Çok
da uzun olmayan bir zaman önce, bugünkü Paris’in Montmartre tepesinin üstündeki
“mermerden düğün pastası” olarak da bilinen Sacré-Coeur bazilikasının civarı,
proleterlere, seks işçilerine, gündelik işçilere ev sahipliği yapan bir kenar
mahalleydi. Bu mahalle, aynı zamanda Karl Marx’ın gelecekte olacakların
habercisi olarak gördüğü Paris Komünü’nün de doğduğu yerdi. Yüz elli yıl önce,
tam da bu tepede halk, kendisini Prusya ordusunun kuşatmasına karşı korumak
için topladığı paralarla aldıkları topları konuşlandırmıştı. Fransız
hükûmetinin halkını silahsızlandırma girişimleri, işçi sınıfı mahallelerinde
direnişlere yol açmıştı. Hükümet Versay’a kaçmıştı; şehrin savunmasını, olağan
yaşamını ve yepyeni bir toplumsal yapının temellerini düzenlemek ise şehirdeki
aydınlara, işçilere ve gündelikçilere kalmıştı.
İşte
burada, 1871'in baharında insanlık, kendi kurtuluşuna yönelik dönüşü olmayan
bir adım attı. Parisli komünarların yaşadığı deneyimler, hem Enternasyonal’in
sözlerine, hem de Bolşeviklerin Rusya’da uyguladığı siyasi pratiğe yansıdı. Bu
olayların ibret ve ilham alınacak yönleri de, devlet sosyalistlerinin hâkimiyetini
meşrulaştırmak için kullanıldı. Paris Komünü’nün yirmi birinci yüzyılın siyasi
hareketi için de önem arz eden tarihinden dersler çıkarabilmek için önce bu
tarih süregelen önemi de göz önünde bulundurularak anlaşılmalı ve eleştirilmelidir.
Bu anlayışla, “komünarların göz önüne serdiği deneyimleri yeni bir açıdan
görebilmek ve bize iletmek istediklerini anlayabilmek oldukça önemlidir”
diyebiliriz.
Komün’ün Arka Planı
Paris
Komünü 18 Mart 1871'de kurulmuş olsa da kökenleri Fransa’dan başlayan bir
demokratik devrimler dalgasının tüm Avrupa’yı etkilediği; Viyana’da,
Varşova’da, Roma’da, Berlin’de insanların gösteriler için sokaklara döküldüğü
1848 senesine kadar dayandırılabilir.
Fransa’da
demokratik devrim, ülke genelinde fabrikaların kapanmasını protesto eden işçi
ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasıyla sona erdi ve birkaç ayda
yenildi. Buna karşın, o dönemin sokak çatışmaları, orta yolcu burjuva
partilerinden ayrı davranan bağımsız bir Fransız işçi hareketinin ortaya
çıkmasını sağladı ki bu hareketin oluşumu, 1871'de 72 günlük İşçi
Cumhuriyeti’nin kurulabilmesinin en önemli nedenlerindendir.
Ancak
bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra ülkenin denetimi askeri bir
diktatörlüğün eline geçti, bu diktatörlük, birkaç ay sonra dizginleri Üçüncü Napolyon’a
devredecekti. Marx’ın Fransa’da İç Savaş
kitabında belirttiği üzere, Napolyon Bonapart’ın yeğenine taç giydirilmesi,
kapitalist hegemonyanın bir zaferinden çok burjuvazinin güçlenen işçi sınıfı
hareketini bastırmak için otoriter bir rejimin kuruluşuna başvurmak zorunda
kaldığının deliliydi.
Öte
yandan, parçalanmış hâlde bulunan Almanya’da, Ren Nehri’nin doğusunda monarşist
güçler, devrimci çabaları bastırıp demokratik hareketi yenmeyi başarmışlardı. Demokratik
hareketin Alman ulusal birliği hedefine, sonrasında Prusya önderliğindeki
monarşistler tarafından el konulmuş, yeniden tanımlanmış ve kendi hedeflerine
uygun hale getirilmişti.
Prusya
tahtının güttüğü siyaset, hem monarşinin gücünü korumaya hem de Almanya’yı
birleştirmeye yönelikti. Özellikle Güney Almanya devletçiklerinin bu plan
dâhilinde Almanya’ya dahil edilmesi, haliyle birleşmiş ve güçlenmiş bir Almanya
görmek istemeyen Fransa’nın direnişiyle karşılaşmaya mahkûmdu. “Alman Birliği
Savaşları” denen mücadelelerde Prusyalılar önderliğindeki birliklerin zaferini takiben
Fransız ve Alman çıkarlarının arasındaki gerilim, bir kez daha iki ülke
politikasının da merkezinde yer edinmişti ve bundan sonra söz konusu gerilim azalmak
şöyle dursun giderek tırmandı. Gerilim, esasen hem yurt içinde hem de yurt
dışında etki alanlarını büyütmek isteyen ve dolayısıyla hâlihazırda keskin bir
ihtilaf içinde olan iki rakip gücün arasında yaşanıyordu. 1870 yazında Prusya
şansölyesi Otto von Bismarck, Prusya’daki Fransız büyükelçisi ve Prusya kralı
arasındaki görüşmenin ustaca çarpıtılmış bir kaydını (Ems Telgrafı) yayımlayarak
Paris’teki hükûmete savaş ilân ettirmeyi başardı, böylece savaşı başlatma
sorumluluğunu karşı tarafın üzerine attı.[1]
Kısa
bir zaman sonra, Ağustos ayında Fransa-Prusya savaşının ilk çatışmaları,
Fransızların Saarbrücken’a saldırmasıyla başladı. Birkaç gün sonra, Prusya
birlikleri Ren Nehri’ni aştı. Eylül’ün başına ise Fransa’nın savaşa hazır son
kara birliklerinin ve Üçüncü Napolyon’un esir alınmasıyla sonuçlanan Sedan
Savaşı damga vurdu. Bu ani yenilgi, İkinci Fransız İmparatorluğu’nun sonunu
getirmişti ama savaşın sonunu değil, Prusya birlikleri Paris’i ele geçirmek
için yürüyordu.
Sedan
Savaşı’ndaki yenilginin ardından hiçbir demokratik meşruiyeti olmamasına karşın,
Üçüncü Fransız Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi. İmparatorluk, siyasi ve
askeri yenilgilerinin doğal bir sonucu olarak gözden düşmüş olsa da
“Cumhuriyet” monarşiyi yıkmak için harekete geçmedi. Marx’a göre bu hükümetin
aldığı kararlar, “İmparatorluk’tan sadece Fransa’nın harabelerini değil işçi
sınıfı korkusunu da miras aldıklarını” gösteriyordu.
Paris
içinde ve çevresinde süregelen durum, özgür bir cumhuriyet kurmak isteyenler
için de umut verici değildi. 1870'in Ekim ayına girilirken Paris bütünüyle
kuşatma altındaydı, çevresi Prusya birlikleriyle çevrilmişti ve eyaletlerden
gelen askerlerle kuşatma hattını yarma girişimleri de başarısız olmuştu.
1871'in Ocak ayında Geçici Ulusal Savunma Yönetimi’nin dışişleri bakanı Jules
Favre, Versay’ın Aynalar Salonu’nda daha on gün önce kurulmuş olan yeni Alman
İmparatorluğu ile bir ateşkes imzaladı. Ateşkes anlaşması, yalnızca yeni
seçilmiş ulusal bir meclisin daha sonradan bir barış antlaşması imzalayıp bu
savaşı bitirebileceğini öngörüyordu. Meclis ilk olarak 12 Şubat’ta Bordo’da, hâlâ
Alman birliklerinin kuşatması altında olan başkentten çok çok uzakta toplandı
ve bir anayasal monarşi savunucusu olan Adolphe Thiers’i başkan olarak seçti.
Ateşkese aracılık eden Favre ise dışişleri bakanı olarak görevine devam etmekteydi.
Paris’te
ise hem bu yeni meclisin kuruluşu, hem de toplandığı yer aylarca başkenti
kuşatmaya karşı koruyanlar tarafından birer ihanet olarak görüldü. Mart’ın
başlarında Prusya birlikleri, Paris’ten çekilmeye ve yeni yönetim Paris’teki
Ulusal Muhafızları silahsızlandırmaya girişince bu hareketlere karşı direniş
güçlenmeye başladı, direniş 18 Mart 1871'de ise doruk noktasına ulaştı.
“Halkın Topları”: 18 Mart 1871
Paris’i
Almanlara karşı korumak için Eylül 1870'te Thiers hükümeti Ulusal Muhafızları
tekrar kurmuş ve işsiz erkekleri bu alaylarda silah altına almıştı. Bu olaylar,
ordunun demografik karakterinde bir değişime neden oldu. Ulusal Muhafızlar
subaylarını azlettiler, kendi aralarından yeni komutanlar seçtiler, hatta
kendilerine Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi adında yeni bir komuta merkezi
kurdular. Bu komite, Paris’te bir halk ordusunun kuruluşunun temellerini attı
ve çift başlılığı sağladı; bir yanda Fransız hükümeti, öteki yandaysa Ulusal
Muhafızlar duruyordu.
17
Mart akşamı Fransız hükümeti, kendi güçlerini arttırıp Muhafızlarınkini
azaltmak için Muhafızların ellerindeki toplara el koymaya karar verdi. Bu plana
uygun olarak Fransız hükumeti Merkez Komite’yi kötüleyen ve genç Fransız Üçüncü
Cumhuriyeti’ne bir tehdit olarak gösteren bir demeç yayınladı. Sadece bu demece
güvenmek istemedikleri için de 18 Mart sabahı birliklerine Paris’e yürüyüp
Ulusal Muhafızlara beklenmedik bir hücum düzenlemelerini ve hükümet cephanesi
için top bataryalarını ele geçirmelerini emrettiler. Sabah olduğunda mahallelerdeki
insanlar uyanmaya ve önlerindeki sokakta neler olduğuna şahit olmaya
başladılar. Olaylara tanık olan biri şöyle yazıyor: “Diğer büyük olaylardaki
gibi kadınlar en öndeydiler. 18 Mart’ta orada olan kadınlar… kocalarını
beklemediler. Mitralyözlerin etrafını çevirdiler ve bağırdılar: ‘Ne yapıyorsunuz?
Yazıklar olsun size!’ Askerler cevap vermedi.” Zaman geçtikçe büyük Ulusal
Muhafız birlikleri alana geldi. Montmartre Tepesi’nin üstünde General Lecomte
hükümet askerlerine oradaki kadınlara ve erkeklere ateş açmalarını emretti.
Askerlerse emirleri dinlemek yerine Ulusal Muhafızlara katıldılar ve General’i
tutukladılar. Kentin öteki bölgelerinde de Ulusal Muhafızlar ve yerel halk
topların ele geçirilmesini önledi. Böylece o sabah Paris halkı saldırıyı
savuşturdu, neredeyse tüm topları korudu ve binlerce fazladan silah elde etmiş
oldu.
Topları
ele geçirmeyi başaramayan ve işçilerin azmi karşısında şaşkınlığa uğrayan Thiers,
kendisine sadık birliklerle ve hükümetiyle başkentteki kampını terk edip
Versay’a gitmeye karar verdi. Şehirden böyle kolayca kaçabilmelerinin sebebi,
hükümet güçlerinden yeni bir saldırı bekleyen Ulusal Muhafız birliklerinin,
mahallelerindeki savunmaya elverişli noktalarda kurdukları barikatlarda
konuşlanmış ve düşmanla karşılaşmamaya çabalamış olmalarıydı.
O
akşam Paris üzerinde güneş batarken Fransız başkentinin denetimi sokaklara
aitti. Bu koşullarda Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi geçici bir hükümet
kurmaya karar verdi. Paris halkının ekseriyeti, kentlerinde yaşanan değişimi
ertesi sabah Merkez Komitesi Belediye Sarayı’nı ele geçirip kızıl bayrağı
dalgalandırınca ve halka ilk beyannameleriyle seslenince öğrendi.
“Siz bizi Paris’in
savunması ve haklarınızın korunması için görevlendirdiniz.
Sizin cömert cesaretiniz
ve hayranlık duyulası sükûnetiniz sayesinde bu görevi yerine getirdik, bize
ihanet eden hükumeti kovduk.
Artık bize verdiğiniz vekâletin
süresi doldu ve biz de buna razıyız, dolayısıyla devrimci rüzgârın henüz yeni
devirdiklerinin yerini almaya hevesli değiliz.
O yüzden Komün seçimlerini
hazırlayıp düzenleyin ve bize istediğimiz yegâne ödülü verin, gerçek bir
cumhuriyeti kurmanızı görmemizi sağlayın.
Bu süre boyunca, halk
adına Belediye Sarayı’nda bulunuyor olacağız.”
Komün’ün Sosyal Demokrasisi
Geçici
hükümetin ilk hareketi, Komün Konseyi’ni kimin oluşturacağını belirleyecek
seçimler için bir çağrı yayınlamak oldu. Bir gün önce yapılmış olan devrim,
“istilalar ve iç savaşlar çağına kalıcı bir son getirecek” Fransız
Cumhuriyeti’nin temellerini atacaktı. Ayrıca Merkez Komite kendisini, Paris’i
korumuş olan ve şimdi de idaresini konsey seçimleri yoluyla halkına geri iade
edecek olan bir güç olarak görüyordu.
Seçim
bunun üzerinden on gün geçmeden 26 Mart’ta yapıldı ve yalnızca iki gün sonra
Paris Komünü resmen oluşmuştu. O kadar kısa bir sürede alelacele seçim yapması
sebebiyle ilk birkaç gün Komün’ün asıl siyasi programı yönünde kısıtlı tartışmalar
yaşandı. O sebeple, kendisi de bir komünar olan Prosper Lissagaray’a göre oylar,
genel olarak adayların tanınırlığına göre verilmişti. Dolayısıyla Komün Konseyi,
Jakobenlerden, sosyalistlerden, anarşistlerden, romantiklerden ve Üçüncü
Napolyon’a karşı oluşan burjuva muhalefetin üyelerinden oluşan çok renkli bir
yapı olarak biçimlendi. Yani komünün içinde 1789'daki burjuva devriminden ilham
alan güçlü grupların yanı sıra ön-sosyalistler, anarşistler ve Marksistler de
vardı. Bu çeşitlilik, komünün kurulmasından önceki yüzyılın sınıf mücadelesinin
içindeki çeşitli siyasal konumları yansıtıyordu.[2]
Versay’dan
yayılan düşmanlığın yanı sıra işçi bölgelerinin net ve özel konuları hedef alan
taleplerine bağlı olarak Konsey’in yalnızca ilk toplantısında bir şehir
meclisinden, yüksek bir rol almak isteyen bir komite yapısının parçası olmak
istemeyen on altı seçilmiş temsilci istifa etti. Bu çekilmeler ve 16 Nisan’daki
ikincil seçimler, Komün’ün içindeki sosyalist ajandanın güçlenmesini sağladı.
Buna rağmen konsey, çeşitli ideolojik pozisyonlardan insanlar tarafından
şekillendirilen bir oluşum olarak kaldı ve bu durum bazı tartışmalara neden
oldu. Dolayısıyla Komün’ün pek çok konuyla ilgili konumu ve siyaseti muğlak
kaldı.
Ancak
aynı zamanda Paris’in yeni kurulmuş düzenini korumak için harcanan toplu
çabanın kolektif doğası Komün’ün güçlü yanlarından biriydi. Bu noktada Komün
Konseyi konusunda değerlendirmeler, Konsey’in iki aydan kısa bir süre (28
Mart’tan 25 Mayıs’a kadar) varlığını koruduğu dikkate alındığı takdirde,
üyelerinin politik ajandalarını gerçekleştirmek için oldukça kısıtlı bir zamana
sahip olduğu gerçeğini asla göz ardı etmemelidir.
2
Nisan’da hükumet güçleri, Versay’dan başkente bir saldırı düzenleyerek Komün’ü
savaşa zorladı. Durumun acilliğine rağmen Komün Konseyi, güçlü toplumsal
değişimleri sağlayabilecek bazı önemli kararlar vermeyi başarabildi. Aşağıdaki siyasi
adımlara özellikle değinmek gerekir:
- Ekim 1870'ten Nisan 1871'e kadar kira muafiyeti;
- Yurttaşların kuşatma sırasında bağışladıkları mülklerin
satılmasına dair yasak;
- Düzenli ordunun dağıtılması ve bunun yerine
halkın silahlandırılması;
- Ücretsiz eğitim;
- Memur maaşlarının ortalama işçi maaşını
yansıtacak şekilde düzenlenmesi;
- Terk edilmiş fabrikaların işçi kooperatifleri
tarafından işletilmesi;
- Kimsenin yaşamadığı evlere el konulup bunların
insanlara paylaştırılması;
- Para ve maaşa el koyma cezalarının yasaklanması;
- Fırıncı çıraklarını geceleri çalıştırılmasına
yasak getirilmesi;
-
Ekmek fiyatlarının sabitlenmesi.
Bu
kararlar, özellikle Paris’teki yaşam şartlarına bir tepki olarak alınmıştı.
Ancak bu acil gereksinimleri karşılamanın ötesinde bu kararların işçiler ve
zanaatkârlar tarafından şekillendirilmiş ve onların çıkarlarını önde tutan sosyal
bir cumhuriyete giden yolu açması tasarlanıyordu.
Hepsinden
önemlisi de Konsey’in attığı devrimci adımların büyük bir kısmını kentin
yapısının demokratikleştirmeye yönelik olarak alınan kararların teşkil ediyor
olmasıydı. Bu kararlar, temsilcilerin ve memurların maaşlarını sınırlamayı ve
kamu personelinin herhangi bir zamanda azledilip yerine başka birinin
seçilebileceği sözünü içeriyordu. Tabii Komün’ün nasıl kuşatma ve savaş
koşulları altında çalıştığını düşününce bu kararların kimileri “taslak yasalar
ya da gelecek için dile getirilmiş niyetlerden” öteye geçemedi.[3] Ancak aynı
zamanda bir toplumun nasıl açıkça demokratik ilkeler etrafında, mümkün
olduğunca çok insanın yaşadıkları toplumun şartlarını değiştirebileceği biçimde
düzenlenebileceğini göstermiş oldular. Bu açıdan Paris Komünü’nün verdiği en
önemli karar, bizzat var olmasına yol açandı.
Komün’ün Kadınları
Komün’ün
politik pratiğinin büyük kısmı hepsi de Komün Konseyi üzerinde büyük etki
sahibi olan sayılı siyasi kulüpler, bölge komiteleri ve Ulusal Muhafız
birlikleri tarafından ama bunun yanı sıra da Komün’ün şekillendirilmesinde ve
korunmasında aktif rol alan, toplumsal yaşama eşit düzeyde katılma savaşımı
veren Paris kadınlarının kurduğu örgütler tarafından belirleniyordu.[4]
Ünlü
komünar Louise Michel hatıratında Komün’ün günlük hayatını tasvir ediyordu.
Onun yazıları aynı zamanda, kendi deyimiyle, “erkeklerden bunun her şart
altında böyle olacağını ispat edecek kadar daha becerikli olan, içten içe
sallantılar yaşasalar da dışarıya durgun gözüken, bu durum kalplerini
kanatmasına rağmen ısrarla kendilerine ya da başkalarına yönelik nefret, öfke ve
olumlu ayrımdan yoksun” Komün kadınları için bir zafer türküsüydü.[5] Michel,
kentin düşmanları kadınların içinde erkeklerin içinde olduğu kadar işbirlikçi
bulabilse Paris’i ele geçirmenin çok daha kolay olacağına inanıyordu.
Michel’in
betimlemeleri bile kentin kadınlarının Komün’ün biçimlendirilmesinde ve
korunmasında oynadığı büyük rolü yeteri kadar vurgulayamamıştır. Bu rolün bu
kadar büyük olmasının en önemli nedenlerinden biri, genelde kadınların üstüne
düşen kaynak tedariki görevlerinin Prusya kuşatması altında gündelik yaşamın
sürdürülmesi için devasa önem sahibi olmasıydı. Bu durum da yerel topluluklarda
daha sonra Paris kadınlarının politize olmasını sağlayacak noktalar olan kadın
örgütlerinin kurulmasına yol açmıştı. Başka bir deyişle kentin kadınları,
savaşın zorluklarından doğrudan etkilenmekle beraber, komünün yasalarından da epey
istifade etmişlerdi. O yüzden onların süregiden siyasal projeye olan
bağlılıkları, soyut teorik düşüncelerden ziyade kendi somut sıkıntılarından
kaynaklanmıştı.
Bu
süreçte bilhassa Montmartre Tepesi’nde yaşayan, mücadele eden kadınlar belirli
bir üne kavuşmuşlardı. Bunun en büyük sebebi ise kendilerinin hazırlayıp
politik kulüplerde sundukları kadın haklarına dair konuşmalardı. Bunun yanı
sıra gündelik işlerle ve Komün savunmasıyla da ilgileniyorlardı, üstelik bu
işlerdeki aksaklıkları da büyük bir şevkle eleştiriyorlardı. Örneğin Ulusal
Muhafızların üst düzeylerinin kadınları sağlıkçı veya asker olarak savaş
alanlarına sokmama kararı, kadınlar arasında sert bir muhalefetle
karşılanmıştı. Haklı olarak bu durumu ayrımcılık ve Komün ilkelerine ihanet,
dolayısıyla tüm tasarıları tehlikeye düşüren bir davranış ilan etmişlerdi.[6]
Çeşitli
iç sorunlarda aldıkları konumlardan bağımsız olarak Komün’ün kadınları, bütün
Paris’te ve ötesinde dayanışmaya ve cinsiyet eşitliğine dayanan bir Komün
düzeninin hayata geçmesi için çabalamışlardı. Komün’ün saflarında bu amacı
tartıştılar ve bu amaç için canlarını verdiler. Onların işleri elbette kadın
komünarları şirretlikle itham edip gözden düşürmeye çalışan eski düzenin savunucularını
rahatsız etmişti. Ama erkek komünarların bir kısmı da bu güçlü kadınların
toplumun kurulu cinsiyet rollerini sallamalarından rahatsız olmuştu, bu
rahatsızlık, kadınlara Komün seçimlerinde oy hakkı verilmemesine de yansımıştı.
Paris Komünü’ndeki kadınların git gide artan etkinliği ve görünürlüğü kadın
özgürleşmesi için önemli bir adımdı. Erkek komünarlar kadınları ortak
davalarında yoldaşları olarak kabul etmeyi, kadın komünarlar ise toplumun
onları sınırlayan cinsiyete dair klişeleri aşmayı öğrenmek durumunda kalmıştı.
Bütün
olarak bakınca şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Paris Komünü, Fransız
cumhuriyetçi hareketinin içindeki çeşitli grupları içeren ortak bir duruştu, bu
gruplardan en büyüğü olmasa da biri de sosyalist işçi hareketiydi. Komün Konseyi’ndeki
en çok temsil edilen grup, kendisini 1789'da faal olan grupların devamı olarak
gören erkeklerdi. Bu durum doğal olarak, Paris’te kararların acilen verilmesine
ilişkin gerçeklik dikkate alındığında, şiddetle patlayan krizlere yol açmıştı.
Her şeye rağmen Komün’ün en güçlü yanlarından biri, bu krizlerin asla
komünarları ortak hedeflerinden, sosyal ve demokratik bir cumhuriyetin
kurulması hedefinden uzaklaştıracak düzeye gelmemiş olmasıydı.[7] Paris’teki
çeşitli devrimci güçleri birbirine bağlayan bu temel ortaklık bağlamında
geleneksel siyasi kavramların dayanıklılığı toplumsal gerçeklik içerisinde sınanma
imkânı buldu ve bu kavramlar gerektiğinde değiştirilebilmiş ya da kenara
atılabilmişti, yine bu bağlamda kapitalizmi yıkıp dayanışma üzerine kurulu bir
toplum kurabilecek bir çerçeve oluşturan yeni siyasi fikirler ortaya çıkarılmıştı.
Komünün Yıkılışı
2
Nisan’da hükümet Paris’e saldırmaya başladığında Komün, kendisini bütün
Fransa’dan Paris’e getirilmiş yeni birliklere ve Almanların yeni serbest
bıraktığı tutsak düşmüş askerlere karşı her gün savunmak zorunda kalmıştı. Ağır
bir savaş ortamı süresince Paris çevresindeki yerleşim yerlerinin, binaların ve
savunma yapılarının denetimi pek çok kez el değiştirmişti. Ancak 21 Nisan’da
Versay birlikleri Paris’e doğru nihai bir hücum başlattı. Haftalar süren ağır
top bombardımanından dolayı kentin etrafındaki savunma noktaları boştu ve
Komün’ün düşmanları kente girerken neredeyse hiç direnişle karşılaşmadı. Bu
istiladan sonra kalan komünar birlikleri mahallelerindeki barikatlarda siper
aldılar ve Versay birliklerinin ilerlemesine ellerinden gelen en sert biçimde
direndiler. Bu direniş biçimi, çoğu Ulusal Muhafız’ın kendi mahallelerini ve
ailelerini düşman saldırısından koruması şeklinde gerçekleşse de aynı zamanda
Komün’ün koordinasyon içerisinde hareket eden bir liderliğe sahip olmadığının
deliliydi.
Bundan
sonraki yedi günde Versay birlikleri Paris’i istila etti. Siperlerindeki
komünarlarla sokak sokak, barikat barikat çarpıştılar. Her ele geçirdikleri
komünar pozisyonunda ölüm mangaları hayatta kalan komünarları tek tek katletti.
Komünar Prosper Lissagaray, Versay ordusunun istilasını birkaç saat içerisinde
boyutu Aziz Bartalmay Yortusu’ndakini aşan bir katliam olarak tanımlıyordu. Bir
hafta sonra 28 Mayıs’ta komüne ait bir top son kez bir atış yaptı. “Çifte
doldurulmuş top mermisi korkunç bir gürültüyle Paris Komünü’nün son nefesini
verdi. Mayıs günlerinin son barikatı Ramponeau caddesindeydi. Burayı on beş
dakika boyunca tek bir cumhuriyetçi tuttu. Saat on bir olduğunda her şey
bitmişti.”
29
Mayıs’ta Adolphe Thiers, Paris’te tekrar asayişin sağlandığını duyurdu. Ama
komünar direnişinin bitmesi katliamları bitirmemişti. Haziran’ın ortasına kadar
yenik komünarların idam edilmesi her gün görülebilecek bir olaydı. Bütün bunlar
olurken, Tanık Lissagaray’ın anlattığı üzere, zengin Parisliler denetimlerini
“şehirlerine” tekrar kurma fırsatını bulmuştu.
“Perşembe’den beri bu
aşırı nazik kitle esirleri takip ediyor, jandarmalara tezahürat yapıyor, kanla
kaplı arabaları görür görmez alkışlamaya başlıyordu. Siviller zalimlikte
askerleri geçmeye kararlıydı. Zarif ve neşeli kadınlar seyir gezisine çıkmış
gibi cesetlerin arasında dolanıyor ve şanlı ölülere bakarak keyifleniyorlardı.”
Bu
katliamda tam olarak kaç kişinin öldüğü, ölülerin pek çoğu alelacele gömüldüğü
ya da yakıldığı için bilinmiyor. Ancak Mayıs ayındaki “kanlı haftada” en az otuz
bin komünarın öldürüldüğü açıktır.
Fransız
devletinin Komün’e karşı tavrından bahsederken kitlesel idamlar bittikten sonra
bile dokuz bin komünarın hapse ya da sürgüne gönderildiğini söylemek gerekir.
Fransa’nın Atlantik kıyısındaki kalelerde ve özellikle “kansız giyotin” olarak
bilinen Yeni Kaledonya kolonisinde çok büyük sayıda komünar direnişi üyesi
öldürüldü, ta ki 1880'de sağ kalanların ülkeye dönmesine izin veren bir karar
çıkarılana kadar.
Bu
izin onların affedildiği anlamına gelmiyordu. Komünarların aldığı cezalar hâlâ
yasal olarak geçerliydi ve Fransız otoriteleri bugüne kadar bile bu cezaları
geri çekmedi, komünarlar hâlâ politik suçlular sayılıyorlardı. Burada amaç açıktı:
Paris Komünü’nün meşruiyetine saldırmak. Bu açıdan 1881'de, devrimin onuncu
yılında bir anma olarak Alman Der
Sozialdemokrat dergisinde yayınlanan bu olaylara dair yazılar bugün de
eskisi kadar geçerlidir. İki dünyayı ayıran bir kan denizi vardır. Bir
tarafında daha farklı, daha iyi bir dünya için mücadele edenler; öbür tarafındaysa
eski düzeni korumak için uğraşanlar.[8]
Komün Hâlen Daha Geçerli
Paris’te
Komün’ü savunmak için süren savaş hâlâ devam ederken August Babel, Alman
radikal sosyal demokratlarından direnişçilere dayanışma mesajı göndermişti. O
günlerde Alman meclisinde “tüm Avrupa işçi sınıfının ve hâlâ bağımsızlık ve özgürlüğün önemine inanan
herkesin” gözünün Paris’te olduğunu duyurmuştu. Babel, Paris Komünü’nü tüm
yüreğiyle destekliyordu ve “Avrupa’nın tarihindeki en önemli olayların
gelecekte yaşanacak olanlar olduğunu, birkaç on yıl sonra Parislilerin
“Saraylarla savaş, kulübelerle barış, kahrolsun uyuşukluk ve yoksulluk!”
sloganının tüm Avrupa işçilerinin sloganı olacağını söylüyordu.[9] Komün,
Avrupa’nın diğer pek çok kısmında da benzer şekilde olumlu tepkiler almıştı.
Ama
sosyal demokrat hareket sırtını zaman içerisinde devrimci kökenlerine döndükçe,
komün anmaları da geri plana düştü. Buna karşın Ekim Devrimi’yle Rusya’da
ortaya çıkan komünist hareket, Paris Komünü’nü tarihinin bir parçası olarak
gördü ve onun anısını hep hayatta tutmaya çalıştı. Yaygın bir söylentiye göre
Vladimir Lenin, Bolşevik devriminin yetmiş üçüncü gününde Paris Komünü’nün
ömrünü aşmanın sevinciyle kar üstünde dans etmişti. Nitekim aynı zamanda Ekim
Devrimi ve yol açtığı sonuçlar, dünya sahnesine yeni ve görünüşte daha başarılı
bir sosyalist modelin doğmasını sağladı, dünya genelinde komünistler odak
noktasını Komün’den “Kızıl Ekim’e” kaydırdı.
Avrupa’da
devlet sosyalizminin çöküşünün ardından kapitalist toplumsal ilişkileri
devrimle yıkmaya yönelik önceki hareketlerin değeri pek bilinmemiştir.
Komünistlerin Paris Komünü’nden aldığı en büyük derslerden biri, komünarların
yaptığı gibi gücü ve kuvveti hafife almamaktı. Ancak bu kez de bunun
karşısındaki hatayı yaptılar, tamamen gücü ellerinde tutmaya odaklandılar.
Sovyet
örneğinden ders alarak şunu diyebiliriz ki bugün sosyalizmi kuracak olursak bu,
ancak halkın demokratik katılımıyla mümkün olacaktır. Demokratik yapılar ve
denetim yolları, ancak karar alma mekanizmasının meşruiyeti en temel anlamda demokratik
süreçlere dayanırsa başarılı olabilir. Bu süreçlerin bir örneği 1871'de
komünarların yaptığı gibi kamu görevlilerini seçimlere bağlamaktır.[10]
Dolayısıyla dayanışmaya ve sosyalist ilkelere dayanan bir toplum kurmaya
yönelik her girişim, illaki Paris komünarlarının deneyimlerini bilince
çıkartmak zorunda kalacaktır. Onların amacı, “sosyal ve demokratik bir
cumhuriyet kurmak”tı, bugün bu amaç, hâlâ daha gerçekleştirilmeyi bekliyor.
Florian Grams
Kaynak
Dipnotlar
[1] Bu konuda Rosa Luxemburg Tarih
grubunun Eylül 2020’de hazırladığı “Von Bismarck zum Treuhandtechno” başlıklı
dijital ses dosyasının ikinci kısmına bakılabilir: Soundcloud.
[2] Bu
konuya dair derinlikli bir tartışma için bkz.: Grams, Florian: Die Pariser Kommune – Basiswissen. 3.
Baskı. Köln 2021, s. 45 ve sonrası.
[3] Haupt, Heinz-Gerhard ve Hausen,
Karin, Die Pariser Kommune – Erfolg und
Scheitern einer Revolution. Frankfurt/M. 1979, s. 172.
[4] Bkz.: Hartmann, Detlef ve
Wimmer, Christopher, Die Kommunen vor der
Kommune 1870/71. Hamburg 2021, s. 121.
[5] Michel, Louise, Memoiren – Erinnerungen einer Kommunardin.
Münster 2017, s. 135.
[6] Bkz.: Schrupp, Antje, Nicht Marxistin und auch nicht Anarchistin –
Frauen in der Ersten Internationale. Frankfurt/M. 1999, s. 177.
[7] Bkz.: ‘Erklärung der Minorität
des Kommune-Rats vom 15. Mai 1871’, aktaran: Swoboda, Die Pariser Kommune, a.g.e.,
s. 243.
[8] Bkz.: ‘Gedenktage des Proletariats:
Die blutige Maiwoche’, Der Sozialdemokrat,
Sayı 21, 22 Mayıs 1881, s.1.
[9] Bebel, August, ‘Die Pariser
Kommune – Vorpostengefecht des europäischen Proletariats’. 25 Mayıs 1871’de
Alsak-Loren’in ilhakına muhalefet ettiği meclis konuşmasından, Ausgewählte Reden und Schriften Bd. 1:
1863-1878. Berlin, 1970, s. 150.
[10] Bkz.: Sohn, Manfred, Der dritte Anlauf – Alle Macht den Räten. Köln, 2012, s. 110.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder