Pages

08 Kasım 2021

Ekim Devrimi Üzerine


Bugün, kapitalizmin küresel ölçekteki bariz zaferi ardından unutulmuş görünen bir noktayı vurgulamak isterim: 1917 Rus Devrimi, insan türünün tarihinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir olaydı.

Bu bağlamda, her şey göz önüne alındığında, insanlık tarihinin oldukça kısa olduğunu hatırlamakta fayda var. Toplamda 200.000 yıl civarı ediyor ki bu süre, dinozorların gezegenimizde hâkim olduğu milyonlarca yıla kıyasla çok da uzun değil. Bu kısa süreçte, sadece bir temel “devrim” yaşandığını söyleyebiliriz: “Neolitik devrim”. Bu devrim, çok daha verimli araçlar, yerleşik tarım, mülk sahipliği kavramının oturması, çömlekçilik, atıl bir yönetici sınıfın varlığına imkân veren yiyecek fazlalığı ve bunun yol açtığı devlet kurumunun yaratılması, yazı, para, vergiler, askerî ekipmanın mükemmelleştirilmesi (bronz sağ olsun), uzak mesafe ticareti anlamına geliyordu. Bunların hepsi birkaç binyıl öncesine uzanıyor ve hâlâ aynı noktadayız. Endüstriyel üretim, modern bilimin desteğiyle, süreçlerin birçoğunu hızlandırmış olsa da, dünyamız hâlâ, rakip devletlerin dünyası, savaşların, dar bir finansal oligarşi tahakkümünün, uluslararası ticaretin belirleyici etkisinin, hammaddelere askerî yollarla el koymanın, neredeyse tümden aç biilaç birkaç milyarlık devasa insan kitlelerinin, alt sınıflara has roller üstlenmek için tüm bölgelerden tıklım tıkış metropollere doğru kitleler hâlinde ve sürekli hareket eden yoksul köylülerin dünyası.

Devletlerin ekonomik temellerine dair sorular politik tartışmanın merkezine, çok gecikmiş olarak, şunun şurasında en fazla birkaç yüzyıl önce geldi. O zamandan beri, aynı baskıcı ve ayrımcı sosyal yapılanmanın herhangi bir devlet biçimi (kişisel güç veya demokrasi) ardına saklanarak rahatına bakabileceğini iddia, hatta ispat edebiliyoruz. Kast ettiğim, en önemli devlet kararlarının hep özel mülkün korunmasına, bu mülkün aile yoluyla kuşaktan kuşağa taşınmasına ve bütünüyle korkunç eşitsizliklerin sürdürülmesine yönelik olduğu yapılanmalar.

Sonra sadece politik iktidarın biçimini sorgulamakla yetinenlerden farklı olarak, devrimci inisiyatifler çıktı sahneye. Bütün on dokuzuncu yüzyıl, bu yönelimdeki devrimci çabaların genellikle kanlı sonuçlanan başarısızlıklarıyla doluydu. Paris’in kaldırımlarındaki otuz bin ölüsüyle Paris Komünü, bu felâketlerin en görkemlisi olarak hatırlanmaya devam ediyor.

Öyleyse söyleyelim: Rusya’nın düşüncesizce 1914–1918 Dünya Savaşı’na girmiş despotik merkez devletinin güçten düşmesi; ilk demokratik devrimin (Şubat 1917) bu devleti devirmesi şartlarında; kendisini hapsedecek muhafazakâr sendikalar olmayan, isyana düşkün genç bir işçi sınıfının oluşmaya başlaması; organizasyonu amansız bir Bolşevik Parti’nin liderliğinde; ve güçlü bir Marksist kültür ile Paris Komünü’nden alınan derslerle lanetlenmiş uzun süreli bir savaşçılık tecrübesini harmanlamış Lenin ve Troçki ile; bunların tümünün bileşimiyle Ekim 1917’de, tüm insanlık tarihinin ilk Post-Neolitik devriminin zaferi geldi.

Bu, ilân edilmiş hedefi bütün “modern” toplumların binlerce yıllık temellerini, üretim ve değişimin finansal kontrolünü eline almışların gizli diktatörlüğünü devirmek olan bir gücü başa getiren bir devrim anlamına geliyordu. Yeni bir modernliğin temellerine açılan bir devrimdi. Bu katıksız tuhaflığın ortak adı “komünizm” idi ki bana göre hâlâ da öyle. İşçi ve köylü kitlelerinden aydın ve sanatçılara dünyanın dört bir yanından envai çeşit insan, bu devrimi komünizm adı ile tanıdı ve onu önceki yüzyılın ağır yenilgilerinin yarattığı intikam hissine yakışır bir hevesle kutladı. Artık, Lenin’in ilân edeceği üzere, muzaffer devrimlerin çağı gelmişti.

Bu eşi görülmemiş maceranın daha sonraki yansımaları ne olursa olsun, modern Neolitik kliklerin dünyanın dört bir yanında işleri tekrar ellerine aldığı günümüzde durum nasıl olursa olsun, Ekim 1917 komünist devrimi, insanoğlunun oluşumuna tanıklık eden zaman çizelgesinde, muktedir kapitalizmin şimdi ve sonsuza dek geçmişe ait bir şey olduğunu bilmemizi sağlayan temel olmaya devam ediyor. Geçip giden onca emareye rağmen.

Alain Badiou
19 Haziran 2017
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder