Her
yılın başında, önümüzdeki yıl için dünya ekonomisinde neler olacağını tahmin
etmeye çalışıyorum. Tahminde bulunma pratiği, genelde alay konusu edilir.
Neticede ileride olacaklara az çok yaklaşan bir şeyler söyleyebilmek için
yapılan ekonomik tahmin işlemleri, birçok faktörün katkı sunduğu süreçlerdir.
Üstelik bilindiği üzere, ana akım iktisat yaklaşımlarının yaptıkları ekonomiyle
ilgili tahminler, genelde başarısızlıklarıyla öne çıkmışlardır. Bu
iktisatçıların tahminleri, önümüzdeki bir yıl içerisinde dahi üretimde ve
yatırımda herhangi bir düşüş öngörmüyorlar.
Kanaatimce,
ana akım iktisatçıların bu tutumu, onların kapitalist üretim tarzına yönelik
tanıtım ve övme görevlerine bağlı olduklarının bir kanıtı. Oysa bu üretim,
yatırım ve istihdam alanında düzenli ve tekrar tekrar yaşanan düşüşler,
kapitalizmin doğrulanmış bir özelliği, buna karşın ana akım iktisatçılar ve
resmi kurumlar, bu düşüşleri nedense öngörmüyorlar.
Ama
gene de bunları söylüyorum diye, tahminde bulunmanın zaman kaybı olduğunu
düşünüyor değilim. Bilimsel analizde, teorinin tahmin gücüne sahip olması
gerekir. Eğer ekonomi bir bilim olarak kabul ediliyorsa, bu tespit onun için de
geçerlidir. Teori, sadece kapitalizmi savunmak için yapılıyor olamaz.
Marx’ın
kriz teorisini doğrulamak gerekiyorsa o vakit bu teorinin belirli bir miktar
tahmin gücüne sahip olması şarttır. Bu bağlamda kapitalist üretimdeki düşüşler,
düzenli bir biçimde tekrarlanan belirli dönemlerde gerçekleşirler. Bunun asli
sebebi ise kapitalist bir ekonomide kârın sermaye içerisindeki oranında yaşanan
değişiklikler ve bu değişiklikler sonucunda kârın kütlesi dâhilinde ortaya
çıkan hareketliliklerdir.
Ancak
önceki gönderilerde de savunduğum gibi, öngörü ve
tahmin farklı şeylerdir. İklim bilimciler, modelleri üzerinden küresel
sıcaklıklarda tehlikeli bir artışın gözlemleneceği tahmininde bulunurlar,
virologlarsa bir dizi pandemide insanlara ulaşan ölümcül patojenlerde bir artış
olacağını tahmin ederler. Ancak bu tahminlerin tam olarak ne zaman gerçeğe dönüşme ihtimali bulunduğunu öngörmek çok daha zordur.
Öte yandan, iklimbilimciler, bir ülkedeki havanın bir yılı aşkın bir süre nasıl
olacağını henüz o kadar iyi tahmin edemiyorlar, ancak geliştirdikleri modeller,
önümüzdeki üç gün boyunca hava durumunun nasıl olacağı konusunda oldukça doğru
sonuçlar ortaya koyabiliyor. Bu anlamda, bir yıl öncesinden çıktı, yatırım,
fiyat ve istihdam konusunda tahminlerde bulunmak, o kadar da imkânsız bir iş
değil.
Neyse, cesaretimizi ve şevkimizi
kırmadan, 2022 için bazı tahminlerde bulunalım. Geçen yılki tahmin nispeten kolaydı. Tüm büyük ekonomilerin 2020'te yaşanan düşüşün ardından bir
toparlanma içine gireceği apaçık ortadaydı.
“Gerçek
GSYİH’ler büyüyecek, işsizlik oranları düşmeye başlayacak ve tüketici
harcamaları artacak” diye yazmıştım. Aşıların piyasaya sürülmesiyle birlikte, “G7 ekonomileri yıl ortasına kadar önemli
ölçüde toparlanacaklar”. Ancak “bu V şeklinde bir toparlanma olmayacak, bu da
önceki ulusal üretim, istihdam ve yatırım seviyelerine geri dönüş anlamına
geliyor. 2021'in sonunda (Çin hariç) birçok büyük ekonominin üretim seviyeleri,
2020'nin başındaki seviyenin altında kalmaya devam edecek.” Bu tahminler
gerçekleşti.
Ekonomik toparlanmanın küresel
üretimi 2021 sonuna dek 2019 seviyelerine geri getirmeyeceğini beklememin iki
temel sebebi vardı. İlk sebep, Kovid pandemisinin büyük ekonomilerde,
toparlanması kesinlikle mümkün olmayan işlerde, yatırım alanlarında ve emek
üretiminde açtığı “kesikler”in derin oluşuydu. Bu durum, hem kamu sektörü hem de
özel sektörün borçlarındaki muazzam artışta karşılık buldu. Bu borçlar, büyük
ekonomilere uzun süren Kovid pandemisinin milyonlarca insana verdiği zarara
benzer bir zarar verdi.
Bu
“kesikler”in sonuçlarını aynı zamanda 2020’de büyük ekonomilerde sermayenin
ortalama kârlılığındaki düşüş olarak gördük. Öyle ki 2021’deki canlanma,
2019’daki kârlılık düzeyine bile yaklaşılmasını sağlamadı.
Gene
de beklendiği üzere, 2021’de dünya genelinde tanık olunan reel GSYİH artışı,
2020’deki düşüşle birlikte beklenmedik biçimde yüzde 3,5’e geriledikten sonra
yüzde 5’e çıktı. IMF'ye göre, gelişmiş kapitalist ekonomilerde kişi başına düşen
reel GSYİH, 2020'de yüzde 4,9’a gerilerken, 2021’de yüzde 5’e yükseldi. Bu şu
anlama geliyordu: söz konusu ekonomilerde kişi başına düşen reel GSYİH, 2019
sonunda ulaşılan seviyenin hâlen daha biraz altındaydı. Demek ki kesiklerin
açtığı yara iki yıl boyunca iyileşmemişti.
Esasen
2022 yılı için de 2021 için yapılan tahminlerin az çok benzerlerini
yapabiliriz. Beklentilere göre dünya ekonomisi, yüzde 3,5-4,0 civarında
büyüyecek. 2021'e kıyasla önemli bir yavaşlamaya (yüzde 25 oranında bir
azalmaya) tanık olunacak. Bunun dışında, gelişmiş kapitalist ekonomilerin
büyüme oranının 2022'de yüzde 4, 2023’te ise yüzde 2,5 altında kalacağı tahmin
ediliyor.
Konferans Kurulu’nun reel GSYİH artışı tahmini (%)
Çin
ve Hindistan dâhil tüm Küresel Güney’de yeni gelişen ülkeler için de hikâye
benzer şekilde seyredecek. Çin, 2020 yılında buhrandan kaçınmayı bilen tek
büyük ekonomiydi. Ne var ki 2021’de Çin’in üretimindeki artış, 2009’daki Büyük
Resesyon’un sona ermesi ardından yapılan üretimden daha düşüktü. Konferans Kurulu, Çin'in büyüme oranlarını ciddi şekilde küçümsüyor, ancak yine de 2022'de Çin'in reel GSYİH’sinin yüzde 5’in çok
üzerine çıkması olası değil.
Bu tahminler temelde şunu
söylüyor: Pandemi döneminde kısıtlanan tüketim, enerjinin birikmesine neden
oldu, hükümetlerin para dağıtması ve merkez bankalarının kredileri ile birlikte
artan bu enerji bugün diniyor, önümüzdeki yıl da azalacakmış gibi görünüyor. Bildiğimiz kadarıyla bugün
merkez bankaları kredi miktarını azaltmayı, hatta borç olarak verilen paradaki
politika faizi oranını artırmayı planlıyorlar. İngiltere Merkez Bankası
politika faizini yükseltmeye başladı bile, Amerikan Merkez Bankası ise 2022'nin
ikinci bölümünde üç kez artırmayı planlıyor.
Bu yıl için yapılan tüm
tahminlerse yeni Omikron varyantının ömrünün kısa olduğu, aşı ve yeni
geliştirilen tedaviler sayesinde insan sağlığına az zarar verdiği tespitini
esas alıyorlar. Bu, iyimser bir tespitmiş gibi görünse de, Omikron bu yıl
ekonomilere pek zarar vermeyecekmiş gibi görünüyor olsa da gene de daha yıkıcı
bir varyantın çıkıp çıkmayacağı hâlen daha belirsizliğini koruyor.
Kanaatime
göre Kovid kaynaklı buhranın ardından da ciddi bir sıkıntıyla karşılaşılacak.
Bilindiği üzere 2021 tahminimde şirket borçlarının artacağından, “zombi
şirketler”in düşük faiz oranlarına rağmen kendi borçlarını kapatacak yeterince
kârı elde edemeyeceğinden, bunun sonucunda da mali çöküşün yaşanacağından söz
etmiştim.
Üstelik
bu, sadece gelişmiş kapitalist ekonomilerde yüzleşilecek bir risk değil. Yeni
gelişen ekonomiler de sıkıntılı bir durumda.
IMF’ye
göre, düşük gelirli ekonomilerinin neredeyse yarısı bugün borçlarını ödeyememe
tehlikesiyle karşı karşıya. GSYİH içerisinde “yeni gelişen piyasa”nın sahip
olduğu borcun oranı bu kriz süresince yüzde 40’tan 60’a çıktı. Üstelik hükümet
harcamalarıyla bu artışı durdurmanın imkânı da kalmadı.
Gelişmekte
olan ülkeler, 2008-2009’daki küresel finans krizi ile kıyaslandığında daha
zayıf bir durumda. IMF’e göre 2007’de yeni gelişen, orta gelirli kırk ülkenin
merkezî hükümet kaynaklı bileşik mali fazlası, gayri safi yurtiçi hâsılanın
yüzde 0,3’üne denk. Geçen yıl bu ülkeler bütçelerinde açık olduğunu, bu açığın
GSYİH’nin yüzde 4,9’una denk düştüğünü söylediler. Asya’da yeni gelişen
ülkelerdeki bütçe açığının GSYİH içerisindeki payı 2007’de yüzde 0,7 iken,
2019’da yüzde 5,8’e çıktı. Latin Amerika’da bu oran yüzde 1,2’den yüzde 4,9’a
yükseldi. Avrupa’da yeni gelişen ülkelerde ise bütçe fazlası GSYİH’nin yüzde
1,9’u iken, bu ülkelerde bütçe açığı oranı yüzde 1’e çıktı.
Konferans
Kurulu’nun tahminine göre 2023’te Latin Amerika’da reel GSYİH artış oranı yüzde
6,4’ten 2,2’ye gerileyecek, hatta bu rakamın da altına inecek. 2022’de bu
ülkeler, ağırlaşan borç yüküne ve döviz krizine bu şekilde çare bulmaya
çalışacak. Arjantin, borcunu ödeyemeyeceği günlerin eşiğine geldi bile.
Yeni
gelişen ülkelerdeki hükümetler, bu sebeple bir ikilemle karşı karşıya: bu
hükümetler, ya mevcut durgunluğun ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacak
olan ağır mali kemer sıkma politikaları uygulayacaklar ya da ihracat artışını
sağlamak ve bu artışı hızlandırmak için paralarını devalüe edecekler.
Erdoğan
hükümeti, faiz oranlarını artırmama seçeneğini tercih etti. Modern Para
Teorisi’ne uygun olan bu politika tarzı, sermayenin ülke dışına kaçmasına ve
Türk lirasının önemli para birimleri karşısında yüzde kırk değer kaybetmesine
yol açtı. Sonuçta enflasyon oranı fırladı. 2022’de Türk ekonomisi yere
çakılacak, bunu stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon süreci) takip edecek.
2021’de
bir mali kriz ve borç krizi yaşanmadı. Bilâkis, rüzgâr dünya genelinde hisse
senedi ve tahvil piyasaları lehine esti. Merkez bankalarının finanse ettikleri
krediler, sanki dünyanın sonu gelmiş gibi mali varlıklara oluk oluk aktı.
Sonuçta da mali varlık fiyatlarında (hisse senetleri ve tahvillerde) ayrıca
emlak sektöründe şaşırtıcı bir artışa tanıklık edildi. Bu süreçte merkez
bankaları Kovid pandemisinin ilk gününden beri finans piyasalarına 32 trilyon
dolar enjekte etti, böylece dünya genelinde borsanın değerini 60 trilyon dolara
çıkarttı. Dünya genelinde şirketler, hisselerini satıp krediler almak suretiyle
12,1 trilyon dolar topladılar. ABD’deki borsa endeksi rekor seviyelere çıktı.
Nikkei 225 Endeksi, 1989’dan beri en yüksek yıllık kazancın elde edildiğini
ortaya koydu.
Gelgelelim
2022 yılına girdiğimiz şu günlerde “kolay para”nın ve düşük faizli kredilerin
dönemi sona doğru yaklaşıyor. Son iki yıl içerisinde borsada yaşanan muazzam
canlılık, muhtemelen yavaş yavaş ortadan kaybolacak. Zaten Nisan 2021’den beri
beş yüksek teknoloji şirketinin, Apple, Microsoft, Nvidia, Tesla ve Google’a
bağlı Alphabet’in toplam hisse değerleri, Standard and Poors endeksindeki
artışın yarısından fazlasına denk düşüyordu. Buna karşın 210 hisse senedinin
toplam değeri, 52 haftadır yüksek iken bu değer zamanla yüzde on azaldı. ABD’de
borç oluşturmanın popüler yollarından olan “kaldıraçlı krediler”in üçte birinin
borç-gelir oranı altı olarak belirlenmiş eşiğin üzerine çıktı ki bu düzey
esasen finansal istikrar açısından tehlikeli kabul ediliyor.
Demek
ki bu yıl, ya finansal çöküşe tanıklık edilecek ya da borsa ve tahvil
fiyatlarında önemli bir düzeltmeye gidilecek, zira bu dönemde faiz oranları
yükselecek, bu da nihayetinde zombi şirketleri iflasa sürükleyecek.
Merkez
bankalarını asıl korkutan da bu. Birçok merkez bankası, tam
da bu sebeple kolay para döneminin sona erdirilmesi önerisine epey ihtiyatlı
yaklaşıyor. Ama gene de birçok büyük ekonomide, emtia ve hizmetlerin
fiyatlarındaki ciddi artış sebebiyle, merkez bankaları bu yola girmek zorunda
kalıyor.
ABD’de tüketici ürün ve hizmetlerinde yıllık enflasyon oranı
(%)
Bu
enflasyon artışının ana sebebi, pandemi sebebiyle kısıtlanmış tüketici
talebidir. Zira insanlar, arz daralmasına tanıklık eden kapanmalar esnasında
birikimlerini tükettiler. Bu darboğaz ise emtia ve bileşenlerin uluslararası
planda taşınması ile ilgili uygulamaya konulan kısıtlamalar, ayrıca üretim için
gerekli hammaddelerin ve bileşenlerin kısıtlı oluşu sebebiyle gerçekleşti.
Enflasyon artışı, 2020’deki Kovid buhranını takip eden dönemin doğal bir
parçası. Zira dünyanın önemli bir kısmı hâlen daha pandeminin çilesini çekiyor.
Ana
akım iktisatçılar, “bu enflasyon artışı geçicidir diyenler” ile “bu “enflasyon
oranı normale dönecektir” diyenler arasında ikiye bölündüler.
Benim
görüşüme göre ise bugünkü yüksek enflasyon oranları “geçici”, çünkü 2022’de
üretimde, yatırımda ve kârlılıkta yaşanacak artış, o “uzun depresyon”
dönemindeki oranlara doğru gerilemeye başlayacak. Yani enflasyon, pandemi
öncesi dönemden yüksek seyretse de bu artış sona erecek.
Bir
görüşe göre 2022 yılında yeni GSYİH ve üretim artışı düzeylerine ulaşılacak. Bu
görüşün sahipleri, görüşlerini destekleme noktasında İspanyol gribi salgınının
bitmesi ardından yirmili yıllarda ABD’de yaşananlara işaret ediyorlar. Bahsi
edilen yirmili yıllar boyunca ABD’nin reel GSYİH’si yüzde 42 arttı, bu artış,
kişi başına yıllık 2,7 oranında gerçekleşti.
Fakat
bu iddianın sahibi olan iyimser ana akım iktisatçıların gelişmiş kapitalist
ülkelerin yirmilerde olduğu gibi yeniden bir canlanmayı tecrübe edeceklerine
ilişkin öngörüsünü destekleyen herhangi bir delil yok elimizde. Esasen, 1920’lerle 2020’ler
arasındaki temel fark üzerinde durmak gerekiyor.
1920-1921’de
ABD ve Avrupa’daki ekonomik buhranda verimsiz ve kâr etmeyen şirketler birer
kurumuş dal gibi temizlendiler. Böylelikle hayatta kalan güçlü şirketler,
piyasada daha fazla paya sahip oldular. Sermayenin kârlılık oranı birçok
ekonomide hızla arttı. Konferans Kurulu’nun tahminlerinde, ayrıca IMF’nin
tahminlerinde de görüldüğü üzere 2022 ve ötesi için böyle bir öngörüde bulunmak
mümkün görünmüyor.
2020’lerde
yeni ve uzun bir canlılık döneminin başlayacağını, bu dönemin 2010’ların o uzun
depresyon döneminin yerini alacağını söyleyen Konferans Kurulu üyeleri türünden
iyimser iktisatçılar, argümanlarını toplam faktör üretkenliğindeki canlanmaya
dayandırıyorlar. Bu ölçüm yöntemi, iddia edilene göre, çıktı artışında
verimliliğin ve inovasyonun rolünü ölçüyor.
Konferans
Kurulu, bu toplam faktör üretkenliği değerinin dünya genelinde her yıl ortalama
yüzde 0,4 oranında artacağı tahmininde bulunuyor. Bu değer, son yirmi yıldır
sıfır. Esasen dünya genelinde istihdam yaşındaki düşüş ya da yavaşlama ve zayıf
sermaye yatırımı artışının öngörüldüğü yeni dönem için bu çok da ciddiye
alınacak bir gelişme değil.
2021
yılının üçüncü çeyreğinde ABD’deki üretim artış oranı son altmış yılda görülen
oranın altına düştü. Öte yandan, yıllık bazda bu oran yüzde 0,6’ya geriledi ki
bu, 1993’ten beri görülen en büyük düşüşün yaşandığını ortaya koyuyordu. Ayrıca
ülkede bir de istihdam üretime kıyasla daha hızlı arttı.
Marx’a
göre uzun bir canlılık dönemi, ancak büyük bir buhran döneminde sermaye
değerleri önemli ölçüde yıkıma uğramışsa mümkün olabilir. Modası geçmiş
teknolojiyi temizleyip anlamını yitirmiş olan, kâr getirmeyen sermayeyi ortadan
kaldırmak suretiyle yeni şirketler, inovasyon yoluyla gelişip serpilme imkânı
bulurlar. Böylesi bir “yaratıcı yıkım” ile birlikte kâr oranları artar.
Gelgelelim
henüz sermayenin ortalama kârlılık düzeyi açısından hızlı bir iyileşme süreci
içerisine gireceğine dair elimizde herhangi bir işaret bulunmuyor. Muhtemelen,
yirmili yıllarda, savaş sonrası tanık olunan “altın çağ”da veya yirminci
yüzyılın sonunda tecrübe ettiğimiz neoliberal dönemde az çok gerçekleşmiş olan
uzun canlılık döneminin bir benzerinin yaşanması için kârlılığın yaklaşık yüzde
30 artması gerekiyor.
Ama
bu noktada kimse, hükümetlerin mali ve parasal yardım yapmasını beklemesin.
Kamu sektörünün borçlarının mevcut düzeyi dikkate alındığında, iş dünyasından
yana hükümetler her yerde mali harcamaları kısmanın ve bütçe açıklarını
kapatmanın yollarını arıyorlar. Bu süreçte vergiler artırılıyor, hükümet
harcamaları kısılıyor.
IMF’ye
göre 2022’de genel hükümet harcamalarının GSYİH içerisindeki payı, geçen yıla
oranla yüzde 8 düşecek. Bu düşüş, kısmen Kovid konusunda yapılan destekler için
daha az paranın harcanması ve GSYİH’deki artış sebebiyle gerçekleşecek.
Fakat
ABD hükümetinin Kongre Bütçe Ofisi üzerinden aktardığı, harcama ve gelir ile
ilgili öngörülerine baktığımızda, federal hükümetin harcamalarının 2021 yılına
kıyasla 2026’da ortalama yüzde 7’ye gerileyeceğini, vergi gelirlerinin ise
yüzde 25 oranında artmasının beklendiğini görüyoruz. ABD’de bütçe açığı ise
2022’de yarı yarıya azalacak ve sonraki yıllarda bu düzey bir biçimde muhafaza
edilecek. Bu anlamda ülke, Keynesçilerin önerdiği tarzda bir mali teşvik planı
üzerinde durmuyor. Muhtemelen tam aksini öneren bir plan yürürlüğe girecek.
ABD
başkanı Biden’ın mali harcamaları artırma planına Kongre mani oldu ama bu karar, ekonomik
faaliyetler üzerinde pek da fazla etkili olmadı.
Avrupa
Birliği’nin Avro bölgesinde bulunan zayıf ekonomiler için tahsis ettiği
kalkınma fonu henüz devreye girmedi. Zaten bu fonun hızlı bir ekonomik büyüme
için yeterli gelmeyeceğini söylemek gerek.
Hâsılı,
hâlen devam eden Kovid pandemisi kaynaklı yeni bir felâket beklentisi
içerisinde olmayan dünya ekonomisi 2022 yılında büyüyecek, ama bu büyüme,
2021’de uzun zaman kısıtlanmış tüketimin ardından yaşanan enerji patlamasında
gerçekleşen büyüme kadar hızlı olmayacak. Bu yılın sonunda da büyük
ekonomilerin önemli bir kısmı, düşük büyüme rakamlarının görüldüğü döneme geri
dönecek. 2010’larda tanık olunan o uzun depresyon dönemindeki düşük kârlılık
eğilimine tanık olacağız. 2022 sonrasında ise muhtemelen büyüme iyice
yavaşlayacak.
Michael Roberts
1 Ocak 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder