SİP’in sahibi ve yazı işleri müdürü, 28 Şubat’ı takip eden günlerde bir gece yarısı telefon alır. Arayan, yüksek rütbeli bir subaydır. Telefondaki kişi, “yakında darbe olabilir, önlemlerinizi alın” der.
Partinin patronu, hemen parti merkezine gider. Kapıyı nöbetçi açmayınca birinci
kattaki büronun balkonuna tırmanır, içeri girer, bilgisayar kasasını, evrakları
alıp çıkar. Sonra bu olayı il il gezip parti üyelerine anlatır. Aslında patron,
bir yoklama yapmakta, insanların gece yarısı yüksek rütbeli bir subaydan gelen
yardıma ne tepki vereceğini görmek istemektedir. Bakar ki kimse ses etmiyor,
parti tümüyle istenilen çizgiye sokulur. Neticede parti, gerekli izni ve
icazeti ilgili yerlerden almıştır.
SİP, ilk vitrine çıktığı vakit bir 1 Mayıs’ta (1994)
polisin saldırısına maruz kalır. Sembolik bir ifadeyle, o saldırıda
bayraklarını, pankartlarını, davasını yerde bırakıp kaçanlar partinin başına
getirilir, dövüşenlerse kapı dışarı edilir. İşte yüksek rütbeli subayın
telefonu, esasen bu emri iletmiştir.
Sonra AB rüzgârı eser ülkede. Birileri der ki “bu
ülkenin de vitrine bir KP koyması lazım”. Avrupa fonlarının ülkeye akması için
bu önemli bir adım olacaktır. Hemen SİP adı terk edilir, KP yapılır.
Mitinglerde ANAP’lıların selamı alınır. ANAP kortejinden gelen alkışlara selam
durulur.
O günlerde SİP’in sahibiyle röportaj yapılır,
kendisine “neden TKP ismini almıyorsunuz?” sorusu sorulur. Cevaben şu söylenir:
“TKP adını sahiplenen farklı gruplar var, biz onlarla rekabet etmek
istemiyoruz, ayrıca biz, TKP tarihine bütünüyle sahip çıkmıyoruz.” Bu cümleden
üç gün sonra partinin adı, devletin izni ve icazetiyle, TKP yapılır. İsim,
danıştay ve anayasa mahkemesi eliyle, SİP’e tescillenir.
Yıllar sonra borsayla ilişkili, inşaat ve emlâk
şirketi olarak işletilen partinin borçları birikir. Parti, kayyım atanma
riskiyle karşı karşıya kalır. Bu durumu patronlar, bölünme hamlesiyle atlatmak
isterler. Bu anlamda TKH, TİP ve TKP’nin neden ayrı olduğunu merak edenlerin
(muhtemelen) 2023 yılını beklemeleri gerekmektedir. Ayrılma emrini veren
devlet, illaki birleşme emrini de verecektir. Bu anlamda bugünkü TKP geleneği,
10 Eylül TKP’sinin değil, 18 Ekim TKP’sinin devamıdır.
Çünkü TKP, Devrimden Sonra diye bir saçmalığı
üretendir. Film, işçi sınıfının haberinin olmadığı, kendisine tebliğle
iletilen, kararnameyle kararlaştırılmış, hayalî bir devrimden bahsetmektedir.
Devrimi ve sosyalizmi hayale indirgemeye mecbur olan, onları somut kitlenin
somut kavgasından kaçıran küçük burjuvalar, aşağıdaki twitte görülen türden
cahil kadrolar üretmişlerdir. Bunlar, sosyalizmi üç beş kişinin alacağı, hukukî
kılıf altında sunulacak bir karardan ibaret zannetmektedirler. Hepsi de devrim
ve sosyalizm düşmanıdır.
* * *
Bugün sağda solda TKP ve Devyol adına çalışma yürüten
birileri varsa bilinsin ki devrim ve sosyalizm, uzak bir geleceğe ötelenmiştir.
Bu iki örgüt varsa devrim ve sosyalizm yoktur, olamaz.
Bağımsız bir halk, işçi ve ezilen hareketinin
bulunmadığı, tüm mücadelenin devletin ve sermayenin hareketine bağlı olduğu bir
ülkede mevcut birikim, bu şekilde çatallanmıştır. Suyun başını bu iki yapı
tutmuştur. Bunu, devlet ve sermaye talep etmiştir. TKP ve Devyol dışında kalan
örgütlere ise bu iki yapıya öykünmek, onları taklit etmek, iki örgütün
gölgesinde yaşamak düşmüştür. Bu patinajın hiçbir kıymetinin olmadığını görmek
gerekmektedir.
TKP ve Devyol, neticede Avrupa’daki emperyalist
ülkelerin sol birikimine bağlanmak zorunda kalmıştır. İkisinin de bu topraklara
dair sözü yoktur. Çünkü Osmanlı bakiyesi silinip atılmıştır. Bu anlamda
sosyalist hareketin Balkanlar kaynaklı işçi hareketiyle ve Kafkaslar kaynaklı
ezilen ve halk hareketleriyle bağı kopmuştur. Bu kopukluk, zaruri olarak TKP’yi
ve Devyol’u üretmiştir.
Demek ki işçi, ezilen ve halk hareketleriyle tarihsel
ve toplumsal düzeylerde bağ kurabilmenin önkoşulu, bu iki örgütte temsil olunan
çizginin tasfiyesidir. Çünkü bu iki örgüt, varolmak için o bağların kurulmasına
her daim engel olacaktır. İkisi de devlet-sermaye arası gerilimlere tabidir.
Biri, devletteki sermayeye; diğeri sermayedeki devlete borçludur varlığını.
“Saray’da bile TKP’li var” diye övünenler, mafya ve
Fethullah kanalıyla servetine servet katmış Devyolcu şirketler, kurumlar,
tasfiye olmadan yol alınmaz. Sahada, pratikte bu iki örgüt adına dökülen kan ve
ter tabii ki kıymetlidir, ama tepe kadroların sözü-eylemi belirleyicidir, o söz
ve eylem kıyasıya eleştirilmelidir.
Neticede bahsi edilen kopukluk sonucu belirli bir
boşluk oluşmuş, bu boşluk, Avrupa’daki mirasla doldurulmaya çalışılmıştır.
Tercüme hareketi, belirli kısmi ve geçici sonuçlar üretmiştir, ama bu
kazanımlar, doğal olarak kalıcılaşamamıştır.
TKP ve Devyol, Kemalizmin açtığı kılıç yarasının bir
ürünüdür. Mecburen Kemalisttir. Başka bir şey olamaz. İşçi ve köylüyle doğal ve
gerçek bir ilişki kuramaz. Her zaman başa, Kemalizmin dişine uygun, hamurunu
onun kardığı, onun devletine ve sermayesine teslim olmuş kişiler geçecektir.
Kimse, DİSK başkanının işveren sendikasıyla ve
içişleri bakanıyla birlikte fotoğraf çektirmesine şaşırmamalı, kızmamalıdır. O,
devletin ve sermayenin ideolojik aygıtıdır. Çünkü hep öyle olmak isteyenlere
yol vermiştir.
TKP ve Devyol, kır ve şehir bağlamında da belirli bir
karşılığa sahiptir. İkisi de bu noktada açığa çıkan gerilimlerin devlet ve
sermaye adına çözülmesi bağlamında anlamlıdır. Bu anlam arayışı üzerinden,
CHP’de bir kriz olduğu vakit bu iki örgütün üyeleri, harekete illaki
geçecektir. İki örgüt, CHP’ye sürekli can suyu taşımıştır. Buna mecburdur.
İkisi de asimilasyon, sömürgecilik, devletin bekası ve düzenin tesisi
noktasında sürekli görev talebi içerisindedir.
TKP ve Devyol, cumhuriyet-demokrasi gerilimi sonucu
yaşanan ayrışmanın ürünüdür. İkisinin ÖDP şahsında birleşmesi, bu sebeple
mümkün olamamıştır. Cumhuriyetçiler ile demokrasiciler, farklı gündemlere ve
yönelimlere sahiptirler. Ama sınıfları ortaktır.
Demokrasisiz devlet ile devletsiz demokrasi
tartışmalarının işçi ve köylüyü ilgilendiren bir tarafı yoktur. Bu tartışmalar,
işçi ve köylü hilafına, onlardan bağımsız olarak yürütülürler. Sosyalistler, bu
tartışmaların bir yerinde olmayı çok severler. Onlar, işçi ve köylünün iradesi
olmasın diye vardırlar.
TKP ve Devyol’un, bunlara öykünen yapıların da işçi ve
köylüyle bir ilgileri bulunmamaktadır. İşçi ve köylüyü kolektif olarak değil,
tek tek, bireysel olarak örgütlemeye, daha doğrusu, kopartmaya, devlet ve
sermaye için ıslah etmeye, ehlileştirmeye çalışırlar. Dolayısıyla, tarihsel
düzlemde TKP ve Devyol, işçi-köylü şuraları hareketi bağlamında, tasfiyecidir.
Olmak zorundadır. İki örgüt de kolektife düşmandır, ona asla tahammül edemez.
Her şeyi bireyselleştirmek, kolektifin ağırlığını hafifletmek zorundadır. Onlar
1 Mayıs’ı, ancak kendi özel balkonlarında, kulüplerinde veya sosyal
medyalarında kutlayabilirler. Başkasına tahammül edemezler.
Bu iki örgütün elli yıl içerisinde Avrupa’da kurduğu
ilişkiler, tümüyle karşı-devrimcidir, anti-komünisttir. O ilişkilerin bir
yerine ilişerek, iki örgüte öykünerek yol almaya çalışan her yapı, tasfiyeci ve
oportünist olmaya mecburdur. TKP ve Devyol tepe kadrosu, bu ülkede devrim yolu
ve sosyalist hareket oluşmasın diye vardır. Görev tanımları bu şekildedir.
Tabanda hamallık, emekçilik yapan kadrolar ve tüm mirasıysa kimseye değil,
kolektif davaya ve kavgaya aittir.
Bugün herkes, Paris Komünü anması telaşındadır. Tüm
örgütler, Paris Komünü’nü bir tiyatro oyunu sanmakta, onu bu şekilde
tanımlamaktadır. Hiçbirisinde o komün pratiğinden devrimci dersler çıkartan
Lenin’in ferasetinden ve iradesinden eser yoktur. Lenin’siz komüncülük, anarşist
bir sayıklama, boş bir nostalji düşkünlüğüdür.
Paris Komünü, halka seçtikleri görevlileri görevlerini
yerine getirmediği takdirde görevden alma hakkı vermiştir. Paris Komünü’nü anan
örgütlerin şefleri ise onca hataya, yanlışa, günaha, zafiyete rağmen,
kendilerini görevden alacak bir halkın oluşmasına da, görevden alacak olan
halkın bu adımı atmasına da izin vermemektedirler.
İşçi ve köylü düşmanlarının sosyalist harekete yön
verdiği koşullarda ne komünün iradesi açığa çıkar, ne de o iradeden dersler çıkartacak
kolektif “Leninist” hareket oluşma imkânı bulur. Devrimin ve sosyalizmin
talebeleri ve talipleri var ise demek ki TKP ve Devyol, devrimci eleştiri
pratiği ile tasfiyenin eşiğine gelmiştir. İşçiden, köylüden çalınan bireylerin
sınıf atlama trampleni olarak kullandığı, kendi gerçeğini inkâr etme fırsatı
olarak gördüğü sol, devrim ve sosyalizm önündeki en önemli engeldir. O engel,
aşılmalıdır.
Komün’den öğreneceğimiz en önemli ders, zalimler,
sömürücüler karşısında ezilenin, işçinin kudret mücadelesi olmalıdır. TKP ve
Devyol gibi yapılar, doğrudan sermayeye ve devlete bağlı olduğu için o kudret
mücadelesine izin vermezler, iktidarı zihinlerden ve pratikten tasfiye ederler.
Her zaman efendilerine hizmet edecek “bireyler”i ön plana çıkartırlar. Komün’ün
Ekim’le dönüştürülmüş bilinci ışığında, bu küçük burjuva tahakkümün zincirleri,
kırılmalıdır.
Eren Balkır
8 Nisan 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder