Eleştirel
Teori profesörü Fabio Vighi, o insanı yücelten varlığıyla, Almanya’da kovid
meselesine şüpheyle yaklaşanların buluştuğu internet platformlarından olan Her
Şey Masada programını şereflendirdi.
Söyleşi, dinleyeni epey tahrik eden bir özetle birlikte sunuluyor:
“Kovid’in kapımızı
çalmasının üzerinden iki yıl geçti. Bugün Fabio Vighi, sürdürülmesine dönük
çabaların artık giderek anlamını yitirdiği sağlıkla alakalı acil durumla, içe
doğru çöken, finansın yön verdiği ekonomi arasındaki illiyet bağını keşfediyor.
Milyarlarca insanın aşılanmasına rağmen pandemi, tüm ağırlığıyla hâlen daha
bizimle birlikte. Bu döneme enflasyon oranlarındaki artış eşlik ediyor,
değerini yitiren para birimleri, giderek daha fazla insanı borç batağına ve
yoksulluğa doğru sürüklüyor, bir yandan da halkları ayrımcılığa tabi tutuyor.
Üstelik bu ifrata vardırılan ayrımcılık, bir biçimde hukukî zemine de
kavuşturuluyor. Peki tüm bu adımlar, kimlerin işine yarıyor? Bu bunaltıcı hayat
koşullarından neden hâlâ kurtulamıyoruz?”
Kapanmalara
ve korona tedbirlerine direnen özgürlük hareketi içerisinde yer alan, sözde
sol, ekonomiyle sağlıkla alakalı acil durum arasında illiyet bağı kurulmasına,
dahası, bu dönemin kaymağını yiyenlerin sorgulanmasına çok sevindi. Peki Bay
Vighi, gerçekten de o bağ kuruyor mu?
İlliyet
Bağı Mevcut mu?
Önce
Vighi’nin dediklerine ve vaat ettiği illiyet bağına bakalım. Söyleşinin
başlarında Vighi, “ekonomimizin aşırı finansallaşmış bir ekonomi olduğunu,
dolayısıyla onun finans sektörüne ve finansal spekülasyonlara fazlasıyla
bağımlı hâle geldiğini” söylüyor. Vighi, burada dünya ekonomisinden mi yoksa
Batı ekonomisinden mi söz ediyor, belli değil. Ama mecazî bir ifade dâhilinde
onun, ekonominin belirli bir kısmını teşkil eden finans sektörüne yönelik
bağımlılık üzerinde durduğu açık.
Vighi,
devamında, finans sektörü ile reel ekonomideki temel unsurlar arasındaki bağın
neredeyse koptuğunu söylüyor. Yani nasıl oluyorsa, bir bütün olarak ekonomi ya
da onun belirli kısmı (reel olan kısmı) hem finans sektöründen kopuyor, hem de
bir şekilde ona bağımlı hâle geliyor.
Vighi,
bu tespitine bağlı olarak, şu tespitini yapıyor:
“Finans sektörü, ekonomik
değer olarak kabul ettiğimiz, üretim değerinde belirleyici. Bildiğimiz
kadarıyla, değerin önemli bir kısmı finans sektöründe üretiliyor, bu anlamda,
hayatlarımızın toplumsal düzlemde yeniden üretilmesi, giderek finans
sektöründeki gelişmelere bağımlı hâle geliyor. Finans sektörü, reel ekonomide
önemli bir unsur olan GSYİH’nin altı kat fazlası değer içeriyor, ama öte
yandan, türev piyasalar gibi kimi piyasaların ne kadarlık bir değer ürettiğini
bilmiyoruz. Bu türev piyasalar, spekülatif finans kapitalizminin oldukça
karmaşık ve karanlıkta kalmış bir sahasını teşkil ediyorlar. Ama neticede şunu
biliyoruz: Finansal değerlerin oluşturduğu kütle, reel ekonomide üretilen
kütleden daha büyük. Bu sebeple, otomasyon önemli bir rol oynuyor.”
Burada
Vighi, “biz” derken neyi kastediyor, belli değil. Aynı şekilde onun “değer”
kavramı konusunda da kafası karışık. Yüklediği anlamı zerre umursamıyor. Zira,
ana akım siyasette ve ekonomide “değer” parayı da ifade edebiliyor, serveti de.
Kendisini esas olarak Marksizm konusunda sınırlı bilgiye sahip solcuların
dinlediğini bildiği için, o, söz konusu anlam karışıklığını, Marksist bir
şeymiş gibi takdim edebiliyor. Marksizmin ya da başka bir akımın emek değer
teorisine az çok aşina olanlarsa, Vighi’nin bu değerlendirmesinin sorunlu
olduğunu görüyorlar.
Marksist
açıdan değeri sadece emek üretir. Emtia değerini üretim süreci üzerinden elde
eder. O emeği içeren emtia, finans sektöründe yeniden ambalajlanır, aktarılır,
alınır satılır, teminat altına alınır vs. Bu aşamada, teknik emek üzerinden az
miktarda değer eklenir. Örneğin ileride imzalanacak sözleşmeler için
hesaplamalar yapılır, araştırmalar yürütülür. Ayrıca ulaşım sektörü de bir
miktar değer ekler. Bunu, ilgili metaı üretim noktasından satılacağı noktaya taşımak
suretiyle yapar.
Marksist
değer anlayışı, değerin ağırlıklı olarak finans sektöründe üretilebileceğini
söyleyen anlayışla, bilhassa, spekülasyonun değer üretebileceğini iddia eden
fikirle çelişir.
Her
ne kadar bu söyleşide Vighi dile getirmese de başka yerlerde kendisini Hegelci
Marksizm eleştirisini benimsemiş bir kişi olarak tarif eder. O, bilhassa
Marksizmin artı değer anlayışını eleştirmektedir. Todd Mcgowan ile yaptığı
söyleşide Vighi, “artı değerin Lacancı manada asla hesaplanamayacak bir varlık”
olduğunu söyler. Devamında Vighi, herhangi bir
mantıksal gerekçe sunmaksızın, sermayenin finans piyasasında, “spekülatif bir
biçimde” kendisini yeniden üretebileceği ve bunun için emeğin aracılığına
ihtiyaç duymayacağı, işgücünü doğrudan sömürebileceği iddiasında bulunur.
Bunları söylerken de aynı mantığa yaslanır. Onun derdi, teorinin kapsamını
genişletmek değil, kendi inancını dile getirmektir. Zira ondaki Hegelciliği
havasından geçilmeyen postmodernist görecelikçilikten ayırmak mümkün değildir.
Oysa
Marksizm, bu konuda fazlasıyla yalındır. Bir metanın değişim değerini onu
satmaya çalıştığınız toplumsal koşullarda o şeyi üretmek için harcanan emek
zamanının ortalama değeri, bunun yanında, değeri doğrudan nihai ürüne aktarılan
her türden başka gerekli ürünlerin maliyeti tayin eder. Emtia üretiminin bu
temel yapısı, pratikte kolaylıkla algılanamayan, kiralama pratiklerinden
oluşmuş sık bir örgüden oluşur.
Kapitalizm
koşullarında işgücünün kendisi de metadır. İşçi işgücünü sekiz saat satar,
karşılığında belirli bir ücret alır. Bu ücretin oranı, kapitalist piyasadaki
diğer her türden meta ile aynı şekilde belirlenir. Burada belirleyici olan,
işçinin sekiz saat daha çalışmasını mümkün kılacak, çalışmasını istemesini
sağlayacak şekilde onu üretmek ve yeniden üretmek için gerekli emek zamanıdır.
Dolayısıyla işçinin işgücünün değişim değerini, işçi bir sekiz saat daha
çalışabilsin diye gerekli olan gıdanın, barınmanın, kıyafetin vs. maliyeti
belirler.
Sermaye,
tam da bu noktada bir dümen çevirir: değerin yegâne yaratıcısı, insan emeğidir.
İnsanlar, kendilerini yeniden üretmelerini sağlayacak şeylerden daha fazlasını
üretirler. İhtiyacım olanı alabilmem için dört saat çalışmam yeterlidir, ama
ben gün içerisinde sekiz saat çalışırım. Kapitalist ise piyasanın kanununa
uyduğunu, ücretimi buna göre ödediğini söyler, ama öte yandan, benim bir gün
sonraya çıkmam, temel ihtiyaçlarımı gidermem için bana dört saatin kâfi
olduğunu da bilir. Üretim araçları onun elinde olduğundan ve devleti de o
kontrol ettiğinden, bu tartışmayı genelde o kazanır. Marx’ın tespitiyle, “eşit
haklar arasındaki kavganın sonucuna güç karar verir.” Dört saatte kendim için,
kalan dört saatte de kapitalist için çalışırım. Buna “artı değer” denilir ve bu
değer, kapitalist kârın kaynağıdır.
İster
kabul edilsin isterse edilmesin, kapitalist için artı değeri tam da bu işlem
yaratır. Kapitalist, bana dört saatlik işin karşılığını öder, ama ben sekiz
saat çalışırım. Bu değer, pazara taşınan ürünlere aktarılır. O ürünleri
sattığında başta elinde olandan daha fazlası vardır. Belirli bir soyutlama
düzeyinde, dünyadaki faydalı şeylerin miktarında hep bir artış yaşanmıştır.
Zenginlik bu yolla meydana getirilmiştir. Aynı şey, spekülasyon denilen işlem
için geçerli değildir. O, sadece belirli kapitalistlerin nispeten daha zayıf
olan kapitalistlerin işçilerden temellük ettiği değerin bir kısmına el
koymasını sağlar. Spekülasyon, insanlığın hep birlikte ürettiği zenginliğin
büyümesine katkıda bulunmaz, sadece o zenginlik üzerindeki mülkiyet hakkının
yeniden dağıtılmasından ibarettir.
Bilgi
mahsulüymüş gibi görünen laflarıyla yarattığı cazibeye teslim olmamak gerek.
Vighi, çok ciddi ve önemli şeyler söylüyormuş gibi yapıyor sadece. Çoğunlukla
da zırvalıyor. Ama onun Zizek’ten daha derinlikli olduğunu söylemek lazım.
Vighi’nin
boş konuştuğunu anlamak için onun McGowan ile birlikte Marx’ın emek değer
teorisinin Microsoft türünden yüksek teknoloji şirketlerinin elde ettikleri
kârı açıklayamayacağına dair tespitine bakmak yeterli olacaktır. Bu türden
açıklamalar sayesinde bilge filozoflarımızın Marksist analizin fiyatın dönüşümü
veya teknolojik rant gibi önemli ve temel unsurlarına zerre aşina olmadıklarını
anlıyoruz. Her bir metanın fiyatı onun değerine elbette ki denk düşmüyor.[1]
Vighi,
kendi içinde bile tutarlılığı olmayan bir isim. McGowan ile yaptığı söyleşide
artı değerin hesaplanamayacağını söylüyor. Yukarıda da alıntılanan sözünde de
görüldüğü üzere Vighi, “Finans sektörü, reel ekonomide önemli bir unsur olan
GSYİH’nin altı kat fazlası değer içeriyor” diyor. Onun bu cümlede “değer”
kelimesine ne tür bir anlam yüklediğini bilemesek de Her Şey Masada
programına verdiği söyleşide değerin ölçülemediğini, ama aynı zamanda GSYİH ile
birlikte ölçülemeyeceğini iddia ediyor.
Vighi’ye
göre, finans sektörü ondan beklenenden daha fazlasını sunuyor ama o, değer
sunma ile değer yaratmanın aynı şey olup olmadığı konusunda net bir şeyler
söylemiyor. Bu noktada Marksizm dışı, muğlâk bir kavram olarak “reel ekonomi”
terimine başvuruyor. Bu yaklaşıma bağlı olarak, Vighi, “türev piyasalar” dediği
yerde hiçbir zaman emin olamayacağımız, devasa miktarlarda (aslında varolmayan)
gizemli bir varlık olarak değerin üretildiğini iddia ediyor. Finans denilen o
tehlikeli ve karanlık cehennemde bize rehberlik eden Vighi, bir açıklama
getirmek yerine, yüzeysel bir ifade dâhilinde, “karmaşık ve karanlıkta kalmış
bir saha”dan bahsediyor.
Hiçbir
açıklama sunmayarak, okuruna ve dinleyicisine işkence eden Vighi, “otomasyonun
önemli bir rol oynadığını” söylüyor. Bu kadar da değil: ardından bize her şeyin
derinini izah edecekmiş pozu kesiyor, ama hiçbir şey anlatmıyor:
“Otomasyon özgün bir
momenttir. Bugünkü dengesizliğin ana sebebi odur. Aşırı finansallaşmış,
istikrarsızlıkla malul bu sistem onun sonucudur. Burada bahsini ettiğimiz şey,
kurgusal sermaye yani spekülasyonlardır. Spekülasyonlar, oldukça karmaşık ve
istikrarsız bir işlemdir ve yeni yeni balonların şişmesine neden olurlar. Bu
balonlar patlayınca tüm sistem sorunla karşılaşır, zira toplum finans
sektöründe üretilen değere bağımlı hâle gelmiştir.”
Vighi,
burada nedenselliği yeterince ortaya koymuyor. Tarihsel açıdan otomasyondan
sonra ortaya çıkan finansallaşma sürecinin otomasyonu ürettiğini söylüyor, bir
yandan da tersinin de geçerli olduğunu, bir şekilde otomasyonun bugünkü
dengesizliğin ana sebebi olduğunu iddia ediyor, ama nedense bu dengesizliğin ne
zamandan beridir var olduğunu, ne kadar süredir devam ettiğini söylemiyor.
Bahsini ettiği dengesizlik, hem aşırı finansallaşmış sistemin ürünü hem de ona
sebep olan, onu mümkün kılan şey. Bu bitmek bilmeyen soyutlamalar zinciri, metaforlar
cümbüşüyle devam ediyor. Bu noktada yazarımız, patlayan balonlardan,
bağımlılıktan, verili bağlam dâhilinde somutta neye atıfta bulunduğu belli
olmayan hususlardan bahsediyor.
Vighi,
2008 krizine dair yalan yanlış bir izahat sunuyor. Bu noktada bize bu illetin,
sistemsel marazın, ölümcül hastalığın ilk en büyük semptomundan bahsediyor, ama
gene metaforlardan başka bir şey söylemiyor, somuta dair hiçbir şey dile
getirmiyor.
Bahsini
ettiği aşırı finansallaşmış ekonomi altı kat değer üretebiliyor. Ama Vighi,
finans sektörünün nasıl değer ürettiğini ve otomasyonu bize hiç anlatmıyor. Bu
noktaya nasıl geldiğimiz üzerinde hiç durmuyor.
2008
ile ilgili değerlendirmesinde Vighi, aslında John Titus’tan aldığı, yarım
yamalak anladığı görüşleri bize satmaktan başka bir şey yapmıyor.[2]
“Niceliksel rahatlama
imkânıyla yüzleşilen, ucuz paranın sistemi akıtıldığı, faiz oranlarının düşük
tutulduğu o on bir yıllık dönem geride kaldı. Birden bu süreç bir balon meydana
getirdi, likidite tuzağı oluştu, birden faiz oranları fırladı, borç verme işi
durdu, 2008’dekine benzer bir likidite tuzağı oluştu. Kredi darlığı meydana
geldi. Bunun topluma ve diğer tüm piyasalar yıkıcı etkileri oldu. Bu süreçten
sadece Wall Street değil, tüm dünya etkilendi.”
Ne
yazık ki burada Vighi’nin başvurduğu ekonomi terimleri, onun olağan koşullarda
kullandığı Lacancı jargona kıyasla daha somut tanımlara sahip. Dolayısıyla bu
pasajı nasıl okursak okuyalım, tutarlı bir metin kabul edemeyiz.
Çarpıcı
ifade kullanan Vighi, alabildiğine idealist bir felsefeci. Kendisini Marksist
olarak tanımlamayan bir kişi olarak Vighi, aslında bir tür Hegelci. Bu anlamda,
finans dünyasını tarif edilemeyen, ruhlar âlemine ait bir yer zannediyor. Bu
yer, bizim dünyamızın dışında, ama nasıl oluyorsa onu belirliyor.
Bahsini
ettiği Wall Street sanki göklerde kurulmuş bir bina. Dolayısıyla orada olan
biteni mantıksal tutarlılığa sahip olması gereken dünyevî bağlardan azade
gelişmeler olarak ele alıyor. Bizse yeryüzünde, toplumun içerisinde yaşayan
fanileriz.
İşte
Vighi, o fanilere somut veya tutarlı hiçbir şey sunamıyor. İnsanı yoran onca
şey söyledikten sonra yazarımız, okurlarını somutta izah ettiğini söylediği
illiyet bağını idrak etmeye çağırıyor.
Kimlere
Hizmet Ediyor?
Fabio
Vighi’nin “kimlere hizmet ediyor?” sorusu üzerinden, mevcut programın ardındaki
failleri anlayıp tanımlamamıza katkı sunduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır.
O
bize, imalar ve dolayımlar üzerinden, aşağı yukarı şu tarz bir şey söylüyor:
2008 krizi sonrası “aşırı finansallaşmış” ekonomimizin sorunları çözülmedi, ilk
işaretlerini 2019 yılında vermeye başlayan bir sonraki çöküşün zeminini ördü.
Yaklaşan
felâket için alarm zillerini ilkin Uluslararası Ödemeler Bankası çaldı. Ona göre
sonrasında “büyük oyuncular” yeni bir 2008 krizi yaşanmasın, yaşansa da
ağırlığını azaltalım diye ellerinden geleni yaptılar. Sonrasında ilân edilen
pandemi, aslında bu amaç doğrultusunda kullanılmış bir araçtan ibaretti.
Burada
aktarılan önermelerin bir kısmını incelemekte fayda var. En fazla öne çıkanı da
2008’in yönetici sınıf için gerçek bir sorun veya felâket olduğuna ilişkin
önermedir.[3] Bu, öyle büyük bir sorundur ki yönetici sınıf, onun
tekrarlanmaması için ellerinden geleni yapmaktadır. Vighi’ye göre 2008 krizi, onu
önceleyen 11 Eylül ve bugün yürürlükte olan program gibi dikkatle organize
edilmiş bir programdır. Yönetici sınıf, bu program dâhilinde hayal bile
edemeyeceği yağmanın altına imza atabilmiştir. Diğer önerme ise bir miktar daha
derinliklidir ve ilk başta kolayca idrak edilememektedir. Ancak ciddi bir
incelemenin ardından anlaşılabilen bu önerme, doğrudan Vighi’nin kendi
kitlesiyle alakalıdır.
Buna
göre, yönetici sınıfın bugün uyguladığı program, üzerinde kontrol sağlayamadığı
veya idrak edemediği finansal olgulara yönelik bir tepkiden ibarettir. Bu da
bizi gerisin geriye acil durumla alakalı propagandaya ve yönetici sınıfın bir
şeyleri kurtaracağına dair edebiyata götürmektedir. Artık yönetici sınıfın
virüs kaynaklı felâketten bizi kurtardığı hikâyesine inanmayan veya inanmak
istemeyen insanlar olarak bize şimdi de yönetici sınıfın bizi bir finansal felâketten
kurtardığı yalanı satılmaktadır. Esasında Vighi, dolaylı olarak, bahsini ettiği
kovid darbesinin arkasındaki yönetici sınıf adına çalışan unsurların aşırı
samimi teknokratlar olduklarını, onların gerçekten istisnai olan, olağandışı
politik tedbirlere başvurmak için kontrolü ele geçirmek durumunda kaldıklarını
söylemektedir.
Vighi’nin
bu teknokratları ve arkasındaki yönetici sınıfı takdim ederken söylediklerinin makul
olup olmadığını sorgulamak gerekiyor: Bir biçimde Vighi, bize 2019 yazında
yönetici sınıfın krizin kaçınılmaz olduğunu anladığını, bizi kurtarmaya karar
verdiğini, insanlık tarihinde şans eseri ortaya çıkan virüsten istifade
ettiğini veya biyolojik silâh olarak virüsü piyasaya sürdüğünü iddia ediyor.[4]
Bu tür yorumlarda yönetici sınıf, hem güçlü hem güçsüz, hem iyi hem kötü
niyetli bir güç olarak takdim ediliyor. Yaptıklarının ardında hem bir komplo aranıyor
hem de yapılanların tesadüfi adımlar olduğu söyleniyor. Bu tür saçma sapan
iddialar, esasen kimseyi ikna edemiyor. Asıl mesele de bu zaten.
Vighi’nin
burada satmaya çalıştığı ürün kimseyi ikna edemiyor, çünkü zaten bunun için
imal edilmemiş. Yazarımız, bu malı kovid darbesi konusunda yürütülen propaganda
dâhilinde söylenen lafların yanlış olduğuna kani olmuş, az çok Marksizmle
çeşnilendirilmiş ve/veya modası geçmiş bir çaba dâhilinde kendi şüphelerini
komplo teorisi olarak ambalajlamış insanlara satacağını iyi biliyor. Asıl önemli
olansa, bu fikirlerini kendi dostlarıyla ve yoldaşlarıyla hiç utanmadan paylaşabiliyor
olması.
Vighi’nin
Masasında Neler Var?
Bu
malı eleştirmeden edinenler, ne elde ediyorlar? Vighi tutarlı bir şey söylese, daha
çok müşteri bulur aslında.
Vighi,
olayların seyrini aktarıyor, yönetici sınıfın uzun erimli ve kapsamlı planını
detaylı inceleme gereği duymuyor, bu da bizim mevcut programı anlama becerimizi
azaltıyor. Esasen Vighi, muteber ve tutarlı bir değerlendirmeyle herkesi ikna
edebileceğini sanma gafletine düşüyor.
Yönetici
sınıfın faşist ve kölelik benzeri bir sistem kurmak suretiyle kapitalizmin çelişkilerini
aşma amacını güden mevcut harekâtını yoğun bir çalışma üzerinden Marksist
analize tabi tutmak yerine Cathrine Austin Fitts ve John Titus gibi samimi ve
bilgi sahibi muhafazakâr veya liberter isimlerin çalışmalarından tırtıkladığı
dahice fikirleri Hegelciliğin kâsesinde hazırladığı laf salatasına malzeme eden
Vighi, bir yandan da akla mantığa aykırı bir teori olarak modern para teorisini
yeşil yeni mutabakatı, yönetici sınıfın geçiş sürecinde başvurduğu ana unsuru
satmak amacıyla öne çıkartıyor. Ama iyi bir Hegelci olarak, felâketine mani
olmak için ümitsizce mücadele eden yönetici sınıfın yapıp ettikleri veya yol
açtıkları konusunda somut bir şeyler söylemekten imtina ediyor. Tam da bu amaç
doğrultusunda Vighi, sürekli metaforlara ve imalara başvuruyor ve böylelikle yüksek
enflasyon, biyolojik silâh, Weimar Almanyası gibi korkutucu olgulardan
bahsederek, kaygıyı tetiklemeye çalışıyor.
Vighi’nin
gördüğü işlevi buradan, bu korku tellâllığı üzerinden anlamak lazım.
Esasında
kovid darbesinde solun belirli bir kısmı, meselelere Mao’nun ünlü mottosu
üzerinden baktı: “Gökkubbenin altında muazzam bir kaos var, vaziyet harika.”
Bu
anlamda, yönetici sınıfın yüzleştiği gerçek bir kriz, her daim o sınıfın
düşmanları olarak bizim ve onun sürekli sömürüp köleleştirmeye çalıştığı
kitleler için muazzam bir fırsattır. Kovid darbesini eleştirenler, ana akım
Batı solundan, tam da son iki yılın yönetici sınıf için genel bir krizi ifade
edip etmediği sorusu üzerinden ayrışıyor. Biz “kriz iyi ki geldi” diyenleriz.
Vighi ise bizi krizle korkutmak ve örtük olarak bizi yönetici sınıfın insanlığı
(her ne kadar eşitsizlik temelinde olsa da) bu felâketten kurtarmaya
çalıştığını düşündürtmek istiyor.
Ana
akım sol, krizin gerçek olduğunu, virüs tehdidinin yönetici sınıfı ekonomik
daralmaya ittiğini[5], bu hâliyle virüsün kapitalizmin yanlışlığını,
sosyalizmin faydalarını ve gelecekteki kurtuluşun imkânlarını ortaya koyduğunu düşündü.
Bizse bu virüs döneminde sergilenen her türden maskaralıkta yönetici sınıfın
elindeki gücün ve servetin katbekat arttığını tespit ettik. Yönetici sınıfın
sahip olduğu ve çok güvendiği propaganda ve toplumsal kontrol araçlarını virüs
krizi hikâyesini herkese yedirmek için sürekli kullandığını söyledik. Bu krizin
uzun zamandır zorunlu olarak devrede olduğundan bahsettik.
Kendi
yarattıkları krizlerde yönetici sınıf, hem risk hem de fırsat görür. Servetin
belirli ellerde yoğunlaştığı ve finansallaşmanın hızlandığı sürecin arkasındaki
dinamikler, yönetici sınıfın varlığı giderek daha fazla risklerle yüzleşen kapitalist
sınıf olarak varlığını sürdürme ve yeniden üretme imkânı sunarlar. Bu dinamikler,
aynı zamanda yönetici sınıfın sınıflı toplumun yeni ve daha berbat bir biçimi
dâhilinde bir tür kast olarak kendi konumunu tahkim etmesi için gerekli
koşulları yaratırlar.
Tehdit
ve kriz bizim için şundan başka bir şey değildir: yönetici sınıfların kendi
programlarını başarıyla ilerletmeleri. Vighi gibi şarlatanlar, tam da bu
programın savunulması için devreye sokulurlar. Söyleşinin sonunda kendisine “neler
yapılabilir?” sorusu yöneltildiğinde, Vighi, samimiyetsiz bir ifadeyle,
alternatif cemaatler oluşturmaktan bahsediyor. Bu anlamda küçük burjuva fantezilerini
aktarıyor. Sonra da bilinçlenmemiz için ilk adımı atmamız gerektiğinden
bahsediyor.
Aslında
Vighi’nin felsefî mavallarını Philosophical Salon [“Felsefe Salonu”] sitesinde
millete okuduğu dönemde, iki yıldır alınan tedbirleri sokaklarda sadece eleştirmekle
yetinmeyen, ayrıca bu onlara karşı mücadele eden kitlesel gösteriler attı o ilk
adımı. Vighi, nedense onca laf ediyor, ama dünya genelinde işçi sınıfının
sergilediği direnişten ve yapılan eylemlerden hiç bahsetmiyor. Çünkü o, bizim mevcut
düzenin kontrolsüz bir biçimde yıkılması, Uluslararası Ödemeler Bankası’nın
alarm zillerini çalmak durumunda kaldığı, yönetici sınıfın şüpheyle yaklaştığı,
dehşetengiz kriz karşısında korkmamızı istiyor. Oysa Vighi bilmiyor ki asıl
bizim yapacağımız devrim, yönetici sınıfın ve tüm o salonlarda beslediği
asalakların yüzleşecekleri en büyük ve en gerçek kriz olacak.
Korona
kısıtlamaları karşısında birçok insanın edindiği müşterek tecrübe, şu gerçeğin
herkesçe görülmesini sağladı: Kontrol edilmesi, izole edilmesi ve yok edilmesi
gereken virüs, esasen biziz. Biziz virüs, biz kriziz. Aslında bizden
korkuyorlar ki bunun için makul sebeplere sahip olmadıklarını kimse söyleyemez.
T. Mohr
15 Mart 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1]
Pazara giriş için az engelle karşılaşan emek yoğun teşebbüsler fazlasıyla
rekabetçi olurlar, çünkü düşük risk sebebiyle kâr az da olsa ayakta
kalabilirler. Ailecek işletilen bir lokanta veya tekstil atölyesi işçilerini
fazla fazla sömürür, çünkü üretilen ürünlerin fiyatı sürekli değerinin altında
kalır. Bu tür işletmeler, ısıtmaya, elektriğe, daha güçlü ve büyük sermaye
kaynaklarından gelen teknolojik girdilere gereğinden fazla para akıtırlar.
Microsoft’un elde ettiği yüksek kârların emek değer teorisini çürüttüğü
sonucuna ulaşmakla bir bovling topunun düşüşüyle bir tüyün düşüşünü kıyasladıktan
sonra Newtoncu fiziği çürütmek arasında bir fark yoktur. Modern ekonomide fiyat
dönüşümünün kimi önemli unsurları ile ilgili bir değerlendirme için bkz.:
Midnight Notes, “The Work/Energy Crisis and the Apocalypse, Kasım 1980, PDF.
[2] Best Evidence,
Youtube.
[3]
Vighi aslında “yönetici sınıf”tan hiç bahsetmiyor, buna ihtiyaç duymuyor ki bu
da onun Marksist olmadığının bir göstergesi. O, daha çok “büyük oyuncular”dan, “elitler”den
veya “merkez bankacıları”ndan söz ediyor. Meseleyi derinlemesine ele almak
yerine gerçekleri örtbas adına hep zor kavranan terimlere başvuruyor. Bu anlamda,
sınıf temelli analizi çöpe atıyor.
[4]
Yönetici sınıf, veba korkusunu hiç varolmayan veya nispeten zararsız bir
patojen üzerinden üretti. Vighi, bu gerçeğin üzerinden atlıyor. Kurnaz bir
yaklaşımla, muhalefetin kontrol edilmesi için üretilen dezenferomasyona
bağlanıyor ve biyolojik silâh tezine sarılıyor. “Kovid kazara mı çıktı ortaya? Eğer
öyleyse mucizevi bir şey bu” diyor. Laboratuvar sızıntısı veya kasten
gerçekleştirilmiş biyolojik saldırı iddiası üzerine kurulu olan, ama bir biçimde
çürütülmüş olan teoriler gibi şu teori de propaganda dâhilinde piyasaya
sürülüyor: virüs gerçek ve çok tehlikeli. Alınan tedbirler meşru, ama gene de
arkasında Çinlilerin, Atlantikçilerin, Siyon Pirleri’nin vs. olduğunu görmek
gerek.
[5] Esasında yönetici sınıf, ekonomik büyüme fikrinden vazgeçeli uzun zaman oldu. Bu tespiti, Vighi ve onun akıl hocası olduğunu bildiğimiz Slavoj Zizek ile ilgili olan, Zizek’in bugün yönetici sınıfın dezenformasyon ve propaganda konusunda kullandığı en tehlikeli ajanlardan biri olduğunu söylediğimiz bir değerlendirmede dile getirmiştik: “ABD yönetici sınıfı ekonomik büyüme istemiyor”, 19 Aralık 2020, Red Podcast Channel, Youtube.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder