Pages

13 Ağustos 2021

Yeni Teknokratik Düzen



Matbaayı esas alan kapitalizmden platformların merkezde durduğu kapitalizme geçildi. “Büyük veri” dininin havarilerinin bu süreçte insanlık açısından bir ilerleme gördüklerine hiç şüphe yok. Verilerin elde ettiği zafer, ideolojilerin sonunu, tarihin sonunu, hatta Wired dergisinin yayın yönetmeni Chris Anderson’ın ifadesiyle, “bilimsel yöntemin sonu”nu müjdeledi.

Büyük veri dininin havarileri, şunu söylüyorlar: bugünden itibaren dünyamızı anlamak için teoriler üretmeye veya deneyler yapmaya gerek yok. Biz artık her şeyi devasa veri kümelerinden öğrenebiliyoruz.

İlerici bir çift kelâm etme ihtiyacı duyanlarsa, piyasa oluşturmanın daha fazla avantaj sunduğu koşullarda piyasa mistisizminin sona erdiğini söylüyorlar. Buna göre, artık bizim neoliberal ekonomist Friedrich Hayek gibi, insanların gerçekte neyi istediklerini ancak piyasalara ait aygıtların bilebileceğine inanmak zorunda değiliz.

Bugün veri platformları bizi bizden daha iyi tanıyorlar. Bunlar, şirketlere gerçek zamanlı olarak piyasa oluşturma ve biçimlendirme konusunda yardımda bulunuyorlar.

Dolayısıyla yeni bir teknokratik düzenin oluşacağı konusunda epey alametin belirdiğini söyleyebiliriz. Bu düzende bilgisayarlar, şirketlere ve devletlere bizim arzularımızın ne yönde gelişeceğini tahmin etme, onlara cevap verme ve bu arzuları belirli kalıplara dökme imkânı sunacaklar.

Bu hayale dayalı ama şüpheli reçete, tümüyle yeni koşullarda, ancak eskisine nazaran daha fazla kalem oynatmamız ölçüsünde makul bulunabilecek bir şey.

Sosyal platform kullanımı ile ilgili tahminler arasında uçurumlar olduğu görülüyor. Vasatî olan bir örneği ele alacak olursak; bir ankette tespit edildiği biçimiyle Amerika’da gençler, her gün dokuz saatini ekrana bakarak, her türden dijital medya ile etkileşime girerek, eposta yazıp, twit atarak, oyun oynayarak ve video klip izleyerek geçiriyor.

Nispeten daha büyük olan kuşaklarsa vakitlerinin önemli bir kısmını televizyon izleyerek harcıyorlar. Ama onlar da günde en az on saatlerini bir ekrana bakarak geçiriyorlar. Birçok insan on saat uyuyor. Öte yandan Fransa’da her beş kişiden biri telefonuna beş dakikada bir bakma ihtiyacı duyuyor. Güney Kore’de bu oran, üçte iki.

Yazmaya pek vakit ayırdığımız söylenemez. Vaktimizin önemli bir bölümünü video içeriklerini tüketerek veya tuhaf ürünler satın alarak harcıyoruz. Ama burada bile algoritmaların mantığı bizi, bir anlamda müştereken içerik kaleme almaya itiyor. Bu imkânı bize o “büyük veri” veriyor.

İnternette arama yaparken, fareyi aşağı yukarı oynatırken, dolaşırken, bir şeyler izlerken veya bağlantılara tıklarken bile bir şeyler yazıyoruz aslında. Algoritmaların yön verdiği ürünlerin, videoların, görüntülerin ve internet sitelerinin bu garip dünyasında bir şekilde kayıt altına alınmış bilinçsiz arzularımız, emtianın yeni evrenine yazılıyor.

Bu tam da Lacan’ın “atom bombasından daha tehlikeli” olduğunu söylediği “modern hesap makinesi”. Çünkü bu makine, her türden düşmanını hesaplama yaparak, yeterli veriyi kullanarak, o kişinin davranışlarını yöneten bilinçdışı önermelerden yararlanarak yok edebiliyor.

Her şeyi makineye yazıyoruz, makine, arzularımızı ve hayallerimizi topluyor, onları piyasaya ve nüfusa göre taksim ediyor, sonra gerisin geri bize meta deneyimi olarak satıyor. Daha çok şey yazdıkça makine, ekrandaki varoluşumuzun bir parçası hâline geliyor.

Dolayısıyla bugün sosyal medyadan bahsedeceksek, toplumsal hayatlarımızın giderek belirli aracılara tabi hâle geldiklerini söylememiz gerek. Dostluk ve duygusal ilişkiler internetteki “beğen tuşu” gibi vekillere tabi ki bu da bizim etkileşim kurma ihtimalimizi önemli ölçüde azaltıyor, bir yandan da kurulan ilişkilerin kısa süreli ve geçici olmalarına neden oluyor.

Richard Seymour

[Kaynak: The Twittering Machine, Verso, 2020, s. 9-10.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder