Pages

19 Temmuz 2022

Akıl Sağlığı Sisteminin Politik Ekonomisi: Marksist Bir Analiz

Marx’ın politik ekonomiye dair çalışmalarından alınan kavramları kullanıp, bir yandan da önceden yapılmış eleştirilere yaslanan bu makale, akıl sağlığı sisteminin gördüğü işlevleri, toplumun ekonomik planda örgütlendiği süreçle ilişkisi dâhilinde analiz ediyor.

Akıl sağlığı sorunlarının fiziksel, tıbbi koşullarla bir tutulamayacağını söyleyen tespitten yola çıkan analiz çalışması, bu sorunların topluluklara veya toplumlara ait sorunlar olarak görülmelerini salık veriyor.

İngiltere örneğinden istifade eden analiz çalışması, sömürüye dayanan emek piyasasına giremeyecek kadar düzensiz, yıkıcı veya verimsiz davranışlar sergileyen insanların yüzleştikleri sorunların yönetilebilmesi amacıyla, kapitalizmin hüküm sürdüğü tarihsel süreç boyunca kamuya ait akıl sağlığı sisteminin nasıl geliştiğini ortaya koyuyor. Sistemin hem bakım hem de kontrol ile ilgili işlevler gördüğü bugünkü neoliberal rejimlerde sisteme ait bu işlevler, zamanla özel sektöre havale ediliyorlar ve kapitalist bir içerik kazanıyorlar. Sistemin önemli bir parçası hâline gelmiş olan sosyal yardım ödemeleri, artı değer ve kâr üretmek için yeterince verimli ve üretken çalışamayan, akıl sağlığı sorunluğunun nispeten daha az etkilediği insanlara destek sunuyorlar.

Neoliberalizm koşullarında işin giderek yoğunlaşması ve güvencesizleşmesi ile birlikte sosyal yardımların miktarı da artıyor, ama bir yandan da neoliberal devlet, bu yardımları kısmanın yollarını arıyor. Toplumda bu tür adımlarsa, akıl hastalıklarının tıbbi birer koşul olduğu fikri üzerinden meşrulaştırılıyorlar. Bu fikir, aynı zamanda neoliberalizmin yükselişe geçtiği dönem boyunca bilhassa önem arz eden bir yaklaşım dâhilinde, toplumsal ve ekonomik yapıların olumsuz sonuçlarını bireysel sorun olarak yorumlamak suretiyle hegemonyaya hizmet eden bir işlev görüyor.

Akıl sağlığı denilen kavram, günümüz toplumlarında stratejik bir role sahip. Bu anlamda ilgili kavram, belirli toplumsal faaliyetlerin politik niteliğini gizlemek ve dikkatleri altta işleyen ekonomik sistemin kusurlarından uzaklaştırmak suretiyle, bu faaliyetlerin gerçekleşmesini mümkün kılıyor.

Analiz, tıp eksenli bakış açısının bilimden çok politik zorunlulukların eseri olduğunu söylüyor, bir yandan da şeffaf ve demokratik bir sistemin zaruri olduğunu ortaya koyuyor. Akıl sağlığı sisteminin bugünün toplumlarında belirli işlevlere sahip olduğunu söyleyen çalışma, kapitalist sistem içerisinde görülen çelişkilerden birine değiniyor ve kapitalizmin topluma ekonomik katkıda bulunma imkânlarını daraltmak suretiyle, büyük grupları marjinalleştirdiğini öne sürüyor.

Giriş

Akıl sağlığı denilen konu başlığı, hiç bugünkü kadar tartışılmadı. Zira akıl sağlığı sorunları, genelde tıbbi koşullarla alakalı sorunlar olarak ele alındılar. Batı’da son yirmi otuz yıl içerisinde bu tür sorunlar çok daha fazla teşhis edildiler, çok daha fazla tedavi süreçlerinin konusu oldular.

İngiliz halkının dörtte biri, hayatlarının bir noktasında akıl ve ruh hastalığının çilesini çektiğini söylüyor. [Sağlık ve Toplumsal Bakım Bilgilendirme Merkezi, 2015] Ayrıca, memnuniyetsizliklerinin ve mutsuzluklarının kaynağının biyokimyasal anormallikler olduğuna, bu açıdan, tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyduklarına ikna olan insan sayısı giderek artıyor. [Pilkington vd., 2013]

Bu olgu, “psikiyatrikleşme” olarak anılıyor. [Beeker vd., 2021] ayrıca yaygın ilâç bağımlılığı veya “hastalık tellâllığı” olarak da biliniyor. Zira psikiyatrik bozukluklar, tıbbi bozuklukların bir alt kümesi olarak sınıflandırılıyor ve çoğunlukla, tıpkı farmasötikler gibi, tıbbi müdahalelere tabi tutuluyorlar. [Conrad ve Potter, 2000; Moynihan vd., 2002]

Öte yandan, akıl sağlığı iyi durumda olmayan kişilere devlet kurumlarınca sunulan bakım hizmeti, zamanla özel sektörce kâr elde etmek amacıyla işletilen küçük kliniklere ve örgütlere kaydırılıyor.

Marx ve Engels’in çalışmaları, günümüzde faal olan kurumların niteliği ve işleyişine ışık tutacak bilgileri ve değerlendirmeleri içeriyor. Akıl sağlığı sorunlarının nasıl ele alındığı, özelde psikiyatri, Marksizmi ilgilendiren bir mesele.

Kendisini Marksist gelenek içerisinde tanımlayan birçok akademisyen, akıl sağlığı ile ilgili kurumları ve tedavi yöntemlerini inceledi, toplumsal anormallik meselesini analiz etti ve psikiyatrik müdahalelerin toplumsal kontrol mekanizmaları olarak iş gördüklerini, neticede psikiyatrinin, kapitalist sistemi istikrarsızlaştırmak gibi bir tehdidi içeren davranışları yönetebilmek için geliştirildiğini ortaya koydu. [Conrad, 1992; Scull, 1993; Cohen, 2016] Bazı yazarlarsa, son yirmi otuz yıl içerisinde neoliberal kapitalizme, insanî duyguların ve davranışların birçok yönünün ilâca bağımlı kılınması ve “metalaştırılması” yönünde bir eğilimin eşlik ettiği üzerinde durdular. Bu yazarlara göre ilâç endüstrisi ve sağlık sektörü, insanî duyguları ve davranışları kâr elde edilecek birer kaynak hâline getirdi. [Fisher, 2009; Davies, 2017] Toplumsal sorunları bireysel patoloji, hastalık olarak gören yaklaşımın ideolojik sonuçlarını ele alan yazarlar, ilgili sürecin dikkatleri, ilk planda insanlar için hayatı daha da güçleştiren yapısal eşitsizliklerden ve adaletsizliklerden uzaklaştırdığı üzerinde durdular. [Fisher, 2009; Davies, 2011; Cohen, 2016]

Marksistlerin geliştirdikleri analizler, “psikiyatri karşıtlığı” denilen yaklaşımı temel alıyordu. Bu yaklaşıma göre akıl hastalıkları, bilimsel değil, stratejik ve politik bir kavramdı. [Szasz, 1970; Szasz, 1989] Sosyal yardımları önemseyen refah devletini ele alan, akıl sağlığı sisteminin görev ve işlevlerini anlama konusunda önemli olan çok sayıda Marksist çalışmaya da tanıklık edildi. [Gough, 1979; Higgs, 1993]

Bu makalede ben, akıl sağlığı sisteminin ekonomiyle, bilhassa kapitalist ekonomiyle ilişkisini analiz ediyorum. Bu analizde, kullanım değeri, değişim değeri, sömürü, üretken emek, altyapı/üstyapı ve ideoloji gibi Marksist kavramlara başvurulacak.

Bu anlamda, kullanım değeri, üretilmezden önce bir ürünün kullanım açısından sahip olduğu değeri; değişim değeri, bir ürünün mübadele edileceği paraya veya başka türden bir metaya göre sahip olduğu değeri; artı değer, emeğin ürettiği, emeğin maliyetini aşan ek değişim değerini; üretken emek, artı değer üreten emeği; sömürü, işçilere emeklerinin ürettiğinden daha az para verilmesi ile biriktirilen serveti; altyapı/üstyapı, ekonomik sistemi (veya üretim sistemini)/toplumsal, politik ve kültürel kurumları, faaliyetleri; ideoloji ise gerçekliğin niteliğini gizlemek suretiyle hâkim sınıfın çıkarlarına destek sunan fikirleri ifade ediyor.

Ben, burada İngiltere’deki sistemin geçirdiği evrimin izlerini sürüyor, bu sistemin toplumda gördüğü toplumsal kontrol türünden işlevleri, bunun yanında, bugüne dek pek üzerinde durulmayan, bakım hizmeti sunulması gibi işlevleri açığa çıkartmaya çalışıyorum.

Bu çalışmada dillendirildiği biçimiyle, psikiyatrinin başvurduğu biyomedikal ideoloji, sosyal yardımları esas alan kapitalist sistemin işlemesini sağlıyor, bir yandan da kapitalist hegemonyayı besliyor.

Ben burada, sisteme ait olup, modern toplumların genel özellikleri olarak görülebilecek yönleri kapitalizme özgü olan yönlerden ayrıştırıp, akıl sağlığı sisteminin kapitalizme ait çelişkilerin görülmesini nasıl sağladığını izah etmeye çalışıyorum. Genelde sanayi kapitalizminin İngiltere’de çıkış aldığı, genel kabul gören bir görüş. Dolayısıyla bu analizimde ben, gelişmiş ekonomilerde ekonomik gelişmeyle toplumun akıl hastalıklarına verdiği cevaplar arasındaki ilişkiye dair belirli bir görüş sunuyorum. Bu noktada, ilgili görüşün ekonomik gelişmenin farklı bir seyir izlediği dünyanın diğer kısımlarına uygulanamayacağını hatırlatmakta fayda var.

Bir psikiyatrist olarak ben, akıl sağlığı hizmetlerinin ele alması gereken kimi durumlarla yüzleştim. Bireylerin, ailelerin ve toplulukların fiiliyatta yaşadıkları sorunlarla bu durumları açıklamak için kullanılan resmi teşhis anlayışı arasındaki kopukluğu gördüm. Ama öte yandan, ben de toplumla sistemin özellikle kullandığı dille ilişki kurmuş biriyim.

“Akıl sağlığı”ndan, “akıl hastalıkları”ndan ve “ruhsal bozukluklar”dan dem vuran terminoloji, esas olarak birey denilen maddi varlığı veya hastalığı temel alıyor. Ben, bu makalede işte bu fikre karşı çıkıyorum. Fakat ele aldığım sorunları tarif etmek için kabul edilmiş başka yollar bulunmadığı için, burada ben de bu terimleri kullandım.

Akıl Sağlığı Sorunlarının Niteliği

Hâkim yaklaşımın aksine benim gibi eleştirmenler, akıl sağlığı sorunlarının genel tıbbi koşullarla bir tutulamayacaklarını söylüyorlar. [Valenstein, 1998; Szasz, 2000; Whitaker, 2002; Moncrieff, 2020] Her ne kadar belirli güçlerin biçimlendirdiği birer varlık olarak insana ait tüm faaliyet biçimleri biyolojiye dayansa da ruhsal bozukluk diye adlandırdığımız durumların biyolojik bir hastalıktan kaynaklandığını, başka bir ifadeyle, fizyolojik veya biyokimyasal süreçlerin yol açtığı özel bir bozukluk olduğunu kimse ispatlayabilmiş değil.

Elimizde, ruhsal bozuklukların biyolojik temeliyle ilgili yığınla araştırma var. Bu da demek oluyor ki yeni bir iddiada bulunmak veya yeni bir teori geliştirmek, güç bir mesele. Bu noktada ilgili araştırmadaki temel kusur ve hataların başka çalışmalarda belirlenmiş olmasının bir önemi yok.

Örneğin aileleri ve ikizleri inceleyen genetik araştırmaları, mevcuttaki önemli kirletici unsurları gözden kaçırdılar, olumlu bulgular öne çıkartılırken, olumsuz bulgular hasır altı edildiler. [Rose vd., 1984; Joseph, 2003] Genomla ilgili son incelemelerse genetiğin etkisi konusunda ihmal edilebilecek düzeyde kanıt sunuyorlar. [Latham ve Wilson, 2010; Moncrieff, 2014). Biyolojik psikiyatri alanında elde edilen en tutarlı bulgu ise şu: şizofreni teşhisi konulan insanların beyinleri ve beyin kaviteleri, bu tür bir hastalığı olmayan insanların beyinlerine ve beyin kavitelerine kıyasla daha küçük. Son çalışmalar, bu durumun kısmen şizofreni türünden psikozların tedavisi neticesinde oluştuğunu ortaya koyuyor. [Fusar-Poli vd., 2013] Aradaki farklar da muhtemelen zihinsel beceri ve diğer kontrol edilemeyen faktörlerle ilgili [Moncrieff ve Middleton, 2015].

Biyokimya araştırmaları, aynı zamanda ruhsal bozuklukların belirli sinir taşıyıcılarında görülen anormalliklerden kaynaklandığına dair yaygın inanışı desteklemiyor. [Valenstein, 1998] Öte yandan, depresyonla ve serotonin sistemiyle ilgili araştırmaların hiçbirisi, depresyonun sebebinin serotonin eksikliği olduğuna ilişkin hipotezi destekleyen tek bir kanıt bile sunamıyor. [Moncrieff vd.] Dopamin, insanı canlandıran mekanizmalarda rol oynayan, ağır psikoz görülen kişilerde daha az ortaya çıkan bir madde olduğu düşünülse de şizofreni veya psikozla dopaminin ilişkisi konusunda elimizdeki dopaminle alakalı kanıtlar hiçbir şey söylemiyorlar. [Moncrieff, 2009; Kendler ve Schaffner, 2011).

Ruhsal bozuklukları bireylerin doğasında bulunan biyolojik durumlar olarak görmek yerine ben, bu bozuklukları, toplumun veya topluluğun sorunları olarak anlaşılması gerektiğini söylüyorum. Bu tür bir anlayış üzerinden meseleye baktığımızda, akıl sağlığı sisteminin işlevleri ve evrimi konusunda aşağıda sunduğum değerlendirmenin, esasen ne anlattığı görülecek, toplumu esas alan bir bakış açısı üzerinden ruhsal bozukluklar denilen temel sorunların, bağımlılık ve yıkıcı davranıştan oluştuğu anlaşılacaktır.

Bu sorunların sebebi tıbbi kimi durumlar da olabilir. Huntington hastalığı ve demans gibi beyinde görülen bazı hastalıklar, nadir de olsa, saldırgan veya toplumsal açıdan arzu edilmeyen davranışlara yol açabilirler. Ayrıca birçok fiziksel rahatsızlık, insanların hayatlarını idame etme becerilerini azaltabilir.

Esasında yüzlerce yıldır akıl ve ruh açısından rahatsızlanan insanları uyumlu kişilere dönüştürmek için inşa edilmiş kurumlar, bir yandan da kişileri kimi nörolojik durumlarla karşı karşıya bırakırlar. [Rehling ve Moncrieff, 2020). Ayrıca birçok ülkede demanslı kişiler, sinirbilimciler değil, psikiyatristler tarafından tedavi edilmektedirler.

Öte yandan “ruhsal bozukluk” diyoruz, ama bu, aslında hastalığa denk düşmüyor. İnsanın doğasında, bulunduğu ortama farklı şekillerde tepki vermek var. Bazı insanlar, anlaşılması güç ve biraz da tuhaf bir biçimde davranıp, başkalarının başına bela olurken, bazı insanlar da başkalarından daha verimli ve üretken olabiliyorlar. Bu sorunları henüz keşfedilmemiş beyin hastalıklarının tezahürleri olarak nitelendirmek yerine, ben, “akıl hastalıkları”nın dikkate alınmayan tıbbi ve özel bir koşulun sebep olduğu durumlarla, ceza sistemi karşısında sorumluluğu bulunan insanların yüzleştiği güç durumların toplamı olarak görüyorum. [Moncrieff, 2020]

Aşağıda sıralanan cümleler, esas olarak şu görüşü temel alıyorlar: Aklımızla alakalı sıkıntıların büyük bir kısmı, geç dönem kapitalizmin yol açtığı özel toplumsal-ekonomik koşulların birer sonucudur. Burada önemli olan, ilgili sonuçların nasıl yorumlandığıdır. [Davies, 2011; Cohen, 2016; Davies, 2017] Ancak öte yandan, ben, toplumun inşacı yanına vurgu yapan görüşün aksine, insan hayatının kalıcı kimi özellikleri bulunduğuna, bu özelliklerin farklı ekonomik temellere sahip farklı toplum türleri dâhilinde meydana geldiklerine inanıyorum.

Toplumsal ve Ekonomik Bakış Açısından Akıl Sağlığı Sorunları

Bu görüş uyarınca akıl sağlığı sistemi, bizim bugün “ruhsal bozukluk” veya “hastalık” olarak ifade ettiğimiz sorunlar kümesine verilmiş toplumsal bir cevap olarak görülebilir. Bu sorunlar ister kapitalist olsun isterse sosyalist, her türden modern toplumda görülebilen sorunlardır. Ama bazı sorunlar kapitalizme özgüdürler.

Marksist teori, toplumsal kurumların (üstyapının) her bir toplumda ve tarihsel dönemde hâkim olan ekonomik sistemi (altyapıyı) desteklemenin zaruri olduğu gerçeğini ortaya koyduğunu söyler [Harman, 1986] Bu nedenle kurumsal işlevlerin ait oldukları ekonomik sistem bağlamında anlaşılmaları gerekmektedir.

Akıl sağlığı hizmetlerinin işlevlerinden biri de kendilerine bakamadıkları durumda insanlara bakım hizmeti ve destek sunmaktır. Ağır fiziksel engelliliği, öğrenme güçlükleri veya nörolojik hastalığı bulunan insanlar gibi ciddi ruhsal bozukluğu bulunan, bu anlamda şizofreni, bipolar bozukluk veya ağır depresyon gibi rahatsızlıkları olan insanlar da bazen yıkanamazlar, giyinemezler, para işlerini yönetemezler, alışveriş yapamazlar, yemek pişiremezler, evlerini sürekli oturulabilir kılamazlar. Engellilik durumu geçici olabilir veya iyileşmesi uzun zaman alabilir.

Ciddi ruhsal bozukluklar dâhilinde insanların başkalarının hayatlarına zarar vermeleri, onlar için kimi tehlikelere yol açmaları mümkündür. Toplumsal uyumu güvence altına almak için bu tür davranışları yönetme meselesi, kapitalizmin doğuşundan çok önce toplumların çözmek için uğraştıkları bir meseledir, aynı zamanda akıl sağlığı sisteminin ana işlevlerinden birisidir.

Sonrasında ünlü bir avukat olan, hukuk bölümlerinde dersler veren Alan Dershowitz’in tespitiyle, “Birçok toplumda tehlikeli ve rahatsızlık veren insanların şu veya bu araçla izole edilmeleri, sürekli tanık olduğumuz bir durumdur.” (Dershowitz, 1974, s. 58] İngiliz tarihi, adalet sistemini anlayamayacak veya cezaya gerekli tepkiyi veremeyecek ölçüde kafası karışık, aklen dengesiz veya yanıltılmış kişilerin suçlanması ile ilgili güçlükleri de içeren, ceza hukukundaki boşlukların tehlikeli ve yıkıcı davranışların yönetilmesini amaç edinmiş, yerelde gayriresmi yollardan uygulanan prosedürlere ilişkin kayıtlarla doludur. Bu gayriresmi prosedürler, zaman içerisinde kanunlaşıp, “akıl hastaları”nın bakımı ve kontrolü ile ilgili resmi kanuna dâhil edilmişlerdir. [Dershowitz, 1974]

Yıkıcı ve rahatsız edici davranışlar, sadece toplumu ilgilendiren bir sıkıntı değildir. Bu davranışlar, aynı zamanda modern toplumların temelini teşkil eden üretim süreçlerini de etkilerler. Akut düzeyde paranoyak olan veya ağır depresyon geçiren kişinin çalışması mümkün değildir, çalışsa bile verimli bir şekilde çalışamaz. Üstelik, kişideki yıkıcılık aile fertlerinin hayatlarını da etkileyeceğinden, onların çalışmasına da mani olur. Ayrıca ruhsal bozukluğu bulunan kişi, çevresindeki kişileri korkutur, rahatsız eder, onların kendilerini güvende hissetmelerine mani olur, iş sürecinin ihtiyaçlarını giderecek motivasyonu onlardan çalar, tüm üretim sistemini riske sokar.

Akıl sağlığı sorunlarının yaygın ama pek görülmeyen toplumsal sonuçlarından biri de kişinin kendisine mali açıdan destek sunamamasıdır. Kapitalizm, ücretli emekle geçinen insanlara dayanır. Kapitalistlerin işine yaramaları gereken işçilerin kazandıklarından daha fazla zenginliği veya değer üretmeleri gerekir ki bu fazlaya “artı değer” adı verilir.

Eğer bir kişi, belirli bir üretim düzeyinin altına düşerse, ona yapılacak yatırımın bir değeri kalmaz. Öte yandan, “değişim değeri” üreten emek sürecine katılamayan insanlar, gene de faydalı olan başka faaliyetlerin parçası olup, “kullanım değeri” üretebilirler. Bu insanlar çalışamazlar, gelişmiş kapitalist ekonominin sunduğu herhangi bir iş türünü yapamazlar. Bu insanların bir kısmı, işçinin yeterli olmadığı dönemlerde işe alınan “endüstriyel rezerv ordu”nun parçası hâline gelir. Söz konusu ordu, kapitalistlerin kârı artırıp ücretleri düşürmelerini sağlar. Marx, bu insanların kapitalizmde ne şartta olursa olsun herhangi bir iş yapamayan, “cesareti kırılmış, kenara atılmış” kişiler olduklarını söyler. [Marx, 1990, s. 797]

Delirme, depresyon veya stres gibi durumlarda karşılık bulan akıl sağlığı sorunları yüzünden çalışılamaması, kalıcı bir durum arz edebileceği gibi, bu, geçici bir durum da olabilir. Geçici de olsa ilgili sorunun tekrarlanması ihtimali vardır. Öngörülemeyecek olması ve tekrarlanması sebebiyle işverenler, kişiyi sürekli istihdam edemezler.

Kapitalizm, işsiz olan insanlara sosyal yardımlar sunan mekanizmaları son yüzyıl içerisinde geliştirmiştir. Tıbben hasta veya engelli olarak tasnif edilen kişilere mali destek sunulmaktadır. [Matthews, 2018]

Akıl Sağlığı Sistemi ve Refah Devleti

Fiziksel sağlık hizmetleri, eğitim ve ceza sistemi yanında akıl sağlığı sistemi de belirli toplumsal ihtiyaçları karşılar, bunun yanında, Marksizmin dillendirdiği anlamda, “kullanım değerleri” üretir. Bu hizmetlerin kapitalist tarzda sunulması, yani artı değer temini yoluyla sermaye üretip biriktiren özel şirketler eliyle verilmesi durumunda ilgili hizmetler, bir de “değişim değeri” üretirler. Tüm politik renkleriyle modern kapitalist toplumlarda, bu hizmetlerin büyük bir kısmı devlet tarafından koordine edilip fonlanır, çünkü bu hizmetlerin maliyetini halkın önemli bir bölümü karşılayamaz, ayrıca ilgili hizmetler, belirli bir örgütlenme düzeyine ihtiyaç duyarlar. Devlet, şirketler veya yardım kuruluşları tarafından sunulan bu hizmetler, çoğunlukla refah devleti bağlamında değerlendirilirler.

Refah devleti konusunda Marksistler, bu yapının sağlıklı, eğitimli ve disiplinli işçilerin varolmasını güvence altına almak suretiyle, kapitalist sistemdeki toplumsal yeniden üretime katkı sunduğunu söylerler. [Gough, 1979; O'Connor, 1973] Bu türden faaliyetler, üretken emeğe katkı sunarlar, kapitalist birikim sürecinin rahat işlemesini sağlarlar. Refah devleti, aynı zamanda yaşlılara ve hastalara yardım sunmak, işgücü piyasası içerisinde hiçbir zaman yer alamayacak olan bu türden insanların hayatta kalmalarını sağlamak suretiyle, toplumsal uyumu güvence altına alır. Marksizm bu türden maliyetlere, “kapitalist üretimi arızi giderleri” adını verir. [Marx, 1990, s. 797] Bu giderler, kapitalist üretimle ilişkili olmasa da sistemi meşrulaştırma aracı olarak iş görürler. Bu iş bağlamında ilgili harcamalar, insanların sokaklarda ölmesine mani olur, kapitalist sömürü ve hâkimiyet ilişkilerinin güç kullanmak yerine hegemonya tesis edilerek sürdürülmesini sağlar. [Higgs, 1993]

Bazı Marksistler, refah devletinin sınıf mücadelesinin sonucu olduğunu, devrim tehdidine bağlı olarak işçi sınıfının koparttığı bir tavizi ifade ettiğini söylerken [Ferguson vd., 2002; Matthews, 2018], bazıları da refah devletinin yerine getirdiği işlevlerin önemli bir bölümünün sadece kapitalizme özgü olmadığını, tüm modern ekonomik sistem içerisinde toplumsal yeniden üretim için zaruri olduğunu iddia ederler. [Cowling, 1985]

Esasen artı değer üretmeyen kamu işletmeleri tarafından yapıldığında refah devletiyle alakalı harcamaların önemli bir kısmı, üretime doğrudan katkı sunmaz. Özel sektörün bu hizmetleri sunması durumunda ise kamu fonları ve vergiler, sermaye birikimini bir biçimde kısıtlar. Bu anlamda, sosyal yardım hizmetleri belirli bir çelişkiyle maluldürler: hem kapitalizmin varlığının devam etmesi için bir önkoşuldurlar, hem de artığın tükenmesine neden olurlar. Bu açıdan “hizmetler, hem sermaye birikiminin hem de sermayedeki eksilmenin koşuludur.” [Pierson, 1996, s. 581] [O'Connor, 1973] Bu özelliğine bağlı olarak, bazı isimler, refah devletinin uzun vadede kapitalizmin altındaki toprağı kaydırdığını iddia ederler. [Gough, 1979; Bennett vd., 2009]

Keynes ve onun fikirlerini benimseyen sosyal demokrat rejimlerin kabul ettikleri, yirminci yüzyıl ortalarında refah devletinin kurulmasını sağlayan felsefe, yoksulluk ve işsizlik gibi sorunların yükünün hafifletilmesi, yol açtığı gelişmelere müdahale edilmesi görevinin devlete ait olduğu görüşünü temel alır. Herkese iş fırsatı, eğitim imkânı, barınma koşulları sunma sorumluluğu devlete aittir. [Higgs, 1993]

Ancak yetmişli yıllarda refah devleti, kapitalizmin yüzleştiği ekonomik krize katkı sunan, hatta ona sebep olan bir şey olarak ele alınmış, tüm dünya genelinde rejimler, refah devletinin yol açtığı maliyetleri azaltmak için kimi tedbirlere başvurmaya başlamışlardır. Bu süreç dâhilinde devletin sunduğu hizmetler özelleştirilmiş, böylelikle özel sektörün daha az maliyetle, daha uzun süre, daha düşük ücrete ve daha kötü koşullarda insan çalıştırmasına imkân sağlanmıştır. Bu süreç dâhilinde ayrıca refah devletinin yaslandığı felsefe yeniden ele alınmış, bu değişiklik dâhilinde, sorumluluklar hükümetin sırtından alınıp bireyin sırtına yüklenmiştir. Örneğin zaman içerisinde sosyal sigorta yardımları kesilmiş, işsizlik maaşları düşürülmüş, bunun yerine, çalışma konusunda istekli olduğunu göstermek veya çalışma imkânının bulunmadığını ispatlamak zorunda olan insanlar, sunulan haklardan ve yardımlardan yararlanabilecek durumda olduklarını belirli kurumlara göstermek durumunda kalmışlardır. [Higgs, 1993]

Akıl sağlığı sisteminin önemli bir kısmı, refah devletinin ortaya çıkmasından önce tesis edilmişti. Hatta bu sistem, sermaye birikimine imkân sağlayan toplumsal ortamın üretilmesi noktasında refah devletinin kimi yönlerini önceden geliştirmişti. Ne var ki, refah devletinin faydalı bir kısmı olarak görülen, devletin teşvikler sunduğu bir alan olarak akıl hastalarına sunulan hizmetlerin devletten alınıp özel sektöre devredilmesi, son yirmi otuz yıllık dönemde tanık olunan bir gelişmedir.

Akıl Sağlığı Sisteminin İşlevleri

Bakım Hizmeti Sunma ve Düzeni Muhafaza Etme

İngiltere’de akıl sağlığı sistemi, kır nüfusunun mülksüzleştirilmesi neticesinde ortaya çıkan sorunları yönetmek amacıyla, Tudor döneminde çıkartılan Yoksul Kanunları’nın ardından gelişme kaydetti. Mülksüzleştirme işlemi, Marx’ın Kapital’de ortaya koyduğu biçimiyle, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu emeği temin etmek için atılmış bir adımdı. [Marx, 1990] Yoksul Kanunları, geçimlerini sağlayamayan ailelere vergiler üzerinden sunulan maddi ve mali yardımların verilmesini mümkün kıldı. Aile üyelerinden birinde akıl hastalığı bulunması durumunda da söz konusu yardım yapılıyordu.

Yoksul Kanunu uyarınca görevlendirilmiş memurlar, bir yandan da toplumun güvenliğinin ve emniyetinin sağlanmasına katkıda bulunuyorlar, ellerindeki parayı tehlikeli görülen insanları hapsetmek için de kullanabiliyorlardı. Kişiler, genelde bir eve hapsediliyor, bazen hapse atılıyor, bazen de Islahevi denilen yerlere gönderiliyordu. [Fessler, 1956; Rushton, 1988]

Tımarhane olarak bilinen kurumlar, on dokuzuncu yüzyılın başlarında bir tür kemer sıkma politikası neticesinde ortaya çıktı. Burada amaç, kendi evlerinde kişilere destek sunan “dış yardım” sistemine son vermek ve devlet desteğini düşkünler evine adım olma şartına bağlamak suretiyle, sosyal yardımların devletin sırtına yüklediği yükü azaltmaktı. Bu şart, “dış yardım” ödemelerinin belirli şehirlerde devam ettiği 1834 yılında çıkan Yoksul Kanunu’nda Değişiklik içerisinde yer aldı. [Forsythe vd., 1996] Düşkünler evi sayısının artmasıyla birlikte, başka sebeplere bağlı olarak, akıl hastalığı veya bu konuda engeli bulunduğu için çalışamayan, dolayısıyla yoksul yardımını hak edenle hak etmeyenin ayrıştırılması zorunluluğu gündeme geldi. Hak edenler, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında tüm İngiltere’de inşa edilen, ve şifa amaçlı tımarhaneler sistemine dâhil edilirlerken, hak etmeyenler, düşkünler evindeki bakımlarının karşılığında ağır işlerde çalıştırıldılar. [Scull, 1993]

Sistemin parasını devlet veriyordu, çünkü bakım ve hapishane işlerinin maliyeti, ailelerin boyunu aşıyordu. Dolayısıyla, tarihçi Andrew Scull’ın da ifade ettiği biçimiyle, Foucault’nun da eserlerini temellendirdiği bu sistem, esasen ücretli işçileri sermayenin hizmetine sokmak için gerekli olan disiplinli işgücünün oluşturulması noktasında bir araç olarak kullanıldı. [Foucault, 1965; Scull, 1993] Tımarhaneler, toplumsal açıdan yıkıcı davranışlar sergileyen, ama aslında suç işlememiş olan insanların kapatıldıkları tecrit edilmiş mekânlardı, ayrıca bu mekânlar düşkünler evinde çalıştırılmalarına mani olacak ölçüde kafası karışık, dağınık ve duyarsız kişilere ya da Viktorya dönemi İngiltere’sinin o haşin dünyasında bir arada yaşaması mümkün olmayan insanlara bakım hizmeti ve geçinecek malzeme temin ediyorlardı. Haklarında çıkartılan efsanelerin aksine, tuhaf veya (evlenmemiş anneler türünden) toplumsal normlar dışında yaşayan kişiler, davranışları önemli sorunlara yol açmadıkları sürece, bu devlete ait tımarhanelere kabul edilmiyorlardı. [Rehling ve Moncrieff, 2020]

Devletin ve bakım ve kişilerin belirli bir yere kapatılması ile ilgili ihtiyaçları karşılamasının bir sebebi de kendilerine bakamayan insanlara aile veya toplum içerisinde bakacak alanın çok sınırlı olduğu kapitalist ücretli emek sistemiydi. [Wright, 1997] Sanayi üretimine ve büyük işgücüne sırtını yaslayan tüm modern toplumlar benzer ihtiyaçlarla yüzleştiler, bu noktada sokaklardaki hâlin, bakım hizmetinin verilmemesi neticesinde insan bedenlerinin çürümesinin sistemin meşruiyetini ortadan kaldıracağını düşündüler.

Bilhassa insanların bu yoğunlukta çalışmaya alışık olmadıkları kapitalist dönemin başlarında, başkalarını zenginleştirmek için gidip kapitalist tarza uygun olarak çalışmaları konusunda insanları ikna edebilmek için çok daha fazla motivasyona ve disipline ihtiyaç vardı. Bu sebeple ilk dönemde kapitalizm, akıl hastalarının yönetilmesini bir zorunluluk olarak gördü. Bunun neticesinde on dokuzuncu yüzyılda tımarhane sistemi kamudan aktarılan kaynaklarla büyütüldü.

Foucault’nun aktardığı biçimiyle, her ne kadar bu sistem politik, toplumsal ve “ahlakî” gerekçelere dayanıyorsa da on dokuzuncu yüzyıldan itibaren sistem, tıbbi sorunlara yönelik tıbbi çalışmalar yürüten bir kurum hâline geldi. Foucault’ya göre, sisteme bu tıbbi çerçeve sonradan dayatılmıştı. Burada amaç, sisteme bilim üzerinden meşruiyet sağlamaktı. Bu noktada Foucault, psikiyatrinin “pozitivizmin dillendirip durduğu efsanelerle allanıp pullanmış ahlakî bir teşebbüs” olduğunu söylüyordu. [Foucault, 1965, s. 276]

Bireyin haklarını öne çıkartan modern liberal toplumda psikiyatri, ancak politik kanaatlerden azade olan teknik bir faaliyet olarak icra edildiği vakit işlevlerini yerine getirebilir. Psikiyatri terimlerinin ve bilgisinin tıbbi niteliği, psikiyatrinin pratikteki icrasına içsel olan değerleri ve hükümleri gizler. [Ingelby, 1981] Bu nitelik sayesinde, istenmeyen davranışlara mani olmak veya onları kontrol altına almak için tasarlanmış müdahaleler, bireyin davranışlarından rahatsız olan insanlar değil de tedaviyi alan kişinin faydalanmasını amaçlayan tıbbi tedavilermiş gibi değerlendirilir. Ayrıca hastaların elindeki imtiyazları artırır, bakım hakkını kendisine bakamayanlara da verir ama fiziksel hastalıklar için aynı adım atılmaz, dolayısıyla hak meselesi sorgulanması gereken bir konu başlığına dönüşür.

Günümüzdeki Gelişmeler

Seksenlerden sonra devlete ait büyük tımarhaneler kapandı. Resmi söylem, bu sürecin akıl hastalıklarının kurum dışı alanlarda tedavi edilmesiyle birlikte oluştuğunu söyledi. Bu anlamda modern ilâç tedavilerinin verimli olduğu, ruhsal bozukluklara dair tıbbi görüşün geçerliliğinin kanıtlandığı iddia edildi. [Cookson vd., 2005]

Öte yandan bugün Marksist analiz, kurumların kapanmasının sebebinin kamusal harcamaların azaltılmak istenmesi olduğunu söylüyor. [Scull, 1977] Bugün görüldü ki yeni ilâçlar bazı insanları daha da kötü yapıyor, onların bağımsız hareket etme imkânlarını ellerinden alıyor.

Örneğin 2005’te yapılan bir çalışmanın tespitine göre, 1998 yılında akıl sağlığı sorunları sebebiyle devlete ve özel hizmetlere bağımlı olan insan sayısı 1898 yılına kıyasla daha fazla. [Healy vd., 2005] Artık günümüzde uzun süre psikiyatrik tedavi gören hastalar, küçük, özel şahıslara ait, devletin desteklediği bakımevlerinde ayrıca, özel psikiyatri hastanelerinde, güvenli ünitelerde ve hapishanelerde kalıyorlar. Birçoğu, bakım hizmetini ve desteği aile üyelerinden veya ücretli bakıcılardan alıyor. [Priebe vd., 2005] Birçok hasta, “dış yardım”ın yeni versiyonu anlamında, devletin sunduğu mali destekle geçimini sağlıyor.

Kurumların kapatıldığı süreç, bu anlamda, uzun süre akıl sağlığı açısından engeli bulunan kişilerin devletten özel sektöre kaydırılması için devreye sokuldu. Gelirin kaynağı hâlen daha devlet olsa da bu hizmetlerin özel şirketlerce teşkilâtlandırılması, onların çalışanların sömürülmesi yoluyla gerçekleştirilen sermaye birikiminin potansiyel kaynağı hâline gelmesini sağladı.

Sosyal Yardımlar

Hâlihazırda akıl hastalığı teşhisi konan kişilerin büyük çoğunluğu, diğer insanlar için sorun yaratmamakta ve günlük olarak kendilerine bakmakta zorluk çekmemekte, ancak çalışamamakta ve bu nedenle devlete ait sosyal yardım sistemi üzerinden sunulan mali desteğe güvenmektedir. Sosyal yardım ödemeleri, akıl sağlığı sisteminin önemli bir parçası hâline geldi. Bu anlamda, belirli sorunları akıl hastalığı veya bozukluk olarak kavramsallaştırmanın kapitalist sistemin kusurlarını nasıl gizlediğini ve böylece ona karşı direncin bastırılmasına yardımcı olduğunu ortaya koyuyor.

Engellilikle ilgili Marksist analistler, kapitalizmin engelliliği veya bağımlılığı sosyal bir sorun olarak nasıl inşa ettiğine vurgu yapıyorlar. Kapitalizm öncesi toplumlarda bağımlı ve bağımsız arasındaki ayrım çizgisi, bu kadar net değildi. Çoğu insan, bir şekilde ailenin ve topluluğun korunmasına katkıda bulunarak “kullanım değeri” üretebiliyordu. Buna karşın, kapitalist bir toplumda insanlar ya sömürülmeye uygundurlar ya da işsizdirler. [Finkelstein vd., 1981; Oliver, 1999; Slorach, 2011; Bengtsson, 2017] Sosyal yardımı esas alan refah devletinin en önemli rollerinden biri, artı değer üretecek kadar yoğun ve verimli çalışamayanlara mali veya maddi destek sağlamaktır.

Hastalık ve maluliyet ödemeleri, yirminci yüzyılın ortalarında çoğu Batı ülkesinde uygulanmaya başlandı ve seksenlerden bu yana, bunları engellemeye yönelik çabalara rağmen hızla artıyor. [Kemp vd., 2006; Niemietz, 2016] Bu artışın büyük bir kısmı, özellikle depresyon veya anksiyete olarak sınıflandırılan ruh sağlığı sorunlarına fayda sağladığını iddia eden insanların artmasından kaynaklanıyor. [Waddell ve Aylward, 2005; Kemp vd., 2006; Brown vd., 2009; Danziger vd., 2009]

Birleşik Krallık’ta 2008 yılında, çalışma çağındaki nüfus arasında hastalık ve engelliliğe bağlı işsizliğin toplam maliyetinin, Ulusal Sağlık Hizmeti’nin tamamının maliyetinden daha fazla olduğu tahmin edilmiştir. [Black, 2008] 2014 yılı itibarıyla, Birleşik Krallık’ta engelli maaşı alanların neredeyse yarısı, ruhsal bozukluğu olduğunu iddia etti. Buna göre ruhsal bozukluk, ülkede en büyük tıbbi sebep kategorisi. Ruhsal bozukluk sebebiyle maaş alanların sayısı, 1995 yılından 2014 yılına gelindiğinde iki kat arttı, oysa diğer tıbbi sebeplere bağlı başvurular düştü. Bu maaşlar, büyük ölçüde uzun süre ödeniyorlardı. [Viola ve Moncrieff, 2016]

Aynı şekilde, ABD’de de ruhsal bozukluk sebebiyle engelli maaşı almaya dönük talepler, diğer tıbbi durumlara ilişkin taleplerden daha hızlı arttı. Bu türden engelli maaşı talepleri, 2005 yılına kadar, başlıca engellilik yardım programlarına yapılan taleplerin yaklaşık üçte birini oluşturuyordu. [Danziger et al., 2009] Ayrıca insanlara bir kez engelli aylığı ödendiğinde, bu yardımlardan çok az kişi sonrasında vazgeçiyordu. [Joffe-Walt, 2013]

Anksiyete ve depresyon gibi yaygın ruhsal zihinsel bozuklukları olan kişilere yapılan engelli ödemelerindeki artış, dünya genelinde doksanların başından beri meydana gelen antidepresan ilâcı kullanımındaki olağanüstü artışla paralellik arz ediyor. Örneğin, 1998 ve 2010 yılları arasında Birleşik Krallık'ta antidepresan tüketimi iki kattan fazla arttı. [Ilyas ve Moncrieff, 2012] Daha öncesinde, 1988'den 1998'e kadar uzanan dönemde üç kattan fazla artmıştı. [Middleton vd., 2001] Birçok OECD ülkesinde benzer artışlara tanıklık edildi. [Ekonomik Kalkınma Teşkilâtı, 2020] Son yirmi otuz yıl içerisinde bu ilâçları uzun süre kullanan insan sayısı epey arttı. [Mars vd., 2017; Taylor vd., 2019]

İstihdamla ilgili araştırmalar ayrıca, bir ruh sağlığı sorunu için tedavi görmenin, tedavi görmeyen kişilere göre daha fazla izin alan ve işe dönme olasılığı daha düşük olan kişilerle ilişkili olduğunu göstermiştir. [Dewa et al., 2003] Bu nedenle, Birleşik Krallık ve ABD dâhil olmak üzere birçok yüksek gelirli ülkede, çok sayıda insanın ekonomik olarak hareketsiz hâle geldiği ve uzun süreli akıl hastası olarak sınıflandırıldığı görülmektedir. Bu kişiler, psikiyatrik ilâçlar konusunda mali yardım alabiliyorlar, onlara reçete yazılabiliyor, ayrıca psikolojik tedavi hizmeti sunuluyor.

Son dönemde açığa çıkan eğilimler, sosyal yardım ile sermaye birikimi arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Neoliberalizm döneminde egemen sınıf, kâr marjlarını artırmak veya sürdürmek için yirminci yüzyılın ortalarında işçilerin koparttığı tavizleri geri almak için adım attı. [Harvey, 2005; Glynn, 2006; Boltanski ve Chiapello, 2018] Bu, birçok manuel işletmenin, kol emeğine ağırlık veren sektörlerin işgücü maliyetlerinin daha ucuz olduğu ülkelere taşınması ve kalan işin yoğunluğunun veya üretkenliğinin artırılmasıyla başarılmıştır. [Ulusal İstatistik Bürosu, 2018]

İnsanlar, geçmişte olduğundan daha fazla çalışmak zorundalar, ürettikleri ürünler ve ortaya koydukları performansları sürekli inceleniyor ve özellikle geçici veya “serbest meslek sahibi” olarak istihdam edilen artan sayıda insan işini kaybetme tehdidini her daim ensesinde hissediyor. Çalışma ortamı, çalışanların giderek daha sağlam, verimli ve uyumlu olmalarını gerekli kılıyor. [Dardot ve Laval, 2017] Bu, doksanlardan beri özel sektör üzerinden yeniden biçimlendirilen kamu sektörü için de geçerli bir durumdur. [Ironside ve Seifert, 2004] Daha önce Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Hizmetleri (NHS) gibi devlet işletmelerinde daha az üretken olanlara yer varken, bu işletmeler, bugün yoğun performans takibi yapıyorlar ve işgücünü daha fazla disipline etme hedefi üzerinden hareket ediyorlar, bu da “korku ve suçlama” kültürüne, ayrıca “düşük moralli işçilerin motivasyonlarını yitirmesi”ne neden oluyor. [Stevenson ve Moore, 2019, s. 1] Dolayısıyla, mevcut örgütlenme süreci dâhilinde iş pratiğinin ortaya koyduğu talepler, eldeki rakamlarla asla karşılanamıyor.

Neoliberal kapitalizm, bu nedenle, engelli yardımlarına olan ihtiyacı veya talebi arttırır, ancak aynı zamanda, toplam artıktaki azalmayı ifade eden bu yardımları sınırlamaya çalışır. Örneğin Birleşik Krallık’ta hükümet, hastaları veya engellileri nitelendirmek için daha katı kriterler getirmiş, bazı ödenekleri kaldırmış, diğerlerini sınırlamış ve enflasyonun altında sosyal yardım artışları belirlemiştir. [UNISON, 2013] Bu tür önlemler, açık pazarda çalışma alternatifinin birçokları için daha az ulaşılabilir olması gerçeğiyle sürekli bir gerilim içindedir ve bu nedenle harcamaları kısıtlama girişimleri nadiren başarılı olurlar. [Bütçe Sorumluluğu Bürosu, 2019]

Kapitalizm, çalışabilen, ancak fiziksel veya zihinsel engellilik nedeniyle istenen miktarda artı değer üretecek kadar üretken olmayan insanlardan gereksiz işçi kitlesi meydana getirir. [Finkelstein vd., 1981; Oliver ve Flynn RJL, 1999] Devlet tarafından finanse edilen hastalık ve engelli yardımları, kapitalizmin mevcut aşamasına içkin olan bu yapısal işsizlik durumunu gizler. [Beatty vd., 2000; Roberts ve Taylor, 2019] ABD'de insanlar devletin fonladığı sosyal güvenlik hizmetini bırakıp federal hükümetin fonladığı engelli programlarına geçsinler diye, eyaletlerin işletmelere para ödediği bu faaliyet süreç içerisinde yeni bir sektör hâline gelmiştir. [Joffe-Walt, 2013]

Üretken işgücünden bu dışlanma süreci, insanları topluluklarıyla bağlantı ve yatırım duygusundan mahrum eder, böylece insanların marjinalleşmesine ve moralinin bozulmasına katkıda bulunur, bu da daha sonra akıl hastalığı olarak yaftalanır. Bu şekilde, işsizlik ve düşük üretkenlik, kârın katılıma öncelik verilmesini yansıtan sistemik bir sorundan ziyade (ahlakî değil, biyolojik bir hata olsa da) bireyin hatası olarak kurgulanır. [Davies, 2017] Sosyal yardım sistemi, aynı zamanda beceriksiz olarak gördüğü insanların kimliğini “bozuk” veya hasarlı olarak tanımlar ve bu tanımın yerleşikleşmesini sağlar. On dokuzuncu yüzyılda tımarhanelerin yaptığı gibi, geri kalan çalışan nüfus, daha yoğun bir biçimde sömürülsün diye, çalışmayan nüfus, bu sayede dilsizleştirilip yalnızlaştırılır.

Hegemonyanın Artırılması

Akıl sağlığı sisteminin yukarıda açıklanan işlevlerinin altında, ilgili durumların tıbbi durumlar olduğu, bunların vücuttan kaynaklandığı ve dolayısıyla bireyleri davranışları için sorumluluktan muaf tuttuğu ve bu davranışın başkaları tarafından zorla değiştirilmesini haklı çıkardığı fikri yatmaktadır. [Moncrieff, 2020] Bu konumun bilimsel kanıtlarla desteklenmediğini görmüş olsak da, yaygın olarak benimsenmektedir. Bu anlamda ilgili konumu kabul edenler, toplumsal ve politik statükoyu meşrulaştırmaya yardımcı olmaktadırlar.

Nikolas Rose’un “hoşnutsuzluğun psikiyatri düzleminde yeni bir biçime kavuşturulması” [Rose, 2006, s. 479] olarak adlandırdığı, hayatta yüzleşilen güçlükleri birer hastalık olarak yorumlayan yaklaşım, uzun zamandır protesto eylemlerini susturmak ve değişime mani olmak için kullanılan bir tür politik strateji olarak kullanılıyor. Bu, psikiyatri karşıtı düşünürlerin [Laing, 1967] ve “toplumun yavaş yavaş ilâç bağımlısı kılındığını” gören sosyal bilimcilerin [Zola, 1972; Illich, 1976; Conrad ve Schneider, 1980] altmışlarda ve yetmişlerde işaret ettiği, son dönemde neoliberalizmi eleştiren isimlerce [Fisher, 2009; Cohen, 2016; Davies, 2017] yeniden keşfedilen bir husus.

Söz konusu strateji, kapitalist ülkelerde olduğu kadar sosyalist ülkelerde de uygulanmıştır. William Davies’in de işaret ettiği gibi, mutsuzluk “kendisine kritik bir potansiyel bahşeden politik ve sosyolojik nitelikler”e sahiptir. [Davies, 2011] Mutsuzluğu bir hastalık olarak yorumlayıp onu Batı’nın neoliberal toplumlarında görüldüğü üzere, “klinik düzeyde ele alınması gereken depresyon” kategorisinde ele almak, Sovyet bloku ve komünist Çin’de görüldüğü üzere, nevrasteni (sinir zayıflığı) [Kleinman, 1982; Skultans, 2003] veya yirminci yüzyılın önemli bir kısmında tanık olduğumuz şekliyle kaygı [Healy, 2004] olarak yaftaladığımızda, bu rahatsızlığın akla mantığa gelir bir yanı olmadığını, anlaşılmak yerine yok edilmesi gereken bir şey olduğunu söylemiş oluruz. Endişe, sıkıntı ve sefaleti tıbbi bir durum olarak görmek, bireyi içsel kusurlarından iyileştirilmesi gereken bir hasta olarak izole eder. Onları duygularının sosyal sonuçlarını anlamaktan alıkoyar ve toplumun ruh sağlığı sorunlarının salgın gibi yayılıyor oluşunu “toplumsal hayata dair yorumlar” olarak anlamasına mani olur. [Davies, 2017, s. 205]

Daha önce de belirttiğimiz gibi, son yıllarda yüksek gelirli ülkelerde akıl hastalığı teşhisi konulan, bu konuda tedavi gören insanların sayısında büyük bir artış yaşandı, ayrıca özellikle antidepresanların ve aynı zamanda (genellikle dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu için yazılan) uyarıcı ilâçların, bunun yanında, antipsikotikler gibi ağır hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların ve kaygıyla mücadele için başvurulan ilâçların kullanımında çarpıcı artışlara tanıklık edildi. [Ilyas ve Moncrieff, 2012] İngiltere’de kendisine hekim tarafından sadece bir antidepresan ilâç yazılan insanların toplam nüfusa oranı yüzde 17’yi buluyor. [Taylor vd., 2019]

Bu eğilim, belirli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu bariz sebeplerden biri, ilâç endüstrisi. Bu endüstri, hem politik sahada kontrol ve denetleme mekanizmalarından azade kılınan hem de internetin yaygınlaşmasıyla daha da hızlanan pazarlama faaliyetleriyle epey güç kazandı. Bu süreçte, örneğin doksanlarda ABD’de ve başka ülkelerde, tüketiciye reklâm yapma yasağı kaldırıldı. [Davies, 2017]

Depresyonun beyin kimyasındaki dengesizliğin ve anormalliğin ya da başka türden bir biyolojik anormalliğin sonucu olduğuna dair elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen [Kennis vd., 2020; Moncrieff vd., 2021], Amerikan Psikiyatri Örgütü ve İngiltere’deki Kraliyet Psikiyatri Koleji’nin yardım ve suç ortaklığıyla [APA, 2018; Royal College of Psychiat, 2009] ilâç endüstrisi, kamuoyunu mutsuzluğun ve memnuniyetsizliğin kusurlu beyinden kaynaklandığı konusunda ikna etmeyi başardı. Örneğin 2000’li yıllarda ABD ve Avustralya’da yapılan anketler, katılımcıların önemli bir bölümünün depresyonun kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını düşündüğünü ortaya koyuyordu. ABD’deki ankette bu oran yüzde 85, Avustralya’da ise yüzde 88’di. [France vd., 2007; Pilkington vd., 2013]

Siyasi kurumlar da insanların zor koşullara verdikleri tepkilerin akıl sağlığı sorunları olarak anlaşılabileceği fikrini benimsediler. Örneğin Birleşik Krallık hükümetinin “çocukların ve gençlerin ruh sağlığının dönüştürülmesi” için attığı adım [NHS, 2021] esasen gençler arasında görülen stresin, kaygının ve davranış sorunlarının modern eğitim sisteminin alabildiğine rekabete kilitlenmiş yapısından değil de toplum özümsesin, kendisine uyarlasın diye bireylere bu konuda yardım etmek için kurgulanmış tedavi süreçleriyle ortadan kaldırılabilecek bireysel kusurlar veya zafiyetler olduğunu söyleyen fikri temel alıyordu. “Hafif ilâ orta dereceli kaygı gibi duygusal rahatsızlıklara ve bazı ruhsal bozukluklara erken müdahale edilmesini mümkün kılmak adına” okullarda akıl sağlığı destek ekipleri kuruldu. Bu ekipler, gerekli gördüklerinde, bazı öğrencileri hastaneye sevk ediyorlardı. Bu da kaçınılmaz olarak akıl hastalığı teşhisi konularak bir biçimde damgalanan ve ilâç tedavisine sevk edilen öğrenci sayısını artırdı, fakat birçok öğrenciye faydası olmayan bu işlem, onların belirli risklerle ve tehlikelerle yüzleşmelerine neden oldu. [Kazda vd., 2021]

Kapitalizm, sorunsuz bir şekilde işlemek ve tüketimi daim kılmak için belirli bir düzeyde memnuniyetsizliğe ihtiyaç duyar. İnsanların hayatlarının bir şekilde eksik olduğuna ikna edilmeleri gerekir. Neoliberalizm, devlete ait sorumlulukları üstlenmek suretiyle söz konusu sürecin daha yoğun işlemesini sağladı. [Davies, 2011]

“Kamusal sorunların özelleştirilmesi ve her fırsatta rekabetçi seçimler yapma gerekliliği” [Hall vd., 2013, s. 12] sermaye birikimini canlandırmak için gerekli talebi oluşturan sürekli güvensizlik ve yetersizlik duygularını besler. Neoliberal ideal öznenin, kendi refahından tümüyle sorumlu, bilgili ve akıllı bir tüketici olarak inşa edilmesi, o “sorumluluk illeti”ne [Dardot ve Laval, 2017, s. 292] yakalanması, hem kişide stresin artmasına neden olan koşulları meydana getirir hem de insanları ilâç ve kısa süreli terapi gibi diğer kolay pazarlanabilir ürünlerin tüketiminde çözüm arama konusunda teşvik eder. [Davies, 2017]

Kapitalist sistemin temeli olan rekabet, kazananları ve kaybedenleri yaratır. Bu nedenle başarısızlık korkusu, modern birey için sürekli bir endişe kaynağıdır ve başarısızlığın kendisi, genellikle depresyon olarak adlandırılan moral bozukluğu ve umutsuzluğun tetikleyicisidir. [Ehrenberg, 2010; Dardot ve Laval, 2017] Marksist yazar Mark Fisher’a göre, “Depresyon, girişimcilik kültürünün karanlık yüzüdür. O, sihirli değnek olarak pazarlanan iradeciliğin eldeki sınırlı imkân ve fırsatlarla yüzleşmesi sonucu ortaya çıkan bir sonuçtur.” [Fisher, 2012]

Bu durumu sistemin yol açtığı bir yan ürün olarak değil, bireysel eksiklikler olarak takdim etmek, politik ve ekonomik kökenlerini gizlemeye yardımcı olur. Bu nedenle, akıl sağlığı, akıl hastalığı veya ruhsal bozukluk üzerine kurulu olan dil, Marksist anlamda bir “ideoloji” olarak ele alınabilir; bu kavramlar, bu kavramların altında yatan gerçek gerilimleri ve çatışmaları karartmaya yardımcı olurlar ve halkın bu tür olguları nispeten önemli ve bir şekilde uzmanlara terk edilmesi gereken teknik sorunlar olarak görmelerini sağlarlar.

Bruce Cohen’in işaret ettiği gibi, “biyomedikal ideoloji, geç kapitalizmin yarattığı toplumsal ve ekonomik koşullara sunulan hâkim ‘çözüm’ yöntemi hâline gelmiştir.” [Cohen, 2016, s. 91.] Bu olguyu “psikiyatrikleşme” olarak tanımlayan yazarlar, bireysel bağımlılığın yaratılmasından, ihtiyaç duyulan kaynakların diğer sağlık ve sosyal hizmet alanlarından ayrılmasına kadar sayısız kişisel ve sosyal sonuçlara nasıl yol açtığını söylüyorlar. [Beeker vd., 2021] Ancak öte yandan en önemli mesele, Marksistlerin dile getirdiği gibi, bu ideolojinin “başarısız politikalar”ı gizliyor olmasıdır. [Conrad, 1992, s. 7]

Mevcut “akıl sağlığı hareketi”, işsizlik, okul başarısızlığı, çocuk istismarı, aile içi şiddet ve yalnızlık da dâhil olmak üzere giderek artan bir dizi sosyal soruna yönelik makul tepkilerimizi uzmanlara, profesyonel tedaviye ve destekleyici bir ideolojiye ihtiyaç duyan bireysel bir patoloji olarak kavramaya teşvik etmek suretiyle, dikkati sorunlardan uzaklaştırarak, mevcut toplumsal ve ekonomik ilişkileri meşrulaştırmaya yardımcı olur. Bu hâliyle, şu anda dünyanın çoğuna hâkim olan kapitalist sistem için hegemonik bir araç işlevi görür. Bazı akıl sağlığı kampanyacılarının, profesyonellerinin ve akademisyenlerin yol açtıkları politik sonuçları ortaya çıkarmaya ve şu anda ruhsal bozukluk olarak nitelediğimiz güçlükleri anlamanın başka yollarını sunmaya dönük onca çabaya rağmen, bu insanların halkın tutumlarını şekillendirmede ve politik destek kazanmada başarılı olduklarını görmek gerekmektedir. [Johnstone vd. , 2018; Guy vd., 2019]

Akıl Sağlığı Sorunlarına Yönelik Toplumsal Tepkiler

Bu analizin ortaya koyduğu biçimiyle, toplumun bağımlılık ve zahmetli davranışlardan kaynaklanan sorunlara nasıl tepki verdiği, tartışmalı bir mevzudur. Foucault ve Peter Conrad gibi tıp sosyologları için, bu tür sorunların tıbbileştirilmesi, bu sorunların ahlakî ve politik olarak tarafsız kılınması gibi önemli bir sonuca yol açar. [Foucault, 1965; Conrad, 1992). Akıl hastalığı kavramı, davranışları antisosyal veya tehlikeli olan, ancak ceza hukuku sistemine uygun olamayacak kadar kafası karışmış veya mantıksız olan kişilere karşı güç kullanmak için bir gerekçe sağlar. Ayrıca, yaşlı veya fiziksel olarak hasta veya engelli olmaları nedeniyle bakıma hak kazanmayan kişilere de destek yetkisi verir. Bu cevapları nitelikli, tıp uzmanlarının haklı ve münhasır alanı olan tıbbi faaliyetler olarak sunmak, onları sorgulanmaktan veya itirazdan muaf tutar. Psikiyatrist ve eleştirmen Thomas Szasz'ın belirttiği gibi, psikiyatrik sistem, işlevlerini “politikacıların, profesyonellerin ve halkın çoğunluğunun vicdanını memnun edecek ve yatıştıracak şekilde” yerine getirir. [Szasz, 1994, s. 200] Aynı zamanda bireylerin mutsuzluk ve hoşnutsuzluklarının kaynaklarını dış koşullardan ziyade kendi beyinlerinde bulmalarını sağlayan bu sistem, böylelikle başka türlü görülebilecek şeyleri bireye mal eder, politik ve ekonomik sistemi zor durumdan kurtarmak suretiyle, sosyo-ekonomik bir sistem olarak kapitalizmin sürdürülmesi noktasında gerekli olan hegemonyanın tesisi için önemli bir rol oynar. [Conrad, 1992, s. 224]

Öte yandan, bazı solcu analistler, özellikle Peter Sedgewick, bu pozisyonun kapitalist hükümetlerin engelli yardımlarını kesmesine ve zihinsel sağlık sorunlarından etkilenen insanlar için mevcut diğer kaynakları azaltmasına imkân sağladığını söylüyor. [Sedgewick, 1982] Bu teorik olarak mümkün olsa da, ilgili tespit, Sedgewick'in ruhsal bozuklukların esasen nörolojik hastalıklarla eşdeğer olduğuna dair görüşünün bir sonucudur.

Ruhsal bozuklukların nörolojik birer hastalık olduğu konusunda elde yeterince kanıt olmaması yanında, tüm bağımlılık ve yıkıcı davranışların fiziksel bir hastalıktan kaynaklandığını kabul etmek zor görünüyor. Eğer bu fikri kabul etmeyenler [Moncrieff, 2020] haklı ise, o vakit, ahlakî ve politik açmazları bir biçimde kabul eden, sistemden yardım alanların duygu ve düşünceleriyle beslenen kapsamlı bir demokratik tartışmayı esas alan şeffaf bir kontrol ve bakım sistemine ihtiyacımız var demektir. Böyle bir sistem, insanların davranışları başka insanlar için sıkıntı veya tehlike arz ettiğinde onların kısıtlanması ile ilgili ihtiyacı, bireyin yaşamak istediği gibi yaşaması ile ilgili meşru çıkarlarıyla dengelemek zorunda kalacaktır. [s. 19] Ayrıca, biyolojik olarak kusurlu olduklarını düşünmek zorunda kalmadan, finansal veya pratik açıdan bağımsız olamayan insanlara kaynakları ve bakımı adil ve şeffaf bir şekilde dağıtmak için hasta denilen rolün karşısına başka bir seçenek çıkartılması gerekecektir. [Cresswell ve Spandler, 2009].

Kapitalizm Üzerine Düşünceler

Bu analiz, akıl sağlığı sisteminin, modern toplumların uygun, yetenekli ve uyumlu bir işgücü ürettiği ve sosyal uyumu sağladığı daha geniş bir toplumsal yeniden üretim sisteminin parçası olarak anlaşılabileceği iddiasında bulunuyor. Toplumsal yeniden üretimin özel araçları, her toplumun aldığı ekonomik ve toplumsal biçime bağlıdır. Akıl sağlığı sisteminin bazı yönleri, farklı dönemleri, siyasi sistemleri ve kültürleri kesen kalıcı sosyal sorunlara verilmiş kalıcı bir cevaptır. Bunlar, modern tıbbi bakış açılarının ve müdahalelerin tanıtılmasıyla temelden değiştirilmemiştir. Yüzlerce yıl boyunca, İngiliz Yoksullar Yasası yetkilileri, eve ekmek getiren kişinin akıl sağlığının bozulduğu bir aileye nasıl yardım edileceği veya toplumu mantıksız ve öngörülemeyen davranışlarda bulunan birinden nasıl koruyacakları gibi meselelerle cebelleşmek zorunda kaldılar. [Rushton, 1988). Başkasına bağımlı olan kişilerin kargaşaya neden olacak, yıkıcı davranışlarını kontrol altına almak, modern ruh sağlığı sisteminin temel işlevleri olmaya devam etmektedir.

Öte yandan, bazı eğilimler, genel olarak kapitalizmin ve özel olarak neoliberal kapitalizmin ayırt edici özelliğidir. Modern refah devleti, kısmen, ücretli emekle geçimini sağlayacak kadar yoğun ve üretken çalışamayanları tazmin etmek için ortaya çıktı. Akıl hastalığı kavramı, fiziksel hastalık ve engelliliğin doğası üzerinden meşrulaştırılmış olan sistemin, düzensiz, moralsiz, yavaş, antisosyal, kaotik veya motivasyonsuz olan, eldeki işgücünün niteliği açısından farklılık arz eden insanları bir araya getirmesini mümkün kılar. Ekonominin canlandığı dönemlerde bu kişilerin belirli bir kısmı işgücüne dâhil edilirler. Örneğin yirminci yüzyılın ortalarında şizofreni gibi ağır ruhsal sorunları bulunan kişiler, işe girme konusunda ciddi bir şansa sahip olmuşlardır. [Warner, 2004]

Bununla birlikte, neoliberal kapitalizmle geçen dönem boyunca emek hakları geri alındıkça ve iş daha rekabetçi ve sömürücü hâle geldikçe, giderek daha fazla sayıda insan, ekonomik açıdan uzun süre atıl hâle geldi.

Nüfusun dörtte birine akıl hastalığı teşhisinin konulduğu [Sağlık ve Sosyal Bakım Bilgi Merkezi, 2015] veya antidepresan kullanımında dünya genelinde beşinci sıraya yerleşmiş [Taylor vd., 2019] bir ülkede bunca insanda henüz bir beyin hastalığının teşhis edilememiş olmaması, gerçekten saçma bir durumdur.

Esasında bu durum, günümüz kapitalizminin değişen yapısını yansıtmaktadır. Engellilere sunulan destek, kapitalizmin insanların toplumun üretimle ilgili çabalarına katkıda bulunma fırsatlarını daralttığı, böylelikle, çok sayıda insanı kendi toplumuna katkı sunamayan artık nüfus hanesine kaydettiği gerçeğini gizler. Sanayi sonrası dönemde halkların akıl hastası yığınlarına dönüşmeleri, esasen toplumun geniş bir kesiminin ekonomik ve toplumsal açıdan kenara itilmesini ifade eder. Akıl sağlığı sorunlarının tıbbileştirilmesine, ilâca bağımlı kılınmasına karşı durmak, kapitalizmin bazı temel çelişkilerini ortaya çıkarmak ve siyasi değişim için zemin hazırlamak için zaruri bir adımdır.

Joanna Moncrieff
17 Ocak 2022
Kaynak

Kaynakça:
APA (2018). “What Is Depression? American Psychiatric Association”, Psychiatry.

Beatty, C., Fothergill, S. ve Macmillan, R. (2000). “A Theory of Employment, Unemployment and Sickness.” Reg. Stud. 34, s. 617–630. Tandfonline.

Beeker, T., Mills, C., Bhugra, D., Te Meerman, S., Thoma, S., Heinze, M., vd. (2021). “Psychiatrization of Society: A Conceptual Framework and Call for Transdisciplinary Research. Front.” Psychiatry 12, 645556. Frontiersin.

Bengtsson, S. (2017). “Out of the Frame: Disability and the Body in the Writings of Karl Marx.” Scand. J. Disabil. Res. 19 (2), s. 151–160. Tandfonline.

Bennett, C., Graham, I. D., Kristjansson, E., Kearing, S. A., Clay, K. F. ve O'Connor, A. M. (2009). “Validation of a Preparation for Decision Making Scale.” PatientEducCouns 78 (1), s. 130–133. Pubmed.

Black, C. (2008). “Dame Carol Black's Review of the Health of Britain's Working Age Population: Working for a Healthier Tomorrow”. Londra, The Stationery Office. PDF.

Boltanski, L. Ve Chiapello, E. (2018). The New Spirit of Capitalism. Londra: Verso.

Brown, J., Hanlon, P., Turok, I., Webster, D., Arnott, J. Ve Macdonald, E. B. (2009). “Mental Health as a Reason for Claiming Incapacity Benefit-Aa Comparison of National and Local Trends.” J. Public Health (Oxf) 31 (1), s. 74–80. Pubmed.

Cohen BMZ. Psychiatric Hegemony (2016). A Marxist Theory of Mental Illness. Londra: Palgrave Macmillan.

Conrad, P. (1992). “Medicalization and Social Control”. Annu. Rev. Sociol. 18, s. 209–232. Annual.

Conrad, P. ve Schneider, W. (1980). Deviance and Medicalization: From Badness to Sickness. St Louis: The C.V. Mosby company.

Conrad, P. ve Potter, D. (2000). “From Hyperactive Children to ADHD Adults: Observations on the Expansion of Medical Categories.” Soc. Probl. 47 (4), Academic.

Cookson, J. (2005). “A Brief History of Psychiatry,” Core Psychiatry içinde. Yayına Hazırlayanlar: P. Wright, J. Stern ve M. Phelan. İkinci Baskı (Edinburgh: Elsevier Saunders), s. 1–12.

Cowling, M. (1985). “The Welfare State as a Reproduction Condition of Capitalism: what Does This Explanation Tell Us?” Int. J. Soc. Soc. Pol. 5 (1), s. 68–78. Emerald.

Cresswell, M. Ve Spandler, H. (2009). “Psychopolitics: Peter Sedgwick's Legacy for the Politics of Mental Health.” Soc. Theor. Health 7 (2), s. 129–147. Springer.

Danziger, S., Frank, R. G. ve Meara, E. (2009). “Mental Illness, Work, and Income Support Programs.” Am. J. Psychiatry 166 (4), s. 398–404. AJP.

Dardot, P. ve Laval, C. (2017). The New Way of the World: On Neoliberal Society. Londra: Verso.

Davies, J. (2017). “Political Pills: Psychopharmaceuticals and Neoliberalism as Mutually Supporting,” The Sedated Society içinde (Londra: Palgrave Macmillan), s. 189–225. Springer.

Davies, W. (2011). “The Political Economy of Unhappiness.” New Left Rev. 71 (Eylül/Ekim).

Dershowitz, A. (1974). “The Origins of Preventive Confinement in Anglo-American Law- Part 1: The English Experience, University of Cincinnati Law Review, 43, s. 1–60.

Dewa, C. S., Hoch, J. S., Lin, E., Paterson, M. ve Goering, P. (2003). “Pattern of Antidepressant Use and Duration of Depression-Related Absence from Work.” Br. J. Psychiatry 183, s. 507–513. Pubmed.

Ehrenberg, A. (2010). The Weariness of the Self. Montreal: McGill-Queens University Press.

Ferguson, I., Lavalette, M. ve Mooney, G. (2002). Rethinking Welfare: A Critical Perspective. Londra: Sage.

Fessler, A. (1956). “The Management of Lunacy in Seventeenth century England; an Investigation of Quarter-Sessions Records.” Proc. R. Soc. Med. 49 (11), s. 901–907. Sage.

Finkelstein, V. (1981). “Disability and the Helper/Helped Relationship. An Historical View,” Handicap in a Social World içinde. Yayına Hazırlayanlar: A. Brechin, P. Liddiard ve J. Swain (Londra: Hodder Arnold).

Fisher, M. (2009). Capitalist Realism: Is There No Alternative? Londra: Zero Books.

Fisher, M. (2012). “Why Mental Health Is a Political Issue.” Manchester, UK: The Guardian. 16. Temmuz 2012.

Forsythe, B., Melling, J. ve Adair, R. (1996). “The New Poor Law and the County Pauper Lunatic Asylum-Tthe Devon Experience 1834-1884.” Soc. Hist. Med. 9, 335–355. Academic.

Foucault, M. (1965). Madness and Civilisation. New York: Random House.

France, C. M., Lysaker, P. H. ve Robinson, R. P. (2007). “The ‘Chemical Imbalance’ Explanation for Depression: Origins, Lay Endorsement, and Clinical Implications.” Prof. Psychol. Res. Pract. 38, s. 411–420. Psycnet.

Fusar-Poli, P., Smieskova, R., Kempton, M. J., Ho, B. C., Andreasen, N. C. ve Borgwardt, S. (2013). “Progressive Brain Changes in Schizophrenia Related to Antipsychotic Treatment? A Meta-Analysis of Longitudinal Mri Studies.” NeurosciBiobehavRev 37 (8), s. 1680–1691. Pubmed.

Glynn, A. (2006). Capitalism Unleashed. Oxford: Oxford University Press.

Gough, I. (1979). The Political Economy of the Welfare State. Londra: Macmillan.

Guy, A., Davies, J. ve Rizq, R. (2019). Guidance for Psychological Therapists: Enabling Conversations with Clients Taking or Withdrawing from Prescribed Psychiatric Drugs (Londra: APPG for Prescribed Drug Dependence).

Hall, S., Massey, D. ve Rustin, M. (2013). “After Neoliberalism: Analysing the Present.” Soundings 53, s. 8–22. Ingenta.

Harman, C. (1986). “Base and Superstructure.” Int. Socialism 2, s. 3–44.

Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Oxford: Oxford University Press.

Health and Social Care Information Centre (2015). Health Survey for England 2014. Londra.

Healy, D., Harris, M., Michael, P., Cattell, D., Savage, M., Chalasani, P., vd. (2005). “Service Utilization in 1896 and 1996: Morbidity and Mortality Data from North Wales.” Hist. Psychiatry 16 (61 Pt 1), s. 27–42. Sage.

Healy, D. (2004). “Shaping the Intimate: Influences on the Experience of Everyday Nerves.” Soc. Stud. Sci. 34 (2), s. 219–245. Sage.

Higgs, P. (1993). The NHS and Ideological Conflict. Aldershot, UK: Avebury.

Illich, I. (1976). Limits to Medicine. Medical Nemesis: The Expropriation of Health. Londra: Marion Boyers.

Ilyas, S. ve Moncrieff, J. (2012). “Trends in Prescriptions and Costs of Drugs for Mental Disorders in England, 1998-2010, 1998-2010.” Br. J. Psychiatry 200 (5), s. 393–398. Pubmed.

Ingelby, D. (1981). “Understanding 'mental Illness,” Critical Psychiatry: The Politics of Mental Health içinde, yayına hazırlayan: D. Ingelby (Londra: Penguin Books), s. 23–71.

Ironside, M. ve Seifert, R. The Impact of Privatisation and the Marketisation on Employment Conditions in the Public Services Radical Statistics. 2004; s. 57–71.

Joffe-Walt, C.(2013). Unfit for Work The Startling Rise of Disability in America: NPR. [şuradan erişilebilir: NPR.

Johnstone, L., Boyle, M., Cromby, J., Dillon, J., Harper, D., Kinderman, P., vd. (2018). “The Power Threat Meaning Framework: Towards the Identification of Patterns in Emotional Distress, Unusual Experiences and Troubled or Troubling Behaviour, as an Alternative to Functional Psychiatric Diagnosis.” Leicester: British Psychological Society.

Joseph, J. (2003). The Gene Illusion: Genetic Research in Psychiatry and Psychology under the Microscope. Monmouth, UK: PCCS Books.

Kazda, L., Bell, K., Thomas, R., McGeechan, K., Sims, R. Ve Barratt, A. (2021). “Overdiagnosis of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder in Children and Adolescents: A Systematic Scoping Review.” JAMA Netw. Open 4 (4), e215335. JAMA.

Kemp, P. A., Sunden, A. ve Bakker Tauritz, B. (2006). Sick Societies: Trends in Disability Benefits in post-industrial Welfare States. Cenevre: International Social Security Association.

Kendler, K. S. ve Schaffner, K. F. (2011). “The Dopamine Hypothesis of Schizophrenia: an Historical and Philosophical Analysis.” Philos. Psychiatry Psychol. 18 (1), s. 41–63. Muse.

Kennis, M., Gerritsen, L., van Dalen, M., Williams, A., Cuijpers, P. ve Bockting, C. (2020). “Prospective Biomarkers of Major Depressive Disorder: a Systematic Review and Meta-Analysis.” Mol. Psychiatry 25 (2), s. 321–338. Nature.

Kleinman, A. (1982). “Neurasthenia and Depression: a Study of Somatization and Culture in China.” Cult. Med. Psychiatry 6 (2), s. 117–190. Springer.

Laing, R. D. (1967). The Politics of Experience and the Bird of Paradise. Harmondsworth: Penguin Books.

Latham, J. ve Wilson, A. (2010). “The Great DNA Data Deficit: Are Genes for Disease a Mirage?” 1 Aralık 2021: News.

Mars, B., Heron, J., Kessler, D., Davies, N. M., Martin, R. M., Thomas, K. H., vd. (2017). “Influences on Antidepressant Prescribing Trends in the UK: 1995-2011.” Soc. Psychiatry Psychiatr. Epidemiol. 52 (2), s. 193–200. Springer.

Marx, K. (1990). Capital Cilt 1. Londra: Penguin Books.

Matthews, D. (2018). “The Working Class Struggle for Welfare in Britain.” Montly Rev. 69 (9), s. 33. MR.

Middleton, N., Gunnell, D., Whitley, E., Dorling, D. ve Frankel, S. (2001). “Secular Trends in Antidepressant Prescribing in the UK, 1975-1998.” J. Public Health Med. 23 (4), s. 262–267. Pubmed.

Moncrieff, J. (2020). “It Was the Brain Tumor that Done it!": Szasz and Wittgenstein on the Importance of Distinguishing Disease from Behavior and Implications for the Nature of Mental Disorder.” Philos. Psychiatry Psychol. 27, s. 169–181. Muse.

Moncrieff, J. A, “Critique of Genetic Research on Schizophrenia – Expensive Castles in the Air2014”, 1 Aralık 2021: Moncrieff.

Moncrieff, J. (2009). “A Critique of the Dopamine Hypothesis of Schizophrenia and Psychosis.” Harv. Rev. Psychiatry 17 (3), s. 214–225. Pubmed.

Moncrieff, J., Cooper, R., Stockmann, T., Amendola, S., Hengartner, M. P. ve Horowitz, M. A. (2021). “The Serotonin Theory of Depression: An Umbrella Review of the Evidence Molecular Psychiatry.” Teslim edildi.

Moncrieff, J. ve Middleton, H. (2015). “Schizophrenia: a Critical Psychiatry Perspective.” Curr. Opin. Psychiatry 28 (3), s. 264–268. Pubmed.

Moncrieff Jc, R., Stockmann, T., Amendola, S., Hengartner, M. P. ve Horowitz, M. A. “The Serotonin Theory of Depression: a Systematic Umbrella Review of the Evidence.” Molecular Psychiatry dergisine teslim edildi.

Moynihan, R., Heath, I. ve Henry, D. (2002). “Selling Sickness: the Pharmaceutical Industry and Disease Mongering.” BMJ 324 (7342), s. 886–891. BMJ.

NHS (2021). “New Mental Health Support in Schools and Colleges and Faster Access to NHS Care: NHS.” İngiltere: England.

Niemietz, K. (2016). A Briefing: Disability Benefits. Londra.

O'Connor, J. (1973). The Fiscal Crisis of the State. New York: St Martin's Press.

Office for Budget Responsibility. “Welfare trends report.” Londra; 2019.

Office for National Statistics (2018). “UK Whole Economy: Output Per Hour Worked: Office for National Statistics.” ONS.

Oliver, M. (1999). “Capitalism, Disability, and Ideology: A Materialist Critique of the Normalization Principle,” A Quarter-century of Normalization and Social Role Valorization: Evolution and Impact içinde. Yayına hazırlayanlar: R.J. Flynn ve R.A. Lemay (Ottowa: University of Ottowa Press), s. 163–173.

Organisation for Economic Co-Operation and Development (2020). “Statistics Health Status.” Paris, France: OECD. Stats.

Pierson, P. (1996). “The New Politics of the Welfare State.” World Pol. 48, s. 143–179. Cambridge.

Pilkington, P. D., Reavley, N. J. ve Jorm, A. F. (2013). “The Australian Public's Beliefs about the Causes of Depression: Associated Factors and Changes over 16 Years.” J. Affect Disord. 150 (2), s. 356–362. Direct.

Priebe, S., Badesconyi, A., Fioritti, A., Hansson, L., Kilian, R., Torres-Gonzales, F., vd. (2005). “Reinstitutionalisation in Mental Health Care: Comparison of Data on Service Provision from Six European Countries.” BMJ 330 (7483), s. 123–126. BMJ.

Rehling, J. ve Moncrieff, J. (2020). “The Functions of an Asylum: an Analysis of Male and Female Admissions to Essex County Asylum in 1904.” Psychol. Med., s. 1–7. Pubmed.

Roberts, J. ve Taylor, K. (2019). New Evidence on Disability Benefit Claims in the UK: The Role of Health and the Local Labour Market. Bonn: IZA Institute of Labour Economics, 12825. Contract No.: IZA DP No.

Rose, N. (2006). “Disorders without Borders? the Expanding Scope of Psychiatric Practice.” BioSocieties 1 (4), s. 465–484. Springer.

Rose, S., Lewontin, R. C. ve Kamin, L. J. (1984). Not in Our Genes. Biology, Ideology and Human Nature. Pantheon Books.

Royal College of Psychiatrists (2009). Antidepressants London. Londra, UK: Royal College of Psychiatrists: Rcpysch.

Rushton, P. (1988). “Lunatics and Idiots: Mental Disability, the Community, and the Poor Law in North-East England, 1600-1800.” Med. Hist. 32, s. 34–50. Cambridge.

Scull, A. (1977). Decarceration: Community Treatment and the Deviant- a Radical View. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.

Scull, A. (1993). The Most Solitary of Afflictions. New Haven: Yale University Press.

Sedgewick, P. (1982). Psychopolitics. Londra: Pluto Press.

Skultans, V. (2003). “From Damaged Nerves to Masked Depression: Inevitability and hope in Latvian Psychiatric Narratives.” Soc. Sci. Med. 56 (12), s. 2421–2431. Pubmed.

Slorach, R. (2011). “Marxism and Disability.” Int. Socialism 129 (4 Ocak).

Stevenson, R. D. ve Moore, D. E. (2019). “A Culture of Learning for the NHS.” J. Eur. CME 8 (1), 1613862. Tandfonline.

Szasz, T. (1994). Cruel Compassion. Psychiatric Control of Society's Unwanted. New York: John Wiley & Sons.

Szasz, T. (1970). Ideology and Insanity; Essays on the Psychiatric Dehumanization of Man. New York: Anchor Books.

Szasz, T. (1989). Law, Liberty and Psychiatry: An Inquiry into the Social Uses of Mental Health. Syracuse New York: Syracuse University Press.

Szasz, T. (2000). “Mental Disorders Are Not Diseases”. Tysons, VA: USA Today. [Ocak 2000]. Szasz.

Taylor, S., Annand, F., Burkinshaw, P., Greaves, F., Kelleher, M., Knight, J., vd. (2019). Dependence and Withdrawal Associated with Some Prescribed Medicines: An Evidence Review. Londra.

UNISON (2013). “Welfare Reform Changes Affecting Disabled People”. Londra, Birleşik Krallık: UNISON.

Valenstein, E. (1998). Blaming the Brain. New York: Free Press.

Viola, S. ve Moncrieff, J. (2016). “Claims for Sickness and Disability Benefits Owing to Mental Disorders in the UK: Trends from 1995 to 2014.” BJPsych Open 2, s. 18–24. Pubmed.

Waddell, G. ve Aylward, M. (2005). The Scientific and Conceptual Basis of Incapacity Benefits. Londra: The Stationery Office.

Warner, R. (2004). Recovery from Schizophrenia: Psychiatry and Political Economy. Hove. East Sussex.: Brunner-Routledge.

Whitaker, R. (2002). Mad in America. Cambridge, MA: Perseus Publishing.

Wright, D. (1997). “Getting Out of the Asylum: Understanding the Confinement of the Insane in the Nineteenth century.” Soc. Hist. Med. 10 (1), s. 137–155. Academic.

Zola, I. K. (1972). “Medicine as an Institution of Social Control.” Sociol. Rev. 20 (4), s. 487–504. Sage.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder