Jaurès,
Üçüncü Cumhuriyet’in en yüce, en asil ve en onurlu simasıdır. Burjuva bir
ailenin içinde yetişmiş olan Jaurès, siyaset ve parlamento sahasında ününü
radikal hareket saflarında yürüttüğü faaliyetlere borçludur.
Gelgelelim
Jaurès, bir süre sonra burjuva partilerindeki ideolojik ve ahlakî ortamdan
rahatsız oldu. Sosyalizmdeki o sağlam, baş eğmez ve kavgacı ruha karşı
koyamadı. Proletarya saflarına katılan Jaurès, başlarda işbirlikçi bir tutum
sergiledi. Onun kanaatine göre sosyalistler, burjuva soluyla işbirliği
seçeneğini programlarının dışında tutmamalılardı.
Ne
var ki bu tez, İkinci Enternasyonal’in Amsterdam Kongresi’nde sosyalist
liderlerce redde tabi tutuldu. Jaurès, bu karara onay vermek zorunda kaldı.
Leon
Trostkiy, bu büyük hatibin şahsiyetiyle ilgili makalesinde şunları yazıyordu:
“Jaurès, partiye zaten
kemale ermiş bir insan olarak girdi. Partiye katıldığında tüm eksiklerini
gidermiş, idealist bir felsefeye sahipti. Ama bu, atletik bir yapıya sahip
olduğu için güçlü olan boynunu parti disiplini karşısında eğmesine mani olmadı.
Jaurès, komuta etmek kadar boyun eğmeyi de bildiğini birçok kez gösterdi.”
Jaurès,
Fransız sosyalizminin meclis denilen savaş sahasında girdiği muharebelere
komutanlık etti. Uç konumda bulunan proleter solun teorisyenleri ve
ajitatörleri, ondaki bu parlamentarizme ve demokratizme karşı çıktılar.
George
Sorel ve sendikalistler, Jaurès’in pratiğini Marksizmin devrimci ruhunun
deforme edilmesi olarak görüp eleştirdiler. Ne var ki savaş öncesi dönemde
birçok kez dile getirildiği biçimiyle, işçi hareketi, ilhamını Marx’tan değil,
Lassalle’dan alıyordu. İşçi hareketi, o dönemde devrimci değil, reformistti.
Neticede sosyalizm, demokrasi içerisinde gelişme kaydetmişti. Dolayısıyla onun
demokratik zihniyetin nüfuzundan kurtulması pek mümkün değildi.
Bu
bağlamda sosyalist liderler, kitlelere hemen atılabilecek somut adımlardan
oluşan programlar önerdiler ve bu programları, kitleleri sosyalizm safına
katmak ve eğitmek için kullanılabilecek yegâne araç olarak gördüler. Sosyalist
liderlerin büyük bir kısmı, söz konusu çalışma dâhilinde devrimci enerjilerini
tümüyle yitirdiler. Pratik, teoriyi boğdu.
Fakat
şunu söylemek lâzım: Jaurès, bu evcilleştirilmiş devrimcilerle
karıştırılmamalı. Onun gibi güçlü bir şahsiyetin demokratik ortamın kendisini
yozlaştırmasına, takatten düşürmesine izin vermesi mümkün değildi. O, kendi
döneminin sosyalizmi kadar reformistti, ama her zaman reformist çalışmalarını
devrimci bir hedef doğrultusunda yürüttü.
Jaurès,
kendisindeki o muazzam zekâyı, zengin kültürü ve baş eğmez iradeyi toplumsal
devrimin hizmetine sundu. Ömrünü mütevazı bir davaya adadı. Jaurès, tüm
kariyeri boyunca kitap, gazete, meclis, miting gibi düşüncesini aktarabileceği
tüm imkânları ajitasyon için kullandı. Bugün Komünist Partisi’ne ait olan L'Humanité
gazetesini o kurdu ve yönetti. Toplumsal ve tarihsel eleştiriyle yüklü
ciltlerce kitap kaleme aldı. Bazı akademisyenlerle birlikte sosyalizmin ve
tarihsel köklerinin anlatıldığı Fransız Devrimi’nin Sosyalist Tarihi isimli
o muazzam eseri yazdı.
Sekiz
ciltlik bu eserde Jaurès ve arkadaşları, Fransız Devrimi’ni ve yaşanan olayları
sosyalist bir bakış açısıyla ele aldılar. Devrimi, manevi boyutunu göz ardı
etmeden veya kenara itmeden, toplumsal ve ekonomik bir olgu olarak incelediler.
Jaurès,
tüm hayatında olduğu gibi bu eserde de idealist tutumu ve konumu muhafaza eder.
O, soğuk ve dogmatik materyalizme karşıdır. Jaurès’in eleştirileri, 1789
devrimine yeni bir ışık tutar. Bahsi edilen eserde Fransız Devrimi net bir
çerçeveye kavuşur.
Eserde
dile getirildiği biçimiyle Fransız Devrimi burjuvazinin devrimidir,
proletaryanın devrimi olamaz. Çünkü o günlerde proletarya, örgütlü ve bilinçli
bir sınıf değildir. Proleterler ve burjuvalar, halk içerisinde iç içe
geçmişlerdir. Proleterler, sınıfsal bir ideolojiden de liderlikten de
mahrumdurlar. Buna karşın devrimin en ateşli günlerinde insanlar zenginlerden
ve fakirlerden bahsetmektedirler. Jakobenler ve Baböfçüler, pleblerin
haklarının verilmesini istemektedirler.
Birçok
açıdan devrim, baldırıçıplakların hareketidir. Devrim sırtını, kendisini
belirli bir toplumsal kategori olarak ortaya koymayı bilmiş olan köylülere
yaslamıştır. Şehirlerde yaşayan proletarya ise küçük burjuva anlayışın hâkim
olduğu zanaatkârlar tarafından temsil edilmiştir. Ortalıkta henüz büyük
fabrikalar yoktur. Dolayısıyla sosyalist devrim için gerekli araç eksiktir.
Ayrıca sosyalizm, henüz yöntemini de belirlemiş değildir. Kafası karışık farklı
soyut ütopyaların oluşturduğu bulutsu bir yapıdır. Filizlenmesi, olgunlaşması
ancak kapitalizmin geliştiği dönemde mümkün olabilecektir. Burjuva düzeninin
feodal düzen denilen rahim içerisinde döllenmesinde olduğu gibi burjuva düzeni
de proleter düzene rahim olarak hizmet edecektir. Neticede Fransız Devrimi, ilk
komünist öğreti olarak Baböfçülüğün ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu
anlamda Fransız Devrimi’ne proletaryanın maddi ve manevi varlığı arasına ayrım
yapan Jaurès, Fransız sosyalizminin sözcüsü olarak, ütopyacı değilse bile
idealist bir tutum sergilemektedir. Bu idealizmin sebeplerini, onun aldığı
eğitimde, mizacında ve psikolojisinde aramak gerekir. Şematik ve duygudan
arınmış bir materyalist sosyalizmin onun zihniyetini kabul etmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla Jaurès, Marksistlerle kısmi bir çelişki içerisindedir.
Onun demokrasi fikrine samimiyetle gösterdiği bağlılık, Marksizmle çelişir.
Trotskiy,
Jaurès konusunda oldukça yerinde bir tanım sunmaktadır:
“Jaurès, siyaset
arenasına, sağla geleneklerden mahrum olan, henüz on beş yaşlarında bulunan,
güçlü düşmanlarla boğuşmak zorunda kalmış Üçüncü Cumhuriyet’in en karanlık
döneminde giriş yapmıştır. Dolayısıyla Jaurès cumhuriyeti, cumhuriyetin
muhafaza edilmesi ve arındırılması için verilecek kavgayı fikirlerinin temeli
olarak görmüş, tüm eylemine bu kavga ilham vermiştir. Bu sebeple cumhuriyet
için gerekli olan en geniş kitle tabanını oluşturmayı görev bilmiş, cumhuriyeti
halka taşımak, böylece cumhuriyetçi devleti sosyalist ekonominin bir aracı
kılmak istemiştir. Jaurès’e göre sosyalizm, cumhuriyetin pekiştirilip
güçlendirilmesi, o cumhuriyetin tamama ve nihayete erdirilmesi için
kullanılabilecek yegâne araçtır. O idealist senteze dönük hiç bitmeyen arzusu dâhilinde
Jaurès, ilk döneminde sosyalizmi benimsemeye hazır olan bir demokrattır, son
döneminde ise o, tüm demokrasinin sorumluluğunu üstüne almış bir sosyalisttir.”
Jaurès’in
suikast sonucu katledilmesi, Fransız sosyalizminin tarihinde bir dönemi sona
erdirdi. Demokrasi ve parlamento yanlısı sosyalizm büyük liderini yitirdi.
Sonrasında patlak veren savaş ve bu savaşı takip eden kriz dönemi, parlamento
denilen yöntemi hükümsüz ve itibarsız kıldı. Jaurès ile birlikte sosyalizmin
tüm bir dönemi, o dönemde ulaştığı aşama sona erdi.
Savaş
süresince Jaurès, mücadeledeki yerini terk etmedi. Son anına kadar tüm gücüyle
barış davası için çalıştı. O kibar, ama düşmanlarını suçlayan sesini ancak ölüm
susturabildi.
Yaşanan
trajedinin ilk kurbanı olmak, Jaurès’e düştü. Fransız Aksiyonu denilen sağcı
gücü ve gerici basını kuşanmış olan yoz milliyetçilik, Üçüncü Cumhuriyet’in en
güzel insanını yere serdi. Sonrasında katilini suçsuz çıkartarak Üçüncü
Cumhuriyet, kendi evladını reddettiğini ortaya koymuş oldu.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder