Pages

05 Nisan 2021

İslam, Cinsellik ve Batı Solu


Batı’nın yürüttüğü terörle mücadeleye, daha doğrusu itaatsiz Müslüman ülkelere karşı yürüttüğü mücadeleye farklı tepkiler verseler de, sağcılar, liberaller ve yaşananlar karşısında dut yemiş bülbüle dönmüş olan solcular, bu mücadelenin güttüğü amaca, Müslüman kadınların kurtarılması amacına, hep bir ağızdan destek sunuyorlar.

Elbette yoğurttan çok güçlü hassas aletlere kadar her şeyi çıplak kadın etine dönük arzu ile birlikte satan bir toplumun kadın haklarının özünü teşkil ettiğini söyleyen anlayış, ahlaksız ve sapkın bir anlayıştır, ama gene de şunu da belirtmek gerekir ki geçen yüzyılda Batılı kadınların elde ettikleri politik, toplumsal ve ekonomik mevziler, cinsiyet eşitliği için verilen kadim mücadelede hâlen daha temel ölçüt niteliğindedir.

Lafı dolandırmadan, buradan şunu söylemek mümkün: bugün Batılı kadınlar, kendilerinin ve çocuklarının hayatta kalmasını güvence altına almak adına, şu veya bu biçim altında kendilerini artık satmak zorunda kalmıyorlar. Cinsel ilişkinin paraya tahvil edilmiş hâli, bugün artık sadece erkekteki seks düşkünlüğü üzerinden ölçülen bir şey değil.

Bu sebeple cinsel özgürlük ve ona ait semboller olarak, özgürce sevgili seçme, mini etek, tek gecelik ilişki gibi konular, kadının zorla rıza göstermesinden, her türlü hesaptan, ahlaksızlıktan ve güç kullanımından azadedirler.

Çünkü Batı toplumları, maddi planda belirli bir refah düzeyine erişmişlerdir, ayrıca kapsamlı işbölümü ve gelişkin emtia ekonomisi, artık sadece hâkim cinsiyete atfedilebilecek becerilere ihtiyaç duymamaktadır.

Peki ama sadece Müslüman dünyanın yoksulları ve ezilenleri değil, Batı’da bu haklar için büyük bir şevkle mücadele etmiş olan işçi sınıfına mensup kadınların büyük çoğunluğu da bu türden bir özgürlüğe neden karşı çıkıyor?

Bugün şurası açık ki İslam dünyasında sıradan kadınlar, yüzlerini uç İslam yorumlarına dönüyorlar ve Batılı kurtarıcılarına karşı bir konum alıyorlar. Irak’ta o yere göğe sığdırılamayan seçimlerde binlerce çarşaflı kadın sıraya girdi ve muhtemelen başına bela olacak isimlerin yer aldığı listeye oy verdi. İran’daki seçimde kadınların çoğu, Batı yanlısı reformcuları eleştiren köktenci adaya destek sundu. Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas, işçi sınıfına mensup sıradan kadınların büyük bir kısmının desteğini alıyor.

Bu gerçeği Batı medyası ve liberal yorumcular, pek kabul etmek istemiyorlar. Bu beylere ve hanımefendilere göre elleri nasırlı işçi ve köylü kadınlar, bu ülkelerin büyük çoğunluğu, kadın değil, sadece istatistik alanına ait basit birer rakamdan ibaretler. Bu ülkelerde kadın denilince akla sadece, güneş gözlükleri, rujlarıyla sosyetik kadın dergilerinin kapaklarından fırlamış o küçük, kentli, köksüz seçkinler grubu geliyor.

İlginç olan şu ki Batı solunun ağzından, yoksul dünyadaki kadın haklarıyla ilgili meselenin son yirmi yıldır neoliberalizmin sebep olduğu felâketin sonucu olduğuna dair tek bir laf bile işitilmiyor. Bu solcular, üçüncü dünyanın IMF ve Dünya Bankası eliyle sömürgeleştirilmesi sebebiyle oluşan sefaletten bolca bahsediyorlar, ama bu sömürgeleştirme çabalarını ve sefaleti, dünyanın bu kısmında artan İslamî bilinçle nedense ilişkilendirme gereği duymuyorlar.

Son yirmi yıldır yoksul dünyaya karşı Batı eliyle uygulanan ekonomik soykırım, fuhuş sektörünün tüm insanlık tarihinde eşine rastlanmayan ölçüde gelişmesine neden oldu. Afrika’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan “yakın zamanda özgürleştirilmiş olan” Doğu Avrupa’ya kadar birçok yerde yaşanan yıkımla yüzleşen ve Batı’nın kadın haklarına dair yalanlarına boğulan birçok yoksul kadın, bugün ancak bedenlerini erkeklere satarak hayatta kalabiliyorlar. Bu erkeklerin büyük bir kısmı da zengin ve Batılı erkekler. Fuhuş, hangi biçim altında olursa olsun, kadının onurunu ayaklar altına alıyor.

Üçüncü dünyada ve Doğu Avrupa’nın belirli kısımlarında bugün eve ekmeği kadınlar getiriyor, ailelerini onlar besliyor, başlarını sokacak evi onlar buluyor, üst başı onlar satın alıyor, bunu da hayatta kalmak adına, kendi bedenlerini satarak yapıyor.

Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, gezegenin üçte ikisini, dünya kadınlarının büyük çoğunluğunun yaşadığı yurdu, devasa bir geneleve çevirdi, üstelik bu genelevin giriş kapısında ışıl ışıl yanan ve hiç sönmeyen o neonlu tabelada “Kadın Hakları” yazılı.

Açlığın salgın hâlini aldığı, işsizlik rakamlarının arttığı, yığınların evsiz kaldığı, sınırsız bir sefalete mahkûm olduğu bir ülkede kadınlar, şöyle bir rahatlayıp haklardan bahsetme şansına sahip olamıyorlar, kendilerini savunma gerekliliğinden daha az söz etme imkânı bulamıyorlar.

Kadın haklarını dilinden düşürmeyen Dünya Bankası yüzünden, önceden eline geçen tüm sosyal yardımları yitirmiş, evi tek başına geçindiren kadınlar, yaptıkları iş için patronun kapıya on bin işsizi dizmesine karşı koyamıyorlar. IMF talimatlarıyla kuşa dönen barınma yardımı veya sosyal konut imkânının bulunmayışı sebebiyle kirayı ödeyemeyince ev sahibinin kirayı başka türlü ödemesi talebine itiraz edemiyorlar.

Batılı uzmanların tavsiyeleri üzerine ticarileştirilmiş olan hastanede evladı faturayı ödeyemediği için ölümle pençeleştiğinde, doktorun “boş ver sen faturayı” demesine tek laf edemiyorlar. Uydurma suçlamalarla hapiste tutulan kadın, gerekeni yapmazsa rüşvetin kölesi olmuş adliye memurları veya hapishane çalışanları görüşe abiyi de babayı da çocuğu da göndermiyorlar.

Müslüman ya da değil, tüm üçüncü dünyada kadınların büyük bir kısmı, böylesi bir gerçeklikte yaşıyor. Bu ülkelerde işçi sınıfına mensup sıradan kadınların her gün aşağılanması, tam da bu gerçekliğe bağlı olarak, yoksullar ve alt orta sınıf nezdinde cinsel özgürlük meselesine karşı derin bir öfkeye sebebiyet veriyor. Çünkü Batı’nın yücelttiği ve cana can kattığını söylediği bu cinsel özgürlüğü bitmek bilmeyen bir aşağılanma olarak görüyorlar.

Batı’da bir akşam kızının şehre üzerindeki mini eteği ve dar bluzuyla indiğini gören baba, kızının eğlence dolu gecenin sonunda kendi rızasıyla cinsel ilişki yaşayacağını bildiği için ona güvenir ve genelde rahat davranır, ama yoksul bir ülkede birçok baba, aynı şekilde giyinmiş kızlarının acı ve ızdırap yüklü gözyaşlarına tanık olur ve onun ekmek parası kazanmak için dışarı çıktığını bilir.

İşte bu derin ümitsizlik, aylak ve suça bulaşmış zenginlerin zevk almak adına yoksul çocukları avlamasına sebep olan zalim sistemdeki ahlaksızlık, çürüme ve hovardalık yüzünden Müslüman ülkelerdeki birçok sıradan kadın ve erkek, köktencilerin o çileci püritenizmine örgütleniyor.

Her köşe başında zorba erkeklerin tacizine uğrayan, onların attıkları laflara maruz kalan, erkeklerce rahatsız edilen, tehditlerle yüzleşen, sekse zorlanan kadınlar, her erkeğin değilse bile en azından tek bir erkeğin önünde diz kırmalarına imkân veren bir tür dine sığınıyorlar.

Batı’da mini etekli kızlar, sokakta karşılarına çıkan her erkeğin kendilerine pis pis bakmasından hoşlanmazlar. Böylesi bir durumda yürüyüp giderler, ama yoksul ülkelerde kızların çoğu böylesi bir imkândan mahrumdur. Her köşe başında aşağılayan sözlerle ve gözlerle karşılaşan kadınların çarşafın ardına saklanmalarında şaşılacak bir şey yoktur.

Bu ülkelerde kadın aşağılanır ve bu durumdan en çok da yoksul kadınları kendi şehvetleri için köleleştirecek para ve imkâna sahip bir avuç erkek istifade eder. Üstelik bu zengin ve üst orta sınıfa mensup adamların kızları orada burada “özgürlük” diye bağırırlar, çünkü onlar, o özgürlüğün bedelini bedenleriyle ödemek zorunda değildirler.

Köktenciler, dolaylı olarak kendi toplumlarındaki üst sınıflara seslenseler de attıkları sloganlar, genelde zenginlerin yataklarına kızlarını, karılarını ve annelerini gönderen kenar mahallelerde karşılık bulurlar.

Cromwell döneminde o sefih aristokrat İngiltere’nin geliştirdiği püritenizm, ezilen yoksulları örgütlemiştir, o hâlde Müslüman dünyanın kenar mahallelerinde başörtülü kadınların aynı yola revan oluşuna neden şaşırıyoruz?

İslamcılar, halka sosyal yardımlar yoluyla katkıda bulunurken, laik ama rüşvetin kölesi olmuş idareciler ve onların liberal “muhalifler”i, boş sloganlar atmanın ötesine geçemiyorlar. Kenar mahallelerde köktencilerin dağıttığı yemek sayesinde fuhuş kendisine alan bulamıyor, kendisini herkesten daha erdemli sanan, kadına dost olduğunu iddia eden Batılı STK’ların bile kadına bahşedemediği onuru o yoksul kadınlara İslamcılar veriyor.

Erkekleri çocuklarına bakmaya zorladığı için radikal İslam, genelde sıradan kadınlara seküler boşanma haklarına kıyasla daha cazip geliyor. Çünkü o boşanma hakları yüzünden üçüncü dünyada kadınlar ve çocuklar sokağa düşüyorlar, hayatın üzerine kâbus gibi çöken yoksulluğa mahkûm oluyorlar.

Batı’da cinsel özgürlük, ölüme sebebiyet veren cinsel hastalıkların toplumu teslim almasına mani olacak, gelişkin ama makul fiyatta ilâçlarla koruma altına alınıyor. Seküler üçüncü dünya ise böylesi güvencelere sahip değil. Bu anlamda, Müslüman dünyadaki kadınlar seküler üçüncü dünyaya baktıklarında, ihtiyaç duyulan kalkınma süreciyle desteklenmemiş özgürlüğün yol açtığı sonuçları ve seks yoluyla bulaşan, milyonları katleden hastalıkları görüyor.

Şurası gerçek ki İslamcı, özgürlükten uzak, gerici Müslüman Arabistan, dünyadaki en düşük AIDS oranına sahip ülke. Öte yandan, tüm gösterişçiliğiyle özgür olduğunu söyleyen Güney Afrika, bu öldürücü hastalıkla cebelleşiyor.

Burada burka giyilmesi veya başörtüsünün zorunlu kılınması yönünde bir çağrıda mı bulunuluyor? Hayır. Meseleyi izah etmek, ona onay vermek demek değildir. Burada temelde Batı’da kadın hakları denilen fikirdeki yozlaşmanın, o Batı’nın ekonomik baskıları ve sadece kendisine hizmet eden pratikleri altında ezilenlere neden cazip gelmediği üzerinde duruluyor.

Tekrar lafı dolandırmadan şunu söyleyelim: Bugün diyelim ki Irak’ta kadın hakları herkese bahşedildi, bu durumdan kısa vadede kim istifade edecek? Aç ve işsiz olup o hakları yanlış kullanan ve bedenlerini satmak zorunda kalan yığınla kadını karşısında bulan 150.000 kadar Batılı asker ve Irak’ı işgal etmiş zenginler.

Hiç şüphe yok ki bu türden bir özgürlükle geçecek on yıllık süre zarfında Irak’taki AIDS hastası oranı, neredeyse yarısı bu hastalığın pençesinde kıvranan, o Batılı, kadın dostu kurumların çok sevdiği Botswana’nın üzerine çıkacak.

Geçmişte radikal sol bu kadınları, kolayca kavranabilen, gerçekle güçlü bağlara sahip, iş, ev, geçinmeye yetecek ücret ve sosyalizm talep eden sloganlarla ve bu uğurda verilen mücadelelerle harekete geçirme imkânına sahipti. Bugün solcuların büyük bir kısmını utandıran sloganlar atılıyor ve bu sloganlarda kadın hakları, çevre, demokrasi ve “özgürlük”le ilgili, iç bayıltan, zararsız ve soyut ifadeler tercih ediliyor.

Solcular, ozon tabakası hakkında çene çalmaya bayılıyorlar, oysa bilsinler ki yoksul dünyanın kadınları kendilerine o ozon tabakasından daha yakın.

Kola Odetola
16 Ağustos 2005
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder