Nisan
2006’da Amerikalı komedyen Stephen Colbert, Washington’daki medya elitlerinin
her yıl düzenlediği Beyaz Saray Muhabirleri Yemeği’nde bir performans
sergiledi. Colbert gösterisinde, liberal bir yaklaşım üzerinden Bush yönetimine
ve basına laf sokup durdu. Ama kısa süre içerisinde orada ettiği laflar
unutulup gitti. Amnezinin pençesinde kıvranan politik kültür, diline hemen
başka laflar doladı.
Colbert’in
o gösteride ettiği tek bir laf akıllarda kaldı ki bu da muhtemelen Amerika’daki
liberal dünya görüşünün hâkimiyeti sayesinde mümkün olabilmişti. Gösterinin bir
yerinde Colbert şunu söyledi: “Gerçeklik, liberallerin herkesçe bilinen bir
önyargısıdır.”
Kişinin
politik ideolojisinin dünyaya ve toplumlara dair doğru modeller sunduğuyla
ilgili kanaat, sadece Amerikalı liberallere has değil. Gelenekçiler,
liberterler, Marksistler vs… herkesin siyaseti, bir biçimde dünya görüşünün
doğru olduğuna dair güven üzerine kuruludur.
Colbert’in
“gerçeklik, liberallerin önyargısıdır” lafının somut bir zemini olduğunu
söylemek gerek. Bugün bu önyargının karşılığını teyit sitelerinde ve düşünce
kuruluşlarına ait istatistiklerde buluyoruz. Bu tür istatistik çalışmalarının
altında, Washington Post ve Amerikan İlerleme Merkezi gibi liberalizmin
köklü kurumlarının imzalarını görüyoruz.
“Evrim
gerçektir” veya “Irak Savaşı epey maliyetli oldu ve yıkıcı sonuçlara yol açtı”
türünden ifadeler, “sağduyu”cu liberalizmi simgeleyen etiketler hâline geldi.
Bu liberalizm gerçekliği, Buşçu muhafazakârların idrak edemeyeceği bir şey
olarak görüyor, onların aptal veya hırsız olduğunu düşünüp gerçekleri
görmediğini düşünüyor.
Bu
kendini beğenmişlere ait, alabildiğine basit zihniyet, zaman içerisinde değişti
ve farklılaştı. Televizyona çıkan uzmanlar ve medyanın yeni isimleri, bu görüşü
farklı şekillerde ifade ettiler. Politik alanda eldeki tüm gerçeklerin kişinin
politik konumunu teyit edebileceğine dair anlayış, hâkim hâle geldi ve politik
dile iyice yerleşti.
Bugün
Brookings Enstitüsü’nün yaptığı her bir yeni çalışmanın ardından internette o
çalışmayı izah eden makaleler yayınlanıyor. Teyit siteleri ve bu amaç
doğrultusunda kullanılan gazete köşeleri, pıtrak gibi çoğalıyor.
Bu
tür bir emprisizmin yayılması, esasen daha kapsamlı ve daha yıkıcı olan başka
bir şeyin neticesi. Süreç içerisinde politika, eğlenceye ve hobiye dönüştü.
Onlarca yıldır devam eden bu süreç, kapsamlı metalaşmanın ve toplumu statik
gören yaklaşımın bir ürünü. İlgili süreçte politik yorumlar ve analizler, ufak
ve özel bir kitleye hitap eden, onun tüketmesi için imal edilmiş, belirli bir
ideolojik çevreye yönelik ürünler hâline geldiler.
İster
belirli bir örgüte ait dergide yer alan ve görüş aktaran bir makale, isterse
ünlü bir siyaset analizcisinin Youtube’da yayınladığı video yoluyla olsun,
Amerikalılar, bugün politik ürünleri giderek daha fazla tüketiyorlar ve bu
tüketimde esas olan, kendilerine ait görüşlerin teyit edilmesi.
On
sekizinci yüzyılın ve yirminci yüzyılın başından beri yayıncılar ve düşünce
kuruluşları, belirli bir tarafa hitap eden görüşlerin yer aldığı çalışmaların
ve politik araştırmaların altına imza atıyorlar. Ama artık politik söylemin son
elli yıl içerisinde metalaştığını görmek gerekiyor. Bu durum, ilgili
pratiklerin niteliğini de değiştirdi. Artık uzun ve düşünce içeren yazılar,
tüketicinin kendisini zeki ve doğru olarak görme arzusunu tatmin etmiyor.
Dolayısıyla,
kolay alıntılanan çalışmalar ve argümanın tekrarlanıp durduğu yazılar,
başköşeye oturuyor. Ayrıntılar, derinleşme ve nüanslar, gereksiz birer kambur
olarak görülüyorlar. Politik açıdan başkalarına üstün olma hissi, işte asıl bu
his satıyor. Herkes, aslında gerçekliğin kendisinden yana olduğuna inanmak
istiyor.
Muhafazakâr
sağda bu eğilim kendisini, Ben Shapiro’nun nahif kolej öğrencilerinin
argümanlarını dilimleyip sattığı, “olgular ve mantık” temelli anlayışına
dayanan videolarında ortaya koyuyor. Neoliberal solda ise aynı eğilim, “cahil”
Trump destekçileriyle söyleşi yapan Daily Show programının pis pis sırıtıp
duran muhabirlerinde karşılık buluyor.
Yüz
yıl önce politik bir kolej öğrencisi, Walter Lippmann türünden isimlerin
yazılarından cümleler aktarırdı. O dönemde Lippmann’ın gazetecilik ve kitle
demokrasisi ile ilgili yoğun yazıları, zihinsel planda birçok insanı etkilerdi.
Bugünse politik bir kolej öğrencisi, Charlie Kirk gibi bir muhafazakârın veya
Destiny denilen liberalin laflarını tekrarlıyor.
Muhtemelen
benim burada aktardığım gözlemleri, kendisini sosyalist olarak tarif eden
birçok isim “yavan” bulacaktır. Çünkü sol, bugün politik yorumları, genelde ve
haklı bir biçimde tüketimci, fikri açıdan müflis ve statüko yanlısı olarak
eleştirmektedir. Son on yıl içerisinde bu tür bir muhalif ve kapitalizm karşıtı
söylem, genç sosyalistler arasında baskın hâle gelmiştir ve bu söylem,
ağırlıklı olarak Wall Street’i İşgal Et hareketinin ve Bernie Sanders’ın
başkanlık adaylığıyla başlayan, ama başarısızlıkla sonuçlanan hareketin
ürettiği popülist enerjiden istifade etmiş ve öne çıkmıştır.
Bu
yeni dönemin anti-kapitalizmi, önemli dergilerin, gazetelerin ve haber
kanallarının gündemine girmeyi başarmışsa da asıl gücünü içsel kimi
özelliklerine borçludur. Jacobin, People’s Policy Project ve Current
Affairs gibi örgütlerde karşılık bulan bu yeni dönemin solu, işçi sınıfının
güçsüzleşmesi karşısında yakılan ağıtlar ile Cumhuriyetçiler ve Demokratlardaki
yetersizliklere yönelik saldırılar arasında kendisine rahat bir yuva bulmuştur.
Bugün
neoliberalizme suçlama yöneltmenin kendisi, bir tür moda hâlini almıştır. Bu
yeni gelişen sol, hâkim anlayışı güya eleştirmekte, kapitalizme karşı
çıkmaktadır ve hatalı bir biçimde, kendisindeki neoliberal tüketimciliğin, o
alay etmeye bayıldığı şeyin kendisiyle bir alakasının bulunmadığını
düşünmektedir. Bu, sosyo-ekonomik açıdan bilhassa belirli bir kesime pazarlanan
dar kafalı, takıntılı ve reformist sosyalizm anlayışı, esasen neoliberal
tüketimciliğin güdümündedir.
* * *
Kapitalist
Realizm isimli çalışmasında İngiliz kültür teorisyeni Mark Fisher,
neoliberalizmin gerçek dünyada ortaya çıkabilecek, toplumsal dönüşüme dair tüm
ihtimalleri silip attığını, politik hayal gücümüzü kendi şartlarına tabi
kıldığını söylüyor. Fisher’a göre kapitalist gerçekçilik, “kapitalizmin yegâne
geçerli politik ve ekonomik sistem olduğunu, ama aynı zamanda kapitalizmin
karşısına çıkartılabilecek tutarlı bir seçeneğin hayal bile edilemeyeceğini
söyleyen yaygın anlayış”ı ifade ediyor. Neoliberalizm, o berbat idaresi ve
sivil toplumun içini boşaltan gayretleri sebebiyle yıkıcı bir düzen ama asıl o,
ideolojik planda olumsuz gelişmelere yol açıyor.
Kitabın
ikinci bölümünde, bu “kapitalist gerçekçiliğin” anti-kapitalist solun teorik
görüşünü nasıl biçimlendirdiği üzerinde duruluyor:
“Kapitalizmin karşısına
alternatif bir politik-ekonomik model çıkartılamadığından herkes, asıl amacın
kapitalizmin yerine başka bir düzeni inşa etmek değil, kapitalizmin
aşırılıklarını törpülemek olduğu zannına kapılıyor.”
Bu
düzlemde ajitasyona ve uzlaşmazlığa dair laflar tümüyle rafa kaldırılıyor.
Anti-kapitalist yorumculardaki korunaklı iyimserliğe rağmen Siyahların Hayatı
Önemlidir türünden radikal ve merkezsizmiş gibi görünen hareketler, STK’lar ve
destek grupları eliyle sermayenin solcularınca örgütleniyorlar ve neticede
Demokrat Parti’ye entegre ediliyorlar. Ara sıra çakan kıvılcımlarla her yanı
saran kitlesel gösteriler, kısa bir süre sonra tüm o dönüştürücü
potansiyelinden mahrum kalıp sönümleniyor.
Kapitalist
devletin aşağıdan yukarıya doğru inşa edilmiş bir hareket eliyle yıkılmasının
yakın gelecekte mümkün olmadığını düşünen yeni dönemin solcuları, yüzlerini
kapitalist liberal demokrasiye çeviriyorlar, böylelikle kendilerindeki
iyimserliği belirli ölçüde muhafaza ediyorlar. Teorik düzeyde bu sol,
sosyalizme seçim zaferleriyle ve belirli bir güce kavuşmuş işçi sınıfı ile
ilerleyeceğini ümit ediyor. Pratikte ise aynı sol, kapitalist hâkimiyetin
toplumsal statüsünü gerilettiği küçük burjuvazinin yüzleştiği hasarı azaltmaya
çalışıyor.
Hâkim
politik söylem içerisinde, kıyıda köşede kendisine özel ama önemsiz bir yer
açmış olan sosyalist hareket, büyük ölçüde reformisttir. Bu, Matt Bruenig,
Nathan Robinson ve Bhaskar Sunkara gibi isimlerin reklâm ettiği bir
solculuktur. Böylesi bir solculuksa şirketlerin karşısına mevzuatla çıkmaktan,
daha hayırlı ve daha büyük değişimlere dönük vaatlerin eşlik ettiği yirmi
birinci yüzyıl için Yeni Mutabakat’vari toplumsal programlar önermekten başka
bir şey yapmamaktadır.
Burjuva
liberal demokrasiye dikkat kesilen solun ana gündemi, seçim sonuçları ve devlet
idaresiyle ilgili meselelerdir. Güç oluşturma, işçi sınıfını devrimcileştirip
örgütleme meselesi yerini, “Amerikalı sosyalistler Demokrat Parti’yi sola mı
çeksin yoksa bağımsız bir parti olarak seçimlerde mi yarışsın?” şeklinde
özetlenen ve zihinleri bulandırmaktan başka bir işe yaramayan soruya
bırakmıştır. İşçi sınıfının örgütlenmesi, artık tali bir meseledir. O, güya
sosyalist olan siyasetçilerin ezilenler adına hareket etsin diye vekil veya
senatör yapılması için kullanılan basit bir araçtan ibarettir.
Bugün
neoliberalizm bağlamında seçim siyaseti, az biraz çekişmeyi ve politik
faaliyeti içeren ve tümüyle burjuvazinin çıkarlarının hâkimiyeti altında olan
bir toplumsal alandır. Tam da bu kendisine has özelliği, herkesi baştan
çıkartmaktadır.
Bugünün
sosyalistleri pek kabul etmek istemezler ama işyerlerinde ve sokaklarda sınıf
mücadelesini somut olarak yürütme hayalleri, salt hayalden ibarettir. Gerçekle
bir alakası yoktur. Amerikan işçi sınıfı, onlarca yıldır mevzi kaybetmektedir.
Sınıfı tabandan örgütlemeye dönük o ruhsuz stratejinin sınıf hareketini
canlandırma imkânı bulunmamaktadır. Bugün sınıf mücadelesini gündemlerinden
çıkartmış olan sola, eskinin örgütlü işçilerine boş yere işmar etmek ve uzun
zamandır birçok işçiyle ve ihtiyaçlarıyla bağlantısı bulunmayan seçim
siyasetine meyletmek dışında bir şey kalmamıştır.
Neoliberalizmin
intikamcı müdahaleleri, bugünün proleterlerini tümden siyasetin dışına
itmiştir. Kendi çilelerini bile isteye görmezden gelen, o sisteme dâhil olmak
istemediği için kendisini ayıplayan sisteme yabancılaşmış işçilerdeki
hoşnutsuzluk, anlaşılır bir durumdur.
Bugünün
sosyalistlerinin her yanda sesi çok çıkan o politik failliği, mevcut niteliğini
ve karakterini, esasen işçi sınıfı haricinde edinmiştir. Meslek sahibi-yönetici
sınıfın sosyo-ekonomik açıdan kırılgan bir zeminde duran, iyi bir eğitim alıp
yüksek maaşlarla beslenen üyeleri, solun yeni hedef kitlesidir.
Toplumu
ezilenlerin komutasında devrimci manada yeniden düzene sokmak yerine bugünün
sosyalistleri, söylem ve siyaset düzleminde kapitalist devletten, dört yıllık
eğitim üzerinden dile getirdiği vaade uygun olarak, orta sınıf yaşam tarzını
parayla beslemesini talep etmektedir.
Amerikan
rüyası denilen çürüme süreci ile birlikte birçok gencin siyasi anlayışını,
ekonomik kaygılar ve hoşnutsuzluk tanımlıyor. Ama bu gençler, yüksek eğitim ve
neoliberal ideolojinin sahip olduğu hâkimiyet sebebiyle, burjuva demokrasinin
mevcut kurumlarını reddetmeye yanaşmıyorlar. Bu gençlerin asli hedefi, refah
devletinin hacminin yeniden müzakere edilmesini sağlamaktan ibaret.
Ortalığı
bugün sosyalist yayınlar ve politik analizciler kapladı. Bunların hepsi de o
büyük ideolojik muharebeye cephane taşıyorlar, solcu küçük burjuvazideki
politikayı hobi olarak gören yaklaşımı besliyorlar. Birçoğu, esas olarak
liberallerin hoşuna gidecek bir sosyalizm imal ediyor, metalaşmış olan kamusal
alanda süren fikirler arası kavgaya karışıyor.
Kitlesel
tüketimcilik ve değer biçimiyle ilgili analizler, nispeten daha az pragmatik
olan Marksistlerce de desteklenen bir tür zırvalamayla neticeleniyor. Bugünün
sosyalistleri, postkeynesçi ekonomi elbisesinin giyilmesi fikrine destek
sunuyorlar, radikalmiş gibi görünmeye devam etmek adına, işçi kooperatiflerini
anlamsız bir biçimde fetiş hâline getiriyorlar.
Özünde
bu solcular, siyaset kodamanlarını taklit edip ayrıntılarda boğuluyorlar, bu
suretle burjuva demokrasisine herkesin saygı duymasını talep ediyorlar.
İktidarın duvarlarından bir toz zerresinin dökülmesine bile muktedir olamayan
sosyalistler, bir gün kendi çizgilerini hâkim kılacakları umuduyla,
Demokratlara ve Cumhuriyetçilere destek sunan yayınları ve düşünce
kuruluşlarını taklit ediyorlar.
Marksizmin
burjuvazinin idaresi altında bulunan topluma yönelik eleştirisi, nihayetinde
yerini piyasacı sosyalistlerin politika önerilerine bırakıyor. Toplumsal
programlarla ilgili istatistikler ve incelemeler, esas olarak bütünlüğe vurgu
yapıyorlar. Yurtdışında kendinden menkul sosyalistlerin elde ettikleri
başarılara ve ülke içerisinde siyasetçilerin eksikliklerine dair makaleler,
solun sosyal medyasını ele geçiriyor. Öğrencilerin borçlarıyla ilgili krize
sunulan çözümler, tazminatlarla ilgili gevezelikler, sosyalistlerin herkese
temel gelir üzerine kurulu programları, Jacobin, People’s Policy
Project ve Current Affairs gibi solcu sitelere galebe çalıyor. Bazen
bu yayınlar, mecburen böylesi makalelerin arasına, uzun zaman önce ölmüş bir
Marksistin doğum günü vesilesiyle yazılmış yazıları veya solcu bir
akademisyenle yapılmış içi boş bir söyleşiyi sıkıştırma gereği duyuyorlar.
Bu
siteleri birkaç ay yakından takip eden herkes, aynı konu başlıklarının ve
argümanların bıktırırcasına, pilav gibi ısıtılıp yeniden gündeme getirildiğini
görecektir. Neredeyse tüm yazılar, seçim siyasetinin sunacağı imkânlara
dairdir, dolayısıyla bu ezbere itiraz eden makalelere pek yer verilmemektedir.
Eğer birçok eğitimli Amerikalı gibi sizin de asıl derdiniz, tepeden tırnağa tüm
devlet siyaseti ve kapitalist demokrasinin mevcut sınırları ise bugün yığınla
anti-kapitalist içeriğin tüketmeniz için sizi beklediğini bilmelisiniz.
Aslında
bu kesintisiz siyaset yazarlığı, devrimci bir antikapitalizmi imkânsız
kılmaktadır. Kapitalist devletin varlığını tanıyan ve kısa vadeli politik
seçenekleri merkeze koyan sosyalistler, siyasetlerini sonsuza dek yumuşatmak
zorundadırlar. Bu sosyalistlerin önerileri, “ekonomik açıdan uygulanabilir” ve
“verimli” olmalı, neticede hazineyi hiçbir koşulda zorlamamalıdır.
Bugün
vergilendirmenin çok işe yaradığını, paraların ve personelin bürokratik aygıt
tarafından nasıl dağıtılacağını anlatan yığınla çalışma yapılmaktadır. Oysa bu
tür önerilerin Yeni Mutabakat gibi büyük bir toplum anlayışının hâkim olduğu
dönemlerde dile getirilen öneriler olduğunu görmek gerekir. Böylesi yönelimler,
aslında bugünün sosyalist projesinin gerçek niteliğini açığa çıkartıyor. Bugün
sosyalistler, kapitalist sosyal demokrasiyi daha güçlü bir biçimde
savunuyorlar. Sosyalistler, aslında neoliberalizmin ezdiği orta sınıfa yardım
etmek istiyorlar.
Neoliberalizmi
sürekli eleştiriyormuş gibi görünse de bugünün sosyalist hareketi,
neoliberalizmin aklı üzerine kurulu düzenin sabit ve mutlak kabul ettiği
hususlar önünde diz çöküyor. Sosyalist hareket, bu düzenin kendisini inşa
ettiği ekonominin uygulanabilirliği ile ilgili ölçütlerle meşrulaştırdığını,
gündeme getirdiği sosyal yardım politikalarının orta sınıfın ve işçi sınıfının
tüketim alışkanlıklarını güvence altına aldığını görmüyor.
Sosyalist
hareket, düzene sokulmayan, kârın maksimize edilmesi için uğraşan şirketlerin
yol açtığı yıkımı eleştiriyor, ama şirketlerin yürürlükten kaldırılması
görüşüne asla destek sunmuyor. En iyi hâliyle sosyalist hareket, kârın biraz
olsun toplumsallaşması görüşünü savunuyor. Bu tür sebeplere bağlı olarak
bugünün sosyalistleri, kapitalist hegemonyaya anlamlı bir itirazı
geliştiremiyor. Sosyalistlerin siyaseti, kapitalizmin anlayışındaki gerçekleri
örten yönleri ve çelişkileri eleştirmek yerine, bu yönlerden ve çelişkilerden
besleniyor.
Kendisini
sermayeden kopartamadığı sürece bugünün sosyalist hareketi, önümüzdeki dönemde
kendi önerdiği siyasetlerden birinin veya birkaçının uygulandığına asla şahit
olamaz. Maddi yoksunluğun ortaya çıkarttığı her türden devrimci imkân,
insanların kıt kanaat geçinmelerini güvence altına alan sosyal yardım
politikaları ile ortadan kaldırılacak veya bugünün sosyalist örgütlerince bu
imkânlar kontrol altına alınacak.
Ülke
genelinde meclislerde bir avuç solcu siyasetçinin arzı endam edeceği koşullarda
sosyalist hareket, gerçek bir politik hareket yerine bir tüketim nesnesi hâline
gelecek. Üzerine kızıl gömlek geçirmiş ilerici liberalizm, medya papağanları ve
dilbazlar, sol sosyal medya bülbüllerinin zeki ve bilgili görünme arzularını
tatmin edecekler. Finans âlemindeki kankaları Economist’in sayfalarını
çevirirken, Columbia Üniversitesi mezunu öğrenciler de Jacobin’in ön
sayfasını okuyacaklar. Burada solculuk artık, kültürel bir gösterge hâlini
almıştır.
Bu
dar kafalı, takıntılı ve kendisinin bilincinde olmayan sosyalizm anlayışı, ne
yeni ne de yenilikçidir. Marx, bu eğilimin ilk cisimleşmiş hâlini Komünist
Manifesto’nun üçüncü bölümünde “burjuva sosyalizmi” olarak eleştiriyordu.
Sınıfsal karşıtlıklara son verip burjuva toplumunu proletaryanın ekonomik
açıdan az buçuk iyi bir duruma getirilmesi ile koruma altına almayı ümit eden
“sosyalist burjuvazi, mücadele etmeden ve mücadelenin ister istemez sebep
olduğu tehlikelerle yüzleşmeden, bugünün toplumsal koşullarının sunduğu tüm
avantajları talep eder. […] Sosyalist burjuvazi, proletaryasız burjuvazi
ister.” Marx’ın bu muhteşem ifadesi, kendi zamanının ötesine uzanan bir içeriğe
sahiptir. Anlaşılan, burjuva sosyalizmi de dâhil tarihteki tüm kişilikler ve
olaylar, iki (hatta ikiden fazla) kez ortaya çıkmaktadır.
“Daha
güzel bir dünya” anlayışı, neoliberal ideolojinin hâkimiyetinden kurtulmak
zorunda ise hâkim antikapitalist düşünce tarzı paramparça edilmelidir. Bu
düşünce tarzı, hâlihazırda işçi sınıfına da onun çıkarlarına da yabancıdır,
neticede o, kendilerinin zeki ve akıllı görülmesini isteyen eğitimli
“radikaller”e takdim edilmiş bir tüketim nesnesi olarak kullanılmaktan başka
bir şeye yaramamaktadır.
Örgütsel
açıdan dağınık hâlde bulunan ve yakın gelecekte somut bir değişim konusunda
herhangi bir umuda sahip olmayan antikapitalistler, sadece düşüncelerindeki
netliğe ve açıklığa bel bağlayabilirler. Dolayısıyla, teorik düzlemde atılmış
tüm yanlış adımları ifşa etmek, bugün oldukça önemli bir meseledir. Çünkü bugün
her şeyden önce bizim politik hayal gücümüze yeniden kavuşmamız gerekmektedir.
Nora Moreau
1
Nisan 2021
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder