On
dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru Fransa’da sosyalizm, farklı okullara ve
örgütlere ayrıştı. Başını Guesde ve Lafargue’un çektiği İşçi Partisi, resmi
planda Marksizmi ve onun sınıfsal taktiklerini temsil eden yegâne yapıydı.
Blankizm hareketi içinden çıkmış olan Sosyalist Devrimci Parti, bünyesinde
Komün’ün devrimci geleneğini kendi bünyesinde cisimleştirdi. Hareketin en
önemli ismi, Vaillant’dı. Bağımsızlar ise işçi sınıfından ziyade aydın cenahı
içerisinde örgütlenmişlerdi. Hareket, sosyalizme ilgi duyan birçok insanı
saflarına kattı. Viviani ve Jaurès gibi isimler, bu grup içerisinde faaliyet
yürüttüler.
1898’de
İşçi Partisi, farklı sosyalist örgütlerle yakınlaşma süreci içine girdi. Bu
düzlemde anlaşmanın ve ittifakın zemini belirlendi. Başka ülkelerde sosyalist
teorinin ve pratiğin netleştirilmesi süreci Fransa’da işledi, ama burada
anarşizme meyilli sektlerin, tarikatların tasfiyesine ihtiyaç duyuldu.
Fransa’da
görünürde dokuz ayrı eğilim varsa da aslında iki eğilim söz konusuydu: Sınıfçı
eğilim ve işbirlikçi eğilim. Son tahlilde bu iki eğilim, uzlaşmaya varmak
amacıyla birbirlerinin sınırlarını belirleme ihtiyacı duydu. Sınıfçı veya
devrimci eğilime göre mesele, devrimin uzak bir hedef olduğu gerçeğinin
görülmesi ve sınıf mücadelesinin en ılımlı tezahürlerine indirgenmesiydi. Diğer
yandan işbirlikçi eğilimse işbirliğinin sosyalistlerin burjuva meclisine
girişleri anlamına gelmediğini kabul etmek zorunda kaldı. Sosyalist hareketin
yol açacağı kutuplaşma evresine ulaşana dek bu netlik, yürünecek yolun
görülmesi için kâfi idi.
Ama
sonra somuttaki bu uyumsuzluğu artıran bir olay yaşandı. Sosyalist örgütlerden
birine bağlı bir isim olarak Millerand, Waldeck Rousseau’nun radikal
hükümetinde bulunması yönünde yapılan teklifi kabul etti. Devrimci eğilim,
Millerand’ın özür dilemesini ve ileride sosyalistlerin bakanlıkta yer
almamasını talep etti. Açıktan Millerand’da destek sunmayan işbirlikçi eğilim,
eski tezini yeniden gündeme getirdi ve belirli koşullarda bakanlıkta bir koltuk
sahibi olma fikrine destek sundu. Kısa bir süre sora Millerand’ın yolundan
giden Briand, bakanlık konusunda yeni bir maceraya atılmak istediği için,
kapıları kapatmamak adına, hamle yapma ihtiyacı duydu. Öte yandan Fransa’da
süreç içerisinde yaşanan ilerleme dâhilinde sosyalist hareket, sadeleşti. Artık
dokuz ayrı eğilimden değil, iki eğilimden söz edilmekteydi.
Birlik,
1904 yılında gerçekleşti. Aynı yılın Ağustos ayı içerisinde bakanlıkta görev
alma meselesi, Enternasyonal’in Amsterdam kongresinde incelemeye tabi tutuldu
ve konuda bir hükme varıldı. Söz konusu kongre, işbirlikçilerin tezini redde
tabi tuttu. O ana dek ilgili tezi samimiyetle savunmuş olan Jaurès, sorumluluk
ve görev bilinci gereği disipline uydu ve Enternasyonal’de oylamaya tabi
tutulan karara göre hareket etti. Amsterdam’da alınan kararın sonucunda
Jaurès’in başını çektiği akım ile Guesde ve Vaillant’ın liderliğini yaptığı
akım arasında varılacak anlaşmanın ilkeleri, müteakip süreçte yürütülen
müzakereler dâhilinde belirlendi. Örgütler arası kaynaşma ise Nisan 1905’teki
Paris Kongresi’nde kabul edilip onaylandı. Ertesi yıl Briand’dan kurtulmuş olan
Sosyalist Parti, bir süreliğine burjuva siyasetinde önemli bir çekim merkezi
olarak varlığını sürdürdü ve kabinede belirli görevlerde söz sahibi oldu.
Neticede
birlik sürecinin doğurduğu parti, devrimci bir yoldan ilerlemedi. Birlik,
esasen Fransız sosyalizmindeki iki akım arasında gerçekleşen uzlaşmanın ve
tavizlerin bir sonucuydu. İşbirlikçi hareket, Üçüncü Cumhuriyet hükümetine
doğrudan dâhil olunması fikrinden vazgeçti. Öte yandan sınıfçı akımın kendisini
yutmasına izin vermedi. Hatta eskiye nazaran daha fazla uzlaşmaz bir örgüt
hâline geldi.
Batı’daki
diğer demokrasilerde olduğu gibi Fransa’da da sosyalizmin devrimci ruhu,
parlamento çalışmaları dâhilinde zayıfladı ve ketlendi. Sosyalizme verilen
oylar arttıkça mecliste alınan kararlarda sahip olunan ağırlık da arttı.
Sosyalist Parti, burjuva siyasetinin iç çelişkileri ve çatışmaları dâhilinde
belirli bir rol oynadı. Parlamento sahasında burjuvazinin en gelişkin
partileriyle işbirliği siyaseti güttü. Jaurès, güçlü bir sima olarak yaptığı o
nazik konuşmaları ile söz konusu işbirliği siyasetine idealizmin mührünü vurdu.
Batı Avrupa’daki diğer sosyalist partiler gibi Sosyalist Parti de ilgili
siyasete devrimci bir anlam kazandıramadı.
Zamanla
Fransa’da devrimci ruh, sendikalizme huruç etti. Devrimin en önemli ideologu,
Sosyalist Parti’nin yazarları arasından veya yayınları içerisinden çıkmadı. O
ideolog, sosyalizmin parlamentarizm ile yozlaşmasını eleştiren, devrimci
sendikalizmi yaratıp ona öncülük eden Goerge Sorel’den başkası değildi.
1905-1914
arası dönemde Fransız Sosyalist Partisi, seçim ve parlamento sahasında faaliyet
yürüttü. Bu çalışmalar dâhilinde parti üye sayısını arttırdı, daha fazla insanı
örgütledi. Küçük burjuvazinin belirli bir kısmını kendisine çekti. Birçok
aydını saflarına kattı. İlkelerini onlara öğretti.
1914
seçimlerinde parti bir milyon yüz bin oy aldı. Meclise üç vekil soktu. Savaşın
patlak vermesi ile partideki bu büyüme süreci sekteye uğradı. Avrupa sosyal
demokrasisindeki hümanist ve barış yanlısı tutum karşısında savaş olgusunun o
dinamik ve zalim gerçekliğini buldu. Seferberlik sürecinin başladığı dönemde
Jaurès’in ölümü partiye ciddi zarar verdi. Büyük liderinin kaybıyla ümitsizliğe
kapılan parti, fırtınaya saçlarını kaptırdı ve sürüklenmeye başladı. Fransız
sosyalistleri savaşa karşı koyamadılar. Barış için hazırlık yapma imkânı da
bulamadılar. Neticede hükümetle işbirliğine gitmek zorunda kaldılar. Guesde ve
Sembat bakan oldu.
Sosyalizmin
ve sendikal hareketin liderleri, kutsal birliğin siyasetini sürdürdüler. Bazı
sendikacılar ve devrimciler savaşa karşı çıktılar, yalnızlaştırıldılar,
katliama tek başlarına karşı koymaya çalıştılar.
Sosyalist
Parti ve Genel İşçi Konfederasyonu, olayların kendilerini belirli bir yöne
doğru sürüklemesine izin verdiler. Bazı Avrupalı sosyalistlerin Enternasyonal’i
yeniden inşa etme çabaları, Fransız sosyalistlerinden ve sendikalarından
gerekli desteği göremedi.
Sürpriz
bir biçimde imzalanan ateşkes, partiyi daha da zayıflattı. Savaş süresince
kendisinin belirlediği bir yoldan ilerlemeyen parti, burjuvazinin güdümüne
girdi ve onun sürüklediği yere gitti. Ama burjuvazi, zaferin politik sahada
getirdiği ganimeti Sosyalist Parti ile bölüşmedi. 1919 seçimlerinde, savaşın
yol açtığı devrimci kabarış hoşnutsuz ve hüsrana uğramış halk kitlelerini
sosyalizm safına doğru itmesine karşın, sosyalistler meclisteki koltuklarını da
yitirdiler, ülke genelinde ciddi oy kaybına uğradılar.
Ardından
parti bölündü. Parti ve sendika konfederasyonundaki bürokrasi devrimci
niteliğini yitirdi. Bu sebeple yeni Enternasyonal’e alınmadı. Savaşın yol
açtığı sersemlikten henüz çıkamamış olan gazetelerin yayın kurullarının,
yazarların, memurların ve avukatların devrimin genelkurmay kadrosu içerisinde
yer almaları mümkün değildi. Bu kesim, ister istemez, tehlikeden uzak, retoriği
esas alan, savaşın tüm o acımasızlığıyla yol açtığı fırtına ile kesintiye
uğrattığı demagojinin rahat ve kibirli dünyasına geri döndü.
Tüm
bu insanlar normalleştiler, devrimci duygularını yitirdiler. Buna karşın yeni
sosyalist kuşak yüzünü devrime çevirdi. Bu eğilim, kitlelerin desteğini aldı.
1920’deki Tours Kongresi’nde partinin büyük bir çoğunluğu “Komünist Partisi”
isminin alınması ile ilgili öneriden yana saf tuttu. “Sosyalist Parti” isminden
yana duranlarsa azınlıkta kaldılar. Eskiden olduğu gibi İşçi Enternasyonali
Fransız Seksiyonu olarak varlığını sürdürmek istediler.
Çoğunluk
ise Komünist Partisi’ni kurdu. Jaurés’in gazetesi L'Humanité komünist
partisinin yayın organı hâline geldi. Sosyalist partinin en önemli isimleri ve
vekilleri Sosyalist Parti içinde kaldı ve Leon Blum, Paul Boncour ve Jean
Longuet ile birlikte hareket etti.
Komünistler
kitleler, sosyalistler meclis içerisinde güçlü hâle geldiler.
Sonrasında
Avrupa’da yaşanan süreç ve olaylar eski sosyalizmin yeniden dirilmesine katkıda
bulundu. Devrimci dalga dindi. Proletaryanın saldırıya geçtiği dönem yerini
burjuvazinin saldırısına tanıklık eden döneme bıraktı. Kısa sürede dünya
devriminin gerçekleşeceğine dair umut yitip gitti. Eskiden olduğu gibi
kitleler, bu sefer de eskinin efendilerine inanmaya ve bağlılık duymaya
başladılar.
Ulusal
Blok hükümeti döneminde sosyalizm Fransa’da birçok destekçi kazandı. Eskiden
radikalizme yönelen insanlar ılımlı ve parlamentarist sosyalizme çevirdiler
yüzlerini. İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu sosyalist radikallerle
birleşip Sol Blok’u meydana getirdi. Mayıs 1924 seçimlerinde bu blok 1919’da
yitirdiği vekilleri geri kazandı, hatta bunlara yenilerini ekledi.
Bir
süre sonra Sol Blok iktidar oldu. Sosyalistler, bunu kabinenin belirli bir
bölümünü ele geçirme fırsatı olarak değerlendiremediler. Henüz işbirlikçi
koalisyon karşıtı eğilimle ayrışmanın vakti değildi. Asıl önemli olan, Mayıs
seçimlerinde sosyalist seçmenlere sunduğu vaatlerini yerine getirdiği sürece
Herriot’ya destek sunmaktı.
Şubat
ayında Grenoble’da yapılan kongrede İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu üyesi
sosyalistler radikallerle ilişkilerini gözden geçirdiler. Yapılan bir
toplantıda Longuet, Ziromsky ve Braque, programını uygulayamadığı için Éduard
Herriot’yu suçladı, ayrıca parlamentodaki sosyalist grubunu yumuşak bir siyaset
uyguladığı ve bakanlıktan feragat ettiği için azarladı. Bu üç sözcüsü üzerinden
sosyalistler, sınıfsal taktiklere bağlı kalma iradesini ortaya koydular. Ama
öte yandan Millerand ve Briand ile birlikte partiden kovulan ve bakanlık
koltuğuna oturmakla neticelenen işbirlikçi tutum Fransız sosyalizmi içerisinde
yeniden açığa çıktı. Bakanlık koltuklarının rahatlığını, kayıtsızlığını ve
sıcaklığını bilen ve bir dönem Marcel Sembat’nın yardımcılığını yapan Leon
Blum, işbirlikçi kesimin temsilcilerinden biraz daha sabır göstermelerini
istedi. Onlara bakan olmanın risk ve sorumluluk içermediğini anımsattı. Blum’a
göre sosyalistler, hükümete radikallerin işbirlikçisi olarak dâhil
olmamalılardı. Blum, esasen iktidarı tek başına ele alacakları koşulların
olgunlaşacağı ana dek beklemeleri gerektiğini düşünüyordu. O, Sol Blok
hükümetinin istim üzerinde olduğu dönemde Sosyalistlerin müttefiklerin elindeki
iktidarı alacak gücü elde edeceklerini ümit ediyordu.
Bu
ümitle hareket eden Sosyalist Parti, Grenoble’daki kongrede sol bloktan yana
olduğunu, gericiliğe ve Bolşevizme karşı durduğunu beyan etti. Böylece tüm
dürüstlüğüyle demokrasi yanlısı olduğunu söylemiş oldu.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder