1924
İngiliz seçimleri, eski Torilerin zaferinden daha önemli ve daha ciddi bir
olaydır. Bu seçimle birlikte Whiglerin (Liberallerin) ve Torilerin
(Muhafazakârların) tesis ettiği yüzlerce yıllık politik sistem tasfiye edildi.
Bu iki partili sistem, belirli bir ahenk ve ritim içinde, Birinci Dünya
Savaşı’na dek işledi. Savaş sonrası dönemde İşçi Partisi’ndeki büyüme süreci
hızlandı, bunun sonucunda da üç partili sistem meydana geldi.
1923
seçiminde bu üç partinin hiçbirisi parlamentoda çoğunluğu elde edemedi. İşçi
Partisi iktidara geldi ama parti, bir değil iki muhalefet partisinin kontrolü
altına girdi. Partinin kurduğu hükümet, üç partili sisteme geçiş sürecini
yönetti.
Yeni
seçimlerle birlikte Britanya’da sadece hükümet değişmedi, Britanya
siyasetindeki tüm tartışmalar ve oyunlar da değişti. Bu komplo ve oyun, artık
tatlı tatlı kavga etmeyi değil, muhafazakâr ve liberaller arasında nazik bir
muhabbetin tesis edilmesini gerekli kılıyor. Bu iki parti, bugün burjuvazi ve
proletarya arasındaki çatışmanın ve kavganın konusu.
Savaşa
dek Britanya burjuvazisi, ulus içre siyasete tümüyle hâkimdi, süreç içerisinde
iki kampa, iki ayrı hizbe bölündü. Savaştan beri aynı burjuvazi, artık iki akla
ve iki bedene sahip. Bugün, ömründe ilk kez bu sahip olduğu lüksü sürdürme
imkânından mahrum kaldı. Kıtlığın hüküm sürdüğü bu berbat koşullarda
burjuvazinin ekonomisi, idaresi ve kurduğu işbirlikleri zora girdi.
Bugün
artık gülme sırası, Marksist eleştirmenlerde. İngiliz seçimleri, onların sınıf
mücadelesi ve tarihsel materyalizmle ilgili iddialarını teyit ediyor. Bugün
eskiden olduğu gibi iki parti değil, iki sınıf karşı karşıya geliyor.
Sahneden
inen sosyalizm değil, liberalizm. Liberaller ve muhafazakârlar, birbirlerini
anlamak ve İşçi Partisi’ni yenmek için birleşmek zorunda kaldılar. Ama bu
anlaşmanın bedelini liberaller ödedi. Liberaller karşısında muhafazakârlar
hükümeti tek başına kurmalarına izin verecek bir meclis çoğunluğuna kavuştular.
İşçi Partisi, muhafazakârlar ve liberaller ayrı ayrı değil birlikte yarışa
girdikleri için koltuklarını kaybetti. Muhafazakârların liberallerle kurduğu
birliktelik, İşçi Partisi’nin seçimlerdeki gücünü değilse bile parlamentodaki
gücünü azalttı.
Diğer
yandan liberallerin vekil sayısı, seçmen kitlesindeki daralma ile birlikte
düştü. Eskiden sahip olduğu meclis gücünü yitirdi. Eski liberal parti, artık
hükümetin parçası değil. Parti, lideri Asquith’den bile mahrum kaldı.
Şimdilerde parti, meclis koridorlarında çelimsiz, başı kesik tavuk gibi
dolaşıyor.
Liberalizm
bugün böylesi bir kaderle yüzleşti. Kapitalizmin devrime karşı saldırıya
geçtiği koşullarda liberaller de muhafazakârların içinde eridi. Britanya
liberalleri bugün Torilere teslim oldu, tıpkı dün faşistlere teslim olmuş olan
İtalyan liberaller gibi. Bilindiği üzere faşist dönem de İtalya’da burjuva
sınıfının büyük çoğunluğunun ulaştığı uzlaşma zemini ile birlikte başlamıştı.
Bugün burjuvazi, her yerde liberalizm denilen diyarı terk ediyor.
Bugünkü
kriz, liberal demokrat devletin krizidir. Protestan reformu ve liberalizm,
kapitalist toplumun manevi ve politik motoru olarak iş görmüştür. Feodal rejimi
devirerek bu iki güç, kapitalist ekonomi, ona ait kurumlar ve makineler için
gerekli yolu açmıştır. Kapitalizmin gelişip serpilmesi için insanların vicdan
hürriyetine ve bireysel özgürlüklere ihtiyacı vardır. Feodal bağlar, bu
büyümenin önünde engeldirler. Burjuvazi, liberal öğretiyi benimsemiştir. Söz
konusu öğretiyi silâh misali kuşanan burjuvazi, feodalizmi yıkmış, demokrasiyi
inşa etmiştir. Fakat liberal fikir, temelde eleştirel ve devrimci bir fikirdir.
Saf liberalizm, her zaman ulaşılacak yeni bir özgürlük hedefi belirlemiş, hep
bir yeni devrim önerisinde bulunmuştur. Tam da bu sebeple burjuvazi, onu
feodalizme ve feodalizmin düzenini yeniden tesis etme girişimlerine karşı
kullandıktan sonra liberalizmin aşırıya kaçan, tehlikeli ve rahatsız edici
olduğunu düşünmeye başlamıştır.
Ama
liberalizmi terk etmek de o kadar mümkün değildir. Liberal fikirden
vazgeçtiğinde kapitalist toplum kendi köklerinden kopar. İtalya’da olduğu gibi
gericilik gelir, toplumu ortaçağa has yöntemlerin tarihsel sürece aykırı bir
biçimde yeniden uygulamaya konulacağı bir gerçekliğe doğru iter. Politik
iktidar, demokrasiyi yürürlükten kaldırır ve o ortaçağa has bir biçimde, başbuğ
ve diktatörler eliyle yönetilir. Böylelikle yeni bir feodalizm tesis edilir.
Otoriter ve değişken idaresiyle lider, bazen kendisini haçlı seferlerindeki bir
komutan zanneder ve bu noktada köylü, maceracı ve savaşçı bir zihniyetle
hareket eder, dolayısıyla bu noktada kapitalist ekonominin çıkarlarıyla
örtüşmeyecek işler yapar. İtalya’da bugün yaşandığı gibi burjuvazinin belirli
bir bölümü, özgürlük ve demokrasinin olduğu eski günleri yâd eder duruma
gelmiştir.
İngiltere,
kapitalist medeniyetin ana yurdudur. Bu toplumsal düzene ait tüm unsurlar,
orada büyümek için en uygun iklimi bulmuşlardır. Diğer halkların tarihinde
olduğu gibi İngiltere tarihinde de kapitalizm, Protestanlık ve liberalizm üç
ayrı olgu olarak birleşmiş ve kaynaşmıştır.
İngiltere
burjuva demokrasisinin tamama erdiği, liberal fikrin, onun ekonomi ve idare
sahasında yol açtığı neticelerin tam anlamıyla geliştiği tek ülkedir.
Liberalizm, kapitalist ilerlemenin ihtiyaç duyduğu yakıt olarak iş gördükçe
İngilizler de hep birlikte liberal olmuşlardır. Zaman içerisinde
muhafazakârlarla liberaller arasındaki mücadele eski anlamını yitirmiştir.
Tarihin diyalektiği muhafazakârları biraz liberalleştirmiş, liberalleri de bir
miktar muhafazakârlaştırmıştır. İki parti, siyaseti başka türlü anlamaları
mümkün olmadığı için, çatışmaya ve didişmeye devam etmiştir.
Mussolini’nin
de dediği gibi siyaset monolog değildir. Hükümet ve muhalefet iki ayrı güç,
aynı ölçüde gerekli iki unsurdur. Her şeyin ötesinde Liberal Parti’nin orta
sınıf ve proleter sınıf içindeki unsurları kapitalist sınıfa ait unsurlara
karşı aynı anda düşman kesilmiş, buradan da gidip Muhafazakâr Parti içerisinde
kümelenmişlerdir.
Liberal
Parti, toplumsal desteğini muhafaza ettiği ölçüde tarihsel planda oluşturduğu
şahsiyetini de muhafaza etti. İşçiler bağımsızlaşıp İşçi Partisi yaş aldıkça
Liberal Parti de tarihsel işlevini yitirdi. Liberalizmdeki eleştirel ve
devrimci ruh bu partiden İşçi Partisi’ne göç etti. Önce ayrışan, sonra
kucaklaşan Asquith hizbi ile Lloyd George hizbi, liberalizmin o rahatsız ve
değişken ruhuna ait bir beden olmaktan çıktı.
Liberalizm,
eleştirel bir güç ve yenileyici bir ülkü olarak zaman içerisinde yaşlı bir
beden olmaktan çıkıp genç ve çevik bir organizmaya dönüştü. Görevden alınmış
olan üç İşçi Partili bakan olarak Ramsay Mac Donald, Sydney Webb ve Phillipp
Snowden, ruh ve ideoloji olarak liberalizmin rahminden çıkmıştı. Bugün bu
isimler, liberalizmdeki devrimci potansiyeli ifade ediyorlar.
Liberaller
ve muhafazakârlar birbirlerinden ayrıştırılamazlar. “Liberal” kelimesi, o
burjuva anlamı ve kullanım tarzı dâhilinde, boş bir kelimedir. Burjuvazinin
gördüğü işlev, artık liberal değil muhafazakârdır. Tam da bu sebeple bugün
İngiliz liberaller, muhafazakârları hoş görme eğilimi içerisine girmişlerdir.
Liberaller ve muhafazakârlar tesadüfen kaynaşıp birleşmediler, bu süreç
yaşandı, çünkü aralarındaki muhalifliğe dair eski dürtüler ve karşıtlıklar
ortadan kalktı.
Eski
liberalizm tarihsel serüveninin sonuna geldi. Onun krizine tüm çıplaklığı ve
yoğunluğu ile bizatihi İngiltere’de tanık oluyoruz, çünkü bu ülkede liberalizm
en ileri aşamasına ulaşıp kemale erdi. Yaşadığı krizden ve başındaki
muhafazakâr hükümetten bağımsız olarak İngiltere, bugün hâlâ dünyanın en
liberal ülkesi. Orada fikir ve mal alışverişi hâlen daha özgürce yapılabiliyor.
İngiltere,
bugün yıkıcı akımların daha az gelişme imkânı bulduğu, dolayısıyla daha az
baskıya ve zulme maruz kaldığı bir yer. Londra’nın merkezinde, Trafalgar
Meydanı veya Hyde Park’ta burjuvaziye öfke kusan en kızıl komünistlerin
geleceğe dair kehanetlerini dinlemek mümkün. Bu düzeyde bir demokrasiye sahip
olan bir ülkede gericiliğin İtalyan gericiliği gibi bir şekle bürünmesi veya
bir sopa ve kara gömlekle feodalizmin geri dönmesi için mücadele vermesi mümkün
değil. Britanya’da bu türden bir gericilik, mevzi kazanamaz, yeni başlayan
ilerleme sürecini kesintiye uğratamaz, ketleyemez.
İşçi
Partisi deneyimi, boş ve kısır bir deneyim değildir. Bu deneyim, bir yandan da
sosyalist dönemin bir kararname ile başlatılacağına dair inancın oluşmasına
sebep olmuştur. Bu anlayışın halkı düşünmediğine, dikkate almadığına hiç şüphe
yok.
MacDonald’ın
kısa ömürlü hükümeti, liberalleri ve muhafazakârları koalisyon kurmaya mecbur
etti, bu da liberallerin diğer tarafa denk olan gücünün tasfiye olmasına yol
açtı. Bu dönemde İngiliz işçiler, bir şekilde demokrasiye ve parlamentoya dair
yanılsamalardan kurtulma imkânı buldular. İşçiler, hükümet gücünün ülkeyi
yönetmeye yetmediğini anladılar.
Örneğin
basın, sahip olunması gereken güçlerden biridir. Birkaç yıl önce Caillaux’nun
da tespit ettiği biçimiyle, gazete ve dergiler genelde büyük sermayenin
elindedir. İşçi Partisi birkaç ay hükümette kaldı, ama bu hükümet bir biçimde
yönetilemedi. Partinin parlamentodaki konumu onun, liberallerin de kabul
ettikleri veya paylaştıkları, Avrupa’nın yeniden inşası ile ilgili siyasete
dair belirli ön teklifler dışında, herhangi bir adım atmasına izin vermedi.
İşçi
Partisi deneyiminin idari planda ortaya koyduğu sonuçlar da etkisiz ve cılız
kaldı, ancak politik düzlemde yol açtığı sonuçlar önemli gelişmeleri tetikledi.
Temelde Liberal Parti’deki dağılma, ara partilerin, merkezde duran örgütlerin
kaderine dair bir şeyler söylemektedir.
Devrimci
fikirle muhafazakâr fikir arasındaki çelişki, üçüncü fikri hükümsüz kılmakta,
onu redde tabi tutmaktadır. Her şeyde olduğu gibi siyasette de sadece iki kutup
vardır. Bugün tarihi yapan güçler de sadece iki tanedir.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder