İngiliz
proleter hareketinin tarihi, temelde Avrupa’daki diğer proleter hareketlerin
tarihiyle aynıdır. İngiltere’de proleter harekete “emek hareketi”, diğer
ülkelerde sosyalist ve sendikal hareket denmesinin bir önemi yoktur. Farklılık,
sadece sıfatlarla, etiketlerle ve kelimelerle ilgilidir. Proleter pratik,
Avrupa genelinde tek bir biçim almıştır. Toplumsal sorun üzerinde duran
tarihçiler, Marx’ı ve Lassalle’ı sosyalist teorinin iki temsilcisi olarak görme
konusunda uzlaşı içerisindedirler.
Neticede
kapitalist toplumun ekonomik formu ile politik formu arasındaki çelişkiyi
keşfeden ve bu toplumun kaçınılmaz ve zorunlu çöküşünü öngören Marx, proleter
harekete nihai hedefi, üretim ve mübadele araçlarının kolektif mülkiyeti
hedefini göstermiştir. Lassalle ise işçi sınıfının geçici arzuları olarak yakın
hedeflere işaret etmiştir. Marx azami programı, Lassalle ise asgari programı
yazmıştır.
İşçiler
somut ve yakın kimi hedeflere yöneltilmezse örgütlenemezler. Dolayısıyla işçi
hareketinin üzerinde durduğu zemin, Marksist değil, Lasalcıdır. Enternasyonal,
Marx’ın öğretisinin somutta başarıya ulaştığını ilân ettiği anda
sönümlenmiştir. İkinci Enternasyonal’se reformist ve minimalist bir ruha
sahiptir. O kendisine, işçileri sosyalizm safına kazanmayı ve onlara sosyalizm
bayrağı altında öncülük edip burjuva rejim içerisinde tüm olası mevzileri ele
geçirmeyi hedef olarak belirlemiştir. Bu mevzilerse çalışma saatlerinin
düşürülmesi, ücretlerin artırılması, engellilere, yaşlılara, işsizlere ve
hastalara maaş bağlanması ile ilgilidir.
Bunlar
olurken dünya, esasen kapitalist ekonominin gelişimine tanıklık ediyordu.
Devrim, mesihçilere has bir görüş, uzak bir ihtimal olarak değerlendiriliyordu.
Sosyalist partilerin ve işçi sendikalarının politikası, bu sebeple devrimci
değil, reformistti. Proletaryanın niyeti, burjuvaziden olabildiğince fazla
taviz kopartmaktı. Sonrasında burjuvazi bu istenilen şeyleri kendisi verdi.
Neticede
işçi eylemliliği esas olarak sendika merkezli ve ekonomik bir içeriğe sahipti.
İşçilerin politik eylemleri ile burjuva radikallerin eylemleri iç içe geçti.
Klasik yapısını ve rengini yitirdi. İngiliz proletaryası, pratikte diğer Avrupa
ülkelerinin proletaryası ile aynı zeminde hareket etti. Diğer ülkelerin
proletaryaları, nispeten daha devrimci bir yazından yararlandılar. Daha çok
azami programa hürmet ettiler. Ama İngiliz proletaryası gibi onlar da
kendilerini asgari programın uygulanması talebi ile sınırlı tuttular.
Dolayısıyla İngiliz proletaryası ile Avrupa’nın diğer ülkelerindeki proletarya
arasında sadece biçimsel, dışsal ve yazına ilişkin bir farklılık söz konusuydu.
Farklılık, esas olarak içinde bulunulan iklimle, sahip olunan mizaçla ve tarzla
alakalıydı.
Savaş,
devrimci durumu koşulladı. Dünya proletaryası içerisinde açığa çıkan yeni akım,
galebe çalmak için o günden beri yoğun bir mücadele veriyor. Bu yeni akımla
uyumlu hareket eden İngiltere’deki İşçi Partisi, sosyalizme ve devrim hedefine
bağlılığını yeniden ortaya koyma ihtiyacı duydu. Sadece ekonomiyle ilgili
adımlar atmakla kalmıyorlar, politik eylemler de gerçekleştiriyorlar. Süreç
içerisinde İngiliz proletaryası, taleplerinin kapsamını genişletti. Artık
sadece şu veya bu ekonomik avantajı elde etmekle ilgilenmiyor. Hareket iktidarı
istiyor, saf anlamda proleter olan politikanın uygulanmasını talep ediyor.
Politikayı
ve tarihi yüzeysel okuyan ve empirik veriler üzerinden değerlendiren kişiler,
bu değişim karşısında şaşkınlık yaşadılar. Eskiden ölçülü hareket eden,
ihtiyatı elden bırakmayan sağduyulu işçi hareketinin bugün sosyalist oluşuna
hayret ettiler. Bu işçilerin bir diğer arzusu da toprakta, demiryollarında ve
makinelerde özel mülkiyetin devrimci anlamda ortadan kaldırılması idi.
Doğrudur,
İngiltere’de İşçi Partililer aynı zamanda sosyalisttirler. Ama eskiden böyle
değillerdi. Bugün sekiz saatlik işgünü, ücret artışı, kooperatiflerin
korunması, sosyal sigorta kurumunun oluşturulması gibi talepleri
dillendiriyorlar. Tıpkı Avrupa’daki diğer sosyalistler gibi davranıyorlar.
Fakat eskiden bu sosyalistler, yürüyüşlerde, gazetelerde, o atıp tutan
demagojik yazılarda karşımıza bu şekilde çıkmıyorlardı.
İşçi
Partisi, bugüne dek evrimci ve reformist bir dile sahipti. Taktikleri bugün de
demokrasi ve seçim üzerine kurulu. Ama bu, onlara has bir tutum değil.
Avrupa’nın diğer sosyalist partileri ve işçi sendikaları da benzer bir tutum
içerisinde. Sosyalizmin elitleri, en genel anlamda aristokrasisi, İkinci
Enternasyonal okulundan mezun. Bu insanların zihniyeti ve ruh hâli, reformizme
ve reformist faaliyetlere aşina. Bunların aklî ve ruhî uzuvlarının devrimci
çalışmaya adapte olmaları mümkün değil. Bu sosyalist ve sendikacı memurlar
kuşağı, devrim sevdasından yoksun, işbirliği ve reformun rahle-i tedrisinden
geçmiş, demokrasi eğitimi almış ve burjuvazi tarafından evcilleştirilmiş bir
kuşak.
Tam
da bu sebeple Bolşevikler, İngiltere’deki İşçi Partililerle Almanya’daki
Sosyalistler arasında ayrım yapma gereği duymuyorlar. Onlar, Alman sosyal
demokrasisindeki ayaklanma arzusunun İşçi Partisi’ndekinden daha büyük
olmadığını biliyorlar. Bu sebeple Moskova, İşçi Partisi’nin yayın organı Daily
Herald’ı destekledi. İngiltere’deki komünistlerin seçimlerde İşçi
Partisi’ne destek sunmasını istedi.
İşçi
Partisi, aslında kelimenin tam anlamıyla, yapı itibarıyla bir parti değil.
İngiltere’de proletaryanın politik faaliyetleri birbirleriyle bağlantısız
olmadığı gibi, ekonomik faaliyetleriyle birlikte ilerliyor. Ekonomik hareket ve
politik hareket birlikte tanımlanıyor ve el ele gelişiyor. Aynı organizmanın
dayanışma içerisindeki iki uzvu olarak hareket ediyor. Bu anlamda İşçi Partisi,
aslında işçi partileri federasyonu. Bu federasyon, İşçi Partisi’nin yanı sıra
Bağımsızlar, Fabiusçular, Bernard Shaw’un da içinde yer aldığı aydın grubunu
içeriyor. Tüm bu gruplar İşçi Partisi kütlesi içerisinde birleşmişler. Savaş
sahasında ise parti, İngiliz proletaryasının sosyalistliğini açıktan beyan eden
örgütlerinin kurduğu komünist parti ile işbirliği yapıyor.
Genelde
İngiltere’nin şiddet araçlarının kullanıldığı devrimlere karşı dirençli olduğu
söylenir. Bu tespit, toplumsal devrimin İngiltere’de karışıklığa yol açmadan,
gürültüye sebep olmadan başarılacağına dair düşünceyle pekiştirilir.
Bazı
sosyalist teorisyenlerin öngörüsüne göre, İngiltere’de kolektivizme demokrasi
üzerinden erişilecektir. Marx’ın da bir vakitler dile getirdiği biçimiyle,
İngiltere’de proletarya, programını barışçıl bir yoldan uygulamaya koyacaktır.
Kusursuz
Taş
kitabında Anatole France, yirmi ikinci yüzyılda komünist bir toplumun kurulduğu
bir ütopyadan bahseder. O günlerde sadece Afrika’da bir iki burjuva cumhuriyeti
olacaktır. İngiltere’de devrim, kan ve gözyaşı olmaksızın gerçekleşmiştir. Ama
nasıl oluyorsa sosyalist İngiltere, krallığı bir biçimde muhafaza etmiştir.
Aslında
İngiltere, uzlaşma siyasetinin hüküm sürdüğü, geleneğine bağlı bir ülkedir.
Burada reform ve evrim esastır. Spencer’ın evrimci felsefesi ve Darwin’in
türlerin kökeni teorisi, Britanya aklının, ikliminin ve ortamının kendine has,
özgün iki ürünüdür.
Demokrasi
ve meclisin yıldızının söndüğü günlerde İngiltere, hâlen daha herkese oy
hakkının kalesi durumundadır. Diğer Avrupa ülkelerinde kalabalıkların
kendilerini darbe ve ayaklanma için eğittikleri koşullarda İngiltere’de
kitleler, savaş öncesinde olağan hâliyle ve kutsal görülen biçimiyle yapılan
seçimlere hazırlık yapmaktadır. Partiler arasındaki kavga, hâlen daha ideolojik
atışmalar, nutuklar ve seçim tartışmaları üzerine kuruludur.
Britanya’daki
üç büyük parti olarak Muhafazakârlar, Liberaller ve İşçi Partisi basını,
mitingleri ve konuşma imkânlarını mücadele araçları olarak kullanmaktadır. Bu
partilerin hiçbirisi diktatörlük heveslisi değildir, bu fikri savunmaz. Londra
sokaklarında kızıl bayraklarıyla, devrimci marşlarıyla, burjuvazi aleyhine
atılan sloganlarla yüz binlerce işçi yürür, ama bu durum hükümeti ne sarsar ne
de şaşkına çevirir. İngiliz toprağında Mussolini’nin veya Primo de Rivera’nın
yetişmesi mümkün değildir.
Buna
karşın, İngiltere’de gericilik, önemli bir mevzie sahiptir. Muhafazakârların
amacı, korumacı gümrük tarifeleri getirmektir ki bu temelde gerici bir amaçtır.
Liberalizme tepki olarak gerçekleştirilen bu saldırı, burjuvazinin serbest
ticareti aleyhinedir. Bu anlamda İngiltere’de gericilik, kendisine has bir yolu
takip etmektedir. O, başka ülkelerdeki gericilikle aynı dili konuşmamakta, aynı
konulara vurgu yapmamaktadır. Devrim gibi gericilik de İngiliz toprağında
yolunu akılla ve güzel kelimelerle açmaktadır. Kapitalist medeniyetin kalesi
olan İngiltere’de bu medeniyetin evrimci demokratik zihniyeti, başka yerlere
nazaran daha derin köklere sahiptir.
Ne
var ki bu zihniyet, dünya genelinde krizdedir. Britanya’da Muhafazakârlar ve
Liberaller, ülkede İşçi Partisi’nin iktidarının uzak bir ihtimal olması
sebebiyle henüz sınıf diktatörlüğü tesis etme eğilimi içerisinde değildirler.
Ama İşçi Partisi’nin çoğunluğun desteğini alması durumunda Muhafazakârlar ve
Liberaller birleşecek, birlikte hareket etmeye başlayacaklardır. Savaş
dönemlerine has o kutsal birlik yeniden doğacaktır.
Bugün
Liberaller, İngiltere’nin muhafazakârlardaki gericiliğe ve sosyalist devrime
karşı çıkması, liberalizme, evrime ve demokrasiye bağlı kalması gerektiğini
söylemektedirler. Ne var ki bu dil her an değişebilecek, duruma özel olarak
kullanılabilecek bir dildir. Yarın İşçi Partisi büyürse, burjuvazinin tüm
güçleri birleşecek, tek bir blok oluşturacak, belki de tüm varlığını tek bir
kişide somutlayacaktır.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder