Pages

11 Şubat 2022

Erdoğan, Biden, IŞİD


Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan Salı günü Kiev’deydi. Orada bulunma amacı, söylenene göre, Ukrayna ile Rusya arasında imzalanacak barış anlaşmasına arabuluculuk etmekti. Anlaşmanın amacı, Rus askerlerinin Ukrayna sınırına konuşlanması, öte yandan üç bin Amerikan askerinin Polonya ve Romanya’ya gönderilmesi sonrası tırmanan gerilimin azaltılması olarak açıklandı. Erdoğan’ın Kiev’de olduğu gün Biden, Suriye’nin kuzeybatısında, Türkiye sınırına yakın bir yerde özel bir operasyonla IŞİD liderinin öldürüldüğünü duyurdu.

Tüm o zafer sarhoşluğu ile Biden şu tweet’i attı: “Geçen akşam benim talimatımla harekete geçen askerlerimiz, dünyayı tehdit eden önemli bir teröristi başarılı bir operasyonla ortadan kaldırmıştır. Cesur askerlerimize teşekkür ediyorum, o korkunç terörist lider artık yok.”

Baskının detayları eksik aktarılıyor. Saldırıda siviller de öldürüldü, operasyona katılan bir helikopter mekanik arıza sonrası imha edildi. Mayıs 2011’de Pakistan’ın Abbottabad’da Ladin’e yönelik düzenlenen operasyonda da benzer bir durum yaşanmıştı. “Gizli operasyon”a katılan Kara Şahin bozulmuş, tüm şehri uykusundan uyandıracak bir patlama ile Donanma’ya bağlı tim tarafından havaya uçurulmuştu.

Eylül 2020’de açıklanan devlet belgelerine göre gerçek adı Emir Muhammed Said Abdurrahman Mevla olan IŞİD lideri Ebu İbrahim Haşimi Kureyşi, 2008’de tutuklanıp Bucca Campı’nda kaldıktan sonra, ABD ordusu için muhbirlik yapmış, kendisine bağlı onlarca militanın ismini vermiş, aynı zamanda Irak El-Kaidesi’nin yapısına dair bilgiler aktarmıştı.

Terörizmle Mücadele Merkezi’nin yayınladığı Üç Taktiksel Sorgulama Raporu’nda iddia edilene göre Bağdadî’nin yerine geçen, o dönemde El-Kaide’nin kadısı olan Mevla, Irak’taki ABD işgal güçlerine 68 El-Kaide savaşçısının ismini vermiş, sonrasında Amerikan ordusu bu isimleri yakalamak için bir dizi baskın gerçekleştirmişti.

Belgelere göre Mevlâ, 2008’de Amerikan askerlerince yakalandı ve Bucca Kampı’nda sorgulandı. Irak’ın güneyindeki Umm Kasr şehrinde bulunan bu hapishanede Ebubekir Bağdadî de kalmıştı. Bugün birçok yetkili, orada verilen eğitimler sebebiyle kampı “Cihadcı üniversitesi” olarak anıyor.

Terörizmle Mücadele Merkezi’nin (CTC) açıklamasına göre Mevla 2009’da serbest bırakıldı. Herkes, onun ismini Ekim 2019’da Bağdadî’nin öldürülmesi sonrası duydu.

Özel kuvvetler, Mevla’yı nüfusu yoğun olan ve kuzeybatı Suriye’de Türkiye’ye sınırına yakın bölgede bulunan Atme kasabasında öldürdüler. Hatırlanacağı üzere, IŞİD’in kaçak lideri Bağdadî de yıllarca Irak-Suriye sınırına yakın bir bölgede saklandığı iddia edilirken, kendisinin kuzeybatıdaki İdlib şehrinde, Türkiye’ye bağlı militanların ve Nusret Cephesi’nin kontrolünde olan bölgede kaldığı öğrenilmişti. Bağdadî, sınırdan sadece beş kilometre uzaktaki Berişa köyünde kalmış, Türkiye’ye kaçmaya çalışırken öldürülmüştü.

Muhtemelen medyanın Bağdadî’nin ve Mevla’nın İdlib’de saklandığı gerçeğini gizlemesinin sebebi, Türkiye’ye bağlı militanlarla Nusret Cephesi ve IŞİD arasındaki gizli anlaşmanın üzerine örtmek istemesi.

Demek ki medya, Türkiye’nin desteklediği “ılımlı isyancılar”la İslamcı cihadcılar birbirine karıştırılmasın diye büyük bir özen gösteriyor. Medya, iki gücün birbirine karıştırılması durumunda Şam yönetimine kuzeybatı Suriye’ye saldırı gerçekleştirmek için bahane sunacağını düşünüyor. Bu noktada New York Times’ın Ekim 2019’da, özel kuvvetlerin Bağdadî’yi öldürdüğü operasyondan günler sonra, IŞİD liderinin İdlib’de kalmak için Nusret Cephesi’ne para verdiğini söyleyen özel bir raporu gündeme getirmesini doğal karşılamak gerekiyor.

Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi’nin aktardığına göre gece baskınını takip eden sabah, sekiz helikopterlik bir filoya uluslararası koalisyona ait savaş uçakları eşlik etmiş, IŞİD liderinin saklandığına inanılan İdlib şehrinde Huraseddin isimli, El-Kaide’ye bağlı örgüte ait mevzilere saldırılmıştı.

Özel kuvvetlerin gerçekleştirdiği baskının ayrıntılarını veren medya, nedense yaptığı haberlerde Türkiye sınırına sadece beş kilometre uzakta olan, Bağdadî’nin öldürüldüğü Berişa köyünün daha önce ABD hava kuvvetlerinin sayısız kez saldırısına maruz kalmış olan Huraseddin’e ait olduğu gerçeğini dillendirme gereği duymuyor.

Genelde Huraseddin, El-Kaide’ye bağlı bir örgüt olarak takdim edilse de esasında o, IŞİD’li cihadcıların IŞİD’in 2017’de Irak’ın Musul ve Enbar, Suriye’nin Deyrezzor kentlerinden kovulması sonrası kuzeybatı İdlib’de yeniden bir araya gelmesiyle oluşan bir örgüt.

Şu gerçeği de dillendirmekte fayda var: Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib şehri, 2015’ten beri büyük ölçüde Nusret Cephesi’nin meydana getirdiği Hayat Tahrir’üş Şam örgütünün kontrolünde. Bölgenin yarısına Türkiye’nin desteklediği isyancılar hâkim.

Ocak 2019’daki saldırı sonrası Nusret Cephesi, Türkiye destekli militanları kovdu. Oysa bu militanlar, NATO üyesi olan Türkiye’nin askerî eğitimi gelişkin, örgütlenme düzeyi yüksek ordusunun yetiştirdiği isimlerdi. Nusret Cephesi, bugün İdlib’in yüzde yetmişini kontrolünde bulunduruyor.

Nusret Cephesi’nin Türkiye destekli militanları bu kadar kolay mağlup etmesinin sebebi, Temmuz 2017’de Musul’da, Ekim 2017’de ise Rakka’da hilafetin yıkılması sonrası IŞİD’den ayrılan, motivasyon düzeyi yüksek, savaşın örsünde dövülmüş IŞİD militanlarının Nusret Cephesi’ne katılmış olmasıydı.

Büyük ihtimalle, İdlib’deki savaşa katılan IŞİD militanlarının bir kısmını, Ekim 2017’de ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDF) ile imzalanan anlaşma sonrası Rakka’dan kaçan IŞİD militanları oluşturuyor.

Esasında Nusret Cephesi ile IŞİD’in İdlib’de birleşmesine şaşırmamak gerekiyor. Zira bu iki örgüt, eskiden aynı örgütün içerisindeydi. Liderlikle ilgili tartışma sonrası Nisan 2013’te bu örgüt bölündü. Nusret Cephesi’nin başındaki isim olan Muhammed Colani’yi Ocak 2012’de cephenin emiri tayin eden bizzat Bağdadî idi.

Bu iyilik karşılığında Colani, yıllarca değilse bile aylarca IŞİD liderlerini İdlib’deki güvenli evlerde sakladı. Sonrasında örgüt içerisinden birileri onları ihbar etti. Bağdadî Ekim 2019’da, yerine gelen Mevla ise 3 Şubat’ta öldürüldü.

Rage [“Öfke”] isimli kitabında Amerikalı gazeteci Bob Woodward, uzun zamandır herkesin bildiği sırrı ifşa ediyor: Trump ve Erdoğan arasında yapılan anlaşma uyarınca Erdoğan, Ekim 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayını örtbas edecek, ayrıca ABD’nin İdlib’de, Türkiye sınırına yakın bir bölgede saklanan IŞİD lideri Ebubekir Bağdadî’nin öldürülmesine göz yumacak, bunun karşılığında Trump da Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik Barış Pınarı Operasyonu’nu başlatmasına izin verecekti.

Woodward, Trump’la yaptığı bir sohbette, başkanın kendisine Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed bin Salman’ı Kaşıkçı’nın öldürülmesi sonrası kongre soruşturmasından kurtardığını söylediğini aktarıyor. Kitapta aktarıldığına göre 2018 yılında Trump, “onun kıçını ben kurtardım. Kongre’nin onu rahat bırakmasını ben sağladım. O gün Kongre’yi durduran bendim” demiş.

Konuşmanın devamında Woodward, ısrarla Trump’a Salman’ın suikast emrini bizzat verip vermediğini sorunca Trump şu cevabı vermiş: “Salman ‘ben vermedim’ diyor. İyi de Bob, bu adamlar bu kadar kısa bir sürede 400 milyar dolar harcamışlar. Bunlar Ortadoğu’da. Büyükler. Din açısından önemli binalara sahipler. Güç onlarda. Petrol onlarda. Bunlar olmasa bir hafta dayanamazlar.”

2 Ekim 2018 günü Kaşıkçı’nın ölümü sonrası Erdoğan yönetimi Amerikalı rahip Andrew Brunson’ı 12 Ekim 2018 günü serbest bıraktı. Uzun zamandır Trump yönetiminin talep ettiği bu gelişmeyle birlikte Türkiye, Salman’ın suikastta parmağı olduğunu gösteren, Kaşıkçı cinayeti ile ilgili ses kayıtlarını yayınlamaktan vazgeçti.

Bunun karşılığında Trump yönetimi, Erdoğan’ın Amerikan askerlerinin Kürdlerin elinde bulunan kuzeydoğu Suriye’den çıkması talebini kabul etti. Askerler bir yıl sonra, Ekim 2019’da bölgeden ayrıldı.

Ekim 2019’daki Barış Pınarı Operasyonu’na Türk silâhlı kuvvetleri ve Suriye’deki vekil güçler Tel Abyad ile Resulayn arasında uzanan Suriye toprağının boyu 120 kilometre eni 32 kilometrelik bir kısmını işgal etti. Bir kez daha belirtmekte fayda var. Ekim 2019’da işgal edilen bu topraklarla ilgili müzakereler, Aralık 2018’de başlamış, yaklaşık bir yıl sürmüştü.

Trump, Kasım 2018’deki ara seçimleri kaybedince Amerikan askerlerini Suriye’den çekti. Fakat Pentagon tahliye işlemini, Washington’ın Kürd müttefiklerini memnun etmek için erteledi.

Ekim 2019’da Türkiye ordusu ve ona bağlı güçlerin kuzeydoğu Suriye’yi işgal etmesi ardından Pentagon, kendi güçlerini Kürdlerin elinde bulunan Haseke ve Kamışlı’ya yeniden konuşlandırmak durumunda kaldı.

Trump’ın askerleri Suriye’den çekmeye yönelik ani kararı, 14 Aralık 2018’de Erdoğan’la yapılan telefon konuşması esnasında alınmış, bu konuşmadan birkaç gün sonra, 19 Aralık günü Trump, askerlerin çekileceği haberini Twitter’dan duyurmuştu. Associated Press’in 22 Aralık 2018 tarihli haberine göre bu ani kararın ardından, o dönem Savunma Bakanı olan Jim Mattis istifa etmişti.

Ekim 2019’da Bağdadî’nin öldürülmesi öncesi yaşanan olaylar da dikkate alındığında halefinin de Türkiyeli hamilerinin ihanetine uğradığını söyleyebiliriz. Bu sefer amaç Biden yönetiminden jeostratejik tavizler kopartmak. Erdoğan, Biden’ın politik rakibi Trump’la kişisel dostluk kurmuş olduğu için Biden, başkan olduğu ilk yıl sürecince Erdoğan’ı hep hiçe saydı.

Ama Biden yönetiminin IŞİD liderini öldürmesine imkân sağlaması, ayrıca Doğu Avrupa’da artan gerilimi düşürmek adına Rusya ile Ukrayna arasındaki ihtilafta arabuluculuk yapması Erdoğan’ın, Türkiye’nin hâlen daha küresel güç mücadelesinde hayatî bir rol oynayabilecek güvenilir bir NATO müttefiki olduğunu Biden yönetimine ispatlamaya çalıştığını ortaya koyuyor.

Numan Sadık
3 Şubat 2022
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder