Pages

08 Haziran 2022

Hudutsuz Düşünmek

Alain Badiou Söyleşisi

Çinli Felsefeci

27 Mart 2015

 

Bir süre önce saygın bir Maoist olan Fransız felsefeci Alain Badiou, Çinli bir felsefeciyle sohbet etmek için Çin’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Kadın mı yoksa erkek mi olduğunu bilmediğimiz bu Çinli felsefecinin ismi zamanın külleri arasında kaybolup gitse de geriye bu gerçekleştiği iddia edilen buluşmanın dökümü kaldı. Bu metin, günümüz Çin sanatının teorize edilmesi fikrini savunan, bu konuda önemli tartışmalara yol açmış Lu Xinghua ile Badiou arasında gerçekleşmiş sohbet serisine önemli ölçüde benzerlik arz ediyor. Bu muhabbetin geçen Aralık ayında New York’ta şüpheci bir muhatap ile birlikte yeniden sergilenmiş olan hâli, kıta felsefesinin en hararetli şarkiyatçı fantezilerine bir kapı aralayarak, sahici bir diyalektik eğlenceyle bir iki saatliğine buluşulmasını mümkün kıldı.

● ● ●


Mao Zedung’un yazılarını ne vakit, hangi koşullar altında okumaya başladığınız? Zira Mao Zedung, Fransız bir felsefeciye oldukça sıra dışı bir okuma materyali sunabilecek bir isim.

Ben, Mao’nun yazılarını dünyanın mevcut durumu gereği, altmışlı yılların başlarında okumaya başladım. Bana ne Stalinist komünizm, ne SSCB ne de Hruşçef revizyonizmi cazip geliyordu. Hiç Fransız Komünist Partisi üyesi de olmadım. Hem SSCB hem de Fransız Komünist Partisi konusunda bende oluşmuş olan şüphelere nihai biçimini ta başından beri Sovyet revizyonistlerine karşı Çinlilerin yürüttükleri polemiğin muhtevası ve üslubu vermişti.

Mao ve Çin Komünist Partisi’nde ilk gördüğüm şeyin Sovyet siyasetinin “sol” eleştirisi olduğunu söyleyebilirim. Mao’nun asıl şikâyet ettiği husus şudur: Stalin’in vizyonu diyalektik değildir. O, esasen dondurulmuş, hareketsiz kılınmış devlet sosyalizmini temsil ederken, tüm o önemli metinlerinde açık bir dille aktardığı biçimiyle, Mao’da düşünme pratiği neredeyse hudutsuzdur.

Muhtemeldir ki bu bahsini ettiğiniz hudutsuzluk gerçek bir politik ajandanın ihtiyaç duyduğu sahicilikle ve pragmatizmle çelişme ihtimaline sahip. Bunun dışında, belirtmem gerek ki Mao’nun hudutsuz diyalektikten yana olduğuna dair fikriniz beni epey şaşırttı! Bu dünyada o kısacık ömrü dâhilinde hudutsuz düşünmek, insana çokça zarar verebilecek bir şey. Buradan, şunu sormama izin verin: hudutsuz düşünen bir felsefeci olarak Mao, verdiği politik mücadeleler dâhilinde hiç yanlış yola sapmadı sizce?

Bu, çetrefilli bir konu aslında. Bir yandan Mao’nun politik mücadelesini teşkil eden iki temel olayın, Büyük Atılım ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin insanları hayatlarına büyük zararlar veren ciddi hatalar olarak görülebileceğine hiç şüphe yok. Her iki olayda da hudutsuz bir gerçek harekete dönük tutkuyu görüyorsunuz ki bu tespitinizde haklısınız. Fakat bir yandan da bu iki olay, Mao’nun komünizme yönelik gerçek bir adım atmak için yeni yollar bulma konusunda kararlı olduğunun da ispatı aslında. Mao, sosyalist bir devlette komünist bir devrimin gerçekleşmesini istedi. Bu nedenle o, yeni bir şeyler yaratmaya, ilerlemeye ve denemeye devam etmek zorundaydı, çünkü komünizm, tam da devleti sınırlandırılarak onu uyguladığı zulümle birlikte kendine başına varolamayacağı, acze düşeceği bir yere mahkûm eden hudutsuzluktu.

Sosyalist Devletin Hayaletleri

Maoizminiz, içinde yaşadığınız batılı demokratik dünyada hiçbir biçimde kavranamıyor, sanki orada hiç karşılığı yok gibi Bugünkü dünyada, 2014 yılında bir insan, nasıl Maoist olabilir? Bu özelliğiniz, sizin bugünde emekliye çıkmış, hatta hayalet gibi ortalıkta dolaşan biriymiş gibi görünmenize neden olmuyor mu?

Haklısınız, “Maoist” ifadesi, bugün hiçbir anlam ifade etmiyor. Altmışlarda ve yetmişlerde, benim “Kızıl yıllar” olarak adlandırdığım 1966-1976 arası dönem boyunca binlerce militanın yaptığı gibi, kendinizi “Maoist” olarak adlandırmanın bir anlamı vardı ve bu, tam da şuna denk düşüyordu: “Biz, komünist politikanın uygulanması için gerekli temel deneyimin Sovyet devleti değil, Kültür Devrimi olduğunu düşünüyoruz.” Bugünse Rusya da Çin de kapitalist devlet, dolayısıyla ikisi de politik düşünce bağlamında beni zerre ilgilendirmiyorlar.

Mao ise bugün için, sosyalist devlet içerisinde gerçekleştirilecek kitlesel eylem aracılığıyla, mevcut durumu devrimci bir yoldan komünizme evriltmeye çalışan o son büyük tarihsel deneyimle bağlantılı bir isim. Mao, devletin komünist bir çözüm olmadığını, devrim için yeni bir bağlam temin ettiğini düşünen ilk kişi.

Bunu söylerken ciddi misiniz, yoksa Kültür Devrimi’nin Çin üzerinde yol açtığı o korkunç tahribata rağmen onun bir felâket değil de bir düşünce kaynağı olarak ele alınması gerektiğini söyleyerek insanları tahrik etmeye mi çalışıyorsunuz?

1871’de, Paris sokaklarında yirmi bin işçinin vurularak öldürülmesi neticesinde kurulmuş olan Paris Komünü’nün de bir “felâket” olduğunu pekâlâ söyleyebilirsiniz. Oysa Lenin, 1917’de muzaffer olan devrimin ihtiyaç duyduğu araçları Paris Komünü üzerine düşünerek geliştirdi. Bugün de komünist politik hareketlerin geleceği konusunda şimdiden bir hazırlık yapmak istiyorsak, aynı şekilde, Kültür Devrimi üzerine kafa yormamız gerekir. Çünkü Kültür Devrimi, devlet sosyalizminin hüküm sürdüğü koşullarda yapılan yegâne devrimdir. Kültür Devrimi’nin yarattığı en önemli yapının “Şangay Komünü” ismini alması, asla tesadüf değildir.

Başarısız Sanatçılar Olarak Devrimciler

“Komünizm ne vakit gerçeklik hâlini alacak?” sorusuna siz “herkes felsefeci olduğunda” cevabını veriyorsunuz. Felsefenin bir koşulu da sanat. Bu anlamda, komünist olan bir kişi aynı zamanda sanatçı olmalı mıdır? Ayrıca fiiliyatta devrimcileri başarısız birer sanatçı olarak görebilir miyiz?

Ben, her şeyin politik olduğu fikrine karşıyım. Bazı büyük şairler komünist olabilir, bunda çelişkili bir yan yok. Politika, düşünce ve eylemin bağımsız bir biçimidir. Herkes, bir fikir temelinde kendi hayatına yön verme becerisine sahiptir. Asli olan, ideolojik mücadeledir. Bu anlamda, insanların kendi hayatlarına yön verme becerilerinin geliştirilmesine destek olunmalı, eşitlikçi politikayı bu becerinin mümkün kıldığı ortaya konmalıdır.

Görünmez İlerleme

Fransa’da hiçbir seçimde oy kullanmayarak, birçok insanın gıptayla yaklaştığı ve elde etmek istediği bir fırsatı küçümsemiş olmuyor musunuz?

Biz, Avrupa veya Amerika’da parlamenter demokrasinin kapitalizmin tüm yönleriyle gelişimine en uygun politik sistem olduğunu, bundan gayrı bir anlamı bulunmadığını biliyoruz. Fransa gibi bir ülkede oy kullanmak, özünde sadece mevcut ekonomi-politik sistemi kabul etmek demektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben bu sistemi kabul etmiyorum.

İyi de genlerimizde, her bir dürtümüzde kapitalizm yok mu? Bu anlamda, kapitalizmle mücadele etmek, çelişkili bir tutum değil mi?

Sık sık farkına vardığım biçimiyle, en nihayetinde kapitalizm lehine konuşmak imkânsız. Temelde kapitalizm bir kural hâline gelemez, çünkü o, bir tür yozlaşmış ve sefil bir sınırlılıktır, buna karşın birileri çıkıp onun varolması muhtemel tek gerçeklik olduğunu iddia etmektedir.

Şunu söylememe izin verin lütfen: kapitalizm, tümüyle suni bir toplumsal sistemdir. Biz, hâlâ Marx’ın sorduğu “komünizm mi barbarlık mı?” sorusunun muhatabıyız. Hâlihazırda hâkim olan, barbarlıktır. Gelgelelim barbarlığın patolojik yönünü bilince çıkartmak da ilerleme sağlar. İlerleme yavaştır ve gözle görünmez, ama tümüyle gerçektir. Ben, bu gizli ilerlemenin felsefecilerinden biriyim.

Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder