“Bilim
inkârcısı!”
Eminim,
bu rahatsız edici ifadeyi çoğunuz defalarca işitmişsinizdir. Kovid
tartışmasının başlarında, medyanın onay verdiği ve takdim ettiği “tek bilim”in
var olduğu günlerde, başka bilimsel hipotezleri bulup çıkartmak için epey ter
dökmek gerekiyordu.
Bugünse
hâkim anlayışla çelişen, derin köklere sahip, sağlam bir bilimin olduğunu
görmek, artık o kadar da zor değil.
Ama
bugün gene de birileri, “bilimin yolundan ayrılmayın, siz bilimi inkâr eden
salaklarsınız!” cümlelerini sakız gibi çiğnemeye devam ediyorlar. Bu insanlar,
Fauci gibi konuşuyorlar. Fauci, “bana karşıysanız, demek ki siz bilime de
karşısınız!” diyor.
İyi
de bu bilim ne ola ki?
Bilimi
tarif etmeden önce ne olmadığını ortaya koymalı.
Bilim,
karşılıklı fikrî mutabakatlarla işleyen bir şey değildir. Bu noktada bir “sabit
bilim”den söz etmek gerek. Bu bilimin önemli bir kısmı sıklıkla sorgulanır.
Zaman içerisinde yeni keşifler yapıldıkça eski bilim, yerini yenisine bırakır.
Bu
neden hâlâ olmuyor? Muhtemelen bilim, doğal dünyanın gizemlerini keşfetmeye
yönelik sistematik (ve doğası gereği tartışmalı) bir çabadan ziyade, gerçekten
bir din hâline geldiği için. Neticede dinler doğaları gereği dogmatiktirler,
yani sorgulanmayacak kurallara sahiptirler.
Tanrı
veya bir grup Tanrı türünden görünmeyen bir otorite, tarihsel planda dinlerin
kurallarını belirlemiştir. Bugün “bilimsellik” dininin kurallarını, kendi
kendisini göreve atayan “yönetici sınıf”, hükümet, Fauci gibiler, Büyük İlâç
Tekelleri ya da onun ötesindeki biri ya da başka bir şey belirliyor.
Ümitsizliğe
kapılmış güçler, bilimin gücünü kötü şeyler yapmak için kullanıyorlar. Bu
güçler, bilimin kendilerinin iktidarını ve otoritesini sorgulayan herkesin
üzerine salabilecekleri hurafelerde görülen türden bir iblis hâline gelmesini
istiyorlar. Anthony Fauci bu anlayışı şu küstahça ifadesiyle ortaya koyuyor:
“Bana karşıysanız, bilime de karşısınız demektir.” Nihayetinde aklı başında bir
insan veya bu güçlerin aklı başında olarak görmek istediği kişilerin bilime
karşı olması mümkün değildir.
Peki
bilim bu güçlerin eline nasıl geçti? Bugün modern dünyada bilim
kutsallaşmıştır, üstelik bu kutsallığa uzun bir zamandır sahiptir. Teknoloji,
tıp, mühendislik daha da karmaşık ve katmanlı hâle gelmiş, bilimin içsel
kutsallığına az sayıda insan vakıf olmaya, meslekten olmayan insanlara bu
karmaşıklık ve çok katmanlılık sihir gibi görünmeye başlamış. Demek ki bugün
bilimin en derin sırlarını bilmek, gerçek bilim insanlarına düşüyor.
Öyle
mi gerçekten?
Biz,
uzun zamandır bilimi sadece bilim rahiplerinin anlayabileceğini düşünüyoruz.
Eskiden sağduyu hüküm sürerdi, onun bıraktığı boşluğu ise din ve Tanrı inancı
doldururdu. Bugün halkın zihninde ne sağduyu ne de Tanrı var. “Kendi
araştırmalarını yap” türünden kendi sağduyusunu hâlen daha ortaya koyanların
dile döktüğü ifadeler, bilime tapınanların kulaklarına, neyin gerçek neyin
yalan olduğunu söyleyen “Bilim Tanrısı”na güvenmeyen embesillerin, aptalların
yineleyip durduğu bir gevezelik gibi çalınıyor.
Sağduyu,
çoğu zaman, bilimi tam olarak anladığını varsayamaz, ancak annemin eskiden
dediği gibi, “herkes uçurumdan atlıyor diye sen de atlar mıydın?”
Bugünkü
iklimde birçok insan o uçurumdan atlıyor. Burada eksik olansa sağduyu.
Sağduyusuz ortamda herkese şu ayeti mırıldanmak düşüyor: “Eğer bilim, atlamanın
güvenli olduğunu söylüyorsa o vakit biz de atlarız.”
Belirli
bir süreci takip ettik ve bugünkü sabit bilime ulaştık. Birçok zihin, birçok
deney, birçok hata kayıt düştü bu sürece (Edison'ın bin ampulünü hatırlayanınız
var mı?) Ama bu Kovid çılgınlığı sırasında tek bir akılla, tek bir deneyle, tek
bir hatayla müşerref olmadık (çünkü bu deneyleri gerçekleştirmek, o akılları
yürütmek, o hataları yapmak için vakit yoktu.) İşte sağduyu tam da bu noktada
devreye girmeli, bu sansür, bilimsel tartışma eksikliği sorgulanmalı.
Birçoğumuz sağduyudan kaçındık. “Uçurumdan atlıyoruz millet” dediler, atladık.
Mesele
bilim değil, mesele, bilimi bildiğini iddia eden insanlar. Artık ortada sadece
tek bir (fikrî mutabakata dayalı) “Bilim Rahipleri” grubu var. Kitlelerse
“uçurumdan atlamamızı söyleyen bilim”le gerçek bilimi ayrıştıracak bilgi
birikimine sahip değil.
Bilim,
gerçek bilim, öldü.
Peki
bu hurafenin kaynağı ne? Hurafe, tarihsel olarak dinin gölgesi olarak
görülebilir. Bilim, artık sözlerine güvenilen yüksek rahipler olarak Fauci gibi
isimlerin sultasına girdiğinden ve bu hâliyle bir din hâlini aldığından, bugün
yeni bilime verilecek her türden cevap, illaki hurafe temelli olacaktır.
Madem
bilim, artık sadece bir avuç yetkili kişinin sözüyle yaratılabildiği ve
gerekçelendirilebildiği bir şey, o vakit (deneye, belgelemeye ve bilim
insanları arasında gerçekleşen tartışma yoluyla doğrulanmasına ihtiyaç
duymayan) bu bilim hurafeden ibarettir.
Her
türden mantığa veya akla kafa tutan kaç örnek sayabilirsiniz? Birkaçını ben
sayayım: Karantinalar, maskeler, sosyal mesafe, aşılıların enfekte olmasını
önlemek için aşısızların ayrıştırılması, beş yaşındaki çocukların kapmadığı bir
hastalığı önlemek için beş yaşındaki çocukların aşılanması, Kovid için
uygulanabilecek tedavi seçeneklerinin görmezden gelinmesi.
Daha
fazla örnek vereyim mi? Vermeye gerek var mı? Oturup bu yazıyı kimin okuduğu
üzerine uzun uzun kafa yormalı mıyız? Neticede artık okurun açıklamaya ihtiyacı
yok nasıl olsa.
Bu
örneklerin hiçbirisi bilimsel temele sahip değil, ama yeni bilimin rahipleri,
bize bu yapılan işlerin bilimsel soruşturmaya ve deneylere dayandığını
söylüyorlar. Ama biz dayanmadığını biliyoruz.
Bunu
bilmek için bilim hakkında çok fazla bilgi sahibi olmamıza bile gerek yok.
Ortaokulu bitirmiş herkesin anlayabileceği konular bunlar. Lâkin bu hususlardan
birini sorgulamaya kalkışırsak birileri çıkar, bizim “bilim inkârcısı”
olduğumuzu söyler. İddialarına göre bu konuları sorgulayan doktorlar şarlatan,
sorgulayan bilim insanları ise sahtedir. Oysa asıl hurafeci, bu konuları ve
onlarla ilgili söylenenleri sorgulamadan doğru kabul edendir.
Hurafe,
“Olayların ve olguların nedenlerini doğaüstünde aramaya dönük, meşru bir zemini
bulunmayan, yaygın olarak kabul gören inanç” olarak tanımlanmaktadır. Bu yazıda
ise hurafe, insanların akıllarından geçen boş ve akıl dışı varsayımları ifade
etmektedir.
Örneğin
hurafeci insanlara, bilimsel bir önermenin doğal nedenini sorgulamak denilen
bilimsel uğraş temelinde, “neden aşılanmış bir kişinin aşılanmamışlardan
korunması gerektiği” sorusunu sorarsanız, size “aptal” veya “bilim inkârcısı”
diye bağırmaya başlayacak, ağzına başka türden kötü ifadeleri dolayacaktır.
Sonra
da “Umarım Kovid olup ölürsün!” der, konuyu kapatırlar. Bu bilimsel ifade
karşısında bize de “tamam sağolasın” demek düşer.
Hurafe
yeniden dirilmiştir.
Bütün
bunlar gerçekten temel sorunun bir tezahürüdür: Dünyanın çoğu, kült benzeri bir
kitle psikozundan muzdariptir.
Aslında
bu tespit, dünyanın büyük bölümü için geçerli değil. Mısır’da iki hafta kaldım.
Çok az insan maske takıyordu, takanların çoğu da turistti.
İnsanlar
gülümsüyor, gülüyor, kucaklaşıyor, öpüşüyor ve el sıkışıyorlardı. Bunun iki
temel nedeni var: Birincisi, bu insanlar fazlasıyla dindar, dolayısıyla “Allah
gitme vakti derse biz de gideriz. Allah gitme vakti değil derse, hiçbir şey
seni yere seremez.” diye düşünüyorlar. İkinci sebep ise hükümetlerine
güvenmemeleri, hem de hiç güvenmemeleri, muhtemelen hiçbir zaman da
güvenmeyecek olmaları.
Orada
bilimi yeniden tanımlayacak “yeni bilimin rahipleri” yok. Aslında bilimin çoğu
şey hakkında ne söyleyeceğini pek umursamıyorlar. Hayatları yaratıcılarının
elinde ve bu, onlar için kâfi.
ABD,
Kanada, Birleşik Krallık, Avustralya ve daha birçok başka ulusun liderleri
neden gerçek bilimi öldürdüler? Sorgulamamız gereken mesele bu.
Dr. Todd Hayen
13
Kasım 2021
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder