Versay
Anlaşması’nın imzalanmasının üzerinden altı yıl geçmiş olmasına rağmen,
Müttefik kuvvetlerin bu anlaşmanın uygulanması konusunda Almanya’yla hâlen daha
bir anlaşmaya varamamış olmasına kimse şaşırmamalı. Çünkü bu süre zarfında
müttefik kuvvetler kendi aralarında bile anlaşmaya varamadılar.
Savaşın
sonuçları konusunda belirli bir anlaşmaya varmak için başvurulacak en iyi
yöntem, halkın meseleleri anlamasını sağlamaktı, ama savaştan zaferle çıkmış
güçlerin hiçbiri bunu yapmadı. Bu ülkeler, önce sınıf mücadelesi üzerinden
bölündüler. Muktedir sınıf olarak burjuvazinin ortak bir programı yok. Her bir
lider, her bir örgüt, kendi bakış açısına bağlı. Anlaşmazlık, ilanihaye
sürecekmiş gibi görünüyor.
Nitti
buna “Avrupa’nın trajedisi” diyor. İtalya’daki siyaset aklına kalırsa politik
sorunlar esasen ekonomik sorunlarla bağlantılı. Son tahlilde ekonomik, politik
ve ahlakî kriz, Avrupa medeniyetinin krizi hâline geldi. Genel gidişata pek
hâkim olmayan bir isim olarak Keynes, bu krizi “barışın ekonomik sonuçları”
olarak görüyor. Dolayısıyla yeniden inşa siyasetinin iki ünlü ve kararlı
savunucusu arasındaki anlaşma henüz tamama ermiş değil. Mizaçlar farklı olduğu
için görüşler de farklı oluyor. Keynes, krize bir ekonomist gibi tepki
geliştiriyor, Nitti ise tepkisini siyasetçi olarak koyuyor. Üstelik bu
adamların görüşleri, dört beş yıl öncesindeki görüşleri kadar katı da değil.
Barışın
ekonomik sonuçları değişti, daha da karmaşık bir hâl aldı. Bu sorunları çözüme
kavuşturmaya çalışan düşünce yapısının kendi iç tutarlılığı kusursuz, ama gene
de bu yapının değiştirilmesi veya zenginleştirilmesi lazım. Onun kendisini yeni
gerçeklere uyarlaması gerekiyor. Bazen bu düşünce yapısı, en azından görünüşte,
kendisiyle çelişiyor. Barış sürecinin en karmaşık sorunlarından biri olan,
müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçları konusunda Keynes, çelişkili bir
tutum almakla eleştiriliyor.
Bu
konuyla ilgili çalışmalarında Keynes, bu borçların affedilmesi gerektiği
sonucuna ulaşıyordu. Son makalesinde ise bu görüşünü terk ettiğini görüyoruz.
Bir İngiliz ve pratik bir adam olarak Keynes, yeni bir gerçekle yüzleşiyor.
Çünkü Britanya, ABD’ye olan borçlarını kabul etti. Bu borcu silmeye başladı
bile.
Müttefik
kuvvetlerin birbirlerine olan borçları meselesi, demek ki başka bir biçimde ele
alınıyor. Bu konuda Keynes, esasen fikrini değiştirmiş değil, sadece borçların
iptali ihtimaline dair görüşünü değiştirdi.
Keynes,
Fransız hazinesinin müttefik kuvvetlerin borçlarının politik değil, ticari borç
olduğuna ilişkin tezini kabul ediyor. Hatta Keynes, daha radikal bir tez ortaya
atıyor. Onun düşüncesine göre, aslında böyle bir borç da yok:
“Müttefik kuvvetlerin her
biri tüm enerjilerini savaşa harcadı. Amerikalıların dediği gibi, savaş
kaçınılmaz bir süreçti. Ama müttefik kuvvetlerin her biri elindeki gücü aynı
şekilde kullanmadı. Örneğin Fransa, ordusuna öncelik verdi. Sahaya sürdüğü insan
sayısının nüfusuna oranı ve düşmanın işgal ettiği toprak miktarı dikkate
alındığında Fransa, savaşın ilk yılında ordusunu donatacak ve halkını
mücadeleye devam edeceği süre boyunca besleyecek ekonomik güce yeterince sahip
değildi. Buna karşılık Britanya, askeri açıdan Fransa kadar çaba sarf etmedi.
Dolayısıyla Britanya donanması Fransa’nınkinden daha büyük. Ayrıca Britanya,
mali açıdan daha fazla çaba ortaya koydu, çünkü Amerikan müdahalesinden önce
biz, elimizdeki tüm serveti ve sanayi gücünü müttefik kuvvetlere yapılacak
yardımlara, onların donatılmasına ve beslenmesine tahsis ettik. Amerikalılar da
esas olarak mali alanda çaba harcadılar.”
Keynes,
bu noktada müttefik kuvvetler içerisindeki her bir devletin ortak dava için
elinden geleni yaptığını söylüyor.
Bazı
ülkeler tedarik konusunda katkı sundular, bazıları ise askerden çok para
katkısı yaptılar. Özetle hiçbir müttefik ülke, bir diğerine borç para vermedi.
Para, ortak yürütülen harekâtın hizmetinde yürütülen mali çalışmalarda
kullanıldı. O hâlde bugün resmi planda neden teşviklerden değil de kredilerden
veya borçlardan söz ediyoruz?
Çünkü
fonların belirli bir kısıtlamayla yönetilmesi gerekiyor. Britanya hazinesi veya
Amerikan hazinesi, Fransız hazinesini ya da İtalyan hazinesini başka türlü
kontrol edemiyor, Müttefik kuvvetlerin elindeki sermayenin heba edilmesini
ancak bu sayede önleyebiliyor.
Keynes’in
tespitine göre, “bir müttefik yetkilisi, gerekli sorumluluk bilincine veya
hayal gücüne sahipse bilir ki kendisi başka bir ülkenin parasını harcıyor.
Ekonomiyle ilgili teşvikler düşük düzeyde kalmıştır.” Aslında bu, Keynes’in
Britanya ve Amerika’nın maliye konusundaki tavrıyla ilgili kişisel yorumu
değildir. Savaş süresince Keynes, Britanya hazinesinde üst düzey yetkili olarak
çalışmıştır. Neticede kendisi, ülkesinin maliye politikası konusunda perde
gerisinde nelerin döndüğüne vakıf olan bir isimdir.
Ne
var ki müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçlarıyla ilgili fikrini açık
yüreklilikle dile getiren Keynes, bu borçların iptali önerisini bir daha
dillendirmedi.
“Geriye dönüp baktığımda,
keşke İngiltere kendi hesabına şunu yapabilseydi: Ateşkesten bir gün sonra
müttefik kuvvetlerine ‘bana olan borçlarınızı unuttum gitti’ deseydi. O vakit
yüksek siyasetin güzel bir örneğini sunmuş, kendi adına yüksek akılla hareket
etmiş olurdu. Ama bugün bu adımın atılması mümkün değil. İngilizler, Kuzey
Amerika’ya altı yıllık dönem için gün başına yarım milyon dolar ödeme vaadinde
bulundu.”
Bu
gerçek bilinmeden soruna bir çözüm bulunamaz. İngiltere, ABD’ye ödeme yaptığı
sürece Fransa’nın ve İtalya’nın kendisine ödeme yapmasını istemeye devam
edecektir. Ayrıca ABD’nin bu iki ülkeye iyi davranmamasını isteyecektir.
Peki
bundan sonra ne olacak? Keynes’in kanaatine göre, düzenleme şu türden bir
zemine oturtulmalı: Müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçları konusunda
Fransa ve İtalya her yıl belirli bir tutarı Almanya’dan almalı, bu ödeme ise
Dawes planına göre yapılmalıdır.
Müttefik
kuvvetlerin birbirlerine olan borçları ile ilgili tartışma, artık yeni bir
aşamaya girmiştir. Fransa, resmiyette ticari borçlarla politik borçların
ayrılmasını önermiştir. Buna göre, ticari borçların ödeneceği süreç ticari
planda belirlenecek, politik borçların ödeneceği süreçse politik düzlemde
kararlaştırılacaktır. Bu borç meselesi tazminat meselesinin yerini almaktadır.
Ulusal Blok hükümeti döneminde Fransa neredeyse sadece Almanya’dan alacağı
borçlarla ilgilenmiştir. Londra’da Dawes planının imzalanması ile birlikte
tazminat meselesinin her şeyi kapsayacağına dair yanılsama ortadan kalkmış,
Fransa, İngiltere ve ABD’ye olan borçlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır.
Fransa’nın müttefikleri kendisine nazik bir dille borçlarını anımsatmışlardır.
İngiltere
ve ABD hükümetlerinde ise borçların silinmemesine dönük bir yaklaşım hâkimdir.
Fransa’nın ve İtalya’nın hazırladığı asgari program, müttefik ülkelerin
birbirlerine olan borçlarının Almanya’nın borçlarındaki kesinti oranında
düşürülmesini talep etmektedir.
Borçların
silinmesinden yana olanlarsa bu çalışma süresince Keynes’in sırtlarına
sapladığı bıçakla uğraşmışlardır. Bu ülkelerin Keynes’in son tavrına bu denli
sert tepki göstermelerinin sebebi budur. Peki Keynes, müttefik kuvvetlerin
birbirlerine olan borçlarıyla ilgili anlayışını savunmayı sürdürecek mi? Evet
sürdürecek, peki ama bugün neden kendisi, eskiden olmadığını söylediği
borçların varlığını tanıma gereği duydu? Keynes bu soruya, İngiltere’nin
borcunu ödemesiyle her şeyin değiştiği yönünde cevap vermektedir. Bir İngiliz
devlet adamının ilkelerine katı bir biçimde bağlı kalması mümkün değildir.
İlkenin uygulanır bir tarafının olmadığını anladığı an o ilkeyi hemen feda
eder. Lâkin Keynes’e karşı çıkan isimler, müttefik ülkelerin birbirlerine olan
borçlarının silinmesi meselesinin gündemden düşmediğine inanmaktadırlar.
Keynes,
sahip olduğu diyalektik anlayışı üzerinden, bu konuda bir türlü ikna
olmamaktadır. İngiltere neticede borçlarını ABD’ye ödemeye başlamıştır. Buna
karşın İngiliz hazinesinin Fransız hazinesi veya İtalyan hazinesiyle uzlaşması
mümkün değildir. İngiliz hazinesi sadece bu borcu ödeyebildiği için değil,
ayrıca borcu ödemede çıkarı olduğu için ödeme yapmaktadır. Borcunu ödemeye
başlamak suretiyle Britanya kredi notunu yükseltmiş, parasının güçlenmesini
sağlamıştır. New York borsasında 3,80’den değer gören sterlin bugün 4,84’ten
değer görmektedir.
Britanya,
kendisine avantajlar sunan bir anlaşma yapmıştır. Bu durumda hayali olan bir
borcu reddederek kendi müttefiklerini nasıl karşısına alacak, asıl mesele
budur. Kendi özel ve somut çıkarına bağlı olarak İngiltere, esasen bu borçları
reddetme konusuna yeterince eğilmemiştir.
Aslında
mesele, Fransa ve İtalya’nın İngiltere ve ABD’den alacağı kredileri kullanmak
zorunda olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla Fransa ve İtalya, bu iki güçten
onların verebileceğinden daha fazlasını talep edememektedir. Esasen bu iki
ülke, İngiliz-Amerikan maliyesine muhtaç olmadan da hareket edebilecek
yeterlilikte bir mali bağımsızlığa sahip değildir. Bu nedenle Fransa ve İtalya,
müttefik kuvvetlerin birbirlerine olan borçlarına hiç dokunmayan Dawes planını
az çok örtük ve kapalı bir biçimde kabul etmek zorunda kalacaktır. Avrupa’daki
krizin fitilini ateşleyen, barışla ilgili sorunlardan biri de bu borçlar
konusudur.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder