İktidar
halka!
Kardeşlerim,
burada bulunmamın sebebi sizsiniz, bunun için teşekkür ederim. Bu can, halk
iktidarı için mücadele etmediğinde bilin ki o azami güvenlikli bir
hapishanededir.
Başkana,
Ericka Huggins’e, Angela Davis’e, New York 21’e ve Soledad Kardeşler’e selam
olsun. 28 ve 29 Kasım’da Washington’da Halkın Devrimci Anayasası kongresi
düzenlenecek. İnsanlar gelmezse o kongre gerçekleşemez. Sonuçta dünya tarihini
yazan insanlardır, her şeyden onlar sorumludur.
İnsan
olmazsa kongre nasıl gerçekleştirilecek? Bazıları halkın kongresinin insan
olmadan düzenlenebileceğine inanıyor. Hatırladığım kadarıyla 1777’de de durum
bu şekildeydi.
Bu
akşam Kara Panter Partisi’nin programı üzerinde durmak ve mevcut ideolojik
konumumuza nasıl ulaştığımızı, On Maddelik Program’ın uygulanmasını neden
gerekli gördüğümüzü açıklamak istiyorum. On Maddelik Program, kendi içinde ne
devrimcidir ne de reformist. O, hayatta kalmak için hazırlanmış bir programdır.
Biz halk olarak soykırım tehdidiyle karşı karşıyayız, çünkü ırkçılık ve faşizm
ülkemizde ve tüm dünyada gemi azıya almış durumda. Bundan da Kuzey Amerika’daki
yönetici sınıflar sorumlu. Niyetimiz, topyekûn dönüşümü gerçekleştirmek için bu
durumu değiştirmek. Ama o topyekûn dönüşüm gerçekleştirilene dek bizim
varlığımızı sürdürmemiz gerekiyor. Varlığımızı sürdürmek için de bizim hayatta
kalmamız şart. Bunun için bizim On Maddelik Program gibi bir hayatı idame
kitine ihtiyacımız var. Bu program, işlevsel ve yaratıcı zihinlere sahip,
sağlıklı çocuklar yetiştirmek için gerekli. O çocuklar doğru beslenmezlerse
böylesi bir zihne sahip olamazlar. Çocuklar için kahvaltı programı
hazırlamamızın sebebi bu. Ayrıca toplum sağlığı programlarımız da var. Otobüsle
taşıma ile ilgili program da yürürlükte. Bunun adı Tutsak Aileleri ve Yakınları
Otobüsü. Amerika genelinde hapishaneleri işleten faşist rejimin kalleşliği
gizlice yapmayı sevdiğini gördük. Dolayısıyla tutsakların yakınlarını,
ailelerini ve dostlarını hapishanelere götürebilirsek faşistlerin kalleşliklerini
ifşa edebileceğimizi düşündük. Bu da hayatta kalma programının bir parçası.
Hayatta
kalma programlarımızı zulme verdiğimiz cevap dâhilinde ele almalıyız. Öte
yandan onun devrimci bir program olduğunu iddia edemeyiz. Devrimleri,
sertliğini muhafaza eden, kuvvetli isimler yapar. Ortada bir halk yoksa devrim
de olmaz, çünkü devrimleri halklar yaparlar.
İleride
düzenleyeceğimiz Devrimci Halkın Anayasa Kongresi’nde belirlediğimiz ana konu,
‘Halka Hizmet Üzerinden Hayatta Kalmak’tır. Kongremizde tüm hayatta kalma
programımızı takdim edeceğiz. Bu program, bir uçak düştüğünde kullanılacak ilk
yardım kiti gibi işleyecek, onun sayesinde denizin ortasında bir sala
kavuşacaksınız. Sahile çıkana dek veya kendinizi mutlu ve sağlıklı
hissedeceğiniz vahaya varana kadar bazı şeylere ihtiyaç duyacaksınız. Sahile
çıkmak için gerekli şeylere sahip değilseniz varolma ihtimaliniz de olamaz.
Bugün iktidar bizi ‘bir gün sonrayı veya devrimi göremeyeceksiniz’ diye
korkutmaktadır. Kara Panter Partisi, halkın tümden yıkıma uğramasını asla kabul
etmeyecektir. Nitekim bu amaç doğrultusunda bir ayrım çizgisi çektik,
dolayısıyla artık her türden faşizme, saldırıya, zorbalığa ve cinayete
hoşgörüyle yaklaşmayacağız. Oturup onların bizi öldürmelerine izin
vermeyeceğiz. Herkes kendisini koruma yükümlülüğüne sahiptir. Eğer kişi
kendisini korumuyorsa onu intiharla suçlamak gerekir: bu, gerici bir intihardır
çünkü onun ölümüne gerici koşullar sebep olmuştur. Hiçbir şey yapmazsak durumu
kabulleniyoruz, bizi öldürmelerine izin veriyoruz demektir. Bunu kabul
etmeyeceğiz. Eğer elimizde az sayıda seçenek varsa oturup Almanya’da Yahudiler
gibi ölümü beklemeyeceğiz. O noktada Varşova’daki Yahudiler gibi öleceğiz!
Nerede
cesaret varsa, insanlar nerede kendilerine saygı duyup onurlarını koruyorsa
orada koşulları değiştirip zafere ulaşmamız mümkün demektir. Buna devrimci
coşku denir, zaferi güvence altına almak için bize böylesi bir mücadele
gereklidir. Öleceksek devrimci intiharla ölelim. O tip bir intihar, ‘madem
öleceğiz, madem bu dünyadan göçüp gideceğiz, kimse beni süpürgeyle süpürüp
atamayacak. Sopayla kovalanmayı tercih ederim çünkü süpürgeyle süpürülüp
atılmak beni küçültür, kendime dönük saygımı zedeler. Sopayla kovsalar en
azından onurumu korur, köpek gibi değil insan gibi ölürüm’ der.
Elbette
gerçek dileğimiz yaşamak üzerinedir, fakat kimse bizi yıldıramacak, bize
gözdağı veremeyecek.
Kara
Panter Partisi’nin ideolojik konuma ulaşmak için başvurduğu yöntemi izah etmek
isterim. Daha da önemlisi burada bugün varolan sorunları ve çelişkileri
çözmemize katkı sunabilecek düşünce sürecini veya çerçeveyi aktarmak istiyorum.
Soruna
yaklaşmadan önce bizim gerçekte olan biteni net bir biçimde anlamamız gerekir. Burada
belirli bir durumla ilgili tavrımızı ve duygularımızı bir kenara koymalıyız. Bu
noktada olabildiğince nesnel olmalı, herhangi bir dogmayı benimsemeden
olguların kendilerinin konuşmalarına izin vermeliyiz. Ama tümüyle nesnel olmak
da yetmez, dış dünyadan alınan bilgilerin uygulanması noktasında öznel
olabilmeliyiz.
Bu
bilgiyi elde etmek için bilimsel yönteme başvurmalı, nihayetinde oluşacak
öznelliği açık biçimde kabul etmeliyiz. Bilgiyi belirli bir sonuca ulaşmak için
uyguladığımızda nesnelliğimiz biter, öznelliğimiz başlar. Biz buna teori ile
pratiğin bütünleşmesi diyoruz. Kara Panter Partisi’nin yaptığı da budur.
Aynı
anda işleyen güçleri idrak edebilmek için bilim bilimsel yöntem denilen şeyi
geliştirmiştir. Bu yöntemin özelliklerinden veya vasıflarından biri ise
tarafsızlıktır. Burada bahsi edilen şey kayıtsız değil tarafsız olmaktır.
Ortaya çıkacak sonuca özel bir ilgi duymamaktır. Başka bir ifadeyle bilim
insanı belirli bir sonucu öne çıkartmaz, sadece olguları toplar.
Ama
olguları toplarken temel bir önermeden yola çıkması gerekir. En temel önermeler
varsayımlardan türerler, bu varsayımlar yoksa ilk önermeyi sınamak güçleşir.
Belirli varsayımlar konusunda uzlaşmaya vardıktan sonra zekice geliştirilmiş
bir argüman dile getirilir. Geçerli bir çıkarıma ulaşmak içinse mantığa ve
tutarlılığa ihtiyaç vardır.
Dışımızda,
bizden bağımsız bir dünya var. Üzerinde duracağımız ikinci varsayımsa eşyanın
sürekli değişime, dönüşüme, akışa tabi olduğu ile ilgilidir. Bu iki varsayımı
herkes kabul ediyorsa tartışmamıza devam edebiliriz.
Bilimsel
yöntem deneylere dayanır. Ama deneycilik sorunludur çünkü o gelecek konusunda
bize pek bir şey söylemez. Sadece geçmişten bahseder, gözlem ve deneyim
üzerinden zaten keşfedilmiş olan bilgileri verir. Deneycilik her daim geçmiş
deneyime atıfta bulunur.
Deneysel
bilginin kurallarının doğrulanmasından çok sonra Marx bu kuralları Kant’ın
mantık adı altında geliştirdiği teoriyle birleştirmiştir. Kant bu muhakeme
sürecine saf akıl demiştir. Çünkü bu süreç dış dünyaya değil, akıl üzerine
kurulu bir çıkarıma ulaşabilmek için simgeleri yönlendirme pratiğindeki
tutarlılığa dayanmamaktadır.
Örneğin
“gökyüzü başımın üzerinde, dolayısıyla başımı yukarı kaldırdığımda onu görürüm”
cümlesinde yanlış bir şey yoktur. Hatta bu, doğru bir cümledir. Ama burada
gökyüzünün varlığı konusunda hiçbir şey söylemiş olmuyorum. Burada dış dünyaya
bağımlı olma ile ilgili bir şey söylenmiyor. Deneycilik gelecek hakkında çok az
laf ediyor.
Peki
o zaman ne yapacağız? Marx’ın yaptığını. Dünyada olan biteni anlama noktasında
Marx mantıkla deneyciliği bir araya getirme ihtiyacı duyuyor. Bu noktada
diyalektik materyalizm kavramından bahsediyor. Eğer biz de Marx gibi bu iki
kavramı, iki düşünme tarzını birleştirirsek dış dünyayla temas kırmakla kalmaz
ayrıca kesintisiz dönüşümü açıklama imkânı buluruz. Ayrıca bu bizim, sürekli
değişen ama bir yandan da çelişki içerisinde bulunan belirli toplumsal
olguların ortaya çıkardığı sonuçlarla ilgili kimi tahminlerde bulunmamızı
sağlar.
Bir
sosyal bilimci olarak Marx, diğer sosyal bilimcileri bir olguyu veya olguları
onları ortamından çıkartıp, tecrit edip belirli bir kategoriye soktukları,
olgunun ortamından çıkartıldığı noktada dönüşüme uğradığı gerçeğini gözardı
ettiği için eleştirir.
Örneğin
sosyoloji gibi bir disiplinde belirli grupların faaliyetleri, onların nasıl bir
arada durdukları, nasıl ayrıştıkları incelenirken o grupla ilişkili başka
şeylere bakılmazsa o grubun niteliği ile ilgili yanlış bir sonuca ulaşılır.
Marx’ın asıl yaptığı, olguları gerçekçi bir biçimde izah edecek bir düşünme
yöntemi geliştirmektir.
Yanlış
hatırlamıyorsam fizik şunu söylüyordu: atomlar çarpıştığında elektronlarına,
protonlarına ve nötronlarına ayrışır. Peki atoma ne olur? Dönüşür. Toplumsal
dünyada da benzer şeyler yaşanır. Aynı ilkeyi oraya da uygulayabiliriz. İki
kültür çarpıştığında, bir süreç yaşanır, bir koşul ortaya çıkar: sosyologlar
buna birbirleriyle temas eden iki kültürün değişimi derler. Marx ise toplumsal
güçler veya sınıflar arasındaki çarpışmayı “çelişki” olarak adlandırır.
Fiziksel dünyada güçler çarpışır. Çarpışma meydana gelir. Örneğin iki araba
çarpışır, çünkü ikisi de aynı anda aynı yeri işgal etmek istemiştir,
dolayısıyla her ikisi de dönüşür. Bazen başka şeyler de yaşanır. Bu iki araba
birbirlerine sırtlarını dönüp hızla uzaklaşırlar. Bu noktada çelişki açığa
çıkmaz. Farklı mekân ve zamandadırlar. Bazen insanlar tartışırlar, birbirlerini
yanlış anlarlar, çünkü zıt görüşlere sahip oldukları için çatışmaktadırlar.
Örneğin ben duvarın yüksekliğinin üç metre olduğunu söylerim, sense kırmızı
olduğunu söylersin ve sırf zıt düşündüğümüz için aramızda çelişki olduğunu
günboyu oturup düşünürüz. İnsanlar tartıştığında, biri tez diğeri anti-tez
ortaya attığında bir çelişkiden söz etmek mümkün hâle gelir. Bir tür senteze
varana dek, bir önerme üzerinde anlaşana kadar tartışmaya devam ederiz. Bu
akşam umarım Kara Panter Partisi’ni eleştirmiş olan insanlarla bir tür
anlaşmaya veya senteze ulaşabiliriz.
Bence
asıl yanlış, bazı insanların akademide yürüttükleri araştırmaların ortaya
attıkları iddialara ve diyalektik materyalizm disiplinine uygun hareket
etmelerine rağmen görüneni gerçek zannediyor olmalarıdır. Bu insanlar, bilim
insanının yapması gerekeni yapmıyor, derinlere inemiyor, görünenin ötesine
geçip önemli olanı anlamaya çalışmıyorlar. Bu söylediklerimin Kara Panter
Partisi ile ilişkisini izah etmeme izin verin lütfen. KPP diyalektik yönteme
bağlıdır, teoriyle pratiği bütünleştirir, dolayısıyla Marksist-Leninist bir
partidir. Biz mekanik Marksist değiliz, tarihselci materyalist de değiliz.
Bazıları Hegel’in düşünceleriyle hareket ettiği için kendisini Marksist
sayıyor. Bazıları, yaratıcılıktan uzak, geçmişe bağlı olduğu için kendisini
Marksist-Leninist addediyor. Bu insanlar bugündeki koşullara tatbik edilmeyen
bir retoriğin esiridirler. Onlar “dalkavukluk” olarak adlandırabileceğimiz bir
yaklaşımla, dogmaya evrilen düşüncelere bağlılar.
Marx
bir dizi koşula tatbik edilebilecek bir çerçeve oluşturmaya çalışmıştır. Bu
çerçeveyi uygulamaya koyarken ortaya çıkacak sonuçlardan korkmamalıyız çünkü
her şey değişiyor, dolayısıyla bizim nesnel varlıklar olarak yaşanan değişimi
kabul etmemiz, bu konuda istekli olmamız gerekiyor. Diyalektik materyalist
yöntemi kullanıyorsak, bir dakika sonrasında bile karşımızda aynı dünyayı
bulamayacağımızı bilmeliyiz. Zira bir dakika öncesi artık tarih olmuştur. Eğer
her şey sürekli değişim içerisinde ise demek ki hiçbir şey aynı kalmıyor. Eski
olguları tarif etmek için kullanılan sözcükler yenileri tarif etme noktasında
işe yaramıyor. Yeni olayları tarif ederken eski sözcükleri kullandığımızda,
insanların kafalarını karıştırır, onları her şeyin sabit ve değişmez olduğunu
söyleyerek kandırırız.
1917’de
Sovyetler Birliği’nde adına “devrim” denilen bir olay meydana geldi. İki sınıf
çatıştı, tüm ülke dönüştü. 1970’te bu ülkede Kara Panter Partisi bir belge
yayımladı. Şu an Cezayir’de olan enformasyon bakanımız Eldridge Cleaver, “Kara
Panter Partisi’nin İdeolojisi Üzerine” isimli bir broşür kaleme aldı. Bu
çalışmada Eldridge Cleaver proleterlerin ve sanayi işçilerinin bu dönemde bu
ülkede devrim yapma imkânına sahip olmadığını söylüyordu. İddiasına göre devrim
yapma imkânına proletaryanın sol kanadı olarak lümpen proleterler sahipti,
toplumsal dönüşümü nihai zirvesine öncülük misyonunu yerine getiren güç olarak
bu kesim taşıyacaktı. Bazı insanlar, partiler, bazı örgütler, örneğin İlerici
İşçi Partisi, devrimin imkânsız olduğunu söylüyor. Azınlık iken lümpen
proleterlerin başarılı bir sosyalist dönüşümü nasıl gerçekleştireceklerini
soruyorlar. Tarihin başarılı bir toplumsal devrimi sadece proleterlerin
yapabileceğini ortaya koyduğu koşullarda lümpen proleterlerin bu işi nasıl
yapacağı üzerinde duruyorlar. Bence de toplumsal devrimi yapacak olanların
halkın çoğunluğunun çıkarlarını temsil edebilmeleri gerekiyor. Bu kesimin en
geniş kitleyi temsil etmesi şart. 1917’de Sovyetler Birliği’nde yaşananları
zaten analiz etmiştik. Ben de bu ülkede lümpen proleterlerin azınlık
olduklarını kabul ediyorum. Bu konuda bir fikir ayrılığı söz konusu değil. Bunu
söyleyerek kendimle çeliştiğimi söyleyebilir miyiz? Aslında ben burada görünen
şeyin gerçeğin ta kendisi olmadığını söylüyorum. Çelişkiymiş gibi görünen, basit
manada bir paradoks olabilir. Bu noktada bu gözle görünür çelişkiyi
inceleyelim.
1917’de
Sovyetler Birliği, temelde köylülüğün sayıca güçlü olduğu bir tarım toplumuydu.
O dönemde varolan bir dizi toplumsal koşul sayesinde küçük de olsa bir sanayi
oluşma imkânı buldu. Bu sanayi kesiminde çalışan insanlara “proleter”
deniliyordu. Marx’ın teorisine başvuran Lenin, ülkedeki ana eğilimleri
gözlemledi. Tarihselci değil diyalektik materyalistti, dolayısıyla o değişime
odaklandı. 1917’de proleterlerin azınlık olduğunu gören Lenin’e göre bu kesimin
devrim yapma imkânı mevcuttu, çünkü bu sınıf sayıca artıyor, köylülükse
küçülüyordu. Koşullardan biri buydu. Proleterlerin alnında halk içerisinde
önemli bir güç hâline gelmek yazılıydı. Onlar, ayrıca sosyalist bir devrimi
yapma noktasında gerekli özelliklere de sahip olmaktaydı.
Bu
ülkede diyalektik yöntemi benimseyen Kara Panter Partisi değişime bakıyor,
toplumsal eğilimleri inceliyor ve lümpen proleterlerin azınlık, proleterlerin
çoğunluk olduklarını ama teknolojinin hızla geliştiğini, otomasyonun ileri
safhalara geçip bilgisayarın önemli bir yere sahip olmasığını sağladığını, bu
bilgisayar temelli sibernasyonun da teknokrasiye yol açacağını görüyor. Bu
şehre girerken yolda MIT’yi gördüm. Eğer şuan ülkeyi yönetenler iktidarda
kalmaya devam ederlerse, görebildiğim kadarıyla, kapitalistler halkla zerre
ilgilenmedikleri için teknolojiye dayalı mekanizmalarını geliştirmeyi
sürdürecekler. Bu nedenle ben, onların halk daha fazlasını talep edene,
nihayetinde onların kellesini isteyene dek mümkün olduğu ölçüde daha fazla para
kazanma mantığına uygun hareket etmelerini bekliyorum. Eğer hemen devrim
olmazsa, “hemen” diyorum çünkü teknoloji sahasında atılım üstüne atılım
yaşanıyor (hatta Ay’a bile gidiliyor) ve eğer yönetenler iktidarda kalmayı
sürdürürlerse, proleter sınıf işsiz kalacak ve zaten işsiz olan lümpenler sınıfına
dâhil olacak. Yönetenler yüzünden her bir işçi risk altında. Biz, lümpen
proleterlerin devrim yapma potansiyeline sahip olduklarını ve yakın gelecekte
halkın çoğunluğunu teşkil edeceğini tam da bu sebeple söylüyoruz. İleride
insanlarımızın büyük bir kısmı işsiz kalacak, nesnel olmak adına, çünkü biz
diyalektik materyalistiz, gerçekleri kabul etmek zorundayız.
Marx,
toplumun gelişim sürecini genel hatlarıyla özetledi. Toplumun köle sınıfından
feodal sınıf yapısına, kapitalist sınıf yapısına, sosyalist sınıf yapısına ve
nihayet komünizme gittiğini söyledi. Ya da başka bir deyişle, kapitalist
devletten sosyalist devlete, devlet dışı devlete: komünizme geçişini anlattı.
Sanırım dünyadaki köle sınıfının fiilen ücretli köleye dönüştüğü konusunda
hemfikiriz. Başka bir deyişle, dünyadaki köle sınıfı artık önemli bir güç
olarak mevcut değildir ve eğer kabul edersek, sınıfların kelimenin tam anlamıyla
varoluşları düzleminde dönüştürülebileceğini kabul edebiliriz. Eğer böyleyse,
köle sınıfı ortadan kaybolup başka bir şeye dönüşebiliyorsa ya da yok olmayıp
sadece dönüştürülebiliyorsa ve başka özellikler üstlenebiliyorsa, o zaman
proleterlerin veya endüstriyel işçi sınıfının varoluşunun dönüştürülebileceği
de doğrudur. Elbette insanların kendileri yok olmayacak; Sadece diğer
nitelikleri üstlenecekler. Benim ilgilendiğim özellik, yakında muktedirlerin işçilere
ihtiyaç duymayacağı gerçeği ve eğer üretim araçlarını onlar kontrol ederse,
işçi sınıfı işsiz veya lümpen olacak. Bu mantıklıdır, diyalektiktir. Sadece
köle sınıfının ortadan kalkabileceğini söylemek yanlış olur diye düşünüyorum.
Marx
çok zeki bir adamdı. O bir dogmacı değildi. Bir keresinde, “Olmadığım bir şey
var o da şu: ben Marksist değilim” demişti. Bu sözlerle, İlerici İşçi
Partisi'ne ve diğerlerine geçmişi şimdiki zaman ya da gelecek olarak kabul
etmemelerini, onu anlamalarını ve gelecekte neler olabileceğini tahmin
edebilmelerini ve bu nedenle akılcı bir şekilde hareket etmelerini anlatmaya
çalışıyordu. Hepimizin istediği devrimi meydana getirmek.
Bunları
göz önünde bulundurduktan sonra, zaman değiştikçe ve dünya değiştikçe bazı yeni
tanımlara ihtiyacımız olduğunu görüyoruz, çünkü eski terimleri kullanmaya devam
edersek insanlar eski durumun hâlâ var olduğunu düşünebilirler. 1917'de var
olan aynı şartlar bugün hâlâ mevcut olsaydı buna şaşırmak gerekirdi.
İş
biri için çalışmaya geldiğinde, Marx ve Lenin'in oldukça tembel olduklarını
biliyorsunuz. Zorunluluklarınız için çalışarak çekilen zahmete bir lanet olarak
baktılar. Ayrıca Lenin’in tüm teorisi, Marx’ın analizini uygulamaya koyduktan
sonra, proleterlerden kurtulmaya yönelikti. Başka bir deyişle, proleter sınıf
veya işçi sınıfı üretim araçlarını ele geçirdiğinde, toplumlarını zahmetsiz
olacak şekilde planlayacaklardı. Nitekim Lenin, insanın bir yerde durabileceği,
düğmelere basabileceği ve dağları hareket ettirebileceği bir zamanı
öngörüyordu. Bana öyle geliyor ki, Lenin sanki proleter işçi sınıfının
dönüştüğünü ve özgür bir zaman dilimine sahip olduğunu, üretken yaratıcılığa
düşkün olduğunu, evrenlerini geliştirmeyi düşündüğünü, böylece mutluluğa,
özgürlüğe ve zevke sahip olabilsinler diye uğraştığını görmüş gibi.
Bugünün
kapitalisti, teknokratlar denen bir grup uzman insanı işe alabilecek kadar
makine geliştirdi. Yakın gelecekte kesinlikle bundan daha fazlasını yapacak ve teknokrat,
bir proleter olarak tanımlanamayacak kadar uzmanlaşacaktır. Aslında bu
teknokratlar grubu o kadar hayati olacak ki, diğer insanların varlığını
açıklamak için bir şeyler yapmamız gerekecek; Var olmak için başka bir tanım ve
neden bulmamız gerekecek.
Ancak
tartışmamızı teori ile sınırlamamalıyız; Değerli bir şey bulmak için teorimizin
pratik uygulamasına sahip olmalıyız. Bazı insanlardan aldığımız eleştirilere
rağmen, Parti teorilerinin pratik bir uygulamasına sahiptir. Faaliyetlerimizin
çoğu işçi sınıfına ve işsizlere gelecekte var olmak için bir neden ve araç
sağlıyor. İnsanlar bizim hayatta kalma programlarımızla yok olmayacaklar. Hâlâ
buralarda olacaklar.
Kara
Panter Partisi, proleterleri örgütlemenin tamamen doğru olduğunu söylüyor çünkü
fabrikadan atıldıktan ve işsiz veya lümpen olarak adlandırıldıktan sonra, hâlâ
yaşamak istiyorlar ve yaşamak için yemek yemek zorundalar. Kendisinin ve
kardeşlerinin yaşayabilmesi için bolca üretmek amacıyla yaptığı makinelere el
koymak, proleterin kendi çıkarınadır. Proleterin, onu eğitmek için lümpen
proleter olmasını beklemeyeceğiz. Bugün halkın bilincini yükseltmeliyiz. Rüzgâr
şiddetleniyor, nehirler akıyor, hayat zorlaşıyor ve bir daha eve dönemeyebiliriz.
Ne anne rahmine ne de 1917'ye geri dönebiliriz.
Amerika
Birleşik Devletleri veya benim Kuzey Amerika dediğim şey, muktedirlerin elinde
bir ulustan bir imparatorluğa dönüştü. Bu, dünyada tam bir değişime neden oldu,
çünkü birbiriyle ilişkili bir şeyin hiçbir parçası değişemez ve her şeyi aynı
bırakamaz. Yani Birleşik Devletler veya Kuzey Amerika bir imparatorluk hâline
geldiğinde dünyanın bütün yapısını değiştirdi. Dünyada başka milletler de
vardı. Ancak 'imparatorluk', imparatorlukta yaşayan yönetici çevrenin
(emperyalistler) diğer ulusları kontrol ettiği anlamına gelir. Şimdi bir süre
önce, ilkel imparatorluk diye adlandırdığımız bir fenomen vardı. Bunun bir
örneği Roma İmparatorluğu olabilir çünkü Romalılar bilinen dünyada her şeyi
kontrol ediyordu. Aslında tüm dünyayı bilmiyorlardı, bu nedenle bazı milletler
hâlâ ondan bağımsız olarak var oldular. Şimdi, muhtemelen tüm dünya biliniyor.
Bir imparatorluk olarak Amerika Birleşik Devletleri ister doğrudan ister
dolaylı olarak tüm dünyayı kontrol ediyor.
Diyalektiği
anlarsak, her belirlemenin bir sınırlama getirdiğini ve her sınırlamanın bir
belirleme getirdiğini biliriz. Başka bir deyişle, bir kuvvet bir şeye yol
açarken kendisi de dâhil olmak üzere diğer şeyleri ezebilir. Bu kavrama
'olumsuzlamanın olumsuzlanması' diyebiliriz. Böylece, 1917'de iktidar bir
endüstriyel temel yaratırken ve kapitalizm sistemini kullanırken, aynı zamanda
sosyalizm için gerekli koşulları da yaratıyordu. Bunu yapıyorlardı çünkü
sosyalist bir toplumda servetin bir miktar merkezileştirilmesi, servetin bir miktar
eşit dağılımı ve insanlar arasında bir miktar uyum olması gerekiyordu.
Şimdi
size kabaca kendine ulus diyen her insanın sahip olması gereken bazı özellikler
vereceğim. Bunlar ekonomik bağımsızlık, kültürel kararlılık, siyasi kurumların
kontrolü, toprak bütünlüğü ve güvenliktir.
1966'da
Partimize Siyah Milliyetçi Parti adını verdik. Kendimize Kara Milliyetçiler
dedik çünkü cevabın ulus olduğunu düşünüyorduk. Bundan kısa bir süre sonra,
gerçekten ihtiyaç duyulan şeyin devrimci milliyetçilik, yani milliyetçilik artı
sosyalizm olduğuna karar verdik. Koşulları biraz daha analiz ettikten sonra,
pratik olmadığını ve hatta çelişkili olduğunu gördük. Bu nedenle, daha yüksek
bir bilinç seviyesine ulaştık. Özgür olabilmek için muktedirleri ezmemiz, bu
nedenle dünya halkları ile birleşmemiz gerektiğini gördük. Bu yüzden kendimize
Enternasyonalistler dedik. Dünya halklarıyla dayanışma yollarını aradık. Dünya
milletleri ile dayanışma içine girdik. Ama sonra ne oldu? Her şeyin sürekli bir
dönüşüm hâlinde olduğunu, teknolojinin gelişmesinden, kitle iletişim
araçlarının gelişmesinden, emperyalistin ateş gücünden ve Amerika Birleşik
Devletleri'nin artık olmadığı gerçeğinden dolayı anladık. Bir ulus değil bir
imparatorluk, milletler var olamazdı, çünkü ulus olma kriterlerine sahip
değillerdi. Kendi kaderlerini tayin etmeleri, ekonomik kararlılıkları ve
kültürel kararlılıkları, emperyalistler ve yönetici çevre tarafından
dönüştürüldü. Artık ulus değildiler. Enternasyonalist olabilmek için aynı
zamanda Milliyetçi olmamız veya en azından ulusluğu kabul etmemiz gerektiğini
gördük. Enternasyonalizm, kelimeyi anlıyorsam, bir grup ulus arasındaki
karşılıklı ilişki anlamına gelir. Ama hiçbir ulus olmadığına ve Birleşik
Devletler aslında bir imparatorluk olduğuna göre, bizim Enternasyonalist
olmamız imkânsızdır.
Bu
dönüşümler ve fenomenler kendimize “komünalistler” dememizi gerektiriyor çünkü
uluslar dünyanın topluluklarına dönüşmüş durumda. Kara Panter Partisi şimdi
enternasyonalizmi reddediyor ve toplumlararasılığı –enterkomünalizmi destekliyor.
Marx
ve Lenin, sahip oldukları bilgilerle, devletsizliğin nihayet bir gerçekliğe
dönüştüğü zaman, buna halk ve komünizm tarafından neden olunacağını veya
başlatılacağını hissettiler. Tuhaf bir şey oldu. Egemen gericiler, emperyalist
olmanın sonucu olarak, dünyayı 'Gerici Komünalizm' dediğimiz şeye dönüştürdü.
Kurumlara o kadar hâkim olarak dünyanın tüm toplumlarını kuşatma altına aldılar
ki, halka kendi topraklarındaki kurumlar tarafından hizmet edilmedi. Kara
Panter Partisi, bu eğilimi tersine çevirmek ve dünya insanlarını 'Devrimci
Komünalizm' çağına götürmek istiyor. Bu, insanların üretim araçlarını ele
geçirip zenginliği ve teknolojiyi dünyadaki topluluklara eşitlikçi bir şekilde
dağıttığı bir dönem olacaktır.
Bu
noktada Kuzey Amerika'daki bir topluluğun ve Vietnam'daki bir topluluğun başına
gelenlerin birbirinden çok farklı olmadığını düşünüyoruz. San Francisco'daki
bir Çin topluluğu ile Hong Kong'daki bir Çin topluluğu kültürel açıdan benzer
şeyler yaşıyor. Harlem'deki bir Siyah topluluğu ve Güney Amerika'daki Siyah bir
topluluğu, Angola'daki bir Siyah topluluğa ve Mozambik'teki bir Siyah topluluğu
aynı şeyleri yaşıyor. Yaşananlar arasında çok az fark var.
Dolayısıyla,
gerçekte olan şey şu ki, devlet-dışı düzen zaten kurulmuş ama bu gerici bir
düzen. Tanım olarak bir topluluk, orada yaşayan insanlara hizmet eden kapsamlı
bir kurumlar koleksiyonudur. Bir ulustan farklıdır, çünkü bir topluluk
genellikle devlet dediğimiz daha büyük bir yapı etrafında gelişir ve eğer
yönetim insanları temsil ederse veya yönetim halkın komiseri olursa, devlet
topluluk üzerinde belirli bir kontrole sahiptir. Şu anda böyle değil, bu yüzden
hâlâ yapılması gereken bir şey var. Daha önce “olumsuzlamanın
olumsuzlanmasından” bahsetmiştim, zenginliğin yeniden dağıtılması gerekliliğinden
daha önce bahsetmiştim. Bugün dünyada her şey olduğu gibi Amerika Birleşik
Devletleri'nde sosyalizmin asla var olmayacağını bilmenin çok önemli olduğunu
düşünüyoruz. Neden? Var olmayacağı için var olmayacak. Şu anda dünyanın hiçbir
yerinde olamaz. Sosyalizm sosyalist bir devlete ihtiyaç duyacaktır ve eğer bir
devlet yoksa sosyalizm nasıl var olabilir? Öyleyse, Çin Halk Cumhuriyeti gibi
belirli ilerici ülkeleri nasıl tanımlarız? Belirli ilerici ülkeleri veya bizim
onlara verdiğimiz Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi ilerici ülkeleri nasıl
tarif ediyoruz?
Kuzey
Vietnam ve Güney’deki geçici hükümet gibi belirli toplulukları nasıl
tanımlarız? Aslında onlar da ulus olduğunu iddia edemiyorlarsa, bu toplulukları
nasıl açıklayabiliriz? Şunu söylüyoruz: Halkın kurtarılmış bölgesini temsil
ettiklerini söylüyoruz. Kurtulmuş bir topluluğu temsil ediyorlar. Ancak Ulusal
Kurtuluş Cephesi'nin Güney'deki kurtarılmış topraklardan memnun olmaması gibi,
bu topluluk da yeterli ve tatmin edici değil. Bu, yalnızca dünyanın kurtuluşunun
temeli ve hazırlığıdır - egemen çevreden gelen zenginliği, eşit dağıtım ve
orantılı temsili toplumlararası bir çerçevede ele geçirmektir. Kara Panter
Partisi'nin halkın gücünün yardımıyla başarmak istediği şey budur, çünkü halk
olmadan hiçbir şey başarılamaz.
Amerika
Birleşik Devletleri'nde sosyalizmin asla olmayacağını belirttim. Amerika
Birleşik Devletleri'nde bir devrimin gerçekleşmesi için, ulusal veya
uluslararası düzeyde değil, toplumlar arası bir düzeyde servetin yeniden
dağıtımını gerçekleştirebilmemiz gerekir. Çünkü muktedirler de başkalarının
mülkünü gasp etme suçunu işledikleri koşullarda Kuzey Amerika’da serveti halka
dağıttığımız vakit devrim yaptığımızı nasıl söyleyebiliriz? Bu insanlar
başkalarının mallarını alıp Amerika'ya taşıdılar ve kendilerininmiş gibi
kullandılar.
1917'de
devrim gerçekleştiğinde, ulusal düzeyde zenginliğin yeniden dağılması mümkündü,
çünkü uluslar vardı. Şimdi, dünya çapında, toplumlar arası düzeyde bir ekonomi
planlaması açısından konuşursanız, önemli bir şey söylüyorsunuz: Bir ülkenin
dolandırılması gibi, insanlar da dolandırıldı. Basit onarım yeterli değildir,
çünkü insanlar sadece hammaddelerinden değil, aynı zamanda bu malzemelerin
yatırımından, teknolojik makineyi yaratan bir yatırımdan elde edilen servetten
de mahrum kaldılar. Dünya halkının kontrole sahip olması gerekecek - “X” süre
için sınırlı bir kontrol payı değil, sonsuza kadar tam kontrol.
Gerçek
bir enterkomünal ekonomiyi planlamak için dünyanın bağlantılı olduğunu
kabul etmemiz gerekecek. Ulusların bir süredir var olmadığını da kabul etmemiz
gerekecek. Bazı insanlar, kültürel farklılıklar nedeniyle ulusların hâlâ var
olduğunu iddia edecek. Tanım olarak, sadece pratik argüman için, kültür,
öğrenilmiş davranış kalıplarının bir toplamıdır. Burada, Amerika Birleşik
Devletleri'nde Siyah insanlar, Afrikalılar anavatandan tecavüze uğradılar ve
sonuç olarak Afrika değerlerimizin çoğunu tam anlamıyla kaybettik. Belki hâlâ
hayatta kalan bazı Afrikalılar var, ancak zamanın ve muazzam kitle iletişim
araçlarının bir beyin yıkama merkezi olarak işlev gören son derece teknolojik
toplumu tarafından elde edilen dönüşümü genel olarak görebilirsiniz. İktidar,
yeryüzüne bir ışın yansıtmak ve dünyaya aşılamak için uyduları fırlattı; bazı
kültürel farklılıklar olsa da, bu farklılıklar niteliksel değil nicelikseldir.
Diğer bir deyişle, teknoloji ve iktidar şu an olduğu gibi devam ederse, dünya
insanları Batı değerlerini benimsemeye koşullandırılacaktır. (Bence Japonya iyi
bir örnek.) İnsanlar arasındaki farklar çok azalıyor, ama bu gene yönetici
çevrenin çıkarına. Tarihin geriye döndürülebileceğine inanmıyorum. Dünya
gerçekten birbirine bu kadar bağlıysa, bunu kabul etmemiz ve insanların özgür
olabilmeleri için toplulukların kurumlarını kontrol etmeleri ve ürettikleri
teknolojik merkezde bir tür temsiliyetleri olması gerektiğini söylemeliyiz. Amerika
Birleşik Devletleri, dünyadaki soygunu sonlandırma için önce çaldıklarını iade
etmek zorunda kalacak. Meselenin servetin dünya genelinde dağıtılması olduğu
koşullarda sosyalizmden nasıl bahsedebiliriz, bilmiyorum. Sanırım Marx'ın
devlet-dışı hakkında konuşurken kastettiği buydu.
Bir
süre önce Alex Haley’in evindeydim ve bana geçmişini araştırmasından bahsetti.
Bu geçmişi Afrika’da bulan Haley, kısa bir süre sonra oraya döndüğünde paniğe
kapıldı. Köyü çok fazla değişmemişti ama oraya gittiğinde yolda yürürken,
sevdiği bir şeyi arabasında tutan yaşlı bir adam gördü. İngiliz yayın ağına
yerleştirilmiş küçük bir transistörlü radyoydu. Söylemeye çalıştığım şey, kitle
iletişim araçları ve ulaşımın gelişmesi, kendimizi uluslar olarak ayrı varlıklar
açısından düşünmemizi imkânsız kılıyor. San Francisco'dan buraya gelmenin
sadece beş saatimi aldığının farkında mısınız? Buradan Vietnam'a gitmek sadece
on saat sürüyor. İktidar artık savaşları bile kabul etmiyor; Bunlara “polis
eylemleri” diyorlar. Vietnam halkının isyanlarına “ülke içi karışıklık” diyorlar.
Demek istediğim, iktidarın yaptıklarının sonuçlarını anlaması ve kabul etmesi
gerektiğidir. Tek bir dünya olduğunu biliyorlar ama sömürü mantığına uygun
hareket etme konusunda kararlılar.
Kısa
bir süre önce Detroit'te topluluk kuşatma altındaydı ve şimdi Parti'nin on altı
üyesi hapishanede. Polis o topluluğu ve evi kuşattı ve Vietnam'da
kullandıkları aynı silahları kullandı (aslında iki tank toplandı). Aynı şey
Vietnam'da da oluyor çünkü orada da “polis” var. “Polis” her yerdedir, hepsi
aynı üniformayı giyer, aynı aletleri kullanır ve aynı amaca sahiptir: Kuzey
Amerika'daki muktedirlerin korunması. Dünyanın tek bir topluluk olduğu
doğrudur, ancak o gücünü yoğunlaştırıyor, bizi asıl rahatsız eden de budur. Biz
halkın iktidar olmasını istiyoruz.
Daha
önce de dile getirdiğim (ama konudan uzaklaştığım için derinleştiremediğim
husus şudur: “olumsuzlamanın olumsuzlanması” teorisi hâlen daha geçerlidir.
Bazı bilim insanları, Asya, Afrika ve Latin Amerika'da direnişin neden her
zaman kolektif bir toplum hedefi peşinden gittiğini merak ediyorlar. Kapitalist
ekonomiyi kurumsallaştırmıyor gibi görünüyorlar. Sanki feodalizmden kolektif
bir topluma atlıyor gibiler, bunun sebebini kimi insanlar hiç anlamıyorlar.
Neden tarihselci Marksizmi ya da tarihselci materyalizmi takip etmiyorlar?
Neden feodalizmden kapitalist bir tabanın gelişimine ve nihayet sosyalizme
geçmiyorlar? Geçmiyorlar çünkü bu mümkün değil. Harlem'deki Siyah topluluğunun
kapitalizmi geliştirememesi, Oakland veya San Francisco'daki Siyah topluluğunun
kapitalizmi geliştirememesi gibi, emperyalistler alanı çoktan önceden boşaltmış
oldukları için bunu yapmıyorlar. Zenginliği zaten merkezileştirdiler. Bu
nedenle, onlarla başa çıkmak için yapabileceğimiz tek şey, topluluğumuzu
özgürleştirmek ve sonra kolektif bir güç olarak onların üzerine yürümektir.
İnsanlarla
kanaatlerimiz konusunda uzun tartışmalar yürüttük. Bilinçli hâle gelmeden önce,
kendimize burada Kuzey Amerika'da dağınık bir koloni topluluğu diyorduk. İnsanlar
bütün gün ve bütün gece benimle tartıştılar, “Nasıl bir koloni olabilirsiniz?
Koloni olabilmek için bir ulusa sahip olmalısın ve sen bir ulus değilsin, bir
topluluksun. Dağınık bir topluluklar koleksiyonusunuz.” Kara Panter Partisi
değiştirmekten veya hatayı kabul etmekten utanmadığı için, bu akşam eleştiriyi
kabul etmek ve bu eleştirmenlerin kesinlikle haklı olduğunu söylemek istiyorum.
Kore halkın, Vietnam halkının ve Çin halkının bir topluluklar topluluğu
oluşturması gibi, biz de toplulukların bir topluluğuyuz - dağınık bir
topluluklar topluluğu, çünkü kendi üstyapımız yok. Sahip olduğumuz üstyapı, tüm
emeğimizin ürettiği Wall Street'in üst yapısıdır. Bu çarpık bir kolektiflik
biçimidir. Her şey toplandı ama sadece muktedirlerin çıkarına kullanıldı. Kara
Panter Partisi'nin Siyah kapitalizmi kınamasının ve yapabileceğimizin yalnızca
Vietnam'da değil burada, sadece Kamboçya'da ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde değil,
dünya toplumlarında da özgürleştirmek olduğunu söylemesinin nedeni budur. Tek
bir topluluk olarak birleşip sonra dünyayı insanların mutlu olacağı, savaşların
biteceği, devletin artık var olmayacağı ve komünizme sahip olacağımız bir yere
dönüştürmeliyiz. Ama bunu hemen yapamayız. Dönüşüm gerçekleştiğinde, yapısal
değişim yaşandığında, sonuç genellikle kültürel gecikmedir. İnsanlar üretim araçlarına
sahip olduktan sonra, muhtemelen doğrudan komünizme geçmeyeceğiz, ancak burjuva
düşüncesini silip atacağımız bir zamana kadar, ırkçılığı ve gerici düşünceyi söküp
atacağımız zamana kadar, Devrimci Enterkomünalizmle oyalanacağız. Bir köylü
toprağa bağlı olduğu için milletlerine bağlı değildir, ta ki insanlar akıl
sağlığına kavuşana ve bir tanrı yerine halka hizmet edecek “özünde insan” olan
bir kültür geliştirene kadar. Birbirimizle temastan kaçınamadığımız için,
birlikte uyum içinde çalışmamıza yardımcı olacak bir değer sistemi
geliştirmemiz gerekecek.
Huey Newton
18
Kasım 1970
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder