Pages

22 Ağustos 2021

Kamucu-Bireyci Kavgası

“Meşru”; şeriata, hukuka uygunluk anlamına geliyor. Sermaye ve devlet, ayrı ayrı ve bir bütün olarak, kendi meşruiyetini her dönem tesis etme ihtiyacı duyuyor. İkisi de dar ve sınırlı olduklarını biliyor. Bu meşruiyeti sağlama araçlarından biri de sol örgütler. Onlar, ezilenin, işçinin değil, sermayenin ve devletin şeriatını esas alıyorlar, bu şeriata göre konuşuyorlar.

Tarihsel açıdan sınırlı; toplumsal düzlemde dar bir zemine sahip iki olgu olarak sermaye ve devlet, o zemini genişletme ihtiyacı uyarınca sol örgütler teşkil ediyor, kurulan örgütlerin başına kendi memurlarını ve bekçilerini yerleştiriyor. Sola ve sosyalist harekete bu memurlar ve bekçiler yön veriyorlar.

Sermaye ve devlet, tarihsel kuruluş tarihi olarak 1923’ü görüyorsa, o sol örgüt şefleri de kazığı bu tarihe çakıyor, onun öncesini “1923” denilen ölçü ve ölçüte göre değerlendiriyor, 1923’ü mikyas olarak alıyor.

Cumhuriyet 1923’te kuruluyor, ama kimileri, devletin 1928’de kurulduğunu söylüyorlar. İlginçtir, dünya pek bu kelimeyi bilmezken genelkurmay, 1928 yılında “Kontrgerilla” isminde kitapçık yayımlıyor.

Çünkü 1928, esasen Dersim harekâtının başladığı tarih. Sonrası biliniyor: bölgedeki madenler Hitler’in hizmetine sunuluyor. Ardından, Hitler’in istihbaratçısı Amerikan istihbaratını kuruyor, o Gladio buranın derinini biçimlendiriyor, kendi kadrolarını yetiştiriyor, düne kadar Amerikan mandacılığını istemeyenler, mandacı oluveriyor. Bu mandacılık bugün galebe çalıyor. Çocuklarını Batı’nın plazaları için yetiştiren küçük burjuvazi, mandacılığı savunuyor.

* * *

1923 ile 1928 arasında bir makas, bir örtüşmezlik var. Sol örgütler arasındaki tefrik ve tasnif de bu makasla ilgili. Hepsi yirmilerin “burjuva devrimi”ni eksen olarak alıyor, Marksizmi, sosyalizmi, devrimciliği ona göre ediniyor, okuyor, tedris ediyor. Örgütleri, “marksizm, sosyalizm, devrim iyi de fazla gerçek dışı, fazla hayali, marjinal olmayalım, gerçeğe göre hareket edelim” diyenler kuruyor ve yönetiyor. Örgütler, CHP’nin taşeron firmaları olarak çalışıyorlar.

Solun bir kesimi diyor ki “sermayenin güç ve imkânları, burjuvazinin kültürel-ideolojik birikimi devletin olsun, devlet bu imkân ve birikime göre yeniden biçimlensin.” Bugün esasen “kamuculuk”tan söz edenler, burjuvaziyi meşrulaştırıyorlar, onun güç ve imkânlarının devlet eline geçmesini istiyorlar. Ama bu kamuculuk, kamuyu, halkı, avamı asla içermiyor. Hatta kamuculuk, bizatihi TKP gibi halk düşmanı örgütlerce savunuluyor. Esasen bu örgütlerin “kapitalizm” diye öcüleştirdikleri şey, devletin olmayan her şey! Mücadeleleri kapitalizme karşı mücadeleyi asla içermiyor. O kapitalizmin güç ve imkânlarının devlet eline geçmesini istiyorlar aslında. Devletse ağaların-paşaların düzenini ifade ediyor. Bu devlet için mücadele, ağaların paşaların kılına zarar vermeyecek bir içerikle yürütülmek zorunda.

* * *

Diğer bir kesimse “devletin güç ve imkânları, bürokrasinin kültürel-ideolojik birikimi bireyin olsun, birey, bu imkân ve birikime göre yeniden biçimlensin” diyor. Burada birey, girişimci, sermaye sahibi, yatırımcı, bilcümle burjuvayı ifade ediyor. Bu burjuvanın cürmü, cirmi, suçu, günahı görülmesin diye sol örgütler çıkıp bu bireyi yücelten dili hemen sahipleniyorlar. Fethullah toplantılarında boncuk gibi dizilip “ah şu genelkurmayın elindeki araziler, binalar bir bizim olsa!” diye dualar ediyorlar.

Bugün liberal, bireyci, kimlikçi, duyarcı laflar satanlar, esasen devleti meşrulaştırıyor, devletin bireyde örgütlenmesini sağlıyorlar. Söz konusu birey savunusu, yoksulu, ezileni ve işçiyi tabii ki kapsamıyor.

DSİP’lilere “gelin Bağcılar’da yapalım bu etkinliği” denildiğinde “Bizi o barbarlara bulaştırmayın” cevabı alınıyor. Bu barbar düşmanlığı, kamucu ve bireyci tüm sol örgütlerin alamet-i farikası. Onlar, bu düşmanlık sayesinde varolabildiklerini çok iyi biliyorlar.

* * *

Kamucu da bireyci de karşı tarafın güç ve imkânlarını mutlak kabul ediyor, burjuva devrimini eksen ve ölçü olarak alıyor. O güç ve imkânlar, sınıfsal-politik ve devrimci-politik ayraca, tefrike tabi tutulmuyor. Olduğu gibi alınıyor, mülk ediniliyor. Mesele, döne dolaşa, güç ve imkânlar dâhil, tüm malın mülkün paylaşılıp paylaşılmayacağı, paylaşılacaksa, kimlerle paylaşılacağı sorularında düğümleniyor.

Neticede kamucu-bireyci arasındaki ağız dalaşının ezilene, işçiye ve yoksula bir hayrı bulunmuyor. Çünkü bu düşman kardeşler, ezilen, işçi ve yoksul ayağa kalktığı vakit hemen birleşiyorlar. Ayağa kalma ihtimali gündeme geldiğinde, pandemi döneminde görüldüğü üzere, iki kesim de aynı cümleleri sarf ediyorlar, kitleleri, kitlenin öfkesini ezmek, dağıtmak için birlikte hareket ediyorlar.

* * *

Kamucu-bireyci kavgasının sürdüğü koşullarda devlet ve sermaye şunu söylüyor: “bizim şu solcular sayesinde kitleler içerisinde taban bulabiliyoruz. Meşrulaşıyoruz, ne âlâ!”

Bu anlamda Ağustos başında yanan ormanlarda, zaten içi çürümüş, tasfiye olmuş, bir askerî kurumun savunusu ile AKP’yi köşeye sıkıştırmak, ezilen, sömürülen kitleler açısından bir anlam ifade etmiyor. Bu, sadece AKP-CHP arasındaki kayıkçı dövüşüne malzeme olacak bir temaşa olarak iş görüyor.

Aynı siyaset, pandemi başında da Hıfzısıhha meselesini gündeme getirmişti. Ama bir yandan da o kurumu kapatan profesörlerin dediklerini kanun gibi kabul edip yoksul halkı aşağılama yoluna gidilmişti.

Bu Hıfzısıhha veya Türk Hava Kurumu gibi başlıklar, esasen küçük burjuva siyasetin bir uzantısı. Kendi kazığını Atatürk dönemine çakmış solcular, bu iki kurumu içeriden çürüten, tasfiye eden kişi, kurum ve kuruluşlara tek laf edemiyorlar, yağmayı eleştiremiyorlar ama AKP’nin karşısına hemen bu tür kurumları seçenek olarak sunuyorlar. Çünkü esasen, yağmadan, talandan pay istiyorlar. AKP eleştirileri de “acuk da bize virin!” cümlesinin ötesine geçmiyor.

Esasen CHP yönetimi, Koç’un ve askerin partisi olduğu bilinciyle hareket ediyor. İşçinin köylünün derdi ve çıkarı değil, Koç ve askerin çıkarı adına konuşuyor. Sosyalist örgütler de kadrolarını ve tabanını askerin ve/veya Koç’un müttefikleri olduğuna inandırmak için türlü taklalar atıyorlar.

Bu taklaların atıldığı koşullarda Koç ve askerin AKP ile birlikte yürümeyi seçtiğini, onu koçbaşı ve akıncı birliği olarak kullandığını kimse görmüyor, görmek istemiyor. Tüm sosyalist hareket, Koç’un ve askerin kılına zarar gelmesin, itibarı zedelenmesin, yarına çıksın, güç ve imkânlarını yitirmesin diye uğraşıyor. Hiçbir örgüt, Koç’a ve askere karşı ezilen-sömürülen kitlelerin örgütlenmeyi bir görev olarak üstlenmiyor. Herkes, burjuva siyasetin rüzgârına saçlarını kaptırıyor.

* * *

Sermayenin imkânlarını devlet üzerinden reklâm edenlerle, devletin imkânlarını burjuvazi üzerinden reklâm edenler arasındaki yarışın bir anlamı, kıymeti yok. Sermayeyi devlet üzerinden korumakla, devleti sermaye üzerinden korumak arasında bir fark yok. Dövüşülmemiş sermaye, dövüşülmemiş devlet, sosyalist hareketi kendisine örgütlüyor.

Kamucular, burjuvazinin birikimini mutlak doğru ve dokunulmaz kabul ediyorlar, sadece o birikimin devlette örgütlenmesini istiyorlar.

Bireyciler, devletin birikimini mutlak doğru ve dokunulmaz kabul ediyorlar, sadece o birikimin burjuva/sermayedar bireyde örgütlenmesini talep ediyorlar.

Bireyci ve kamucu, aynı madalyonun iki yüzü, birbirlerini var ediyorlar.

Ezilen-sömürülen kitleler, bireyci küçük burjuvazi ile kamucu küçük burjuvazi arasında çekiştiriliyor. Kitlelerin mevzileri tasfiye ediliyor, kitlelerin devrimci hattı siliniyor. Kamucu-bireyci kavgası, teoriyi de vuruyor. Bireyci STK’lar, foncu örgütler, devlet katında örgütleniyor, devletin soyunduğu işleri üstleniyor.

Erdoğan’ın metafizik, her şeyden soyut, her şeyden münezzeh bir düşman olarak kodlanması ile bu kamucu solcular ve bireyci solcular, sermayeye veya devlete örgütlendikleri gerçeğini gizleme imkânına kavuşuyorlar. Erdoğan hedef alındıkça Koç ve asker görülmüyor, Erdoğan şeytanlaştırıldıkça burjuvazinin veya devletin dininin her yanı ilhak ettiği gerçeğinin üzeri örtülüyor.

Tarihteki dinî hareketlerin ruhunu kuşanan ezilen-sömürülen kitleler, perdeleri yırtarak, yollar açarak, düşmanı belirleyip ona karşı kendisini kurarak ilerlediğini çok iyi biliyor. Ümit oradadır, küçük burjuvazinin kamuculuk-bireycilik kavgasında değil.

Eren Balkır
4 Ağustos 2021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder