Pages

10 Şubat 2022

Hakikat Mücadelesi



Sosyalizmden gayrı hiçbir şey, insanlığı savaşlardan, açlıktan, milyonlarca insanın ölümünden kurtaramaz.

[V. I. Lenin]

 

Sovyetler Birliği’nin ve Ukrayna Sovyeti’nin, Büyük Ekim Devrimi’nin dünyaya duyurduğu yeni uygarlığın doğumuna ve oluşumuna tanıklık etmiş olan şanlı ve kahramanlıklarla dolu tarihi ile ilgili hakikatleri yok etmek için sermayenin verdiği savaşa eşlik eden o yoğun patolojik nefretin ana sebebini Lenin’den yaptığımız alıntıda bulmak mümkündür.

Sömürülen kitlelerin tarihinde zafere ulaşan ilk devrim olarak Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, Marksizm-Leninizmin sınıf mücadelesi ve sermaye diktatörlüğünün devrilmesini esas alan teorisini kuşanmış bir devrimdir. Bu devrim, burjuvaziye ve sömürgeci zulmüne karşı emekçi kitleleri mücadele düzlemine çeken Bolşevik Parti liderliğinde kurulmuş dünyanın ilk işçi-köylü devletinin inşa edilmesini sağlamıştır.

Proleter devrimin zaferiyle, bunun yanında, Lenin’in ulus politikasının uygulanmasıyla, ülke içerisinde ve beynelmilel düzeyde sergilenen yoğun direnişe karşın, Ukrayna emekçi sınıflarının iradesi temelinde gerçek bir devlet olma statüsüne kavuşmuş, böylece Sovyetler Birliği’nin kurucu bileşenlerinden biri hâline gelmiştir. Diğer cumhuriyetlerle işbirliği içerisinde yürütülen çalışmalar dâhilinde okuryazar oranı ile ilgili sorun aşılmış, işsizlik ortadan kaldırılmış, ülke kendi sanayi gücüne ve askeri gücüne kavuşmuş, gıda güvenliği sağlanmış, ülkede bilim, kültür ve sanat hızla gelişme kaydetmiştir.

Kardeş cumhuriyetlerle birlikte Ukrayna, Hitler’in sürülerini dize getirmiş, halkını Nazi boyunduruğundan kurtarmış, zaferin o kızıl bayrağını Reichstag binasının tepesine dikmiştir. SSCB’deki kardeş cumhuriyetlerle birlikte tüm ülkemizi ve Ukrayna’mızı enkazın altından çıkartıp aldık. Üstelik uzaya ilkin biz çıktık.

Bugünkü kapitalist dünya düzeni, bir kez daha toplumsal krizle, enerji kriziyle, finansal krizle, insani yardım kriziyle ve göçmen kriziyle boğuşuyor, sarsılan düzen “ölüm”ün eşiğine gelmiş durumda. SSCB’nin yıkılması sonrası yüzleştiği tarihsel açmazdan çıkmanın yollarını arayan burjuvazi, bugün dünyayı politik anlamda yeniden taksim etmek için mücadele veriyor. Kaynaklara ve piyasalara erişim imkânı ve nüfuz alanlarının genişletilmesi için verilen bu mücadele, iki hat üzerinden ilerliyor:

– ABD’nin ve Batı’nın şer imparatorluğu olarak anılan komünist Çin’e, Vietnam’a ve Küba’ya karşı sürdürdüğü mücadele. Burada asıl olarak toplumsal ilişkileri başarıyla kurmayı bilmiş örneklere karşı mücadele veriliyor, bu mücadele ise temelde ideolojik mücadele olarak yürütülüyor;

– Kapitalist sistemin kendi içinde sürmekte olan mücadele. Bu mücadele ise temelde Avrupa’daki nükleer güce sahip ülkeler, ABD ve Rusya arasında, iç ve dış politikanın askerîleşmesi sürecinin eşlik ettiği “demokrasiyi savunma” ile ilgili neoliberal gevezelik kılıfı ardında sürdürülüyor.

Sermayenin kâr ve güç için her tür suçu işleyebileceği koşullarda (ki Kazakistan’da son yaşanan olaylar bunun kanıtıdır) Üçüncü Dünya Savaşı’nın patlak verme ihtimali de oldukça artmış durumda.

1991’deki karşı devrimci darbenin, SSCB’nin yıkılmasının ve burjuva sisteminin restore edilmesinin ardından sosyalist Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve toplumsal düzeyde yaşadığı dağılma sürecine rağmen elde ettiği başarı, yönetici sınıfın güçsüzlüğü bağlamında sadece ülkemizde tesis edilmiş olan oligarşik Nazi rejiminin değil, burjuvaziye ait tüm politik ve ekonomik sistemi rahatsız etmeyi sürdürüyor.

Ukrayna’daki emekçi halkın çile çektiği koşullarda “komünizmin hayaleti” karşısında Meydan gösterileri sonrası oligarşik Nazi rejimi Donbass’da iç savaş başlattı. Burada amaç, “Sovyetler Birliği’ni tarihe gömmekti, zaten savaşmak için ortada başka bir gerekçe bulunmamaktaydı.” Bu sözü Varşova’da söz konusu iç savaşı çıkartan isimlerden biri olan eski Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko sarfetmişti.

Ukraynalıların ideolojik anlamda köleleştirildiği sürecin örgütlendiği, finanse edildiği ve yerli burjuvazinin ve Washington-Brüksel’deki efendilerinin çıkarları için yönlendirildiği o “bağımsızlık” denilen dönem boyunca Batı’nın ve özel servislerin kontrolündeki yüzlerce STK devreye sokuldu. Bu kuruluşlar, bugün de sanayi işçileri, tarım işçileri, gençlik dâhil Ukrayna toplumunun tüm katmanları bünyesinde sistematik ve belirli bir amaca odaklanmış çalışmalar yürütüyorlar, toplumda sosyalizme karşı bağışıklığı artırmanın yollarını arıyorlar, bu amaç doğrultusunda, kendilerine ait Avrupalı değerleri “aşılıyorlar.”

Bu tür yapıların eğittiği kadrolar, emniyet, mahkemeler dâhil devletin tüm kademelerinde kilit görevlere getiriliyorlar ve buralarda sömürüyü ve başkalarının sırtından zengin olmayı savunan o lanet ideolojinin tohumlarını hayatın her alanına ekiyorlar.

Burjuvazi, bugün tarihimizde gerçek bir sosyalist demokrasinin oluşumuna tanıklık etmiş olan Sovyet döneminin sahip olduğu yeri halkımızın hafızasından ve bilincinden silmeye çalışıyor.

Mesele sosyalizmin kötü olması değil, onun oligarşik diktatörlüğü ve sermayenin hâkimiyetini tehdit ediyor olması.

Sermaye halkın bilincinde emekçi sınıfların, haklarından mahrum kalmış, sömürü mağduru bir tebaa olmayı rızası ile kabul edeceği bir değerler sistemi inşa etmeye çalışıyor. Bu sistemde sömürülen kitleler burjuvazinin zenginleşmesi için ana kaynak olmayı sürdürüyor.

Burjuvazinin verdiği ideolojik mücadelenin ana hedefi, Bolşeviklerin ortaya koyduğu toplumsal ve politik deneyimi etkisizleştirmek ve itibarsızlaştırmak, bugünkü ve geleceklerin hâkim olacakları Marksist-Leninist sınıf mücadelesi teorisi üzerine kurulu etkili ve yaratıcı bir deneyimin açığa çıkmasına mani olmak, işçi sınıfının politik iktidarı hedefleyen örgütlü mücadelesi ve sermaye diktatörlüğünün yerine işçi sınıfının diktatörlüğü üzerinden gerçek sosyalist demokrasinin inşası önüne engeller çıkartmaktır. Burjuvazi, kendisini mezara gönderecek olan sınıfın tüm toplumu devrimci manada örgütleme ihtimalinden korkuyor. Bu sebeple Ukrayna’da 2004’te ve 2014’te gerçekleşen darbelere destek oluyor. Bu tür darbeler, oligarşik bir grubun elinde olan iktidarı götürüp ABD’nin ve onun çıkarlarının kontrolünde olan başka bir gruba teslim etmişlerdir.

Burjuvazi mücadelesini teorik, ekonomik, insani yardım, istihbarat gibi birçok alanda vermektedir.

Kapitalizmin yeniden tesis edildiği, yönetici iktidarın oligarşiye geçtiği süreçte tarih işçi sınıfına karşı burjuvazinin verdiği acımasız ve kanlı mücadelelere sahne olur. “Bağımsız dönem” denilen dönem de sınıflar mücadelesi bağlamında bu şekilde kullanılmıştır.

Sahte bir tarih okumasını dayatıp gerçek sınıf mücadelesi tarihini (sınıfsal yaklaşımı) ve ulusal kurtuluş mücadelesi tarihini silip yerine insan ırkının doğmasını sağlayan “ön kurucular” türünden saçmalıklarla dolu tarihi ezberletmeye çalışan, halkın gerçek ve nesnel bilgiye erişimine mani olan sonuçta da geçmişi eleştirel açıdan değerlendirme fırsatını elinden alan burjuvazi, dünya genelinde işçiler arasında sınıf bilincinin gelişmesi ihtimalini ortadan kaldırır.

Burjuvazinin dayattığı tarih bilincinin tek çıkacağı yer, politik çılgınlıktır.

Burjuvazi, “geçmiş günler”den bahsederek tarihi çarptırır. Özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin tarihini, Spartaküs önderliğinde gerçekleşen köle ayaklanmalarını, Çarlık Rusyası ile ittifak hâlinde olan Polonya’ya karşı Bohdan Kmelnitski döneminde verilen ulusal kurtuluş savaşını veya Doğu Karpatyalıların Oleksa Dovbuş liderliğinde verdiği feodalizm karşıtı mücadeleyi, bu türden nesnel ve ilkeleri esas alan değerlendirmeleri hak eden tüm mücadeleleri unutturur.

1917-1991 arası dönem, bugünkü ideolojik sınıfsal mücadelenin ana sahasıdır. Her şeyin ötesinde, önceki halk ayaklanmaları ve ezilen kitlelerin gerçekleştirdikleri isyanlar zalimlerce bastırılmış, ardından Ekim Devrimi’nin zafere ulaşması sonucunda işçi sınıfı iktidarı ele geçirmiş, sermaye dünya genelinde bu iktidarı kabullenmek zorunda kalmıştır.

Bugün sermayeyle mücadele, esas olarak bu sahada sürmektedir. Halkın hafızasında hâlen daha taze olan olaylar ve geçmişe ait bilgi, burjuvazi eliyle çarptırılmaktadır. İşçi sınıfının verili sınıf bilincinin düzeyi de bir bütün olarak toplumsal bilincin düzeyi de bu savaşı kimlerin kazanacağına bağlıdır.

Ukrayna’nın gerçek tarihinin yıkımında asıl rolü bu ülkenin aydınları oynamıştır. Bu aydınlar, yaratıcı bir sovyet iken Ukrayna’yı sermayeye uşaklık eden burjuva ve küçük burjuva bir güce çevirmiştir. Bu politik fahişeler ve hainler, işçi sınıfını bilinçlendirme görevini terk edip burjuvaziye hizmet eden birer Erostrate’ye dönüşmüş, Ukrayna halkını sermayenin kollarına teslim etmiş, onun işçi sınıfı üzerinde politik ve ekonomik manada hâkimiyet kurmasına katkıda bulunmuştur.

Bu kesimin ahlaki açıdan çürümüş olduğu açıktır. Geçmişte faşizm yanlısı oligarşik düzene hizmet eden bu aydınlar, entelektüel elitler vicdanlarını üç kuruşa satmış, 1991 darbesi sonrası ecdadının Sovyet iktidarı döneminde elde ettiği kazanıma ihanet etmiş, çocuklarının, torunlarının geleceğini yok etmiştir.

Oysa Ukrayna aydınlarının önemli bir bölümü Sovyet üniversitelerinde eğitim görmüş, aileleri işçi ve köylü olan, bu üniversitelerden bilimsel dereceler ve unvanlar kazanmış olan kişilerdir.

Ukrayna Sovyeti’nin tarihini çarpıtma ve yok etme girişimine komünizmden kurtulma sloganları eşlik etmiş, bu dönemde ortaya konulan çabalar, işçi sınıfı devletinin kurulması ve sınıf mücadelesi üzerine kurulu teorinin pratiğe başarıyla dökülmesiyle ortaya konulan o eşsiz deneyimi ve tarihsel birikimi yok etmiş, nesiller arasındaki bağı kopartmıştır. Bu, sadece manevi açıdan köleleşmeyi beraberinde getirmekle kalmamış, doğrudan faşizme uzanan yolun taşlarını döşemiştir.

Toprak bütünlüğünü esas alan milliyetçilik ideolojisi faşizmdir. Bugün bu ideoloji halkın “bilinçli tercih”i olarak takdim edilmektedir, oysa yıllardır Ukraynalıların zihinlerine zerk edilmektedir. Ukrayna’daki Neonazilere ait devlet mekanizması sadece gençleri değil, geçmişte iktidarı elde edip bir devlet inşa etmiş olan yaşlıları da dağıtmakta ve aptallaştırmaktadır.

Burjuvaziye hizmet eden siyaset bilimciler, sosyologlar, ekonomistler, tarihçiler ve tüm bilim cemaati, komünist dönemin kalıntılarından arınmayı amaç edinmiş kanunun kabulüne sessizce onay vermişlerdir. Bu rezil burjuva politik sistemin pespaye hâlini gizleyen makyajın dökülmesini sağlayan bu kanunun amacı, insanlık düşmanı kapitalizme karşı toplumsal kalkınmacı bir seçenek öneren modellerle ilgili her türden tartışmanın önünü almaktır.

Ukrayna ve Sovyet tarihinin çarpıtılmasına dönük en canlı örnek, Ukrayna Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi’nin halkı kandırmak için Orwellci bir yaklaşımla ürettiği uydurma haberlere dayanan çalışmadır. Tüm devlet yetkilileri, belediyeler, medya, eğitim kurumları, bilim teşkilâtları bu metni kullanmaya mecburdur.

İlgili belge, ülkemizin kurtuluşu için milyonlarca Ukraynalının canını ortaya koydukları Büyük Vatansever Savaşı’nın sahte olduğunu söylemektedir. Çünkü o savaş sonucu elde edilen zafer esasında sosyalist sistemin, sosyalist ekonominin, Sovyet vatanseverliğinin burjuva milliyetçiliği ve şovenizm karşısında elde ettiği bir zaferdir. Buna ek olarak Konsey aynı zamanda 1939’da ve 1945’te Ukrayna’nın elde ettiği toprakları Bolşevik işgali olarak nitelemekte, Meydan sonrası gerçekleşen silâhlı darbenin sonucunda Donbass’taki iç savaşı ise Rusya ile savaş olarak değerlendirmektedir.

Bu türden belgeler hastalıklı bir zihnin ürünüdür, sermayenin işlediği suçların, emekçilere ziyan olan politikalarının bir sonucudur.

2000’lerin başında “bağımsızlığın” elde edilmesinin, hatta 2004’teki “turuncu devrim”in ardından Sovyet dönemi tarihi çarpılmıştır ve bu çarpıtma, doğal olarak belirli bir amaca yöneliktir. Burada mesele, meclisin ta kendisidir. Güneydoğu bölgesinin, Kırımın ve Donbass’ın çıkarlarını temsil eden vekiller milliyetçi cumhurbaşkanı karşısında dengeleyici bir ağırlığa sahiptirler. Şubat 2014’teki darbe ve iktidarın oligarşi yanlısı Nazilerin eline geçmesi sonrası çarpıtma faaliyetleri, devlet ideolojisinin ve politikasının mütemmim cüzü, parçası hâline gelmiştir.

Ukrayna tarihini çarpıtan ve “Ukrayna tarihi ile ilgili yalan hikâyeler”i üreten odaklardan biri de Devlet Ulusal Anma Kurumu’dur. Nazilerdeki Antik Germen Tarihi ve Geçmişin Mirası Çalışmaları Derneği’ni (Ahnenerbe) anımsatan bu kurumun görevi, tüm Sovyet dönemini silmek, onu Ukrayna’ya karşı Rus Bolşeviklerin gerçekleştirdiği saldırıların ve “kızıl terör”ün bir yansıması olarak göstermek, suç işlemiş SS birimlerini ve onlara suç ortaklığı yapan Nazileri yüceltmek, birer cellât olan bu kişileri kahraman olarak takdim etmektir.

Tarihin mantığı ve hakikatine, ayrıca Ukrayna’nın Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yasal varisi olduğunu açıkça ifade eden Devletin Egemenliği Bildirgesi’ne aykırı bir biçimde modern burjuva-neonazi güçler, kendilerini 7 Kasım 1917’de kurulan Ukrayna Halk Cumhuriyeti’nin devamcısı olduklarını söylemektedirler.

Simon Petliura’nın çetelerinin de desteğiyle, Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı liderlerinden ve kurucularından biri olan Yevhen Konovalets komutasında hareket eden aynı cumhuriyet, gerici meclise karşı Kiev Arsenal fabrikası işçilerinin başlattığı ayaklanmayı kanla bastırmıştı.

Merkezî Meclis’i kurmuş olan Ukrayna Halk Cumhuriyeti, üç yıl içerisinde ülkeyi önce Almanlara, sonra Avusturya-Macaristan’a, ardından İtilaf Devletleri’ne, devamında da burjuvaların, toprak ağalarının yönettiği Polonya’ya sattı. İşgalcilere sunduğu askeri yardım karşılığında tahıl, et ve yumurta aldı. Bu anlamda bugünkü devlet de aynı şekilde ülkeyi satıyor, karşılığında NATO’dan askerî yardım, IMF’den para alıyor.

Bu deliliğin, gözü dönmüşlüğün bir sınırı da yok. Neonazi vekiller, meclise bir kanun teklifi sundular. Ukrayna’nın geçmişte, 30 Haziran 1941 tarihli kanunla kurulmuş olan Ukrayna devletinin yasal devamcısı olduğunu söylediler. Üstelik Hitler’e bağlılık yemini ettiler, Avrupa’da yeni düzenin tesisi için onun liderliğinde yürümeye hazır olduklarını söylediler.

Sovyet dönemini çarpıtmanın asıl amacı, sosyalist sistemin toplumsal, ekonomik ve insani açıdan elde ettiği başarıları toprağa gömmek, ortak tarihimin en acı ve en önemli sayfaları konusunda yalan yanlış bilgiler yaymak.

Ukrayna Sovyeti sonrasında görüldüğü üzere bugün de devlet ve devlet dışı kurumlar, çarpıtma faaliyetlerini “Moskova’dan kurtulalım!” sloganı ile yürütüyorlar. Otuz yılı aşkın bir süredir bu sloganı atanlar, önce ülkenin toptan Ruslaştığını söylüyorlar, devamında da SSCB döneminde Ukraynalıların soykırıma uğratıldığından, Molotof-Ribbentrop Anlaşması neticesinde Ukrayna topraklarının işgal edildiğinden söz ediyorlar.

Böl-yönet ilkesi uyarınca tarihi çarpıtan burjuva milliyetçi unsurlar, ülkenin Ruslaştığı iddiasını milliyetçi hissiyat ve dil düzleminde nefreti körüklemek için kullanıyorlar. Aynı zamanda 1920 sonbaharında Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin okullarda Ukrayna dilini zorunlu hâle getirme kararı verdiğini, Mayıs 1921’de Ukrayna Bilimsel Dil Enstitüsü’nün kurulduğunu unutuyorlar. 1938’de Ukrayna’daki 21.656 okulun 18.101’inin eğitim dilinin Ukraynaca olduğu gerçeği üzerinde durmuyorlar.

Bu türden süreçlere, meslek liseleri ve üniversiteler alanında yapılan reformlar eşlik ediyor.

İlgili dönemde ülkede yayıncılık, gazetecilik ve dergicilik faaliyetleri hızla artıyor. 1928’de ülkede Ukraynaca yayın yapan gazete sayısı 58 iken 1939’da bu sayı 885’e çıkıyor. Buna karşılık Rusça yayın yapan gazete sayısı sadece 304. Bu dönemde kitapların dörtte üçü, dergilerin yaklaşık yüzde 85’i Ukraynaca dilinde yayınlanıyor.

Sovyet iktidarının ilk yıllarından itibaren Ukrayna’da tiyatrolar faaliyetlerini yürütüyor. 1930’ların başında ülkede 66 Ukraynalı, 12 de Yahudi tiyatrosu varken, Rus tiyatrosu sayısı sadece 9.

1927’de Kiev Film Stüdyosu çalışmalarına başlıyor. 1957’de stüdyo Oleksandr Dovzenko’nun adını alıyor.

Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti döneminde kurulan birçok ekip, dünya çapında şöhrete kavuşuyor. Ukraynalı bestecilerin gene Ukraynalı olan şairlerin şiirleri üzerine yaptıkları besteler, bugün genç yaşlı herkes tarafından söyleniyor. Üstelik bu durum sadece Ukrayna ile de sınırlı değil.

Burjuva düzene düşman olan ve Bolşevik Parti liderliğinde hareket eden genç sovyetlerin tümü sanayileşme ve kolektivizasyon sürecine giriyor. Bu sürecin temelini ise 1920’de geliştirilmiş olan Rusya’nın Elektrifikasyonu Komisyonu planı (GOELRO) teşkil ediyor. Bu plan, sadece ülkenin bütünüyle elektriğe kavuşturulmasını değil, ayrıca ekonominin geliştirilmesini amaç ediniyor.

İlk beş yıllık plan süresince, II. Dünya Savaşı yani o Büyük Vatansever Savaşı başlamadan önce Ukrayna’da yüzlerce yeni ve büyük sınai işletme kuruluyor: Dnipro Hidroelektrik Santrali; Zaporizhstal, Kryvorizhstal, Azovstal, Karkov Traktör Fabrikası, Novokramatorsk Makine İmalatı Fabrikası bunlardan bazıları.

Bu süreçte İlyiç Demir-Çelik Fabrikası, Mariupol Çelik Sanayii, F.E. Zerzinski Dnipro Metalürji Fabrikası, Petrovski Dnepropetrovsk Metalürji Fabrikası, Karl Liebknecht Boru Fabrikası gibi zaten varolan tesisler revize ediliyor. 1913’teki sınai üretim hacmi 1940 yılında 7,3 kat artıyor. Bu artış ağır sanayide 11, elektrik üretiminde 23 kat olarak gerçekleşiyor.

Sanayileşme sürecine paralel olarak tekil kişilere ait çiftlikler birleştiriliyor, tarım sektörünün makineleştirilmesi ve işbirliği temelinde büyük kolektif çiftlikler kuruluyor.

Elbette bu türden büyük ölçekli sosyo-ekonomik dönüşümlerin yaşandığı süreçte bazı hatalar da yapılar, kimi aşırılıklara tanıklık ediliyor. Bu aşırılıklar ve hatalar, burjuvaziye hizmet eden sahtekârlarca ülkemizdeki sosyalist inşa sürecini ve toplamda bir toplumsal-politik sistem olarak sosyalizmi itibarsızlaştırmak için kullanılıyor. Bu tür bir amaç doğrultusunda burjuva milliyetçiler “Holodomor” (“açlıkla öldürme” dedikleri süreç) dâhilinde Ukraynalıların Ruslar ve Bolşevikler tarafından soykırıma tabi tutulduğu yalanını ortaya atıyorlar. Bu yalanın asıl kaynağı ise Ukrayna’da 1932-1933 döneminde gerçekleşen kıtlığın yarattığı acı üzerinden Ukrayna Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbürosu’nun kararıyla yayınlanan arşiv materyalini de istismar eden, ülke dışında kurulmuş Sovyet düşmanı merkezler.

Ukrayna Ulusal Anma Enstitüsü’nün ve Ukrayna Güvenlik Servisi’nin çarpıttığı gerçekler 1932-1933’teki kıtlığı fotoğraflarla teyit ediyor. Milliyetçilerin “o dönemde kıtlık olmadı, Ruslar bizi bilerek soykırımdan geçirdi” yalanını, yirmili yıllar boyunca Volga bölgesinde yaşanan kıtlıkla ilgili gelişmeler çürütüyor. Bilindiği üzere o dönem, ABD’de Büyük Buhran’ın yaşandığı dönem.

Bu trajedinin gerçek sebeplerine de kimse bakmıyor. Yaşanan acının arkasında kuraklık, kulakların sabotajları, parti ve devlet aygıtı içerisindeki karşı-devrimci unsurların yıkıcı faaliyetleri var.

Örneğin ta 1933 yılında aralarında Fyodor Konar türünden teşkilâtlara mensup Ukraynalı milliyetçilerin de bulunduğu Tarım ve Gıda Bakanlığı ile Devlet Çiftlikleri Bakanlığı çalışanı yetmiş kişi, traktörlere, tarım makinelerine zarar verip tahrip etme, keten değirmenlerini ve traktör istasyonlarını ateşe verme, su kanallarını tıkama, mahsulü düşürme, kolektif çiftliklerin ekmek stoğunu çalma, işçi sayılarını düşürme, ürün veren büyükbaş hayvanları öldürme gibi suçlardan yargılanıyor. Burada bir de 1920’de ölmüş bir Kızıl Ordu askerinin parti kimliği ile sovyet devletine sızan Polişçuk’tan bahsetmek gerekiyor.

Sovyet yetkililerinin kıtlığı sonlandırıp yol açtığı etkileri ortadan kaldırmak amacıyla aldıkları tedbirleri teyit eden parti ve devlet kaynaklı yüzlerce belge ise bilerek sumen altı ediliyor.

1933 kışında cumhuriyetin tanık olduğu en güç durumu ele alan SSCB Halk Komiserleri Konseyi (bakanlar kurulu) ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi 25 Şubat 1933’te bir karar çıkartarak, Ukrayna’ya devletin elindeki rezervlerden gıda yardımı yapılması yönünde adım atıyor. Bu dönemde Ukrayna’ya toplam 18.000 ton hububat, tohum, gıda ve yem veriliyor.

Buna ek olarak, aynı yılın Nisan ayının sonunda 12 milyon ton tohum, 3,5 milyon ton yem, 2,5 milyon hububat gönderiliyor. Buna 200.000 tonluk gıda yardımı eşlik ediyor. Nisan 1933’te Ukrayna’ya yapılan gıda yardımı 560.000 tonu aşıyor.

Toplamda Ukrayna Sovyeti’nin nüfusu en az 21 milyon ton hububata, 10.000 ton una kavuşuyor. Ayrıca ülkeye yarım milyon tonluk gıda yardımı yapılıyor. Un, şeker, konserve de gönderiliyor.

Asıl tuhaf olanı ise Ukrayna Sovyeti’ndeki kıtlıktan söz edenlerin aynı dönemde Polonya yanlılarının elinde olan Batı Ukrayna’daki kıtlıktan hiç bahsetmiyor olmaları.

Dünya Özgür Ukraynalılar Kongresi’nin girişimiyle 1988 yılında kurulan Uluslararası Açlık Soruşturması Komisyonu, Ukrayna’daki açlığın Ukraynalılara yönelik bir soykırım olarak görülemeyeceği kararına varıyor. Söz konusu komisyon raporu 1990’da yayımlandı ve bugün herkesin erişimine açık.

Ukrayna Sovyeti döneminde, 1932-1933’te yaşanan kıtlık trajedisiyle ilgili gerçekleri çarpıtan burjuva milliyetçiler sözlerini hiçbir şekilde ispatlayamıyorlar. 2013 yılında Ulusal Anma Enstitüsü’nün çıkarttığı 1932-1933’tek Kıtlık isimli kitapta bile Bolşeviklerin Ukraynalılara soykırım uyguladığını ispatlayan herhangi bir olguya rastlanmıyor.

Kıtlıkla ilgili gerçekleri çarpıtma konusunda daha fazla bilgi için Ukrayna Komünist Partisi’nin internet adresine bakılabilir.

Ukrayna tarihini çarpıtanlar, en çok da İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan olaylara atıfta bulunuyorlar. Faşizme ve Nazizme hizmet eden devlete ait ideolojik mekanizma bu çirkin ideolojiyi ve bugündeki savunucularını aklamak için elinden gelen her şeyi yapıyor.

Bu amaç doğrultusunda tarihi çarpıtanlar, tüm çabalarını savaşın tüm sorumluluğunu SSCB’nin ve Stalin’in üzerine yıkmaya yoğunlaştırıyorlar. Bu noktada Molotof-Ribbentrop Anlaşması üzerinde duruluyor. İlgili anlaşmanın Hitler’in ve Stalin’in Polonya’ya saldırmasına, bunun yanında Bolşeviklerin Ukrayna’yı bölüp işgal etmesine sebep olduğunu söylüyorlar. Başka bir ifadeyle, Ukrayna topraklarının birleştirilmesi, Ukraynalı milliyetçilerinin diliyle söylersek, Ukrayna’nın birliği, işgalmiş gibi takdim ediliyor. Bu, milliyetçi şizofreni değilse nedir?

Aynı zamanda savaşın gerçek sebebi olan kapitalizmin sistemsel krizi, piyasaların yeniden dağıtımı ve ele geçirilmesi meselesi, örtbas ediliyor. Hitler’in elini güçlendirenin Fransa ve Britanya olduğu, Münih Anlaşması üzerinden 1938’de faşist İtalya ve Almanya ile anlaşma yapıldığı, bunun yanında, Çekoslovakya’nın Nazi Almanyası, Polonya ve Macaristan arasında taksim edildiği gerçeği üzerinde nedense hiç durulmuyor.

Burjuvaziye hizmet eden tarih çarpıtıcıları, Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı’nın kurduğu Ukrayna İsyancı Ordusu’nun (OUN-UPA) faşist Alman birliklerine karşı verdiği “kahramanca mücadele”den bahsedip duruyorlar. Bu kesimin kabulüne göre, savaşın ana cephesini bu ordunun faşist Almanya’ya karşı verdiği mücadelenin sürdüğü cephe oluşturuyor.

Bu noktada “Ukrayna Güvenlik Servisi: OUN-UPA’nın Güvenlik Servisi” isimli belgeseldeki şu cümleyi aktarmak gerekiyor. Meclise bağlı Bilim ve Teşkilât Dairesi Enstitüsü başkanı, aynı zamanda tarih bilimi doktoru İvan Mişçak, belgeselde şunu söylüyor: “Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı savaş süresince Almanya içerisinde güçlü bir istihbarat ağı kurdu. Gestapo’nun Berlin’de aldığı kararları Batı Ukrayna’daki OUN karargâhı 48 saat içerisinde öğreniyordu. Teşkilâtın baş belâsı olması üzerinde 1942’de Almanya tüm güçlerini onu ortadan kaldırmak için seferber etti.”

Oysa bu yalanı Alman arşivleri çürütüyor. Teşkilâtın ve Polesskaya Sich Bulba-Borovets gibi başka milliyetçi oluşumların saldırıları konusunda bilgi toplama noktasında yardım talebinde bulunulan Angela Merkel’e yapılan resmi başvuru sonrası Komünist Partisi bu arşivleri ele geçirdi. 12 Mart 2008’de Potsdam’daki Askeri Tarih Araştırmaları Bürosu ve 23 Nisan 2008’de Münih’teki Çağdaş Tarih Enstitüsü’nün gönderdiği mektuplarda Alman arşivleri bu türden bir veriyi içermiyor denilmekteydi.

Öte yandan arşivler başka bir gerçeği ortaya koyuyor. OUN-UPA üyeleri ile liderleri Stepan Bandera’nın, Alman gizli devlet polisi (Gestapo) ve casusluk teşkilâtıyla (Abwehr) kurduğu işbirliği, Nuremberg Mahkemesi’ne ait materyallerde de o güne ait tanıklıklarda da teyit edilen bir husus.

Örneğin hem Gestapo’ya hem de Abwehr’e çalışan Teğmen Siegfried Müller, 19 Eylül 1945 tarihli sorgusunda Stepan Bandera’nın ismini veriyor ve kendisinin SS subayı Karl Wolff’un başında olduğu 4-D departmanının doğrudan denetimi altında olduğunu söylüyor. Wolff bizzat Bandera ajanlara talimat iletiyor, bu bilgiler UPA karargâhına gönderiliyor, bu teşkilâtın üyeleri de Kızıl Ordu’nun arkasından sızarak sabotaj faaliyetleri yürütüyor.

Bu konuda, o dönemde Nazilerin işgali altında olan sovyet toprağında çıkan Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı’na ait gazetelere bir göz atmak yeterli bilgi verecektir. Bizzat bu teşkilâtın üyelerinin gittiği “Ekselansları Adolf Hitler” onuruna açılan sağlık tesisleri de çok şey anlatıyor. Bu tür yalanlarla söz konusu milliyetçi çetenin işlediği suçlar örtbas ediliyor.

Dünya burjuvazisi gibi Ukrayna burjuvazisi de yoksulluğu ve insanların haklarından mahrum kaldığı süreçleri tetikliyor. Zihinleri karıştırıyor, toplumun ahlaki temellerini yıkıyor, kitleleri politik süreçleri etkileme fırsatından mahrum bırakıyor.

Tarihi gerçekler için verdiğimiz mücadelede biz komünistler ve Marksist-Leninistler, diyalektik ve tarihsel materyalizmin temel ilkelerine yaslanıyor, Ukrayna Sovyeti tarihini burjuva anlamda çarpıtanları ve bu tarihi oligarşi yanlısı Naziler eliyle yeniden biçimlendirenleri emeğin gerçek siyasete, ekonomiye ve topluma dair haklardan mahrum kalacağı bir geleceğin sebebi olarak görüyoruz.

Bugün enformasyon teknolojisindeki gelişmeler sayesinde arşivlere erişim daha da kolaylaştı. Ulusal Anma Enstitüsü’nün eski direktörü Viatroviç, yeni direktörü Droboviç türünden isimlerin çabalarına rağmen Ukrayna’daki arşivler bile OUN-UPA isimli yapının suçlarını, Hitler’le kurdukları işbirliğini, savaş sonrası ABD gibi ülkelerin istihbarat teşkilâtlarıyla kurduğu yakınlığı aynı zamanda ellilerin ortalarında halka yönelik terörist saldırılarını ortaya koyan birçok belge içermektedir. Elimizde tarihimizi burjuvazi için çarpıtıp duranların çabalarını görünür kılacak yeterince delil mevcuttur. Sadece bilimsel açıdan ele alınmaması gereken bu ifşaat çabası, işçi sınıfının sınıf bilinci edinmesi, sınıfın temel çıkarlarını koruması için örgütlenmesi amacına da hizmet etmektedir.

Tarihî gerçekler için verdiğimiz mücadele, burjuvazinin yalanlarını ifşa etmekle kalmamakta, bu tek başına önemli olan işlevinin yanında, sınıf mücadelesinin önemli bir parçası olarak, oligarşi yanlısı Nazilerin iktidardan uzaklaştırılıp onun işçi sınıfının eline teslim edilmesi için verilen mücadeleye ciddi bir katkı sunmaktadır.

Petro Simonenko
Ukrayna Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri
31 Ocak 2022
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder