Feminizm
yeniden moda oldu. Feminizmin popüler hâle gelmesiyle kamuya mal olmuş simalar,
şirketler ve anaakım medya, halkın zihnine bolca feminizm pompalıyor. Ama bu
feminizm ağzına kadınların kurtuluşu meselesini hiç almıyor, sadece “tercih”
meselesini göklere çıkartmakla yetiniyor.
İnternette
okuduğumuz, feminizmle ilgili makalelerin ve yorumların neredeyse tamamında
tartışma, bir süre sonra tercih meselesine evriliyor. Konunun kendisi
önemsenmiyor, insanlar, alelacele meseleyi kadınların seçme hakkına ve
yetkisine sahip olmasına doğru daraltıyorlar. Bu da dünya genelinde birçok
farklı yoldan kadınları kısıtlayan, iktidara ait yapılardan ve toplumsal
normlardan uzak durulmasına neden oluyor.
Son
bir aydır “tercihçi feminizm”den gayrı bir şey konuşulmadı. Geçen Mart ayında
en önemli moda dergilerinden biri olan Vogue, kadınların yetki ve güç
kazanması meselesini bir dizi tercihe indirgeyen Vogue Yetkilendirme
kampanyasının parçası olarak, Hindistan’da “Benim Tercihim” başlıklı videosunu
paylaşıma açtı.
Hindistanlı
muhabir Gunjeet Sra’nın da aktardığı biçimiyle, internette viral olan video,
güya feminizme destek olan, aslında kadınlarla ilgili cinsiyetçi güzellik
ölçütlerini fetişleştirme, herkese dayatma ve kadını nesneleştirme üzerine
kurulu endüstrinin ikiyüzlülüğünü gizliyordu.
Bu
“tercihçi feminizm”, kendi mantığı dâhilinde saçma bir sonuca ulaşıyor: örneğin
Birleşik Krallık’ta yapılacak seçimde bir liberal demokrat aday, bir striptiz
kulübünde yaptığı kucak dansına ait görüntüleri kendince açıklamaya çalışıyor
ve meseleyi savuşturmaya çalışıyor. Bu noktada milletvekili adayı, yaptığı
şeyin, kadınların meşru tercihlerini yargılamak yerine o tercihlerde bulunacak
güç ve yetkiye kavuşmaları konusunda onlara yardım etmek olduğunu, bu anlamda
kendisinin feminist bir misyon dâhilinde hareket ettiğini söylüyor.
Playboy dergisi
de kısa süre önce feminist teorinin derinlikli yönüne ağırlık vermeyi
kararlaştırdığını açıkladı ve kadının pornografinin konusu olmasının onun bir
hakkı olduğunu söyledi. Elbette bu açıklama, iş planlarıyla da uyuşan bir
açıklama idi.
Bu
tür olayların yanı sıra Beyoncé feminist mi değil mi veya erkek siyasetçiler
üzerinde “İşte Bir Feminist Böyle Bir Şey” yazan tişörtler giymeli mi giymemeli
mi türü sorulara da tanık olunuyor. Bilindiği üzere bu tişört meselesi, kısa
süre önce Freedom Fallacy: The Limits of Liberal Feminism [“Özgürlük
Safsatası: Liberal Feminizmin Sınırları”] isimli feminist makale derlemesinin
hazırlanmasına neden olmuştu.
Yayına
hazırlayan isimler arasında benim de bulunduğum bu çalışmada yirmi yazar, bu
“tercihçi feminizm” meselesi dâhilinde ele alınan farklı konu başlıklarını
inceledi. Kitapta pornografiden fahişeliğe, kadın cinsel organının
kesilmesinden kadın dergilerine, evlilikten kadına yönelik şiddete kadar birçok
mesele ele alındı. Farklı bakış açılarının yansıdığı çalışmada hepimiz, kadının
özgürlüğü konusunda son sözü tercihlerin söylemesi gerektiğine ilişkin anlayışı
eleştirdik.
Birçoğumuza
göre pop-feminizmin son dönemde yaşadığı yükseliş, aslında “tercih bana ait”
diyen kesimin en aptal kısmını alaya alarak geçiştirilecek bir tehlike değil.
1.
Tercih meselesini temel alan argümanlar ve önermeler yanlış, çünkü bunlar,
kadınların tam özgürlük düzeyine ulaştıklarını varsayıyorlar, oysa böyle bir
kadın yok, bu düzeye ulaşmış bir kadın yok. Evet biz kadınlar, tercihlerde
bulunuyor, seçim yapıyoruz, ama bu tercihler, bizim içinde yaşadığımız eşitsiz
koşullarca biçimlendiriliyor ve kısıtlanıyorlar. Tercihler, ancak patriarkanın
sona erdiği bir dünyada, zerre eleştirilmeden yüceltilebilirler.
2.
“Daha fazla tercihte bulunmak, doğalında daha fazla özgürlük demektir” tespiti
tümüyle yanlıştır. Bu tür sözler sarf edenler, esasen neoliberalizmi feminizm
ambalajında satan kişilerdir. Evet çocukları olan kadınlar çalışabiliyor da
evde kalabiliyorlar da ama bu, alabildiğine anlamsız bir tercih, zira çocuk
yetiştirme meselesi, hâlen daha bir “kadın işi” olarak kurgulanıyor, devlet,
çocuk bakımı konusunda yeterince destek sunmuyor, ayrıca çocuksuz kadınlar
bencil kişiler olarak görülüp yeriliyorlar.
3.
Kadınların tercihlerine odaklanan, tercihleri varoluş meselesi hâline getiren
ve amaç olarak gören feminizm, yoldan saparak mağduru suçlayan bir eğilim içine
giriyor, dahası, kadınları yüzleştikleri gerçek sorunlardan uzaklaştırıyor.
Eğer gidişattan memnun iseniz, o vakit kadın düşmanlığını ve cinsiyetçiliği,
ücret farklarını, kökleşmiş cinsiyet rollerini, kadınların mecliste ve başka
kurullarda temsil edilmemesini, kadına yönelik şiddetin bir salgın gibi her
yana yayılmasını da eleştirmezsiniz. Sadece kendinizi eleştirir, sadece
kendinizi suçlarsınız. Çünkü siz, yanlış bir tercihte bulunmuşsunuzdur.
Bahsini
ettiğim kitapta sosyolog Natalie Jovanovski’nin de ifade ettiği biçimiyle bu
tür bir liberal feminizm, son dönemde iyice görünür hâle geldi. Bireyin
tercihlerini her şeyin üzerine koyan bu yaklaşım, statükoya karşı çıkma gereği
de duymuyor.
Ayrıca
toplumsal değişim talebinde de bulunmuyor, pratikte kolektif eylem çağrılarını
geçersiz kılıyor. Temelde söz konusu yaklaşım, sizden hiçbir şey istemiyor,
karşılığında da size hiçbir şey katmıyor.
Direniş,
yerini başka faaliyetlere bırakıyor ve bu faaliyetlerde bir vakitler kadını
esir eden, başkalarına tabi kılan hususlar, özgürleştirici kişisel tercihler
olarak takdim ediliyorlar. Örneğin cinsel taciz, kadınların keyfini
çıkartabilecekleri zararsız bir şaka olarak ambalajlanıyor. Evlilik, kişilerin
birbirlerini pohpohladığı, feminizm yanlısı bir oyun olarak makyajlanıyor.
Vajinanın
iç dudaklarına dönük labioplasti ameliyatları, kadına faydalı, estetik
açısından önemli bir müdahale olarak gösteriliyor. Porno, cinsel özgürleşme
olarak övülüyor. Nesneleşme, güç ve yetki kazanmanın yeni yolu olarak
sunuluyor.
Eşitliğin
hüküm sürdüğü bir gelecek yerine kadınlara içe dönmek ve hangi kadının “kötü
feminist” olduğuyla ilgili boş tartışmalar yürütmek kalıyor. Gazeteci Sarah
Ditum’un da ifade ettiği gibi, kadınlara sadece “feminist olabilir misin?”
oyununu oynamak düşüyor. Kadınların ilerleyişinde yüzleştikleri asıl sorunun
uydurma bir feminist ideale ulaşmak olduğundan bahsediliyor.
Kadınlar,
belirli işkollarını, sektörleri, kurumları ve toplumsal yapıları eleştirdiğinde
tercihçi feminizmdeki bireycilik, o kadınları hemen sektörlerin, kurumların ve
yapıların parçası olmakla suçluyor. Dolayısıyla feminizmin halka dair
anlayışlarında yapı temelli analiz silinip gidiyor.
Aynı
saçma yaklaşım dâhilinde, misal, bir Marksist, kapitalizmi eleştirdiği için
onun ücretli işçilere düşman olduğundan söz ediliyor. Aynı tuhaf mantık
üzerinden, büyük ilâç tekellerini eleştirenlerin, ilâç fabrikalarında çalışan
insanlardan nefret ettikleri söyleniyor.
Nihayetinde
“tercihler” yüceltiliyor, eşitliğin zaten elde edilmiş olduğunu söyleyen
efsane, ısıtılıp ısıtılıp satılıyor. Bu yaklaşım, özünde kadınları geri bırakan
kurumlara meydan okuma becerimizi elimizden alıyor. Ama kavganın coşkun nehri,
kendisine akacak bir yatak illaki buluyor.
Birçok
kadın, feminizmin tüm kadınların eşitliği ve özgürlüğü için zaruri bir
toplumsal hareket olduğunu görüyor, ama bu gelişmenin tercihle ilgili
palavralarla bir alakasının bulunmadığını görmek gerekiyor.
Meagan Tyler
29 Nisan 2015
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder