Klaus’un Büyük Anlatısı:
Plebleri 21. Yüzyıla Has Platon Mağarasına Hapsetmek
Dünyanızın
artık klişeleşmiş bir distopik film senaryosu hâline geldiğini hissetmeye
başladıysanız, enseyi karartmayın. Zira anlaşılan o ki bazı kötü adamlar da
sizinle aynı fikirde.
Bizdeki
o darmaduman olmuş zamanın ruhunu meydana getiren ve kimseyi tatmin etmeyen
hikâyeler, senaryolar ve anlatılardan bir biçimde memnun olmayan Klaus Schwab
ve Kovid sonrası dünyayı yönetmeye çalışan, efendilerine yaltaklanmaktan başka
bir işe yaramayan gardiyanlar, yüzyılı ve ötesini biçimlendirmek için “Yeni
Anlatı” çağrısında bulundular.
Schwab,
Dünya Ekonomi Forumu’nun 11 Kasım günü ilân ettiği Büyük Anlatı Girişimi’ni şu
şekilde tarif ediyordu:
“[Bu girişim] dünyanın
önde gelen düşünürlerinin daha uzun vadeli bakış açıları şekillendirmek ve
ortak geleceğimiz için daha esnek, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir vizyon
yaratılmasına rehberlik edebilecek bir anlatı yaratmak için ortaya koydukları
müşterek bir çabadır.”
Bu
yeni projenin tüyler ürpertici olduğuna hiç şüphe yok, ama peki ama onun
hayatta bir karşılığı var mı? Gerçekte herhangi bir yere sahip mi? Yoksa bu
oligarşinin hizmetindeki papazlar, kendilerini gaza getirmek için anlattıkları
hikâyelerin esiri olup varlıklarını ortadan kaldıracak sürecin zemininin
oluştuğunu görmeyecek kadar körleştiler mi?
Bu
soruyu biraz daha ayrıntılı bir biçimde inceleyelim.
Geriye
dönüp baktığımızda, kayıtlı tarihin, her kültürün nesnel dünyayı
anlamlandırmaya çalışmaya dair öznel deneyimini ve yolumuza atılan pek çok
belirsiz zorluğu şekillendiren efsanelerle ve hikâyelerle yüklü olduğunu
görüyoruz.
Derin
Yapıya Dair Anlatılar
Buzul
çağı sona eriyor, deniz seviyeleri onlarca metre yükseliyor, kıyı şehirleri yok
oluyor, neticede milyonlarca insan boğulup ölüyor. Böylece dünyanın çeşitli
kültürlerinde sel ile ilgili efsaneler ortaya çıkıyor.
Gökyüzünden
gelen yangınlarla ilgili anlatılar muhtemelen, ekosistemlere zarar veren ve
hatta belki de volkanik hareketleri ve büyük hava anormalliklerini tetikleyen,
yeryüzüne çarpan korkunç asteroitlerle alakalı. Neticede ortaya, günahkârları
cezalandırıp erdemli olanları ödüllendiren kahramanlar, kötüler, melekler ve
Tanrılardan bahseden efsaneler çıkıyor.
Tarih
boyunca, doğa ya da jeopolitik stratejilerin neden olduğu travmatik olaylara
anlam yüklemeye çalışan şamanlar, rahipler ve şairler tarafından sayısız hikâye
ortaya konuldu. Hatta belki de “bazı klasik hikâyeler, gerçeğin doğrudan
dillendirilmesinin mümkün olmadığı koşullarda kurgu denilen güvenli alanın
altında saklanan, jeopolitik cinlerin açığa çıkmasını sağlamıştır” denilebilir.
Homeros’un
hikâyelerinde geçen Olimpos Tanrıları buna örnektir. Muhtemelen bu Tanrılar,
antik Elen’de oynanan o Büyük Oyun’da kendi seçtikleri piyonlardaki aptallığı
ve yozluğu istismar eden ve bitmek bilmeyen savaşları kendi çıkarları için
kullanan oligarşik aileleri temsil ediyorlar.
Bu
türden hikâyeler insan olma hâlinin bir parçasıdır ve büyük ölçüde de doğal
ürünlerdir.
Bugünün
sözde aydınlanmış laik dünyasında bu türden efsaneler, “bilim dışı zamanların
aptalca işleri” denilerek çöpe atılıyorlar.
Bilim,
maddi olmayan ruhlarımızın sağlığına veya Tanrı’ya değil, mantığa iman etmeyi
öğretti.
Masum
seyyahların ötesine geçtiklerinde muhtemelen korkunç bir kaderle yüzleşecekleri
düz dünyaya ve deniz canavarlarına dair Ortaçağ hikâyeleri, yerini Aydınlanma
döneminde bir dizi yeni hikâyeye bıraktı. Bu dönemde bir zamanlar dinin
kurulduğu sunaklara saf mantık ve ampirizm yerleştirildi, böylece bize Kant,
Locke, Hegel, Bacon ve Newton gibi isimlerle yeni tanrılara tapmamız söylendi.
Nietzsche’nin Tanrı'nın öldüğünü ilân ettiği dönemde Tanrı’yı öldürdüğünü iddia
eden düşünürler bu tür isimlerden oluşuyorlardı.
Hintli
şair Rabindranath Tagore, kanser misali yayılmış olan bu hastalıklı mantığın
çilesini çekenler için şunu söylüyor:
“Bir akıl düşünün ki tüm mantığı her yanı keskin bir bıçak
gibi. Kullananın elini kesiyor.”
Aydınlanma’daki
mantığın temeli yüz yıl boyunca gerçekliğin basıncıyla çatlamaya başladığı
noktada Standart Model biçimini alan kuantum mekaniği üzerinden dillendirilen
yeni anlatılar, modern insana yaşıyormuş gibi görünen her şeyin hakikate dâhil
olduğunu, bu şeylerin cansız atomlardan ve kimyasal etkileşimlerden meydana
geldiğini, belirli bir amaca sahip ve belirli düzen dâhilindeymiş gibi görünen
şeylerin esasında amaçtan, güzellikten, hatta nesnel gerçeklikten yoksun olan
atomların rastgele hareketi olduğunu öğretti.
Bize
tüm bunların sadece bir şans (istatistiksel olasılık) ve 13,7 milyar yıl önce
yaratılmış dört temel kuvvet tarafından bir arada tutulduğu söylendi.
İnsan
hayatındaki veya doğadaki tüm davranışlar, Darwin'in en uygun ve rastgele
mutasyonların hayatta kalma modelleriyle açıklanıyor. Öjeni ve neo-Maltusçuluk
gibi modern gaddarlıkların yükselişi, bu korkunç varsayımların hastalıklı
çocuklarıydı.
Bu
popüler anlatıların etkileyici cilâsını kazıdıkça görüyoruz ki günümüzde
yücelere kurulmuş rahiplerin siyasi çıkarlar adına uydurdukları efsanelerin
sadece çağımıza kadar devam etmekle kalmayıp, değişen dünyamıza uyum sağlamak
için üzerlerine sürekli yeni gömlekler geçirdiğini keşfediyoruz.
Tümevarımsal/tümdengelimli
düşünme alanlarının ötesine sıçrayarak keşifleriyle eski anlatıları fiilen
altüst eden bu parlak beyinler, bu istisnai bireylerin ruhundan ve kişiliğinden
yoksun matematiksel formüllerin gölgesinde kalıyor. [Bu konuda Leonardo Da
Vinci, Luca Pacioli, Pierre Fermat, Christian Huygens, Johannes Kepler,
Gottfried Leibniz, Max Planck, and Dimitry Mendeleyev’den bahsedilebilir.]
Yanlış
Makro Anlatıların Politik Sonuçları
Günümüzün
laik anlatılarının bazı siyasi ifadeleri, 11 Eylül'de kaçırılan iki uçağın
mağaralarda, özgürlüğümüzden nefret eden öfkeli Müslümanlar tarafından organize
edildiği mesajını yayıp duran neokonların kameralara poz vermeleriyle görünür
hâle geldi.
Bugün
de Kovid-19’un tüm özgürlüklerimizi ortadan kaldırılmasına ihtiyaç duyan bir
yarasayı öpen, kazanda kaynatılmış bir memeliden kaynaklandığını söylüyorlar.
Bugün
bize, Washington’da 6 Ocak 2021 günü gerçekleşen protestoların dört yıl süreyle
beş yüz bin Amerikalının birbirini katlettiği İç Savaş’tan beri ABD’nin başına
gelen her şeyden daha beter olan bir ayaklanma olduğunu söylüyor.
Sürekli
bize, Rusya’nın tüm özgür dünyada demokratik seçimleri ortadan kaldırma arzusu
içerisinde bulunduğundan, Çin’in amacının Batılı değerleri yok edip tüm dünyaya
emperyalist amaçlar güden Yeni İpek Yolu ile komünist bir hükümeti dayatmak
olduğundan bahsediyorlar.
Burada
daha bir yığın örnek sunmak mümkün. Siyaset sahnesinde efsane üretiminin
hayatın çirkin bir unsuru olduğunu söylemeye bile gerek yok.
Ancak
her yalan kesinlikle ciddi zararlar verse de, bu yanlışlıklara kanma
eğilimimiz, zihnimizin nasıl hareket ettiğini şekillendiren o bilimsel
efsanelere gömülü olan üst-anlatıları kabul etmemizden hiçbir şekilde kopuk
değil.
Her
rahip, insanların nasıl düşündüklerini kontrol etmenin,
belirli bir şey hakkında ne düşündüklerini kontrol etmekten
her zaman daha güçlü bir pratik olduğunu biliyor. ABD'de neokonlar kaynaklı
çürümenin birkaç kuşaktır derinleşmesi ile birlikte bugün sistem çok yönlü bir
kriz içine girdi.
Yeni-muhafazakârlığa
evrilen mutantın babalarından biri olan Leo Strauss, esasen bir anlatı inşa
etme ustasıydı.
Leo
Strauss’un Neokoncu Gaddarlığı
Columbia,
Yeni Okul ve Şikago Üniversitesi’nde Fabyusçular Derneği ve Frankfurt Okulu
ajanlarıyla yakın ilişkiler kurmuş ve onlarla yoğun çalışmalar yürütmüş olan
Leo Strauss, Platon’un Cumhuriyet’ini yanlış okumuş, bu yanlış okumanın
onlarca yıl içerisinde on binlerce öğrenci eliyle dünyaya yayılmasına sebep
olmuş bir isimdir.
Strauss’un
öğretileri içerisinde en yücede tutulan, özelikle belirli isimlerin ön plana
çıkarttığı görüş, Cumhuriyet’in Üçüncü Kitap’ında Platon’un geliştirdiği
Asil Yalan’a dair görüştür.
Strauss
derslerinde, Asil Yalan’ın tarihin herhangi bir döneminde zayıfları yönetme
kudretine sahip olan herkesin bir şekilde başvurduğu en mükemmel silâh, en
doğru araç olduğunu öğretir.
Hakiki
bir Niçeci yaklaşım dâhilinde gücü dar anlamıyla “zayıfın güçlüye tabi
kılınması” olarak ele alan Strauss, öğrencilerin kafasına Platon’un kitlelere
bilinç taşıma sevgisini vazettiğine, ama onun aslında gizliden gizliye politik
iktidarı kontrol altına alma ihtimali bulunan Akademi’sindeki seçkinler
konusunda farklı bir öğreti geliştirdiğine dair fikri sokar. Bu bir avuç
seçkine de “beyefendiler” ve “muhafızlar” adını verir.
Strauss’un
Platon yorumuna göre Platon’daki muhafızlar, duygularının esiri olan pleblerin
bulunduğu mağara duvarına düşen gölgeleri kontrol edecek, pleblerse tek olası
gerçekliğin o gölgeler olduğuna inanacaklardır. Bu alabildiğine yanlış yorumun
izinden giden yeni Platoncular, Sokrates’in değil Cumhuriyet’in ilk
kitabında Sokrates’in imha ettiği o ahlaksız öğretinin sahibi olan
Thrasymachos’un ülküsünü benimserler.
Üstatlarından
feyz alan bu genç neokonlara gerçekte Sokrates’in de Thrasymachos veya
Gorgias’ın öğrencisi Callicles gibi hayatın en yüce amacının gücü ele geçirmek,
arzularımızı tatmin etmek ve mağaradaki gölgeleri kontrol etmek olduğu
öğretildi.
Strauss’un
Shadia Drury gibi öğrencileri, zamanla yaşlı ustanın kendisindeki o sapkın
faşizm eğilimini Platon’a yansıttığı için suçlu olduğunu, onun gizli öğretileri
sadece oligarşi içerisindeki tüm o iyi kelle avcıları gibi seçilmiş öğrencilere
tahsis ettiğini gördüler.
Platon’u
Strauss’tan Arındırmak
Platon’a
hayran olsam da onun da efsaneler kaleme alan biri olduğunu kabul etmeliyim.
Timaeos, Kritias,
Theaetetus, Sofist, Devlet Adamı, Menon, Kanunlar,
Phaidon, Sokrates’in Savunması, Gorgias ve Cumhuriyet
gibi eserlerinde karşımıza çıkan diyaloglar, dünya tarihinin 2.400 yıllık
bölümü boyunca zihinleri biçimlendirdi.
Aziz
Augustine, İbni Sina, Erasmus, Shakespeare, Benjamin Franklin, Lincoln, Moses
Mendelsohn, Puşkin, Martin Luther King Jr. gibi Rönesans figürleri ve diğer
sayısız parlak ruh, fikirlerini Platon'un yazılarında yer alan hikâyelerden ve
derslerden istifade ederek bileyledi.
Peki
ama Platon, gölgeleri kontrol edenlere alçaklığı, zayıflara ise ahlakı vazeden
Strauss ve müritlerinin söyleyip durduğu gibi, gerçekte zulümden yana duran,
laf salatasından başka bir şey üretmeyen biri miydi?
Platon’un
dünyasında gerçek bir muhafız olmak, yaratıcı aklın sembolü olan günışığını
görmek için mağaradan çıkıp kitlelere hükmetmekten daha fazlasını ifade ediyor.
Niçeciler
gibi Strauss da okumayı bu noktada bırakıyor ve altın yakalı bir avuç seçkine
tahsis edilmiş olan düşünme gücünü kullanarak kölelere hükmetmeyi seçiyor.
Platon ise Cumhuriyet’inde ve diğer yazılarında GERÇEK bir
felsefecinin (esasında gerçek bir muhafızın) hayatı pahasına mağaraya geri
dönüp tutsakları özgürleştirmek zorunda olduğunu net bir dille ifade ediyor.
Anlatılar
Özgürlük mü Yoksa Kölelik İçin mi?
“Her sanatçı, her bilim
insanı, her yazar nerede durduğuna şu an karar vermeli. Sanatçı taraf tutmalı.
Özgürlük ya da kölelik için savaşmayı seçmeli. Ben seçimimi yaptım.”
[Paul
Robeson -1937]
Şimdi
şu soru sorulabilir: Hangi anlatıların bizi köleleştirmek için tasarlandığını,
hangilerinin bizi güçlendirdiğini nasıl bileceğiz? Misal, bir çocuğun diş
perisine olan inancı ya da iyi davranış sergilemek adına elindeki oyuncakla
hediyeler takas eden şişman adam türünden hikâyeler zararsız mıdır?
Her
insanın içsel evreni dış gerçeklikle belirli bir arayüz meydana getirir. Bu
arayüzler, mantık, duyular, hayal gücü ve özgür iradeden ibaret olup süzgeç
görevi görürler. Peki bazı anlatıların ruhumuzu şahlandırıp imkânsız ihtimaller
karşısında olduğumuzdan daha fazlası olmamız için bize ilham vermesi mümkün mü?
Bize
akıl ve gelişmiş bir hayal gücü ile daha fazla şeyi görmemiz öğretildiğinden,
bazı hikâyeler bilgeliğimizi keskinleştirebilir ve bizi duyu algısının
prangalarından kurtarabilir mi?
Bize
aklın gözü ve gelişmiş bir hayal gücü ile daha çok şeyi görebileceğimiz
öğretildi. Peki ya belirli hikâyelerin bilgi birikimimizi derinleştirip bizi
duyusal algının prangalarından kurtarma ihtimali varsa?
George
Washington, 1776'da dünyanın en büyük paralı askerlerine karşı küçük bir çiftçi
kuvvetine önderlik ettiğinde, istatistiksel olarak imkânsız olan bu savaşta
onlara rehberlik eden tamamen mantık mıydı, yoksa İsa'nın bu irrasyonel
özgürlük dürtüsünü canlandıran tutku hikâyeleri miydi?
Suriye,
yabancı destekli cihatçılar tarafından kuşatıldığında ve uçurumun eşiğine
geldiğinde, teslimiyete uzanan yolun kolaymış gibi görünürken daha da
dolambaçlı bir nitelik kazanmasında, yani o imkânsızı yapmalarında Hz.
Muhammed’in kalplere ruh üfleyen hikâyelerinin rolü nedir?
Elbette
tarih, belirli bir tür şiirsel hikâyenin, sınırlarımızın ötesine sıçramamıza ve
insanlık durumunun ve evrensel gerçekliğin kendisinin daha derin gerçeklerine
dair derin bir bilinç kazanmamız konusunda bize kudret bahşedebileceğini
defalarca ortaya koymuştur. Shakespeare'in “kurgusal” öyküleri bile, hassas
ruha, yüzyıllardır büyük devlet adamlarına hizmet etmiş olan insanlığa ve
gerçek siyasete dair muhteşem evrensel dersler sunar.
Bugün
Oligarşiye Hizmet Eden Anlatı Kurucuları
Anlatıların
iyi ve diğerlerinin kötü olabileceğini kesin olarak onaylayabilmemize rağmen,
günümüzün Büyük Anlatı projesini yöneten oligarkların insanlığa zarar
vermemesini istemeleri mümkün mü?
Belki
de 2014’te Prens Charles, Mark Carney ve trilyonlarca dolarlık sermayeyi temsil
eden Davos milyarderleri yanında Kapsayıcı Kapitalizm Konseyi’ni kurduğunda
Lynn Forrester de Rothschild, samimi ve içten düşüncelere sahipti. Kapitalizmi
yeşil, çevre dostu ve herkese eşit muamele eden kapsayıcı bir sisteme
dönüştürmenin hayırlı bir iş olduğunu kim inkâr edebilir.
İlgili
konseyin Vatikan’la birleştiği Aralık 2020’de Lynn de Rothschild etkinliği şu
şekilde tarif ediyordu:
“Bugün dünyanın en büyük
yatırımları ve iş dünyasının liderleri ile Vatikan arasında tarihsel önemi haiz
yepyeni bir ortaklık kuruluyor. […] Bugün burada, kapitalizmi reforma tabi
tutup onu insanlığın hayrına olacak kudretli bir yapıya kavuşturmak için ahlaka
ve piyasaya dair zorunluluklar bir araya getiriliyor.”
Bu
konseyin başını, 2400 yıl önce Platon’un kullandığı kelimeyi kendilerine unvan
olarak seçen ve kendilerini “muhafızlar” olarak adlandıran bir grup dünya
lideri çekiyor.
Bu
muhafızların arasında State Street, Bank of America, Johnson and Johnson,
Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı, Merck, British Petroleum ve Rothschild
bankalarının icra kurulu başkanları bulunuyor.
Bu
kimsenin havsalasına sığmayacak türden, ahlakî açıdan en gelişkinleri içerdiği
iddia edilen küçük bir grup ve bu grup siyaset alanına hâkim isimlerden
oluşuyor. Ahlak konusunda üstünlük taslasalar bile sadece seçkinlerin bilmesine
izin verilmiş olan yüce iyi aşkına her şeyi onlarca yıldır düzene sokan isimler
bunlar.
Maalesef
Davos Muhafızları için Yeni Büyük Anlatı’da esasen insanlığın hayatta kalmak ve
yaratıcı, akla yatkın olan evrenimiz içerisinde gelişmek için ihtiyaç duyduğu
ilkelerden mahrum olan bir dünyadan bahsediliyor.
Bir
mağara içinde yaşayan, aptallaştırılmış kölelerden oluşan gölgeden ibaret bir
ülkeyi kontrol etme gücünü kullanmak bazıları için etkileyici görünebilir,
ancak bugün bilimsel ve teknolojik ilerleme düzleminde küresel bir güç hâline
gelmekte olan ve giderek güçlenen, o aktif ve yaratıcı çok kutupluluk
paradigması ile birlikte düşünüldüğünde, mağara sakinlerini kontrol etmek,
beyhude bir uğraş, acınası bir gayret hâlini alıyor.
Hayatta
kalmak için konağını emip öldürmekten başka elinden başka bir şey gelmeyen
parazit gibi bu Davos Muhafızları da muhtemelen Edgar Poe’nun sarayı çöken,
iktidarsız, nihilist oligarkı Roderick Usher’ın kaderini paylaşacak.
Matthew Ehret
2 Aralık 2021
Kaynak
[Matthew Ehret, Canadian
Patriot Review'un Genel Yayın Yönetmeni ve Moskova'daki Amerikan
Üniversitesi'nde Kıdemli Araştırmacıdır. Untold History of Canada (Kanada'nın
Anlatılmayan Tarihi) kitap dizisinin ve Clash of Two Americas (İki
Amerika'nın Çatışması) kitabının yazarıdır. 2019'da Montreal merkezli Rising
Tide Foundation'ı kurdu. Kendisine matthewehret.substack.com adresinden
ulaşılabilir.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder