üretim sisteminin parçası olarak anlaşılabileceği iddiasında bulunuyor.
Toplumsal yeniden üretimin özel araçları, her toplumun aldığı ekonomik ve
toplumsal biçime bağlıdır. Akıl sağlığı sisteminin bazı yönleri, farklı
dönemleri, siyasi sistemleri ve kültürleri kesen kalıcı sosyal sorunlara
verilmiş kalıcı bir cevaptır. Bunlar, modern tıbbi bakış açılarının ve
müdahalelerin tanıtılmasıyla temelden değiştirilmemiştir. Yüzlerce yıl boyunca,
İngiliz Yoksullar Yasası yetkilileri, eve ekmek getiren kişinin akıl sağlığının
bozulduğu bir aileye nasıl yardım edileceği veya toplumu mantıksız ve
öngörülemeyen davranışlarda bulunan birinden nasıl koruyacakları gibi
meselelerle cebelleşmek zorunda kaldılar. [Rushton, 1988). Başkasına bağımlı
olan kişilerin kargaşaya neden olacak, yıkıcı davranışlarını kontrol altına almak,
modern ruh sağlığı sisteminin temel işlevleri olmaya devam etmektedir.
Öte
yandan, bazı eğilimler, genel olarak kapitalizmin ve özel olarak neoliberal
kapitalizmin ayırt edici özelliğidir. Modern refah devleti, kısmen, ücretli
emekle geçimini sağlayacak kadar yoğun ve üretken çalışamayanları tazmin etmek
için ortaya çıktı. Akıl hastalığı kavramı, fiziksel hastalık ve engelliliğin
doğası üzerinden meşrulaştırılmış olan sistemin, düzensiz, moralsiz, yavaş,
antisosyal, kaotik veya motivasyonsuz olan, eldeki işgücünün niteliği açısından
farklılık arz eden insanları bir araya getirmesini mümkün kılar. Ekonominin
canlandığı dönemlerde bu kişilerin belirli bir kısmı işgücüne dâhil edilirler. Örneğin
yirminci yüzyılın ortalarında şizofreni gibi ağır ruhsal sorunları bulunan kişiler,
işe girme konusunda ciddi bir şansa sahip olmuşlardır. [Warner, 2004]
Bununla
birlikte, neoliberal kapitalizmle geçen dönem boyunca emek hakları geri
alındıkça ve iş daha rekabetçi ve sömürücü hâle geldikçe, giderek daha fazla
sayıda insan, ekonomik açıdan uzun süre atıl hâle geldi.
Nüfusun
dörtte birine akıl hastalığı teşhisinin konulduğu [Sağlık ve Sosyal Bakım Bilgi
Merkezi, 2015] veya antidepresan kullanımında dünya genelinde beşinci sıraya
yerleşmiş [Taylor vd., 2019] bir ülkede bunca insanda henüz bir beyin
hastalığının teşhis edilememiş olmaması, gerçekten saçma bir durumdur.
Esasında
bu durum, günümüz kapitalizminin değişen yapısını yansıtmaktadır. Engellilere
sunulan destek, kapitalizmin insanların toplumun üretimle ilgili çabalarına katkıda
bulunma fırsatlarını daralttığı, böylelikle, çok sayıda insanı kendi toplumuna
katkı sunamayan artık nüfus hanesine kaydettiği gerçeğini gizler. Sanayi sonrası
dönemde halkların akıl hastası yığınlarına dönüşmeleri, esasen toplumun geniş bir
kesiminin ekonomik ve toplumsal açıdan kenara itilmesini ifade eder. Akıl
sağlığı sorunlarının tıbbileştirilmesine, ilâca bağımlı kılınmasına karşı
durmak, kapitalizmin bazı temel çelişkilerini ortaya çıkarmak ve siyasi değişim
için zemin hazırlamak için zaruri bir adımdır.
Joanna Moncrieff
17 Ocak 2022
Kaynak
Kaynakça:
APA (2018). “What Is Depression? American Psychiatric Association”, Psychiatry.
Beatty, C., Fothergill, S. ve Macmillan, R. (2000). “A Theory
of Employment, Unemployment and Sickness.” Reg. Stud. 34, s. 617–630. Tandfonline.
Beeker, T., Mills, C., Bhugra, D., Te Meerman, S., Thoma, S.,
Heinze, M., vd. (2021). “Psychiatrization of Society: A Conceptual Framework
and Call for Transdisciplinary Research. Front.” Psychiatry 12, 645556. Frontiersin.
Bengtsson, S. (2017). “Out of the Frame: Disability and the
Body in the Writings of Karl Marx.” Scand. J. Disabil. Res. 19 (2), s. 151–160.
Tandfonline.
Bennett, C., Graham, I. D., Kristjansson, E., Kearing, S. A.,
Clay, K. F. ve O'Connor, A. M. (2009). “Validation of a Preparation for
Decision Making Scale.” PatientEducCouns 78 (1), s. 130–133. Pubmed.
Black, C. (2008). “Dame Carol Black's Review of the Health of
Britain's Working Age Population: Working for a Healthier Tomorrow”. Londra, The
Stationery Office. PDF.
Boltanski, L. Ve Chiapello, E. (2018). The New Spirit of
Capitalism. Londra: Verso.
Brown, J., Hanlon, P., Turok, I., Webster, D., Arnott, J. Ve Macdonald,
E. B. (2009). “Mental Health as a Reason for Claiming Incapacity Benefit-Aa
Comparison of National and Local Trends.” J. Public Health (Oxf) 31 (1),
s. 74–80. Pubmed.
Cohen BMZ. Psychiatric Hegemony (2016). A Marxist Theory of
Mental Illness. Londra: Palgrave Macmillan.
Conrad, P. (1992). “Medicalization and Social
Control”. Annu. Rev. Sociol. 18, s. 209–232. Annual.
Conrad, P. ve Schneider, W. (1980). Deviance
and Medicalization: From Badness to Sickness. St Louis: The C.V. Mosby
company.
Conrad, P. ve Potter, D. (2000). “From Hyperactive
Children to ADHD Adults: Observations on the Expansion of Medical Categories.” Soc.
Probl. 47 (4), Academic.
Cookson, J. (2005). “A Brief History of
Psychiatry,” Core Psychiatry içinde. Yayına Hazırlayanlar: P. Wright, J.
Stern ve M. Phelan. İkinci Baskı (Edinburgh: Elsevier Saunders), s. 1–12.
Cowling, M. (1985). “The Welfare State as a
Reproduction Condition of Capitalism: what Does This Explanation Tell Us?” Int.
J. Soc. Soc. Pol. 5 (1), s. 68–78. Emerald.
Cresswell, M. Ve Spandler, H. (2009). “Psychopolitics:
Peter Sedgwick's Legacy for the Politics of Mental Health.” Soc. Theor.
Health 7 (2), s. 129–147. Springer.
Danziger, S., Frank, R. G. ve Meara, E. (2009). “Mental
Illness, Work, and Income Support Programs.” Am. J. Psychiatry 166 (4), s.
398–404. AJP.
Dardot, P. ve Laval, C. (2017). The New Way of
the World: On Neoliberal Society. Londra: Verso.
Davies, J. (2017). “Political Pills:
Psychopharmaceuticals and Neoliberalism as Mutually Supporting,” The Sedated
Society içinde (Londra: Palgrave Macmillan), s. 189–225. Springer.
Davies, W. (2011). “The Political Economy of
Unhappiness.” New Left Rev. 71 (Eylül/Ekim).
Dershowitz, A. (1974). “The Origins of Preventive
Confinement in Anglo-American Law- Part 1: The English Experience, University
of Cincinnati Law Review, 43, s. 1–60.
Dewa, C. S., Hoch, J. S., Lin, E., Paterson, M. ve
Goering, P. (2003). “Pattern of Antidepressant Use and Duration of
Depression-Related Absence from Work.” Br. J. Psychiatry 183, s. 507–513.
Pubmed.
Ehrenberg, A. (2010). The Weariness of the Self.
Montreal: McGill-Queens University Press.
Ferguson, I., Lavalette, M. ve Mooney, G. (2002). Rethinking
Welfare: A Critical Perspective. Londra: Sage.
Fessler, A. (1956). “The Management of Lunacy in
Seventeenth century England; an Investigation of Quarter-Sessions Records.” Proc.
R. Soc. Med. 49 (11), s. 901–907. Sage.
Finkelstein, V. (1981). “Disability and the
Helper/Helped Relationship. An Historical View,” Handicap in a Social World
içinde. Yayına Hazırlayanlar: A. Brechin, P. Liddiard ve J. Swain (Londra: Hodder
Arnold).
Fisher, M. (2009). Capitalist Realism: Is There
No Alternative? Londra: Zero Books.
Fisher, M. (2012). “Why Mental Health Is a Political
Issue.” Manchester, UK: The Guardian. 16. Temmuz 2012.
Forsythe, B., Melling, J. ve Adair, R. (1996). “The
New Poor Law and the County Pauper Lunatic Asylum-Tthe Devon Experience
1834-1884.” Soc. Hist. Med. 9, 335–355. Academic.
Foucault, M. (1965). Madness and Civilisation.
New York: Random House.
France, C. M., Lysaker, P. H. ve Robinson, R. P.
(2007). “The ‘Chemical Imbalance’ Explanation for Depression: Origins, Lay
Endorsement, and Clinical Implications.” Prof. Psychol. Res. Pract. 38, s.
411–420. Psycnet.
Fusar-Poli, P., Smieskova, R., Kempton, M. J., Ho,
B. C., Andreasen, N. C. ve Borgwardt, S. (2013). “Progressive Brain Changes in
Schizophrenia Related to Antipsychotic Treatment? A Meta-Analysis of
Longitudinal Mri Studies.” NeurosciBiobehavRev 37 (8), s. 1680–1691. Pubmed.
Glynn, A. (2006). Capitalism Unleashed.
Oxford: Oxford University Press.
Gough, I. (1979). The Political Economy of the
Welfare State. Londra: Macmillan.
Guy, A., Davies, J. ve Rizq, R. (2019). Guidance
for Psychological Therapists: Enabling Conversations with Clients Taking or
Withdrawing from Prescribed Psychiatric Drugs (Londra: APPG for Prescribed
Drug Dependence).
Hall, S., Massey, D. ve Rustin, M. (2013). “After
Neoliberalism: Analysing the Present.” Soundings 53, s. 8–22. Ingenta.
Harman, C. (1986). “Base and Superstructure.” Int.
Socialism 2, s. 3–44.
Harvey, D. (2005). A Brief History of
Neoliberalism. Oxford: Oxford University Press.
Health and Social Care Information Centre (2015). Health
Survey for England 2014. Londra.
Healy, D., Harris, M., Michael, P., Cattell, D.,
Savage, M., Chalasani, P., vd. (2005). “Service Utilization in 1896 and 1996:
Morbidity and Mortality Data from North Wales.” Hist. Psychiatry 16 (61
Pt 1), s. 27–42. Sage.
Healy, D. (2004). “Shaping the Intimate:
Influences on the Experience of Everyday Nerves.” Soc. Stud. Sci. 34
(2), s. 219–245. Sage.
Higgs, P. (1993). The NHS and Ideological
Conflict. Aldershot, UK: Avebury.
Illich, I. (1976). Limits to Medicine. Medical
Nemesis: The Expropriation of Health. Londra: Marion Boyers.
Ilyas, S. ve Moncrieff, J. (2012). “Trends in
Prescriptions and Costs of Drugs for Mental Disorders in England, 1998-2010,
1998-2010.” Br. J. Psychiatry 200 (5), s. 393–398. Pubmed.
Ingelby, D. (1981). “Understanding 'mental
Illness,” Critical Psychiatry: The Politics of Mental Health içinde,
yayına hazırlayan: D. Ingelby (Londra: Penguin Books), s. 23–71.
Ironside, M. ve Seifert, R. The Impact of
Privatisation and the Marketisation on Employment Conditions in the Public
Services Radical Statistics. 2004; s. 57–71.
Joffe-Walt, C.(2013). Unfit for Work The Startling
Rise of Disability in America: NPR. [şuradan erişilebilir: NPR.
Johnstone, L., Boyle, M., Cromby, J., Dillon, J.,
Harper, D., Kinderman, P., vd. (2018). “The Power Threat Meaning Framework:
Towards the Identification of Patterns in Emotional Distress, Unusual Experiences
and Troubled or Troubling Behaviour, as an Alternative to Functional
Psychiatric Diagnosis.” Leicester: British Psychological Society.
Joseph, J. (2003). The Gene Illusion: Genetic
Research in Psychiatry and Psychology under the Microscope. Monmouth, UK: PCCS
Books.
Kazda, L., Bell, K., Thomas, R., McGeechan, K.,
Sims, R. Ve Barratt, A. (2021). “Overdiagnosis of
Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder in Children and Adolescents: A
Systematic Scoping Review.” JAMA Netw. Open 4 (4), e215335. JAMA.
Kemp, P. A., Sunden, A. ve Bakker Tauritz, B.
(2006). Sick Societies: Trends in Disability Benefits in post-industrial
Welfare States. Cenevre: International Social Security Association.
Kendler, K. S. ve Schaffner, K. F. (2011). “The
Dopamine Hypothesis of Schizophrenia: an Historical and Philosophical Analysis.”
Philos. Psychiatry Psychol. 18 (1), s. 41–63. Muse.
Kennis, M., Gerritsen, L., van Dalen, M.,
Williams, A., Cuijpers, P. ve Bockting, C. (2020). “Prospective Biomarkers of
Major Depressive Disorder: a Systematic Review and Meta-Analysis.” Mol.
Psychiatry 25 (2), s. 321–338. Nature.
Kleinman, A. (1982). “Neurasthenia and Depression:
a Study of Somatization and Culture in China.” Cult. Med. Psychiatry 6
(2), s. 117–190. Springer.
Laing, R. D. (1967). The Politics of Experience
and the Bird of Paradise. Harmondsworth: Penguin Books.
Latham, J. ve Wilson, A. (2010). “The Great DNA
Data Deficit: Are Genes for Disease a Mirage?” 1 Aralık 2021: News.
Mars, B., Heron, J., Kessler, D., Davies, N. M.,
Martin, R. M., Thomas, K. H., vd. (2017). “Influences on Antidepressant
Prescribing Trends in the UK: 1995-2011.” Soc. Psychiatry Psychiatr.
Epidemiol. 52 (2), s. 193–200. Springer.
Marx, K. (1990). Capital Cilt 1. Londra: Penguin
Books.
Matthews, D. (2018). “The Working Class Struggle
for Welfare in Britain.” Montly Rev. 69 (9), s. 33. MR.
Middleton, N., Gunnell, D., Whitley, E., Dorling,
D. ve Frankel, S. (2001). “Secular Trends in Antidepressant Prescribing in the
UK, 1975-1998.” J. Public Health Med. 23 (4), s. 262–267. Pubmed.
Moncrieff, J. (2020). “It Was the Brain Tumor that
Done it!": Szasz and Wittgenstein on the Importance of Distinguishing
Disease from Behavior and Implications for the Nature of Mental Disorder.” Philos.
Psychiatry Psychol. 27, s. 169–181. Muse.
Moncrieff, J. A, “Critique of Genetic Research on
Schizophrenia – Expensive Castles in the Air2014”, 1 Aralık 2021: Moncrieff.
Moncrieff, J. (2009). “A Critique of the Dopamine
Hypothesis of Schizophrenia and Psychosis.” Harv. Rev. Psychiatry 17
(3), s. 214–225. Pubmed.
Moncrieff, J., Cooper, R., Stockmann, T.,
Amendola, S., Hengartner, M. P. ve Horowitz, M. A. (2021). “The Serotonin
Theory of Depression: An Umbrella Review of the Evidence Molecular Psychiatry.”
Teslim edildi.
Moncrieff, J. ve Middleton, H. (2015). “Schizophrenia:
a Critical Psychiatry Perspective.” Curr. Opin. Psychiatry 28 (3), s. 264–268.
Pubmed.
Moncrieff Jc, R., Stockmann, T., Amendola, S.,
Hengartner, M. P. ve Horowitz, M. A. “The Serotonin Theory of Depression: a
Systematic Umbrella Review of the Evidence.” Molecular Psychiatry
dergisine teslim edildi.
Moynihan, R., Heath, I. ve Henry, D. (2002). “Selling
Sickness: the Pharmaceutical Industry and Disease Mongering.” BMJ 324
(7342), s. 886–891. BMJ.
NHS (2021). “New Mental Health Support in Schools
and Colleges and Faster Access to NHS Care: NHS.” İngiltere: England.
Niemietz, K. (2016). A Briefing: Disability
Benefits. Londra.
O'Connor, J. (1973). The Fiscal Crisis of the
State. New York: St Martin's Press.
Office for Budget Responsibility. “Welfare trends
report.” Londra; 2019.
Office for National Statistics (2018). “UK Whole
Economy: Output Per Hour Worked: Office for National Statistics.” ONS.
Oliver, M. (1999). “Capitalism, Disability, and
Ideology: A Materialist Critique of the Normalization Principle,” A Quarter-century
of Normalization and Social Role Valorization: Evolution and Impact içinde.
Yayına hazırlayanlar: R.J. Flynn ve R.A. Lemay (Ottowa: University of Ottowa
Press), s. 163–173.
Organisation for Economic Co-Operation and
Development (2020). “Statistics Health Status.” Paris, France: OECD. Stats.
Pierson, P. (1996). “The New Politics of the Welfare
State.” World Pol. 48, s. 143–179. Cambridge.
Pilkington, P. D., Reavley, N. J. ve Jorm, A. F.
(2013). “The Australian Public's Beliefs about the Causes of Depression:
Associated Factors and Changes over 16 Years.” J. Affect Disord. 150
(2), s. 356–362. Direct.
Priebe, S., Badesconyi, A., Fioritti, A., Hansson,
L., Kilian, R., Torres-Gonzales, F., vd. (2005). “Reinstitutionalisation in
Mental Health Care: Comparison of Data on Service Provision from Six European
Countries.” BMJ 330 (7483), s. 123–126. BMJ.
Rehling, J. ve Moncrieff, J. (2020). “The
Functions of an Asylum: an Analysis of Male and Female Admissions to Essex
County Asylum in 1904.” Psychol. Med., s. 1–7. Pubmed.
Roberts, J. ve Taylor, K. (2019). New Evidence
on Disability Benefit Claims in the UK: The Role of Health and the Local Labour
Market. Bonn: IZA Institute of Labour Economics, 12825. Contract No.: IZA
DP No.
Rose, N. (2006). “Disorders without Borders? the
Expanding Scope of Psychiatric Practice.” BioSocieties 1 (4), s. 465–484.
Springer.
Rose, S., Lewontin, R. C. ve Kamin, L. J. (1984). Not
in Our Genes. Biology, Ideology and Human Nature. Pantheon Books.
Royal College of Psychiatrists (2009). Antidepressants
London. Londra, UK: Royal College of Psychiatrists: Rcpysch.
Rushton, P. (1988). “Lunatics and Idiots: Mental
Disability, the Community, and the Poor Law in North-East England, 1600-1800.” Med.
Hist. 32, s. 34–50. Cambridge.
Scull, A. (1977). Decarceration: Community
Treatment and the Deviant- a Radical View. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
Scull, A. (1993). The Most Solitary of
Afflictions. New Haven: Yale University Press.
Sedgewick, P. (1982). Psychopolitics. Londra:
Pluto Press.
Skultans, V. (2003). “From Damaged Nerves to
Masked Depression: Inevitability and hope in Latvian Psychiatric Narratives.” Soc.
Sci. Med. 56 (12), s. 2421–2431. Pubmed.
Slorach, R. (2011). “Marxism and Disability.” Int.
Socialism 129 (4 Ocak).
Stevenson, R. D. ve Moore, D. E. (2019). “A
Culture of Learning for the NHS.” J. Eur. CME 8 (1), 1613862. Tandfonline.
Szasz, T. (1994). Cruel Compassion. Psychiatric
Control of Society's Unwanted. New York: John Wiley & Sons.
Szasz, T. (1970). Ideology and Insanity; Essays
on the Psychiatric Dehumanization of Man. New York: Anchor Books.
Szasz, T. (1989). Law, Liberty and Psychiatry:
An Inquiry into the Social Uses of Mental Health. Syracuse New York: Syracuse
University Press.
Szasz, T. (2000). “Mental Disorders Are Not Diseases”.
Tysons, VA: USA Today. [Ocak 2000]. Szasz.
Taylor, S., Annand, F., Burkinshaw, P., Greaves,
F., Kelleher, M., Knight, J., vd. (2019). Dependence and Withdrawal
Associated with Some Prescribed Medicines: An Evidence Review. Londra.
UNISON (2013). “Welfare Reform Changes Affecting
Disabled People”. Londra, Birleşik Krallık: UNISON.
Valenstein, E. (1998). Blaming the Brain.
New York: Free Press.
Viola, S. ve Moncrieff, J. (2016). “Claims for
Sickness and Disability Benefits Owing to Mental Disorders in the UK: Trends
from 1995 to 2014.” BJPsych Open 2, s. 18–24. Pubmed.
Waddell, G. ve Aylward, M. (2005). The
Scientific and Conceptual Basis of Incapacity Benefits. Londra: The
Stationery Office.
Warner, R. (2004). Recovery from Schizophrenia:
Psychiatry and Political Economy. Hove. East Sussex.: Brunner-Routledge.
Whitaker, R. (2002). Mad in America.
Cambridge, MA: Perseus Publishing.
Wright, D. (1997). “Getting Out of the Asylum:
Understanding the Confinement of the Insane in the Nineteenth century.” Soc.
Hist. Med. 10 (1), s. 137–155. Academic.
Zola, I. K. (1972). “Medicine as an Institution of Social Control.” Sociol. Rev. 20 (4), s. 487–504. Sage.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder