Esquire
Temmuz 1968
Derginin
Martin Luther King’in ölümü sonrası basılan Temmuz 1968 sayılı nüshasında Esquire
yayın yönetmenleri, James Baldwin’le ülkede ırklar arası ilişkiler meselesine
dair sohbet gerçekleştirdiler. Aşağıda Baldwin’in kısa süre önce yaşanan isyana
dair düşüncelerini içeren bölüm aktarılmaktadır.
* * *
Son
yaşanan isyanda polisin yağmacılara yönelik tavrının değiştiğini görüyoruz. Bu
sefer silâha daha az başvurdular. Bir önceki olayda Ulusal Muhafızlar ve polis
göstericilerin üzerine mermi yağdırmıştı.
Üzgünüm
ama gazetelerde yazanlara inanmadığımı belirtmem lazım. Ayrıca kim kimi
yağmalıyor ki, bu yüzden bu” yağmacı” ifadesine itiraz ediyorum.
Televizyoncunun
camını indirip istediğini alanı siz hangi kelimeyle tarif ediyorsunuz peki?
Önce
şunu sormak lazım: kim kimi yağmalıyor? O televizyonu kim alıp gidiyor? Aslında
istediği, televizyon değil. O sadece “sikeyim sizin düzeninizi” diyor. Meselesi
o televizyonun değeri değil. O insan, orada olduğunu bilmenizi istiyor sadece.
Bence
bu önemli bir konu. Medya, televizyon kanalları ve gazeteler durmadan
“yağmacılar”dan bahsediyor. Ekranda sürekli, bir şeyler yürüten siyah eller
görüyorsunuz. Bu sebeple Amerikan kamuoyu, bu vahşilerin bizden her şeyimizi
çalmaya çalıştığı sonucuna ulaşıyor. Dolayısıyla kimse, sorunların kaynağının
ne olduğunu anlamaya çalışmıyor. Oysa şu bilinmeli ki bugün insanlar, geçmişte
her şeyi yağmalanmış, tutsak bir halkı suçluyor. Bu çok ayıp.
Keskin
nişancılar, kundakçılar ve yağmacılar arasında ayrım yapılabilir mi?
Keskin
nişancılar konusunda çok şey işittik, bu noktada ölü sayısına da bakabiliriz.
Evet,
sayıları az olsa da beyazlar da vardı.
İsyanlarda
kimlerin öldüğünü biliyorum.
Çok
sayıda beyaz öldü.
Evet
biliyorum ama ölen zencilerin sayısı daha fazlaydı.
Çok
zenci öldü. Zaten o yüzden olayların yatışması gerektiğini söylüyoruz.
Yatışması,
sakinleşmesi gereken, siyahlar değil. Çünkü siyahlar hiç sakinleşmeyecekler.
Ama
en çok da onların canı yanmıyor mu?
Nereden
baktığınıza bağlı. Ben aslında en çok bizim canımızın yandığından emin değilim.
Esasında bu, doğru değil. Bizim canımız yanmıyor, biz ölüyoruz, üstelik
herkesten daha hızlı bir biçimde.
Ben
esasen o eylemlerdeki keskin nişancıların gerçek devrimciler olarak görülüp
görülemeyeceğini sormuştum. Bildiğiniz gibi o kundakçılar hayal kırıklığına
uğramış, hoşnut olmadığı şeyleri yok eden, açgözlü ve haris kişilerin
mağdurları olarak değerlendirilmişlerdi.
Haddimi
aşmış olmayayım ama şu soruyu sormam lazım: hiç tanımadığınız insanları nasıl
bu şekilde kategorize edebiliyorsunuz? Tasnifinize zerre katılmıyorum.
Sokaklara çıkan tüm o insanlar aynı sebeple eyleme geçmişlerdi.
Havuzlarımız,
otomobillerimiz, şatafatlı hayatımızdan mı kaynaklanıyor bu sorunlar? Bunlardan
yoksun insanlarda da sorun yok mu?
Kimse
burada şehir merkezinde çalışıp akşam şehir dışındaki mahallesine giden
insanlardan bahsetmiyor. Asıl incelenmesi gereken, burası.
Biz
millet içre milletiz. Evet gösterişçisiniz, kibirlisiniz. Muhabbetlerinizde
adımız bile geçmiyor, biz yokmuşuz gibi davranıyorsunuz. Asıl acı verici olan
bu, asıl tehlike, beyazların eskiden beri siyahlara bu şekilde muamele etmiş
olması.
Biz
sizin için değersiziz. Bizim duygularımızın, kulaklarımızın, gözlerimizin
olmadığını düşünüyorsunuz.
Eskiden
beri size yalan söylüyoruz, bunun farkında bile değilsiniz. Sizden nefret
ediyoruz. Sizi hor görüyoruz. Çünkü başımıza gelenlerin yükünü taşıyamıyoruz.
Yaşadıklarımız, sizin umurunuzda değil. Çocuklarımızın çektikleriyle zerre
ilgilenmiyorsunuz. Onlar bizim umurumuzda ama. Sizin de başınıza gelenler bizim
umurumuzda değil. Yıllar önce bir seçim yapmışsınız, ya yaşayacak ya
öleceksiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder