Batı’nın
yürüttüğü terörle mücadeleye, daha doğrusu itaatsiz Müslüman ülkelere karşı
yürüttüğü mücadeleye farklı tepkiler verseler de, sağcılar, liberaller ve
yaşananlar karşısında dut yemiş bülbüle dönmüş olan solcular, bu mücadelenin
güttüğü amaca, Müslüman kadınların kurtarılması amacına, hep bir ağızdan destek
sunuyorlar.
Elbette
yoğurttan çok güçlü hassas aletlere kadar her şeyi çıplak kadın etine dönük
arzu ile birlikte satan bir toplumun kadın haklarının özünü teşkil ettiğini
söyleyen anlayış, ahlaksız ve sapkın bir anlayıştır, ama gene de şunu da
belirtmek gerekir ki geçen yüzyılda Batılı kadınların elde ettikleri politik,
toplumsal ve ekonomik mevziler, cinsiyet eşitliği için verilen kadim mücadelede
hâlen daha temel ölçüt niteliğindedir.
Lafı
dolandırmadan, buradan şunu söylemek mümkün: bugün Batılı kadınlar,
kendilerinin ve çocuklarının hayatta kalmasını güvence altına almak adına, şu
veya bu biçim altında kendilerini artık satmak zorunda kalmıyorlar. Cinsel
ilişkinin paraya tahvil edilmiş hâli, bugün artık sadece erkekteki seks
düşkünlüğü üzerinden ölçülen bir şey değil.
Bu
sebeple cinsel özgürlük ve ona ait semboller olarak, özgürce sevgili seçme,
mini etek, tek gecelik ilişki gibi konular, kadının zorla rıza göstermesinden,
her türlü hesaptan, ahlaksızlıktan ve güç kullanımından azadedirler.
Çünkü
Batı toplumları, maddi planda belirli bir refah düzeyine erişmişlerdir, ayrıca
kapsamlı işbölümü ve gelişkin emtia ekonomisi, artık sadece hâkim cinsiyete
atfedilebilecek becerilere ihtiyaç duymamaktadır.
Peki
ama sadece Müslüman dünyanın yoksulları ve ezilenleri değil, Batı’da bu haklar
için büyük bir şevkle mücadele etmiş olan işçi sınıfına mensup kadınların büyük
çoğunluğu da bu türden bir özgürlüğe neden karşı çıkıyor?
Bugün
şurası açık ki İslam dünyasında sıradan kadınlar, yüzlerini uç İslam
yorumlarına dönüyorlar ve Batılı kurtarıcılarına karşı bir konum alıyorlar.
Irak’ta o yere göğe sığdırılamayan seçimlerde binlerce çarşaflı kadın sıraya
girdi ve muhtemelen başına bela olacak isimlerin yer aldığı listeye oy verdi.
İran’daki seçimde kadınların çoğu, Batı yanlısı reformcuları eleştiren köktenci
adaya destek sundu. Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas, işçi sınıfına
mensup sıradan kadınların büyük bir kısmının desteğini alıyor.
Bu
gerçeği Batı medyası ve liberal yorumcular, pek kabul etmek istemiyorlar. Bu
beylere ve hanımefendilere göre elleri nasırlı işçi ve köylü kadınlar, bu
ülkelerin büyük çoğunluğu, kadın değil, sadece istatistik alanına ait basit
birer rakamdan ibaretler. Bu ülkelerde kadın denilince akla sadece, güneş
gözlükleri, rujlarıyla sosyetik kadın dergilerinin kapaklarından fırlamış o
küçük, kentli, köksüz seçkinler grubu geliyor.
İlginç
olan şu ki Batı solunun ağzından, yoksul dünyadaki kadın haklarıyla ilgili
meselenin son yirmi yıldır neoliberalizmin sebep olduğu felâketin sonucu
olduğuna dair tek bir laf bile işitilmiyor. Bu solcular, üçüncü dünyanın IMF ve
Dünya Bankası eliyle sömürgeleştirilmesi sebebiyle oluşan sefaletten bolca
bahsediyorlar, ama bu sömürgeleştirme çabalarını ve sefaleti, dünyanın bu
kısmında artan İslamî bilinçle nedense ilişkilendirme gereği duymuyorlar.
Son
yirmi yıldır yoksul dünyaya karşı Batı eliyle uygulanan ekonomik soykırım,
fuhuş sektörünün tüm insanlık tarihinde eşine rastlanmayan ölçüde gelişmesine
neden oldu. Afrika’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan “yakın zamanda
özgürleştirilmiş olan” Doğu Avrupa’ya kadar birçok yerde yaşanan yıkımla
yüzleşen ve Batı’nın kadın haklarına dair yalanlarına boğulan birçok yoksul
kadın, bugün ancak bedenlerini erkeklere satarak hayatta kalabiliyorlar. Bu
erkeklerin büyük bir kısmı da zengin ve Batılı erkekler. Fuhuş, hangi biçim
altında olursa olsun, kadının onurunu ayaklar altına alıyor.
Üçüncü
dünyada ve Doğu Avrupa’nın belirli kısımlarında bugün eve ekmeği kadınlar
getiriyor, ailelerini onlar besliyor, başlarını sokacak evi onlar buluyor, üst
başı onlar satın alıyor, bunu da hayatta kalmak adına, kendi bedenlerini
satarak yapıyor.
Emperyalizm
ve yerli işbirlikçileri, gezegenin üçte ikisini, dünya kadınlarının büyük
çoğunluğunun yaşadığı yurdu, devasa bir geneleve çevirdi, üstelik bu genelevin
giriş kapısında ışıl ışıl yanan ve hiç sönmeyen o neonlu tabelada “Kadın
Hakları” yazılı.
Açlığın
salgın hâlini aldığı, işsizlik rakamlarının arttığı, yığınların evsiz kaldığı,
sınırsız bir sefalete mahkûm olduğu bir ülkede kadınlar, şöyle bir rahatlayıp
haklardan bahsetme şansına sahip olamıyorlar, kendilerini savunma
gerekliliğinden daha az söz etme imkânı bulamıyorlar.
Kadın
haklarını dilinden düşürmeyen Dünya Bankası yüzünden, önceden eline geçen tüm
sosyal yardımları yitirmiş, evi tek başına geçindiren kadınlar, yaptıkları iş
için patronun kapıya on bin işsizi dizmesine karşı koyamıyorlar. IMF
talimatlarıyla kuşa dönen barınma yardımı veya sosyal konut imkânının
bulunmayışı sebebiyle kirayı ödeyemeyince ev sahibinin kirayı başka türlü
ödemesi talebine itiraz edemiyorlar.
Batılı
uzmanların tavsiyeleri üzerine ticarileştirilmiş olan hastanede evladı faturayı
ödeyemediği için ölümle pençeleştiğinde, doktorun “boş ver sen faturayı”
demesine tek laf edemiyorlar. Uydurma suçlamalarla hapiste tutulan kadın,
gerekeni yapmazsa rüşvetin kölesi olmuş adliye memurları veya hapishane
çalışanları görüşe abiyi de babayı da çocuğu da göndermiyorlar.
Müslüman
ya da değil, tüm üçüncü dünyada kadınların büyük bir kısmı, böylesi bir
gerçeklikte yaşıyor. Bu ülkelerde işçi sınıfına mensup sıradan kadınların her
gün aşağılanması, tam da bu gerçekliğe bağlı olarak, yoksullar ve alt orta
sınıf nezdinde cinsel özgürlük meselesine karşı derin bir öfkeye sebebiyet
veriyor. Çünkü Batı’nın yücelttiği ve cana can kattığını söylediği bu cinsel
özgürlüğü bitmek bilmeyen bir aşağılanma olarak görüyorlar.
Batı’da
bir akşam kızının şehre üzerindeki mini eteği ve dar bluzuyla indiğini gören
baba, kızının eğlence dolu gecenin sonunda kendi rızasıyla cinsel ilişki
yaşayacağını bildiği için ona güvenir ve genelde rahat davranır, ama yoksul bir
ülkede birçok baba, aynı şekilde giyinmiş kızlarının acı ve ızdırap yüklü
gözyaşlarına tanık olur ve onun ekmek parası kazanmak için dışarı çıktığını
bilir.
İşte
bu derin ümitsizlik, aylak ve suça bulaşmış zenginlerin zevk almak adına yoksul
çocukları avlamasına sebep olan zalim sistemdeki ahlaksızlık, çürüme ve
hovardalık yüzünden Müslüman ülkelerdeki birçok sıradan kadın ve erkek,
köktencilerin o çileci püritenizmine örgütleniyor.
Her
köşe başında zorba erkeklerin tacizine uğrayan, onların attıkları laflara maruz
kalan, erkeklerce rahatsız edilen, tehditlerle yüzleşen, sekse zorlanan
kadınlar, her erkeğin değilse bile en azından tek bir erkeğin önünde diz
kırmalarına imkân veren bir tür dine sığınıyorlar.
Batı’da
mini etekli kızlar, sokakta karşılarına çıkan her erkeğin kendilerine pis pis
bakmasından hoşlanmazlar. Böylesi bir durumda yürüyüp giderler, ama yoksul
ülkelerde kızların çoğu böylesi bir imkândan mahrumdur. Her köşe başında
aşağılayan sözlerle ve gözlerle karşılaşan kadınların çarşafın ardına
saklanmalarında şaşılacak bir şey yoktur.
Bu
ülkelerde kadın aşağılanır ve bu durumdan en çok da yoksul kadınları kendi
şehvetleri için köleleştirecek para ve imkâna sahip bir avuç erkek istifade
eder. Üstelik bu zengin ve üst orta sınıfa mensup adamların kızları orada
burada “özgürlük” diye bağırırlar, çünkü onlar, o özgürlüğün bedelini
bedenleriyle ödemek zorunda değildirler.
Köktenciler,
dolaylı olarak kendi toplumlarındaki üst sınıflara seslenseler de attıkları
sloganlar, genelde zenginlerin yataklarına kızlarını, karılarını ve annelerini
gönderen kenar mahallelerde karşılık bulurlar.
Cromwell
döneminde o sefih aristokrat İngiltere’nin geliştirdiği püritenizm, ezilen
yoksulları örgütlemiştir, o hâlde Müslüman dünyanın kenar mahallelerinde
başörtülü kadınların aynı yola revan oluşuna neden şaşırıyoruz?
İslamcılar,
halka sosyal yardımlar yoluyla katkıda bulunurken, laik ama rüşvetin kölesi
olmuş idareciler ve onların liberal “muhalifler”i, boş sloganlar atmanın
ötesine geçemiyorlar. Kenar mahallelerde köktencilerin dağıttığı yemek
sayesinde fuhuş kendisine alan bulamıyor, kendisini herkesten daha erdemli
sanan, kadına dost olduğunu iddia eden Batılı STK’ların bile kadına
bahşedemediği onuru o yoksul kadınlara İslamcılar veriyor.
Erkekleri
çocuklarına bakmaya zorladığı için radikal İslam, genelde sıradan kadınlara
seküler boşanma haklarına kıyasla daha cazip geliyor. Çünkü o boşanma hakları
yüzünden üçüncü dünyada kadınlar ve çocuklar sokağa düşüyorlar, hayatın üzerine
kâbus gibi çöken yoksulluğa mahkûm oluyorlar.
Batı’da
cinsel özgürlük, ölüme sebebiyet veren cinsel hastalıkların toplumu teslim
almasına mani olacak, gelişkin ama makul fiyatta ilâçlarla koruma altına
alınıyor. Seküler üçüncü dünya ise böylesi güvencelere sahip değil. Bu anlamda,
Müslüman dünyadaki kadınlar seküler üçüncü dünyaya baktıklarında, ihtiyaç
duyulan kalkınma süreciyle desteklenmemiş özgürlüğün yol açtığı sonuçları ve
seks yoluyla bulaşan, milyonları katleden hastalıkları görüyor.
Şurası
gerçek ki İslamcı, özgürlükten uzak, gerici Müslüman Arabistan, dünyadaki en
düşük AIDS oranına sahip ülke. Öte yandan, tüm gösterişçiliğiyle özgür olduğunu
söyleyen Güney Afrika, bu öldürücü hastalıkla cebelleşiyor.
Burada
burka giyilmesi veya başörtüsünün zorunlu kılınması yönünde bir çağrıda mı
bulunuluyor? Hayır. Meseleyi izah etmek, ona onay vermek demek değildir. Burada
temelde Batı’da kadın hakları denilen fikirdeki yozlaşmanın, o Batı’nın
ekonomik baskıları ve sadece kendisine hizmet eden pratikleri altında
ezilenlere neden cazip gelmediği üzerinde duruluyor.
Tekrar
lafı dolandırmadan şunu söyleyelim: Bugün diyelim ki Irak’ta kadın hakları
herkese bahşedildi, bu durumdan kısa vadede kim istifade edecek? Aç ve işsiz
olup o hakları yanlış kullanan ve bedenlerini satmak zorunda kalan yığınla
kadını karşısında bulan 150.000 kadar Batılı asker ve Irak’ı işgal etmiş
zenginler.
Hiç
şüphe yok ki bu türden bir özgürlükle geçecek on yıllık süre zarfında Irak’taki
AIDS hastası oranı, neredeyse yarısı bu hastalığın pençesinde kıvranan, o
Batılı, kadın dostu kurumların çok sevdiği Botswana’nın üzerine çıkacak.
Geçmişte
radikal sol bu kadınları, kolayca kavranabilen, gerçekle güçlü bağlara sahip,
iş, ev, geçinmeye yetecek ücret ve sosyalizm talep eden sloganlarla ve bu
uğurda verilen mücadelelerle harekete geçirme imkânına sahipti. Bugün
solcuların büyük bir kısmını utandıran sloganlar atılıyor ve bu sloganlarda
kadın hakları, çevre, demokrasi ve “özgürlük”le ilgili, iç bayıltan, zararsız
ve soyut ifadeler tercih ediliyor.
Solcular,
ozon tabakası hakkında çene çalmaya bayılıyorlar, oysa bilsinler ki yoksul
dünyanın kadınları kendilerine o ozon tabakasından daha yakın.
Kola Odetola
16 Ağustos 2005
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder