“Meşru”;
şeriata, hukuka uygunluk anlamına geliyor. Sermaye ve devlet, ayrı ayrı ve bir
bütün olarak, kendi meşruiyetini her dönem tesis etme ihtiyacı duyuyor. İkisi
de dar ve sınırlı olduklarını biliyor. Bu meşruiyeti sağlama araçlarından biri
de sol örgütler. Onlar, ezilenin, işçinin değil, sermayenin ve devletin
şeriatını esas alıyorlar, bu şeriata göre konuşuyorlar.
Tarihsel
açıdan sınırlı; toplumsal düzlemde dar bir zemine sahip iki olgu olarak sermaye
ve devlet, o zemini genişletme ihtiyacı uyarınca sol örgütler teşkil ediyor,
kurulan örgütlerin başına kendi memurlarını ve bekçilerini yerleştiriyor. Sola
ve sosyalist harekete bu memurlar ve bekçiler yön veriyorlar.
Sermaye
ve devlet, tarihsel kuruluş tarihi olarak 1923’ü görüyorsa, o sol örgüt şefleri
de kazığı bu tarihe çakıyor, onun öncesini “1923” denilen ölçü ve ölçüte göre
değerlendiriyor, 1923’ü mikyas olarak alıyor.
Cumhuriyet
1923’te kuruluyor, ama kimileri, devletin 1928’de kurulduğunu söylüyorlar.
İlginçtir, dünya pek bu kelimeyi bilmezken genelkurmay, 1928 yılında
“Kontrgerilla” isminde kitapçık yayımlıyor.
Çünkü
1928, esasen Dersim harekâtının başladığı tarih. Sonrası biliniyor: bölgedeki
madenler Hitler’in hizmetine sunuluyor. Ardından, Hitler’in istihbaratçısı
Amerikan istihbaratını kuruyor, o Gladio buranın derinini biçimlendiriyor,
kendi kadrolarını yetiştiriyor, düne kadar Amerikan mandacılığını istemeyenler,
mandacı oluveriyor. Bu mandacılık bugün galebe çalıyor. Çocuklarını Batı’nın
plazaları için yetiştiren küçük burjuvazi, mandacılığı savunuyor.
* * *
1923
ile 1928 arasında bir makas, bir örtüşmezlik var. Sol örgütler arasındaki
tefrik ve tasnif de bu makasla ilgili. Hepsi yirmilerin “burjuva devrimi”ni
eksen olarak alıyor, Marksizmi, sosyalizmi, devrimciliği ona göre ediniyor,
okuyor, tedris ediyor. Örgütleri, “marksizm, sosyalizm, devrim iyi de fazla
gerçek dışı, fazla hayali, marjinal olmayalım, gerçeğe göre hareket edelim”
diyenler kuruyor ve yönetiyor. Örgütler, CHP’nin taşeron firmaları olarak
çalışıyorlar.
Solun
bir kesimi diyor ki “sermayenin güç ve imkânları, burjuvazinin
kültürel-ideolojik birikimi devletin olsun, devlet bu imkân ve birikime göre
yeniden biçimlensin.” Bugün esasen “kamuculuk”tan söz edenler, burjuvaziyi
meşrulaştırıyorlar, onun güç ve imkânlarının devlet eline geçmesini istiyorlar.
Ama bu kamuculuk, kamuyu, halkı, avamı asla içermiyor. Hatta kamuculuk,
bizatihi TKP gibi halk düşmanı örgütlerce savunuluyor. Esasen bu örgütlerin
“kapitalizm” diye öcüleştirdikleri şey, devletin olmayan her şey! Mücadeleleri
kapitalizme karşı mücadeleyi asla içermiyor. O kapitalizmin güç ve imkânlarının
devlet eline geçmesini istiyorlar aslında. Devletse ağaların-paşaların düzenini
ifade ediyor. Bu devlet için mücadele, ağaların paşaların kılına zarar vermeyecek
bir içerikle yürütülmek zorunda.
* * *
Diğer
bir kesimse “devletin güç ve imkânları, bürokrasinin kültürel-ideolojik
birikimi bireyin olsun, birey, bu imkân ve birikime göre yeniden biçimlensin”
diyor. Burada birey, girişimci, sermaye sahibi, yatırımcı, bilcümle burjuvayı
ifade ediyor. Bu burjuvanın cürmü, cirmi, suçu, günahı görülmesin diye sol
örgütler çıkıp bu bireyi yücelten dili hemen sahipleniyorlar. Fethullah
toplantılarında boncuk gibi dizilip “ah şu genelkurmayın elindeki araziler,
binalar bir bizim olsa!” diye dualar ediyorlar.
Bugün
liberal, bireyci, kimlikçi, duyarcı laflar satanlar, esasen devleti
meşrulaştırıyor, devletin bireyde örgütlenmesini sağlıyorlar. Söz konusu birey
savunusu, yoksulu, ezileni ve işçiyi tabii ki kapsamıyor.
DSİP’lilere
“gelin Bağcılar’da yapalım bu etkinliği” denildiğinde “Bizi o barbarlara
bulaştırmayın” cevabı alınıyor. Bu barbar düşmanlığı, kamucu ve bireyci tüm sol
örgütlerin alamet-i farikası. Onlar, bu düşmanlık sayesinde varolabildiklerini
çok iyi biliyorlar.
* * *
Kamucu
da bireyci de karşı tarafın güç ve imkânlarını mutlak kabul ediyor, burjuva
devrimini eksen ve ölçü olarak alıyor. O güç ve imkânlar, sınıfsal-politik ve
devrimci-politik ayraca, tefrike tabi tutulmuyor. Olduğu gibi alınıyor, mülk
ediniliyor. Mesele, döne dolaşa, güç ve imkânlar dâhil, tüm malın mülkün
paylaşılıp paylaşılmayacağı, paylaşılacaksa, kimlerle paylaşılacağı sorularında
düğümleniyor.
Neticede
kamucu-bireyci arasındaki ağız dalaşının ezilene, işçiye ve yoksula bir hayrı
bulunmuyor. Çünkü bu düşman kardeşler, ezilen, işçi ve yoksul ayağa kalktığı
vakit hemen birleşiyorlar. Ayağa kalma ihtimali gündeme geldiğinde, pandemi
döneminde görüldüğü üzere, iki kesim de aynı cümleleri sarf ediyorlar,
kitleleri, kitlenin öfkesini ezmek, dağıtmak için birlikte hareket ediyorlar.
* * *
Kamucu-bireyci
kavgasının sürdüğü koşullarda devlet ve sermaye şunu söylüyor: “bizim şu
solcular sayesinde kitleler içerisinde taban bulabiliyoruz. Meşrulaşıyoruz, ne
âlâ!”
Bu
anlamda Ağustos başında yanan ormanlarda, zaten içi çürümüş, tasfiye olmuş, bir
askerî kurumun savunusu ile AKP’yi köşeye sıkıştırmak, ezilen, sömürülen
kitleler açısından bir anlam ifade etmiyor. Bu, sadece AKP-CHP arasındaki
kayıkçı dövüşüne malzeme olacak bir temaşa olarak iş görüyor.
Aynı
siyaset, pandemi başında da Hıfzısıhha meselesini gündeme getirmişti. Ama bir
yandan da o kurumu kapatan profesörlerin dediklerini kanun gibi kabul edip
yoksul halkı aşağılama yoluna gidilmişti.
Bu
Hıfzısıhha veya Türk Hava Kurumu gibi başlıklar, esasen küçük burjuva siyasetin
bir uzantısı. Kendi kazığını Atatürk dönemine çakmış solcular, bu iki kurumu
içeriden çürüten, tasfiye eden kişi, kurum ve kuruluşlara tek laf edemiyorlar,
yağmayı eleştiremiyorlar ama AKP’nin karşısına hemen bu tür kurumları seçenek
olarak sunuyorlar. Çünkü esasen, yağmadan, talandan pay istiyorlar. AKP
eleştirileri de “acuk da bize virin!” cümlesinin ötesine geçmiyor.
Esasen
CHP yönetimi, Koç’un ve askerin partisi olduğu bilinciyle hareket ediyor.
İşçinin köylünün derdi ve çıkarı değil, Koç ve askerin çıkarı adına konuşuyor.
Sosyalist örgütler de kadrolarını ve tabanını askerin ve/veya Koç’un
müttefikleri olduğuna inandırmak için türlü taklalar atıyorlar.
Bu
taklaların atıldığı koşullarda Koç ve askerin AKP ile birlikte yürümeyi
seçtiğini, onu koçbaşı ve akıncı birliği olarak kullandığını kimse görmüyor,
görmek istemiyor. Tüm sosyalist hareket, Koç’un ve askerin kılına zarar
gelmesin, itibarı zedelenmesin, yarına çıksın, güç ve imkânlarını yitirmesin
diye uğraşıyor. Hiçbir örgüt, Koç’a ve askere karşı ezilen-sömürülen kitlelerin
örgütlenmeyi bir görev olarak üstlenmiyor. Herkes, burjuva siyasetin rüzgârına
saçlarını kaptırıyor.
* * *
Sermayenin
imkânlarını devlet üzerinden reklâm edenlerle, devletin imkânlarını burjuvazi
üzerinden reklâm edenler arasındaki yarışın bir anlamı, kıymeti yok. Sermayeyi
devlet üzerinden korumakla, devleti sermaye üzerinden korumak arasında bir fark
yok. Dövüşülmemiş sermaye, dövüşülmemiş devlet, sosyalist hareketi kendisine
örgütlüyor.
Kamucular,
burjuvazinin birikimini mutlak doğru ve dokunulmaz kabul ediyorlar, sadece o
birikimin devlette örgütlenmesini istiyorlar.
Bireyciler,
devletin birikimini mutlak doğru ve dokunulmaz kabul ediyorlar, sadece o
birikimin burjuva/sermayedar bireyde örgütlenmesini talep ediyorlar.
Bireyci
ve kamucu, aynı madalyonun iki yüzü, birbirlerini var ediyorlar.
Ezilen-sömürülen
kitleler, bireyci küçük burjuvazi ile kamucu küçük burjuvazi arasında
çekiştiriliyor. Kitlelerin mevzileri tasfiye ediliyor, kitlelerin devrimci
hattı siliniyor. Kamucu-bireyci kavgası, teoriyi de vuruyor. Bireyci STK’lar,
foncu örgütler, devlet katında örgütleniyor, devletin soyunduğu işleri
üstleniyor.
Erdoğan’ın
metafizik, her şeyden soyut, her şeyden münezzeh bir düşman olarak kodlanması
ile bu kamucu solcular ve bireyci solcular, sermayeye veya devlete
örgütlendikleri gerçeğini gizleme imkânına kavuşuyorlar. Erdoğan hedef
alındıkça Koç ve asker görülmüyor, Erdoğan şeytanlaştırıldıkça burjuvazinin
veya devletin dininin her yanı ilhak ettiği gerçeğinin üzeri örtülüyor.
Tarihteki
dinî hareketlerin ruhunu kuşanan ezilen-sömürülen kitleler, perdeleri yırtarak,
yollar açarak, düşmanı belirleyip ona karşı kendisini kurarak ilerlediğini çok
iyi biliyor. Ümit oradadır, küçük burjuvazinin kamuculuk-bireycilik kavgasında
değil.
Eren Balkır
4
Ağustos 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder