Yüce
tuttuğum isimlerden biridir Rosa Luxemburg. O, hem cesur hem sevdalı hem de
devrimci. Ondaki tutkulu aşk ve devrimcilik, Leo Jogiches’in şahsında birleşip
vücut bulmuş. Rosa, aynı zamanda siyasetin sofuluk ve hayasızlık olmadığını
kanıtlamış, ikisinin de siyaseti itibarsız kılma aracı olduğunu ortaya koymuş
bir isim.
Nisyan
iklimi galebe çalıyor yüzyılımıza. Tebcil ettiğimiz tek şey, değer yitimidir,
eşyanın ve insanın eskimesidir. İçinde yaşadığımız şehir, kendisinin ebedi
olduğunu söyleyip duruyor. Herkes, sınır bilmez rahatları ile ne kadar önemli
olduğunu gazetelerdeki yeriyle tartıyor. Biz, sadece tek bir oyundan bahsedip
duruyoruz: demokrasimizin gerçekleşmesi mümkün tüm sistemler içinde en iyisi
olduğuna inanıyoruz.
Luxemburg
da az çok böyle düşünüyordu. Proleter demokrasinin gerçekleşmesi mümkün tüm
rejimler içerisinde en iyi rejim değildi elbette, ama onu kimse henüz tecrübe
etmemişti.
Peki
devrim artık yoksa devrimcilerden nasıl bahsedeceğiz? Onlar, o muhteşem kadın
ve erkekler, hafızanın lanet ettiği kurbanlar mıdır?
Devrimciler,
cesaret gibi ruhun birçok vasfını kendi şahıslarında cisimleştirmiş kişilerdir.
Ölümünün arifesinde, Karl Liebknecht ile birlikte saklandığı, Berlin’deki bir
mahallede bulunan o küçük evde Rosa şunları yazıyordu:
“1831’de, Paskeviç’in
yağmacı askerleri Praga varoşlarına hışımla daldıktan sonra yağmacı
askerlerinin Polonya’nın başkentini istila edip isyancıları katlettiği o yılda
Bakan Sebastiani, Paris Temsilciler Meclisi’nde ‘Varşova'da artık düzen hâkim’
diyordu.
Ebert ile Noske’nin
burjuva basını ve küçük burjuva ayaktakımının sokaklarda mendillerini sallayıp
‘Yaşasın!’ diye haykırarak karşıladıkları ‘muzaffer birlikler’in subayları da
‘Berlin’de düzen hâkim’ diyorlardı. […] ‘Varşova’da düzen hâkim!’ ‘Paris’te düzen
hâkim!’ ‘Berlin’de düzen hâkim!’ […] Sizi gidi aptal dalkavuklar! Sizin
‘düzen’iniz kumdan kale. ‘Yarın devrim bir kez daha ayağa kalkacak, silâhlarını
çekecek’ ve savaş davulları eşliğinde sizi dehşete düşürerek şu sözü
haykıracaktır:
‘Vardım, varım, var
olacağım!’ […]”[1]
Bu
sözler, Rosa Luxemburg’un yeryüzündeki varlığını izah eden sözlerdi. Ertesi gün
sosyalist savunma uzmanı Noske’nin komuta ettiği paramiliter örgüt Gönüllü
Muhafızlar (Freikorps) üyesi bir askerin başına sıktığı kurşunla
katledildi. Noske, kısa süre önce “biri var ki av köpeklerimizi salacağız
üzerine” diyen kişiydi.
Aynı
makalede Rosa tanıklığını şu şekilde aktarıyordu:
“Bu çatışmadan devrimci
proletaryanın nihai zaferine ulaşması beklenebilir mi? Biz, Ebert-Scheidemann
iktidarını yıkıp sosyalist bir diktatörlüğü kurma beklentisi içinde miydik? Bu
soruyla ilgili tüm değişkenler titizlikle dikkate alındığı takdirde söz konusu
soruya ‘Kesinlikle hayır’ cevabını verebiliriz. Devrim davasındaki zayıf halka,
subayların kendilerini karşı-devrimci amaçlar doğrultusunda halka karşı
kullanılmalarına hâlen daha imkân veren askerlerdeki politik hamlıktır. Bu bile
tek başına mevcut konjonktürde devrimin kalıcı bir zafer elde etmesinin mümkün
olamayacağının kanıtıdır. Diğer yandan ordudaki hamlıksa, Alman devriminin
genel anlamda ham olmasına ait bir belirtidir.”
Takvim
yaprakları bu satırlar yazıldığında 14 Ocak 1919 tarihini gösteriyordu. Rosa ve
Karl Liebknecht 15 Ocak’ta katledildi. Onlarla birlikte Almanya da öldü ve
başka bir Almanya doğdu.
Peki
ama yaşamak neydi? İnsanın basit bir vasfı değil miydi?
“Polonya’da ve Almanya’da
ortaya koyduğum devrimci pratiğe dönük tüm çalışmalarımda beni başarıya götüren
asli ilke şuydu: Her zaman kendin ol.”[2]
Kendi
olmak. İçinde kendisini sürekli yeniden üreten yaratıcı güçle uyumlu hareket
eden Rosa Luxemburg, kendisiyle hiç durmadan kavga etti, yeniden başlayabilmek
adına, eylemlerinde, polemiklerinde ve düşüncelerinde hep bir adım geri atıp
ileri atıldı.
Rosa
Polonyalı, dolayısıyla Rustu (çünkü Polonya, Çar imparatorluğu tarafından ilhak
edilmişti), hem Almanya’da hem de Polonya’da ajitasyon çalışması yürüttü.
Lehçesi Almancası ve Rusçası kadar iyiydi, aynı zamanda Fransızca, İngilizce ve
İtalyanca metinleri okuyabiliyordu. Hep yabancı olmakla suçlandı. Politik
ekonomi ve doğa bilimleri okuduğu İsviçre’de, hatta ailesinin yaşadığı
Polonya’da bile kendisini oralı hissetmesine izin verilmedi. Almanya’da ise
sürekli Yahudi kimliği hatırlatıldı kendisine.
Ortaokuldan
mezun olduğu dönemde Marcin Kasprza üzerinden sosyalist fikirlerle tanıştı.
Sayısız insanı örgütlemiş olan Kasprza, Rosa’nın ruhu üzerinde önemli bir tesir
bıraktı.
Rosa,
önce doğa bilimleri, ardından da ekonomi alanında önemli çalışmalar yapacağı
Zürih’e gitti. Zürih, çok sayıda devrimci göçmenin, bilhassa Polonyalıların
bulunduğu bir şehirdi.
Orada
aynı kafadan insanlarla bir grup oluşturdu. “Eşdüzeyliler Grubu” ismini alan
grupta Rosa’nın yanında Adolf Warszawski, Feliks Dzierzynski, Cesaryna
Wojnarowska ve Leo Jogiches bulunuyordu. Jogiches’le birlikteliği ömrünün
sonuna dek devam etti.
Bildiğimiz
kadarıyla, dedikoduları hesaba katmazsak, üç adamı sevdi: Biri ismi pek
anılmayan Leo Jogiches, birinin adı bilinmiyor, biri de Clara Zetkin’in oğlu.
Seçici bir insan olan Rosa, faaliyetlerinin kıyaslanmasına hep karşı çıkan bir
isimdi.
Leo
Jogiches, politik açıdan mücadelenin içinde olan önemli bir simaydı. Bolşevik
çizgisine mensup olmayan (Lenin’e karşı çıkan) bir tür Bolşevik olarak hiçbir
zaman öne çıkmak istemedi, hep perde gerisinden kaldı. Gizli faaliyetler ondan
sorulurdu.
Jogiches,
Rosa’ya âşıktı, hem de özgürlüğünden feragat edecek kadar. Bu özelliği ve
hiçbir şey yazmamış olması, onun kişiliğini görünmez kıldı. Politikaya mutlak
bağlılıktan kaynaklanan bu özgürlükten feragat etme hâli ve ilgisizlik, çiftin
bir arada yaşamasına da maniydi. Oysa Rosa, bunu çok istemişti.
Jogiches
açısından devrimci olmak, yaşama pratiğinin o ihtişamına farklı bir anlam
katıyordu. Muhtemelen yüz yıl sonra o, devrimin aristokratlarından biri olmakla
suçlanacaktı. Çok zengindi, ketumdu, kibardı, fazla cesurdu, dik kafalıydı,
haşindi, içki kaçakçıları dâhil kendisinin de ait olduğu, sanatına sahip
çıktığı yeraltı dünyasında faal olan tüm insanların dostuydu.
Politika,
onun için önemliydi. Grubun ruhu olan Rosa, o politikanın bir parçasıydı çünkü.
Leo servetini Rosa için harcadı, çıkarttığı gazetelere para aktardı, ona destek
oldu, kıyafetlerini o aldı. Ufak zevklerin adamıydı. Görünüşünü dert edinen
Rosa, bir gün Jogiches’e yazdığı mektubunda “yarın konuşma yapacağım toplantı
için hangi şapka uygun düşer?” diye soruyordu.
Jogiches
Yahudi olsa da Yahudi olmakla pek ilgilenmiyordu. Rosa’ya ilham veren, onu
eğiten Jogiches’ti. Bir seferinde kendisine yazdığı mektupta Rosa, tüm
fikirlerini bir anda aktarmasını istediği için kendisinden özür diliyordu.
Rosa
ve Liebknecht katledildiğinde, Alman Komünist Partisi’nin başına Jogiches
geçti.
Leo,
bilhassa 1860’ta yaşanan büyük pogromların, katliamların ardından Yahudilerin
yaşadığı, işçi kenti Vilna’dan geliyordu. Katliamlar sonrası kırdan şehre kaçıp
sığınan Yahudiler burada proleterleştiler. Jogiches, onları 18 yaşında
örgütlemeye başladı. Rusça bilmeyen Leo, süreç içerisinde Yidce öğrendi.
Zürih’ten
ayrıldıktan sonra Rosa ile birlikte çok şey yaptı. Polonya’daki partiyi
kurdular. İşçilerin Davası isminde bir gazete çıkarttılar. Paris’te
basılan gazetenin yayın yönetmenliğini Rosa üstlendi. Tüm makaleleri Rosa
kaleme alıyor, altına farklı isimler yazıyordu. Bu süreç 1898’e dek devam etti.
Rosa
sonra August Bebel, Paul Singer, Franz Mehring gibi isimlerle bağ kurdu. Sosyal
Demokrat Parti’ye bağlı önemli gazetelerde çalıştı. Bernstein ardından
Kautsky’ye saldıran yazılarıyla ün kazandı. Sonrasında başlığı her şeyi anlatan
Reform mu Devrim mi? kitabını kaleme aldı. 1899’da saldırı sırası,
parlamentarizme gelmişti. 1904’te Amsterdam’da düzenlenen Uluslararası
Sosyalist Kongresi’nde Jaurès, kendisini ağır bir dille eleştiren bir konuşma
yaptı, Rosa bu konuşmayı büyük bir heves ve incelikle tercüme etti.
Ardından
1905 yılı gelip çattı. Rusya’daki devrimin bir yankısı olarak Rusya’ya bağlı
Polonya ayaklandı. Leo, Polonya’ya geldi. 1905’te düzenlenen genel greve Leo ve
Rosa birlikte katıldı. Burada Polonya Sosyal Demokrat Partisi’nin yayın organı Kızıl
Bayrak’ı çıkarttı. Birlikte tutuklandılar. Rosa, kardeşinin ödediği 2000
ruble ile serbest kaldı. Leo ise sekiz yıl ağır hapse çarptırıldı, ama kaçmayı
bildi.
Rosa,
sonrasında Kitle Grevi, Politik Parti ve Sendikalar isimli çalışmasını
kaleme aldı. Bu kitabında Rosa, genel grevle ayaklanmacı grevi seçim pratiği
ile kıyasladı. Liebknecht ile birlikte 1915 yılında Spartaküs Birliği’ni kurdu.
Birkaç kez hapse atılan Rosa, bir seferinde “imparatora hakaret ettiği” gerekçesiyle
mahkûm edildi. Her seferinde içeri girerken sahip olduğu sakinliği ile çıktı.
Ufak
tefek bir kadın olarak Rosa yazarken altına minder koymak zorunda kalıyordu. Bu
koşullarda 1917 devrimi sonrası Rus Devrimi çalışmasını kaleme aldı.
Sadece Leo ve Rosa, Almanya’daki politik ortama destek veriyor, onu
savunuyordu:
“Geniş halk kitlelerinin
kuracağı düzenin, basının hür ve prangasız olduğu, toplanma ve örgütlenme
hakkının sınırsızca uygulandığı koşullar olmaksızın düşünülemeyeceğini, o
tartışma götürmez hakikati herkes bilir.”[3]
Luxemburg’a
göre hürriyet, proletarya diktatörlüğün “yaşamsal bir unsur”uydu.
Lenin,
Bir Adım ileri İki Adım Geri isimli çalışmasını yazınca Rosa bu çalışmayı
eleştirdi. Böylelikle ikili arasındaki polemik de başlamış oldu. 1914’te Rosa,
savaşa destek veren sosyalistlerle ve Kutsal Birlik ile mücadele içine girdi.
Prusyalıların eğittiği subayları ve onlar arasında açığa çıkan yolsuzlukları
eleştirdiği için bir yıl hapis yattı. 1915’te hapishanede Junius Broşürü’nü
kaleme aldı.
Rosa
öldürülene dek hedefe kitlenmiş bir mızrak gibi yaşadı hayatı. Devrimci
politikaya ve hayata aşkla bağlı olan Rosa, Jogiches’i de tutkuyla seviyordu.
Hayata ve politikaya duyduğu sevgi, onu modern tarihte nadir görülen bir isim
hâline getirdi.
Rosa,
düşmanlarının “şirret kadın” olarak andığı bir kişilikti. İki ilham perisi
vardı; biri mutluluk, diğeri devrim. Rosa Luxemburg’da gizem, sınır tanımaz bir
yolculuktu.
Leo
Jogiches’e gönderdiği mektuplar, sıradan aşk sözcüklerini değil, politik
raporları ve Bernstein ile Kautsky gibi isimlerle yürütülen tartışmalarla
bağlantılı sözcükleri içeriyordu. O mektuplarda Lenin’den bahsediliyor, Alman
sosyal demokrasisinin taktikleri tartışılıyor, örgütün görevleri üzerinde
duruluyor, Polonya Krallığı ve Litvanya’daki sosyal demokrat faaliyet ele
alınıyordu. Mektuplar, “aşkıma, benim biricik sevdama” diye bitiyordu.
Mektuplar da Rosa’nın hayatına benziyordu: “Bahar için şu ceketi alsan mı ne
dersin?” türü sorularla bezeliydi.
“Kitle”
anlayışı, onun kişisel pusulasıydı.
Rosa,
nesnel duruma iman etmezdi. Tek hesaba kattığı şey, kişisel veya öznel güçtü.
Kitleler, devrimci düşüncenin suretiydi.
Savaşa
karşı isyanların yaşandığı gerçeklikte, 1918 yılında, işçi ve asker
konseylerinin kurulduğu koşullarda imparator tahttan indirildi. Almanya’da
cumhuriyet ilân edildi. Aynı gün ilân edilen diğer bir cumhuriyet de Liebknecht
ve Rosa’nın cumhuriyetiydi.
Sosyal
demokrat parti iktidarı ele geçirdi. Liderlerinden biri olan Ebert, gözü pek
Spartakistlerin imha edilmesinin şart olduğunu söyledi. Bunun üzerine,
sosyalist bakan Noske liderliğinde bir Gönüllü Muhafız Alayı kuruldu.
Bolşevizmle mücadele etmek amacıyla kurulan bu alayın mirasına sonrasında
Nazizm sahip çıktı.
Berlin’de
sosyalistlerden ve bağımsız isimlerden oluşan bir ekip, hükümette çoğunluğu
teşkil eden sosyalistleri devirip iktidarı almak istedi. Berlin Komünü denilen
süreç böylece başladı. Rosa o günlerde, “Spartaküs Birliği, hükümet
çalışmalarına katılma fikrine karşı çıkmaktadır. Spartaküs Birliği, aynı
zamanda hükümete girme fikrine de karşı çıkmaktadır. Spartaküs Birliği,
proleter kitlenin büyük çoğunluğunun bu yönde, açık, yalın ve muğlaklığa izin
vermeyecek netlikte bir istekte bulunması dışında, hiçbir şekilde hükümet
olmayacaktır” diye yazıyordu.[6]
Hapishaneden
çıkan ve ayaklanmaya karşı olan Rosa, ilk gününden itibaren ona destek oldu.
Gönüllü Muhafız Alayı, Rosa’nın peşine düştü. Rosa ve Liebknecht’in başına ödül
kondu. Her gece farklı evlerde kalındı. 12 ve 13 Ocak günleri Neukölln
mahallesinde işçilerin oturduğu bir binada kaldılar. Ertesi günü ise
Wilmersdorf’ta bir burjuva ailenin evinde geçirdiler. Orada son yazılarını
kaleme aldılar. 15 Ocak günü saat akşam dokuzda askerler geldi. Migreni olan
Rosa o sırada yatakta yatıyordu. Elindeki küçük bir bavul ve birkaç kitap,
ayrıca iyimserliği ile evden ayrıldı. Askerler, Liebknecht ve Rosa’yı Eden
isminde bir otele götürdüler. Rosa, birinci katta tutuldu. Burada Yüzbaşı Pabst
tarafından sorgulandı. O sırada, cinayetle suçlanan hafif süvari eri Runge,
otelin giriş kapısının yanında ayakta duruyordu. Runge, Rosa’nın başına
tüfeğinin dipçiğiyle vurdu. Yere yuvarlanan Rosa, sürüklene sürüklene bir
arabaya bindirildi. Bir tapınakta başına sıkılan kurşunla katledildi. Cesedi
Landwehrkanal ismindeki kanala atıldı. Liebknecht ise aynı gün Eden Oteli’nin
yakınlarında öldürüldü.
Rosa
Luxemburg’un ölümüyle birlikte gizlilik uzmanlığını ömrü boyunca konuşturmayı
bilmiş olan Jogiches ortaya çıktı. Lenin’e bir telgraf yazan Jogiches, hiç
tanışmadığı bu isme şunu söyledi: “Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht son
devrimci görevlerini ifa etti.” Kendisine kaçmasını söyleyen Radek’e şu cevabı
verdi: “En azından bizim mezar kitabelerimizi yazmak için birilerinin burada
kalması gerek.”
Rosa’nın
yazılarından kalanları güvenli bir yere sakladıktan sonra katillerinin peşine
düşen Leo, Berlin’i karış karış dolaştı. Bu sırada yakalandı. Bir polisin
sıktığı, sırtına saplanan kurşun ölümüne neden oldu.
Rosa
ve Liebknecht’in katilleri sonrasında yargılandılar. Er Runge, “cinayet
teşebbüsü” sebebiyle iki yıl iki haftaya mahkûm edildi. Rosa’nın öldürüldüğü
gün görevli olan Yüzbaşı Vogel ise cesedi rapor etmediği, onu yasadışı
yollardan ortadan kaldırdığı için dört ay ceza aldı.
Natacha Michel
5 Mart 2021
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Bkz.: Rosa Luxemburg, “Order Prevails in Berlin,” Ocak 1919, MIA. Türkçesi: “Berlin’de Düzen Hâkim”, İştiraki.
[2]
Bkz.: Rosa Luxemburg’un Leo Jogiches’e gönderdiği 1 Mayıs 1899 tarihli mektup, The
Letters of Rosa Luxemburg içinde, yayına hazırlayan: Georg Adler, Peter
Hudis ve Annelies Laschitza, çev. George Shriver (Londra: Verso, 2011).
[3]
Bkz.: Rosa Luxemburg, The Russian Revolution, çev. Bertram
Wolfe (New York: Workers Age Publishers, 1940), 5. Bölüm.
[4]
Daha fazla ayrıntı için bkz.: J.P. Nettl, Rosa Luxemburg, Cilt 2
(Londra: Oxforward University Press, 1966), s. 484-92.
[5]
Bkz.: Rosa Luxemburg, Comrade and Lover: Rosa Luxemburg’s Letters to Leo
Jogiches, yayına hazırlayan ve çeviren. Elzbieta Ettinger (Londra: Pluto
Press, 1981).
[6]
Rosa Luxemburg, What Does the Spartacus League Want?, Aralık 1918, MIA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder