Matbaayı
esas alan kapitalizmden platformların merkezde durduğu kapitalizme geçildi.
“Büyük veri” dininin havarilerinin bu süreçte insanlık açısından bir ilerleme
gördüklerine hiç şüphe yok. Verilerin elde ettiği zafer, ideolojilerin sonunu,
tarihin sonunu, hatta Wired dergisinin yayın yönetmeni Chris Anderson’ın
ifadesiyle, “bilimsel yöntemin sonu”nu müjdeledi.
Büyük
veri dininin havarileri, şunu söylüyorlar: bugünden itibaren dünyamızı anlamak
için teoriler üretmeye veya deneyler yapmaya gerek yok. Biz artık her şeyi
devasa veri kümelerinden öğrenebiliyoruz.
İlerici
bir çift kelâm etme ihtiyacı duyanlarsa, piyasa oluşturmanın daha fazla avantaj
sunduğu koşullarda piyasa mistisizminin sona erdiğini söylüyorlar. Buna göre,
artık bizim neoliberal ekonomist Friedrich Hayek gibi, insanların gerçekte neyi
istediklerini ancak piyasalara ait aygıtların bilebileceğine inanmak zorunda
değiliz.
Bugün
veri platformları bizi bizden daha iyi tanıyorlar. Bunlar, şirketlere gerçek
zamanlı olarak piyasa oluşturma ve biçimlendirme konusunda yardımda
bulunuyorlar.
Dolayısıyla
yeni bir teknokratik düzenin oluşacağı konusunda epey alametin belirdiğini
söyleyebiliriz. Bu düzende bilgisayarlar, şirketlere ve devletlere bizim
arzularımızın ne yönde gelişeceğini tahmin etme, onlara cevap verme ve bu
arzuları belirli kalıplara dökme imkânı sunacaklar.
Bu
hayale dayalı ama şüpheli reçete, tümüyle yeni koşullarda, ancak eskisine
nazaran daha fazla kalem oynatmamız ölçüsünde makul bulunabilecek bir şey.
Sosyal
platform kullanımı ile ilgili tahminler arasında uçurumlar olduğu görülüyor.
Vasatî olan bir örneği ele alacak olursak; bir ankette tespit edildiği
biçimiyle Amerika’da gençler, her gün dokuz saatini ekrana bakarak, her türden
dijital medya ile etkileşime girerek, eposta yazıp, twit atarak, oyun oynayarak
ve video klip izleyerek geçiriyor.
Nispeten
daha büyük olan kuşaklarsa vakitlerinin önemli bir kısmını televizyon izleyerek
harcıyorlar. Ama onlar da günde en az on saatlerini bir ekrana bakarak
geçiriyorlar. Birçok insan on saat uyuyor. Öte yandan Fransa’da her beş kişiden
biri telefonuna beş dakikada bir bakma ihtiyacı duyuyor. Güney Kore’de bu oran,
üçte iki.
Yazmaya
pek vakit ayırdığımız söylenemez. Vaktimizin önemli bir bölümünü video
içeriklerini tüketerek veya tuhaf ürünler satın alarak harcıyoruz. Ama burada
bile algoritmaların mantığı bizi, bir anlamda müştereken içerik kaleme almaya
itiyor. Bu imkânı bize o “büyük veri” veriyor.
İnternette
arama yaparken, fareyi aşağı yukarı oynatırken, dolaşırken, bir şeyler izlerken
veya bağlantılara tıklarken bile bir şeyler yazıyoruz aslında. Algoritmaların
yön verdiği ürünlerin, videoların, görüntülerin ve internet sitelerinin bu
garip dünyasında bir şekilde kayıt altına alınmış bilinçsiz arzularımız,
emtianın yeni evrenine yazılıyor.
Bu
tam da Lacan’ın “atom bombasından daha tehlikeli” olduğunu söylediği “modern
hesap makinesi”. Çünkü bu makine, her türden düşmanını hesaplama yaparak,
yeterli veriyi kullanarak, o kişinin davranışlarını yöneten bilinçdışı
önermelerden yararlanarak yok edebiliyor.
Her
şeyi makineye yazıyoruz, makine, arzularımızı ve hayallerimizi topluyor, onları
piyasaya ve nüfusa göre taksim ediyor, sonra gerisin geri bize meta deneyimi
olarak satıyor. Daha çok şey yazdıkça makine, ekrandaki varoluşumuzun bir
parçası hâline geliyor.
Dolayısıyla
bugün sosyal medyadan bahsedeceksek, toplumsal hayatlarımızın giderek belirli
aracılara tabi hâle geldiklerini söylememiz gerek. Dostluk ve duygusal
ilişkiler internetteki “beğen tuşu” gibi vekillere tabi ki bu da bizim
etkileşim kurma ihtimalimizi önemli ölçüde azaltıyor, bir yandan da kurulan
ilişkilerin kısa süreli ve geçici olmalarına neden oluyor.
Richard Seymour
[Kaynak:
The Twittering Machine, Verso, 2020, s. 9-10.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder