“Sosyalizmden gayrı hiçbir şey, insanlığı savaşlardan,
açlıktan, milyonlarca insanın ölümünden kurtaramaz.”
[V. I.
Lenin]
Sovyetler
Birliği’nin ve Ukrayna Sovyeti’nin, Büyük Ekim Devrimi’nin dünyaya duyurduğu
yeni uygarlığın doğumuna ve oluşumuna tanıklık etmiş olan şanlı ve
kahramanlıklarla dolu tarihi ile ilgili hakikatleri yok etmek için sermayenin
verdiği savaşa eşlik eden o yoğun patolojik nefretin ana sebebini Lenin’den
yaptığımız alıntıda bulmak mümkündür.
Sömürülen
kitlelerin tarihinde zafere ulaşan ilk devrim olarak Büyük Ekim Sosyalist
Devrimi, Marksizm-Leninizmin sınıf mücadelesi ve sermaye diktatörlüğünün
devrilmesini esas alan teorisini kuşanmış bir devrimdir. Bu devrim, burjuvaziye
ve sömürgeci zulmüne karşı emekçi kitleleri mücadele düzlemine çeken Bolşevik
Parti liderliğinde kurulmuş dünyanın ilk işçi-köylü devletinin inşa edilmesini
sağlamıştır.
Proleter
devrimin zaferiyle, bunun yanında, Lenin’in ulus politikasının uygulanmasıyla,
ülke içerisinde ve beynelmilel düzeyde sergilenen yoğun direnişe karşın,
Ukrayna emekçi sınıflarının iradesi temelinde gerçek bir devlet olma statüsüne
kavuşmuş, böylece Sovyetler Birliği’nin kurucu bileşenlerinden biri hâline
gelmiştir. Diğer cumhuriyetlerle işbirliği içerisinde yürütülen çalışmalar
dâhilinde okuryazar oranı ile ilgili sorun aşılmış, işsizlik ortadan
kaldırılmış, ülke kendi sanayi gücüne ve askeri gücüne kavuşmuş, gıda güvenliği
sağlanmış, ülkede bilim, kültür ve sanat hızla gelişme kaydetmiştir.
Kardeş
cumhuriyetlerle birlikte Ukrayna, Hitler’in sürülerini dize getirmiş, halkını
Nazi boyunduruğundan kurtarmış, zaferin o kızıl bayrağını Reichstag binasının
tepesine dikmiştir. SSCB’deki kardeş cumhuriyetlerle birlikte tüm ülkemizi ve
Ukrayna’mızı enkazın altından çıkartıp aldık. Üstelik uzaya ilkin biz çıktık.
Bugünkü
kapitalist dünya düzeni, bir kez daha toplumsal krizle, enerji kriziyle,
finansal krizle, insani yardım kriziyle ve göçmen kriziyle boğuşuyor, sarsılan
düzen “ölüm”ün eşiğine gelmiş durumda. SSCB’nin yıkılması sonrası yüzleştiği
tarihsel açmazdan çıkmanın yollarını arayan burjuvazi, bugün dünyayı politik
anlamda yeniden taksim etmek için mücadele veriyor. Kaynaklara ve piyasalara
erişim imkânı ve nüfuz alanlarının genişletilmesi için verilen bu mücadele, iki
hat üzerinden ilerliyor:
–
ABD’nin ve Batı’nın şer imparatorluğu olarak anılan komünist Çin’e, Vietnam’a
ve Küba’ya karşı sürdürdüğü mücadele. Burada asıl olarak toplumsal ilişkileri
başarıyla kurmayı bilmiş örneklere karşı mücadele veriliyor, bu mücadele ise
temelde ideolojik mücadele olarak yürütülüyor;
–
Kapitalist sistemin kendi içinde sürmekte olan mücadele. Bu mücadele ise
temelde Avrupa’daki nükleer güce sahip ülkeler, ABD ve Rusya arasında, iç ve
dış politikanın askerîleşmesi sürecinin eşlik ettiği “demokrasiyi savunma” ile
ilgili neoliberal gevezelik kılıfı ardında sürdürülüyor.
Sermayenin
kâr ve güç için her tür suçu işleyebileceği koşullarda (ki Kazakistan’da son
yaşanan olaylar bunun kanıtıdır) Üçüncü Dünya Savaşı’nın patlak verme ihtimali
de oldukça artmış durumda.
1991’deki
karşı devrimci darbenin, SSCB’nin yıkılmasının ve burjuva sisteminin restore
edilmesinin ardından sosyalist Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve
toplumsal düzeyde yaşadığı dağılma sürecine rağmen elde ettiği başarı, yönetici
sınıfın güçsüzlüğü bağlamında sadece ülkemizde tesis edilmiş olan oligarşik
Nazi rejiminin değil, burjuvaziye ait tüm politik ve ekonomik sistemi rahatsız
etmeyi sürdürüyor.
Ukrayna’daki
emekçi halkın çile çektiği koşullarda “komünizmin hayaleti” karşısında Meydan
gösterileri sonrası oligarşik Nazi rejimi Donbass’da iç savaş başlattı. Burada
amaç, “Sovyetler Birliği’ni tarihe gömmekti, zaten savaşmak için ortada başka
bir gerekçe bulunmamaktaydı.” Bu sözü Varşova’da söz konusu iç savaşı çıkartan
isimlerden biri olan eski Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko sarfetmişti.
Ukraynalıların
ideolojik anlamda köleleştirildiği sürecin örgütlendiği, finanse edildiği ve
yerli burjuvazinin ve Washington-Brüksel’deki efendilerinin çıkarları için
yönlendirildiği o “bağımsızlık” denilen dönem boyunca Batı’nın ve özel
servislerin kontrolündeki yüzlerce STK devreye sokuldu. Bu kuruluşlar, bugün de
sanayi işçileri, tarım işçileri, gençlik dâhil Ukrayna toplumunun tüm
katmanları bünyesinde sistematik ve belirli bir amaca odaklanmış çalışmalar
yürütüyorlar, toplumda sosyalizme karşı bağışıklığı artırmanın yollarını
arıyorlar, bu amaç doğrultusunda, kendilerine ait Avrupalı değerleri
“aşılıyorlar.”
Bu
tür yapıların eğittiği kadrolar, emniyet, mahkemeler dâhil devletin tüm
kademelerinde kilit görevlere getiriliyorlar ve buralarda sömürüyü ve
başkalarının sırtından zengin olmayı savunan o lanet ideolojinin tohumlarını
hayatın her alanına ekiyorlar.
Burjuvazi,
bugün tarihimizde gerçek bir sosyalist demokrasinin oluşumuna tanıklık etmiş
olan Sovyet döneminin sahip olduğu yeri halkımızın hafızasından ve bilincinden
silmeye çalışıyor.
Mesele
sosyalizmin kötü olması değil, onun oligarşik diktatörlüğü ve sermayenin
hâkimiyetini tehdit ediyor olması.
Sermaye
halkın bilincinde emekçi sınıfların, haklarından mahrum kalmış, sömürü mağduru
bir tebaa olmayı rızası ile kabul edeceği bir değerler sistemi inşa etmeye
çalışıyor. Bu sistemde sömürülen kitleler burjuvazinin zenginleşmesi için ana
kaynak olmayı sürdürüyor.
Burjuvazinin
verdiği ideolojik mücadelenin ana hedefi, Bolşeviklerin ortaya koyduğu
toplumsal ve politik deneyimi etkisizleştirmek ve itibarsızlaştırmak, bugünkü
ve geleceklerin hâkim olacakları Marksist-Leninist sınıf mücadelesi teorisi
üzerine kurulu etkili ve yaratıcı bir deneyimin açığa çıkmasına mani olmak,
işçi sınıfının politik iktidarı hedefleyen örgütlü mücadelesi ve sermaye
diktatörlüğünün yerine işçi sınıfının diktatörlüğü üzerinden gerçek sosyalist
demokrasinin inşası önüne engeller çıkartmaktır. Burjuvazi, kendisini mezara
gönderecek olan sınıfın tüm toplumu devrimci manada örgütleme ihtimalinden
korkuyor. Bu sebeple Ukrayna’da 2004’te ve 2014’te gerçekleşen darbelere destek
oluyor. Bu tür darbeler, oligarşik bir grubun elinde olan iktidarı götürüp
ABD’nin ve onun çıkarlarının kontrolünde olan başka bir gruba teslim
etmişlerdir.
Burjuvazi
mücadelesini teorik, ekonomik, insani yardım, istihbarat gibi birçok alanda
vermektedir.
Kapitalizmin
yeniden tesis edildiği, yönetici iktidarın oligarşiye geçtiği süreçte tarih
işçi sınıfına karşı burjuvazinin verdiği acımasız ve kanlı mücadelelere sahne
olur. “Bağımsız dönem” denilen dönem de sınıflar mücadelesi bağlamında bu
şekilde kullanılmıştır.
Sahte
bir tarih okumasını dayatıp gerçek sınıf mücadelesi tarihini (sınıfsal
yaklaşımı) ve ulusal kurtuluş mücadelesi tarihini silip yerine insan ırkının
doğmasını sağlayan “ön kurucular” türünden saçmalıklarla dolu tarihi
ezberletmeye çalışan, halkın gerçek ve nesnel bilgiye erişimine mani olan
sonuçta da geçmişi eleştirel açıdan değerlendirme fırsatını elinden alan
burjuvazi, dünya genelinde işçiler arasında sınıf bilincinin gelişmesi
ihtimalini ortadan kaldırır.
Burjuvazinin
dayattığı tarih bilincinin tek çıkacağı yer, politik çılgınlıktır.
Burjuvazi,
“geçmiş günler”den bahsederek tarihi çarptırır. Özgürlük ve bağımsızlık
mücadelesinin tarihini, Spartaküs önderliğinde gerçekleşen köle
ayaklanmalarını, Çarlık Rusyası ile ittifak hâlinde olan Polonya’ya karşı
Bohdan Kmelnitski döneminde verilen ulusal kurtuluş savaşını veya Doğu
Karpatyalıların Oleksa Dovbuş liderliğinde verdiği feodalizm karşıtı
mücadeleyi, bu türden nesnel ve ilkeleri esas alan değerlendirmeleri hak eden
tüm mücadeleleri unutturur.
1917-1991
arası dönem, bugünkü ideolojik sınıfsal mücadelenin ana sahasıdır. Her şeyin
ötesinde, önceki halk ayaklanmaları ve ezilen kitlelerin gerçekleştirdikleri
isyanlar zalimlerce bastırılmış, ardından Ekim Devrimi’nin zafere ulaşması
sonucunda işçi sınıfı iktidarı ele geçirmiş, sermaye dünya genelinde bu
iktidarı kabullenmek zorunda kalmıştır.
Bugün
sermayeyle mücadele, esas olarak bu sahada sürmektedir. Halkın hafızasında
hâlen daha taze olan olaylar ve geçmişe ait bilgi, burjuvazi eliyle
çarptırılmaktadır. İşçi sınıfının verili sınıf bilincinin düzeyi de bir bütün
olarak toplumsal bilincin düzeyi de bu savaşı kimlerin kazanacağına bağlıdır.
Ukrayna’nın
gerçek tarihinin yıkımında asıl rolü bu ülkenin aydınları oynamıştır. Bu
aydınlar, yaratıcı bir sovyet iken Ukrayna’yı sermayeye uşaklık eden burjuva ve
küçük burjuva bir güce çevirmiştir. Bu politik fahişeler ve hainler, işçi
sınıfını bilinçlendirme görevini terk edip burjuvaziye hizmet eden birer
Erostrate’ye dönüşmüş, Ukrayna halkını sermayenin kollarına teslim etmiş, onun
işçi sınıfı üzerinde politik ve ekonomik manada hâkimiyet kurmasına katkıda
bulunmuştur.
Bu
kesimin ahlaki açıdan çürümüş olduğu açıktır. Geçmişte faşizm yanlısı oligarşik
düzene hizmet eden bu aydınlar, entelektüel elitler vicdanlarını üç kuruşa
satmış, 1991 darbesi sonrası ecdadının Sovyet iktidarı döneminde elde ettiği
kazanıma ihanet etmiş, çocuklarının, torunlarının geleceğini yok etmiştir.
Oysa
Ukrayna aydınlarının önemli bir bölümü Sovyet üniversitelerinde eğitim görmüş,
aileleri işçi ve köylü olan, bu üniversitelerden bilimsel dereceler ve unvanlar
kazanmış olan kişilerdir.
Ukrayna
Sovyeti’nin tarihini çarpıtma ve yok etme girişimine komünizmden kurtulma
sloganları eşlik etmiş, bu dönemde ortaya konulan çabalar, işçi sınıfı
devletinin kurulması ve sınıf mücadelesi üzerine kurulu teorinin pratiğe
başarıyla dökülmesiyle ortaya konulan o eşsiz deneyimi ve tarihsel birikimi yok
etmiş, nesiller arasındaki bağı kopartmıştır. Bu, sadece manevi açıdan
köleleşmeyi beraberinde getirmekle kalmamış, doğrudan faşizme uzanan yolun
taşlarını döşemiştir.
Toprak
bütünlüğünü esas alan milliyetçilik ideolojisi faşizmdir. Bugün bu ideoloji
halkın “bilinçli tercih”i olarak takdim edilmektedir, oysa yıllardır
Ukraynalıların zihinlerine zerk edilmektedir. Ukrayna’daki Neonazilere ait
devlet mekanizması sadece gençleri değil, geçmişte iktidarı elde edip bir
devlet inşa etmiş olan yaşlıları da dağıtmakta ve aptallaştırmaktadır.
Burjuvaziye
hizmet eden siyaset bilimciler, sosyologlar, ekonomistler, tarihçiler ve tüm
bilim cemaati, komünist dönemin kalıntılarından arınmayı amaç edinmiş kanunun
kabulüne sessizce onay vermişlerdir. Bu rezil burjuva politik sistemin pespaye
hâlini gizleyen makyajın dökülmesini sağlayan bu kanunun amacı, insanlık
düşmanı kapitalizme karşı toplumsal kalkınmacı bir seçenek öneren modellerle
ilgili her türden tartışmanın önünü almaktır.
Ukrayna
ve Sovyet tarihinin çarpıtılmasına dönük en canlı örnek, Ukrayna Ulusal
Güvenlik ve Savunma Konseyi’nin halkı kandırmak için Orwellci bir yaklaşımla
ürettiği uydurma haberlere dayanan çalışmadır. Tüm devlet yetkilileri,
belediyeler, medya, eğitim kurumları, bilim teşkilâtları bu metni kullanmaya
mecburdur.
İlgili
belge, ülkemizin kurtuluşu için milyonlarca Ukraynalının canını ortaya
koydukları Büyük Vatansever Savaşı’nın sahte olduğunu söylemektedir. Çünkü o
savaş sonucu elde edilen zafer esasında sosyalist sistemin, sosyalist
ekonominin, Sovyet vatanseverliğinin burjuva milliyetçiliği ve şovenizm
karşısında elde ettiği bir zaferdir. Buna ek olarak Konsey aynı zamanda 1939’da
ve 1945’te Ukrayna’nın elde ettiği toprakları Bolşevik işgali olarak
nitelemekte, Meydan sonrası gerçekleşen silâhlı darbenin sonucunda Donbass’taki
iç savaşı ise Rusya ile savaş olarak değerlendirmektedir.
Bu
türden belgeler hastalıklı bir zihnin ürünüdür, sermayenin işlediği suçların,
emekçilere ziyan olan politikalarının bir sonucudur.
2000’lerin
başında “bağımsızlığın” elde edilmesinin, hatta 2004’teki “turuncu devrim”in
ardından Sovyet dönemi tarihi çarpılmıştır ve bu çarpıtma, doğal olarak belirli
bir amaca yöneliktir. Burada mesele, meclisin ta kendisidir. Güneydoğu
bölgesinin, Kırımın ve Donbass’ın çıkarlarını temsil eden vekiller milliyetçi
cumhurbaşkanı karşısında dengeleyici bir ağırlığa sahiptirler. Şubat 2014’teki
darbe ve iktidarın oligarşi yanlısı Nazilerin eline geçmesi sonrası çarpıtma
faaliyetleri, devlet ideolojisinin ve politikasının mütemmim cüzü, parçası
hâline gelmiştir.
Ukrayna
tarihini çarpıtan ve “Ukrayna tarihi ile ilgili yalan hikâyeler”i üreten
odaklardan biri de Devlet Ulusal Anma Kurumu’dur. Nazilerdeki Antik Germen
Tarihi ve Geçmişin Mirası Çalışmaları Derneği’ni (Ahnenerbe) anımsatan bu
kurumun görevi, tüm Sovyet dönemini silmek, onu Ukrayna’ya karşı Rus
Bolşeviklerin gerçekleştirdiği saldırıların ve “kızıl terör”ün bir yansıması
olarak göstermek, suç işlemiş SS birimlerini ve onlara suç ortaklığı yapan
Nazileri yüceltmek, birer cellât olan bu kişileri kahraman olarak takdim
etmektir.
Tarihin
mantığı ve hakikatine, ayrıca Ukrayna’nın Ukrayna Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nin yasal varisi olduğunu açıkça ifade eden Devletin Egemenliği
Bildirgesi’ne aykırı bir biçimde modern burjuva-neonazi güçler, kendilerini 7
Kasım 1917’de kurulan Ukrayna Halk Cumhuriyeti’nin devamcısı olduklarını
söylemektedirler.
Simon
Petliura’nın çetelerinin de desteğiyle, Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı
liderlerinden ve kurucularından biri olan Yevhen Konovalets komutasında hareket
eden aynı cumhuriyet, gerici meclise karşı Kiev Arsenal fabrikası işçilerinin
başlattığı ayaklanmayı kanla bastırmıştı.
Merkezî
Meclis’i kurmuş olan Ukrayna Halk Cumhuriyeti, üç yıl içerisinde ülkeyi önce
Almanlara, sonra Avusturya-Macaristan’a, ardından İtilaf Devletleri’ne,
devamında da burjuvaların, toprak ağalarının yönettiği Polonya’ya sattı.
İşgalcilere sunduğu askeri yardım karşılığında tahıl, et ve yumurta aldı. Bu
anlamda bugünkü devlet de aynı şekilde ülkeyi satıyor, karşılığında NATO’dan
askerî yardım, IMF’den para alıyor.
Bu
deliliğin, gözü dönmüşlüğün bir sınırı da yok. Neonazi vekiller, meclise bir
kanun teklifi sundular. Ukrayna’nın geçmişte, 30 Haziran 1941 tarihli kanunla
kurulmuş olan Ukrayna devletinin yasal devamcısı olduğunu söylediler. Üstelik
Hitler’e bağlılık yemini ettiler, Avrupa’da yeni düzenin tesisi için onun
liderliğinde yürümeye hazır olduklarını söylediler.
Sovyet
dönemini çarpıtmanın asıl amacı, sosyalist sistemin toplumsal, ekonomik ve
insani açıdan elde ettiği başarıları toprağa gömmek, ortak tarihimin en acı ve
en önemli sayfaları konusunda yalan yanlış bilgiler yaymak.
Ukrayna
Sovyeti sonrasında görüldüğü üzere bugün de devlet ve devlet dışı kurumlar,
çarpıtma faaliyetlerini “Moskova’dan kurtulalım!” sloganı ile yürütüyorlar.
Otuz yılı aşkın bir süredir bu sloganı atanlar, önce ülkenin toptan
Ruslaştığını söylüyorlar, devamında da SSCB döneminde Ukraynalıların soykırıma
uğratıldığından, Molotof-Ribbentrop Anlaşması neticesinde Ukrayna topraklarının
işgal edildiğinden söz ediyorlar.
Böl-yönet
ilkesi uyarınca tarihi çarpıtan burjuva milliyetçi unsurlar, ülkenin Ruslaştığı
iddiasını milliyetçi hissiyat ve dil düzleminde nefreti körüklemek için
kullanıyorlar. Aynı zamanda 1920 sonbaharında Ukrayna Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nin okullarda Ukrayna dilini zorunlu hâle getirme kararı verdiğini,
Mayıs 1921’de Ukrayna Bilimsel Dil Enstitüsü’nün kurulduğunu unutuyorlar.
1938’de Ukrayna’daki 21.656 okulun 18.101’inin eğitim dilinin Ukraynaca olduğu
gerçeği üzerinde durmuyorlar.
Bu
türden süreçlere, meslek liseleri ve üniversiteler alanında yapılan reformlar
eşlik ediyor.
İlgili
dönemde ülkede yayıncılık, gazetecilik ve dergicilik faaliyetleri hızla
artıyor. 1928’de ülkede Ukraynaca yayın yapan gazete sayısı 58 iken 1939’da bu
sayı 885’e çıkıyor. Buna karşılık Rusça yayın yapan gazete sayısı sadece 304.
Bu dönemde kitapların dörtte üçü, dergilerin yaklaşık yüzde 85’i Ukraynaca
dilinde yayınlanıyor.
Sovyet
iktidarının ilk yıllarından itibaren Ukrayna’da tiyatrolar faaliyetlerini
yürütüyor. 1930’ların başında ülkede 66 Ukraynalı, 12 de Yahudi tiyatrosu
varken, Rus tiyatrosu sayısı sadece 9.
1927’de
Kiev Film Stüdyosu çalışmalarına başlıyor. 1957’de stüdyo Oleksandr
Dovzenko’nun adını alıyor.
Ukrayna
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti döneminde kurulan birçok ekip, dünya çapında
şöhrete kavuşuyor. Ukraynalı bestecilerin gene Ukraynalı olan şairlerin
şiirleri üzerine yaptıkları besteler, bugün genç yaşlı herkes tarafından
söyleniyor. Üstelik bu durum sadece Ukrayna ile de sınırlı değil.
Burjuva
düzene düşman olan ve Bolşevik Parti liderliğinde hareket eden genç sovyetlerin
tümü sanayileşme ve kolektivizasyon sürecine giriyor. Bu sürecin temelini ise
1920’de geliştirilmiş olan Rusya’nın Elektrifikasyonu Komisyonu planı (GOELRO)
teşkil ediyor. Bu plan, sadece ülkenin bütünüyle elektriğe kavuşturulmasını
değil, ayrıca ekonominin geliştirilmesini amaç ediniyor.
İlk
beş yıllık plan süresince, II. Dünya Savaşı yani o Büyük Vatansever Savaşı
başlamadan önce Ukrayna’da yüzlerce yeni ve büyük sınai işletme kuruluyor:
Dnipro Hidroelektrik Santrali; Zaporizhstal, Kryvorizhstal, Azovstal, Karkov
Traktör Fabrikası, Novokramatorsk Makine İmalatı Fabrikası bunlardan bazıları.
Bu
süreçte İlyiç Demir-Çelik Fabrikası, Mariupol Çelik Sanayii, F.E. Zerzinski
Dnipro Metalürji Fabrikası, Petrovski Dnepropetrovsk Metalürji Fabrikası, Karl
Liebknecht Boru Fabrikası gibi zaten varolan tesisler revize ediliyor.
1913’teki sınai üretim hacmi 1940 yılında 7,3 kat artıyor. Bu artış ağır
sanayide 11, elektrik üretiminde 23 kat olarak gerçekleşiyor.
Sanayileşme
sürecine paralel olarak tekil kişilere ait çiftlikler birleştiriliyor, tarım
sektörünün makineleştirilmesi ve işbirliği temelinde büyük kolektif çiftlikler
kuruluyor.
Elbette
bu türden büyük ölçekli sosyo-ekonomik dönüşümlerin yaşandığı süreçte bazı
hatalar da yapılar, kimi aşırılıklara tanıklık ediliyor. Bu aşırılıklar ve
hatalar, burjuvaziye hizmet eden sahtekârlarca ülkemizdeki sosyalist inşa
sürecini ve toplamda bir toplumsal-politik sistem olarak sosyalizmi
itibarsızlaştırmak için kullanılıyor. Bu tür bir amaç doğrultusunda burjuva
milliyetçiler “Holodomor” (“açlıkla öldürme” dedikleri süreç) dâhilinde
Ukraynalıların Ruslar ve Bolşevikler tarafından soykırıma tabi tutulduğu
yalanını ortaya atıyorlar. Bu yalanın asıl kaynağı ise Ukrayna’da 1932-1933
döneminde gerçekleşen kıtlığın yarattığı acı üzerinden Ukrayna Komünist Partisi
Merkez Komitesi Politbürosu’nun kararıyla yayınlanan arşiv materyalini de
istismar eden, ülke dışında kurulmuş Sovyet düşmanı merkezler.
Ukrayna
Ulusal Anma Enstitüsü’nün ve Ukrayna Güvenlik Servisi’nin çarpıttığı gerçekler
1932-1933’teki kıtlığı fotoğraflarla teyit ediyor. Milliyetçilerin “o dönemde
kıtlık olmadı, Ruslar bizi bilerek soykırımdan geçirdi” yalanını, yirmili
yıllar boyunca Volga bölgesinde yaşanan kıtlıkla ilgili gelişmeler çürütüyor.
Bilindiği üzere o dönem, ABD’de Büyük Buhran’ın yaşandığı dönem.
Bu
trajedinin gerçek sebeplerine de kimse bakmıyor. Yaşanan acının arkasında
kuraklık, kulakların sabotajları, parti ve devlet aygıtı içerisindeki
karşı-devrimci unsurların yıkıcı faaliyetleri var.
Örneğin
ta 1933 yılında aralarında Fyodor Konar türünden teşkilâtlara mensup Ukraynalı
milliyetçilerin de bulunduğu Tarım ve Gıda Bakanlığı ile Devlet Çiftlikleri
Bakanlığı çalışanı yetmiş kişi, traktörlere, tarım makinelerine zarar verip
tahrip etme, keten değirmenlerini ve traktör istasyonlarını ateşe verme, su
kanallarını tıkama, mahsulü düşürme, kolektif çiftliklerin ekmek stoğunu çalma,
işçi sayılarını düşürme, ürün veren büyükbaş hayvanları öldürme gibi suçlardan
yargılanıyor. Burada bir de 1920’de ölmüş bir Kızıl Ordu askerinin parti
kimliği ile sovyet devletine sızan Polişçuk’tan bahsetmek gerekiyor.
Sovyet
yetkililerinin kıtlığı sonlandırıp yol açtığı etkileri ortadan kaldırmak
amacıyla aldıkları tedbirleri teyit eden parti ve devlet kaynaklı yüzlerce
belge ise bilerek sumen altı ediliyor.
1933
kışında cumhuriyetin tanık olduğu en güç durumu ele alan SSCB Halk Komiserleri
Konseyi (bakanlar kurulu) ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi
25 Şubat 1933’te bir karar çıkartarak, Ukrayna’ya devletin elindeki
rezervlerden gıda yardımı yapılması yönünde adım atıyor. Bu dönemde Ukrayna’ya
toplam 18.000 ton hububat, tohum, gıda ve yem veriliyor.
Buna
ek olarak, aynı yılın Nisan ayının sonunda 12 milyon ton tohum, 3,5 milyon ton
yem, 2,5 milyon hububat gönderiliyor. Buna 200.000 tonluk gıda yardımı eşlik
ediyor. Nisan 1933’te Ukrayna’ya yapılan gıda yardımı 560.000 tonu aşıyor.
Toplamda
Ukrayna Sovyeti’nin nüfusu en az 21 milyon ton hububata, 10.000 ton una
kavuşuyor. Ayrıca ülkeye yarım milyon tonluk gıda yardımı yapılıyor. Un, şeker,
konserve de gönderiliyor.
Asıl
tuhaf olanı ise Ukrayna Sovyeti’ndeki kıtlıktan söz edenlerin aynı dönemde
Polonya yanlılarının elinde olan Batı Ukrayna’daki kıtlıktan hiç bahsetmiyor
olmaları.
Dünya
Özgür Ukraynalılar Kongresi’nin girişimiyle 1988 yılında kurulan Uluslararası
Açlık Soruşturması Komisyonu, Ukrayna’daki açlığın Ukraynalılara yönelik bir
soykırım olarak görülemeyeceği kararına varıyor. Söz konusu komisyon raporu
1990’da yayımlandı ve bugün herkesin erişimine açık.
Ukrayna
Sovyeti döneminde, 1932-1933’te yaşanan kıtlık trajedisiyle ilgili gerçekleri
çarpıtan burjuva milliyetçiler sözlerini hiçbir şekilde ispatlayamıyorlar. 2013
yılında Ulusal Anma Enstitüsü’nün çıkarttığı 1932-1933’tek Kıtlık isimli
kitapta bile Bolşeviklerin Ukraynalılara soykırım uyguladığını ispatlayan
herhangi bir olguya rastlanmıyor.
Kıtlıkla
ilgili gerçekleri çarpıtma konusunda daha fazla bilgi için Ukrayna Komünist
Partisi’nin internet adresine bakılabilir.
Ukrayna
tarihini çarpıtanlar, en çok da İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan olaylara
atıfta bulunuyorlar. Faşizme ve Nazizme hizmet eden devlete ait ideolojik
mekanizma bu çirkin ideolojiyi ve bugündeki savunucularını aklamak için elinden
gelen her şeyi yapıyor.
Bu
amaç doğrultusunda tarihi çarpıtanlar, tüm çabalarını savaşın tüm sorumluluğunu
SSCB’nin ve Stalin’in üzerine yıkmaya yoğunlaştırıyorlar. Bu noktada
Molotof-Ribbentrop Anlaşması üzerinde duruluyor. İlgili anlaşmanın Hitler’in ve
Stalin’in Polonya’ya saldırmasına, bunun yanında Bolşeviklerin Ukrayna’yı bölüp
işgal etmesine sebep olduğunu söylüyorlar. Başka bir ifadeyle, Ukrayna
topraklarının birleştirilmesi, Ukraynalı milliyetçilerinin diliyle söylersek,
Ukrayna’nın birliği, işgalmiş gibi takdim ediliyor. Bu, milliyetçi şizofreni
değilse nedir?
Aynı
zamanda savaşın gerçek sebebi olan kapitalizmin sistemsel krizi, piyasaların
yeniden dağıtımı ve ele geçirilmesi meselesi, örtbas ediliyor. Hitler’in elini
güçlendirenin Fransa ve Britanya olduğu, Münih Anlaşması üzerinden 1938’de
faşist İtalya ve Almanya ile anlaşma yapıldığı, bunun yanında, Çekoslovakya’nın
Nazi Almanyası, Polonya ve Macaristan arasında taksim edildiği gerçeği üzerinde
nedense hiç durulmuyor.
Burjuvaziye
hizmet eden tarih çarpıtıcıları, Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı’nın kurduğu
Ukrayna İsyancı Ordusu’nun (OUN-UPA) faşist Alman birliklerine karşı verdiği
“kahramanca mücadele”den bahsedip duruyorlar. Bu kesimin kabulüne göre, savaşın
ana cephesini bu ordunun faşist Almanya’ya karşı verdiği mücadelenin sürdüğü
cephe oluşturuyor.
Bu
noktada “Ukrayna Güvenlik Servisi: OUN-UPA’nın Güvenlik Servisi” isimli
belgeseldeki şu cümleyi aktarmak gerekiyor. Meclise bağlı Bilim ve Teşkilât
Dairesi Enstitüsü başkanı, aynı zamanda tarih bilimi doktoru İvan Mişçak,
belgeselde şunu söylüyor: “Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı savaş süresince
Almanya içerisinde güçlü bir istihbarat ağı kurdu. Gestapo’nun Berlin’de aldığı
kararları Batı Ukrayna’daki OUN karargâhı 48 saat içerisinde öğreniyordu.
Teşkilâtın baş belâsı olması üzerinde 1942’de Almanya tüm güçlerini onu ortadan
kaldırmak için seferber etti.”
Oysa
bu yalanı Alman arşivleri çürütüyor. Teşkilâtın ve Polesskaya Sich
Bulba-Borovets gibi başka milliyetçi oluşumların saldırıları konusunda bilgi
toplama noktasında yardım talebinde bulunulan Angela Merkel’e yapılan resmi
başvuru sonrası Komünist Partisi bu arşivleri ele geçirdi. 12 Mart 2008’de
Potsdam’daki Askeri Tarih Araştırmaları Bürosu ve 23 Nisan 2008’de Münih’teki
Çağdaş Tarih Enstitüsü’nün gönderdiği mektuplarda Alman arşivleri bu türden bir
veriyi içermiyor denilmekteydi.
Öte
yandan arşivler başka bir gerçeği ortaya koyuyor. OUN-UPA üyeleri ile liderleri
Stepan Bandera’nın, Alman gizli devlet polisi (Gestapo) ve casusluk
teşkilâtıyla (Abwehr) kurduğu işbirliği, Nuremberg Mahkemesi’ne ait
materyallerde de o güne ait tanıklıklarda da teyit edilen bir husus.
Örneğin
hem Gestapo’ya hem de Abwehr’e çalışan Teğmen Siegfried Müller, 19 Eylül 1945
tarihli sorgusunda Stepan Bandera’nın ismini veriyor ve kendisinin SS subayı
Karl Wolff’un başında olduğu 4-D departmanının doğrudan denetimi altında
olduğunu söylüyor. Wolff bizzat Bandera ajanlara talimat iletiyor, bu bilgiler
UPA karargâhına gönderiliyor, bu teşkilâtın üyeleri de Kızıl Ordu’nun
arkasından sızarak sabotaj faaliyetleri yürütüyor.
Bu
konuda, o dönemde Nazilerin işgali altında olan sovyet toprağında çıkan
Ukraynalı Milliyetçiler Teşkilâtı’na ait gazetelere bir göz atmak yeterli bilgi
verecektir. Bizzat bu teşkilâtın üyelerinin gittiği “Ekselansları Adolf Hitler”
onuruna açılan sağlık tesisleri de çok şey anlatıyor. Bu tür yalanlarla söz
konusu milliyetçi çetenin işlediği suçlar örtbas ediliyor.
Dünya
burjuvazisi gibi Ukrayna burjuvazisi de yoksulluğu ve insanların haklarından
mahrum kaldığı süreçleri tetikliyor. Zihinleri karıştırıyor, toplumun ahlaki
temellerini yıkıyor, kitleleri politik süreçleri etkileme fırsatından mahrum
bırakıyor.
Tarihi
gerçekler için verdiğimiz mücadelede biz komünistler ve Marksist-Leninistler,
diyalektik ve tarihsel materyalizmin temel ilkelerine yaslanıyor, Ukrayna
Sovyeti tarihini burjuva anlamda çarpıtanları ve bu tarihi oligarşi yanlısı
Naziler eliyle yeniden biçimlendirenleri emeğin gerçek siyasete, ekonomiye ve
topluma dair haklardan mahrum kalacağı bir geleceğin sebebi olarak görüyoruz.
Bugün
enformasyon teknolojisindeki gelişmeler sayesinde arşivlere erişim daha da
kolaylaştı. Ulusal Anma Enstitüsü’nün eski direktörü Viatroviç, yeni direktörü
Droboviç türünden isimlerin çabalarına rağmen Ukrayna’daki arşivler bile
OUN-UPA isimli yapının suçlarını, Hitler’le kurdukları işbirliğini, savaş
sonrası ABD gibi ülkelerin istihbarat teşkilâtlarıyla kurduğu yakınlığı aynı
zamanda ellilerin ortalarında halka yönelik terörist saldırılarını ortaya koyan
birçok belge içermektedir. Elimizde tarihimizi burjuvazi için çarpıtıp
duranların çabalarını görünür kılacak yeterince delil mevcuttur. Sadece
bilimsel açıdan ele alınmaması gereken bu ifşaat çabası, işçi sınıfının sınıf
bilinci edinmesi, sınıfın temel çıkarlarını koruması için örgütlenmesi amacına
da hizmet etmektedir.
Tarihî
gerçekler için verdiğimiz mücadele, burjuvazinin yalanlarını ifşa etmekle
kalmamakta, bu tek başına önemli olan işlevinin yanında, sınıf mücadelesinin
önemli bir parçası olarak, oligarşi yanlısı Nazilerin iktidardan uzaklaştırılıp
onun işçi sınıfının eline teslim edilmesi için verilen mücadeleye ciddi bir
katkı sunmaktadır.
Petro Simonenko
Ukrayna
Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri
31 Ocak 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder