Pages

30 Ocak 2021

Kobanî’nin Kızları

Hillary ve Chelsea Clinton, Kürt kadın savaşçılarla ilgili yeni bir dizinin yapımını üstlenmiş. Karşımıza, Rojava’daki YPJ güçlerinin Clinton’ların temsil ettiği her şeye karşı çıkan solcular olduklarını bir şekilde ortaya koymayan, sterilize edilmiş bir yapımın çıkacağına kimsenin şüphesi olmasın.

On yıldır süren Suriye iç savaşında uluslararası kamuoyunun dikkatini Kobanî Savaşı kadar çeken çok az muharebeye tanık olundu. Eylül 2014 ile Ocak 2015 arasında, Kürtlerin çoğunlukta olduğu Kobanî şehrinin kontrolünü ele geçirmek için yapılan savaş, o vakitler yükselişte olan İslam Devleti ile kuzeydeki birçok Kürt yerleşim bölgesini kontrol eden solcu Kürt milisleri Halkların Koruma Birimleri’ni (YPG) Suriye’nin kuzeyinde (Kürtlerin Rojava-Batı olarak bildiği bölgede) karşı karşıya getirdi. YPG’nin tamamı kadınlardan oluşan kanadı Kadın Koruma Birimleri (YPJ), bu süreçte ön plana çıktı. Ataerkil yönetimin en acımasız biçimlerini uygulayan ve rutin olarak tecavüzü bir savaş silahı olarak kullanan bir örgüt olarak IŞİD’in ilerleyişine karşı koyan genç kadın savaşçıların imajı, uluslararası soldaki birçok kişiye ilham verdi. Kürt milisler, hem IŞİD birliklerini yok ettiler hem de doğrudan demokrasi ilkelerine dayalı radikal bir yerleşim bölgesi oluşturdular.

Kürtler, bu süreçte eskiden kendilerine destek verme ihtimali bulunmayan kesimleri de etkilemeyi bildiler. Bu kesimler, özünde Kürtlerin uğruna mücadele ettikleri değil, karşı oldukları şeylerle ilgilenmeyi tercih ediyorlardı.

Sol devrimlere pek de sevdalı olmayan ABD ordusu, NATO üyesi olan dostu Türkiye ile anlaşmaya varamayınca IŞİD’e karşı koymak için Kürtlerle ittifak kurdu. Başkan Trump, 2019 sonbaharında Türk devletinin desteğini arkasına alan İslamcıların işgaline zemin hazırlayarak Amerikan güçlerini[1] Türk sınırından çekince, ulusal güvenlik teşkilatı isyan etti ve Savunma Bakanı James Mattis[2] istifasını sundu. İsrail’in sağcı başbakanı Benjamin Netanyahu da “cesur Kürt halkıyla”[3] dayanışma içerisinde olduğunu dile getirdi.

Geçen haftanın başında, YPG’nin Kobanî’de IŞİD’e karşı kazandığı zaferin altıncı yıldönümünden bir gün önce, eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve kızı Chelsea’nin, Gayle Tzemach Lemmon’ın The Daughters of Kobani isimli kitabını temel alan bir televizyon dizisi üzerinde çalıştıkları haberi işitildi.

Batı’nın Cihadcıları Öldüren Keskin Nişancı Kızlarla Karşılaşmaları

Clinton’ın projesiyle ilgili bilgiler yetersiz ve The Daughters of Kobani [“Kobanî’nin Kızları”] henüz yayımlanmış değil, buna karşın Hollywood Reporter, bize şu ayrıntıları sunuyor:

The Daughters of Kobani, Kuzey Suriye'de IŞİD'le dövüşüp zafere ulaşan, tamamı kadınlardan oluşan Kürt milislerle ilgili yüzlerce saatlik röportajlara ve sahadaki haberlere dayanıyor. Kimsenin ihtimal dahi vermediği o zaferin ardından Kürt milisler, kendi siyasi vizyonunu herkese takdim eden, Ortadoğu'nun bir köşesinde cinsiyet eşitliğini tesis eden bir savaş gücü olarak ortaya çıktı. Milisler, bu süreçte ABD Özel Harekât Kuvvetleri’nin saygısını ve önemli askeri desteğini kazandılar.”

YPJ’nin hikâyesini ilk kez Clinton’lar anlatmıyor. 2018’de Fransız aktris Eva Husson tarafından yazılan ve yönetilen, Fransız bir gazeteciyi ve tamamen kadınlardan oluşan bir taburla olan ilişkilerini perdeye aktaran Les filles du soleil [“Güneşin Kızları”] kısa süre önce gösterime girmişti. Yine Fransız yapımı olan, feminist ve laik kesimlerin öncü isimlerinden Caroline Fourest tarafından yazılan Sœurs d'armes [“Silâhlı Kız Kardeşler”], kadın milislerle birlikte savaşmak için Rojava’ya giden iki genç Fransız kadına odaklanıyordu. 2020’de, Ron Leshem, Maria Feldman ve Eitan Mansuri tarafından oluşturulan, Hulu video sitesine ait No Man’s Land [“Sahipsiz Topraklar”] adında Rojava üzerine bir başka yapım daha yayınlandı. Bu kez kahraman, kız kardeşini aramak için Suriye’ye giden bir Fransız’dı.

Tüm bu yapımlar, kimi ortak yönlere sahip. Birincisi bu filmler, kameralarını Batılılara yöneltiyor, YPJ ve Suriye İç Savaşı ise filmlerde romantik bir arka plan görevi görüyor. No Man’s Land’i eleştiren bir ismin de dile getirdiği gibi, “filmin hiçbir yerinde Kürt özgürlük savaşçılarının seçkin bir birimi olan YPJ’nin hikâyesine yer verilmiyor. En fazla, filmin Suriye iç savaşı ile ilgili olduğundan söz edilebilir ki o bile zor.”[4]

İkincisi, bu yapımlara Kürtlerin katılımı görece sınırlı olmuştur. Bunlar Kürt hikâyeleri değil, Batılıların yabanla ilişkilerine dair hikâyeler. Bahsi edilen iki Fransız filminde hikâyelerde örtük olarak Fransa’daki “kültür savaşları”[5] üzerinde duruluyor, Suriye’deki Kürt hareketi ise tali bir unsur olarak ele alınıyor.

Üçüncü ortak yönse şu: Bu filmler, Suriye'deki Kürtlerin açıktan solcu olan siyasetini büyük ölçüde karartıyorlar. Onun yerine, bize genel, tehdit edici olmayan ve nihayetinde anlamsız bir “özgürlük mücadelesi” takdim ediliyor, bu açıdan filmleri, en iyi ifadeyle, “Batı’nın mücahid öldüren keskin nişancı kızlarla karşılaşmaları” olarak özetlemek mümkün.

Kobanî: Bir Clinton Yapımı

Peki bu The Daughters of Kobani projesini nasıl anlamalıyız? Dizinin uyarlandığı kitabı yazan gazeteci Gayle Tzemach Lemmon, Hillary Clinton’ın yakın bir destekçisi ve o seçkinlere has “bağımsız iş kadını” feminizminin timsali. Kadınların girişimcilik yoluyla güçlendirilmesinin bir savunucusu[6] olan ilk edebi filmi The Dressmaker of Khair Khana [“Hayir Hanalı Terzi” -2011], Taliban’ın kısıtlamaları altında faaliyet gösteren bir Afgan iş kadınının hikâyesini anlatıyordu.

2015 yılında, kadın özgürleşmesi üzerine başka bir kitap daha yayımladı: Ashley's War: The Untold Story of a Team of Women Soldiers on the Special Ops Battlefield [“Ashley’nin Savaşı: Özel Operasyon Sahalarındaki Kadın Asker Timinin Anlatılmamış Hikâyesi”] Afganistan’da muharebe sahasında görev yapan kadınların hikâyesini aktarıyor. Kitap, Senatör John McCain ve Sheryl Sandberg gibi önemli isimlerce hakkında tanıtım yazıları kaleme alınmış bir çalışma.

The Daughters of Kobani, en iyi ihtimalle önümüzdeki ay gösterime girecek. Brooklyn doğumlu anarşist Murray Bookchin’in çalışmalarından ve 1984’ten beri Ankara ile savaşan, ABD’nin terörist örgütler listesine aldığı Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın yazılarından beslenen YPG ve YPJ’nin anti-kapitalizminin filmde kendisine yer bulmayacağı, filmde sadece “birilerinin kıçına tekme vuran kızlar”a yer verileceği hususunda kimsenin şüphesi olmasın.

Oysa Kobanî'de kadın savaşçılar kapsamlı bir rol oynadılar ki bu rol, Suriye iç savaşının özelliklerinden kaynaklanan, Batılı seçkinler tarafından keşfedilen bir merak veya basit bir tarihsel sapma değildi. 1970’lerde ve 80’lerde, bir dizi solcu Kürt politik örgütünün silâhlı kadın birlikleri vardı, bu örgütler içerisinde en fazla öne çıkanı ise İran’da faaliyet yürüten Komala idi. YPJ’nin kadın savaşçılarını var eden soykütük ise saflarına uzun zamandır kadınları alan PKK’ye dayanıyor.[7]

İşte tam da bu noktada Clinton’ların çekeceği filmdeki tarihsel ironiden söz etmek gerekiyor. 1990’larda Bill Clinton yönetimi, Ankara’nın PKK’ye karşı mücadelesinde kullanılan yüklü miktarda silâhı Türkiye’ye sattı ve bu silâhları bahsi edilen ülkeye aktardı.[8] Ayrıca Amerikan istihbaratı, Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Türk özel kuvvetleri tarafından yakalanmasında kritik rol oynadı.[9]

Hillary ve Chelsea Clinton, Bill Clinton’ın eylemlerinden tabii ki sorumlu tutulamaz. Fakat ABD’nin yerdiği, öte yandan YPJ savaşçılarının hürmet ettiği Öcalan gibi bir ismi filmde nasıl ele alacaklarını görmek epey ilginç olacak doğrusu.

Kürt Hikâyeleri

Pek çok Kürt, tümüyle yok sayıldıkları koşullarda, Batı’da kültür insanlarının kendilerinden söz etmeleri karşısında memnuniyet duyacak, burası kesin. Kürt sinemacı Beri Şalmaşi'nin de belirttiği gibi, “On yıl önce sırf Kürt adı anıldı diye sevinen insanlardı” Kürtler. Bunun bir ispatı da benim: hayli popüler olan Expanse roman serisindeki Kotyar Gazi’nin Kürt olduğu ortaya çıkınca manasızca heyecanlanmıştım. Öte yandan, Türk basınında çıkan, dizinin çekileceğine dair haberlerin tetiklediği, o asap bozucu öfke de birçok Kürdü memnun edecektir.[10]

Ama müesses nizama bağlı bir gazetecinin kitabına dayanan ve Clinton ailesince çekilecek bir filmin, Rojavalı kadın savaşçıların hikâyesini anlatmaya dönük olarak daha önceden ortaya konmuş çabalardaki eksik ve kusurları gidermesini kimse beklemesin. Muhtemelen karşımıza, Suriye’deki gerçek mücadeleyi karartan ve bu mücadeleyi Clinton’lar gibi militaristlerin çıkarlarına hizmet eden daha geniş bir “terörizmle mücadele” konseptiyle birleştiren romantik bir Kürt kadın savaşçı hikâyesi çıkacak.

Clinton’ların liberalizmine karşı olan, Kobanîli kadın ve erkeklerin uğruna mücadele ettikleri eşitlikçi toplum vizyonu, bir kez daha sterilize edilmiş ve egzotikleştirilmiş klişelerin arkasına gizlenecek.

Djene Rhys Bajalan
29 Ocak 2021
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Megan Specia, “Winners and Losers”, 15 Ekim 2019, NYT.

[2] Jeffrey Goldberg, “The Man Who Couldn’t Take It Anymore”, Ekim 2019, Atlantic.

[3] Herb Keinon ve Tovah Lazaroff, “Gallant Kurds”, 10 Ekim 2019, JP.

[4] Daniel Fienberg, “No Man’s Land”, 18 Kasım 2020, HR.

[5] Sylvain Mercadier, “French Muslims”, 13 Kasım 2020, MEE.

[6] Anushay Hossain, “Are You An Idea Entrepreneur?”, 20 Ekim 2016, Forbes.

[7] “Who are the Female Fighters of the PKK?”, 5 Ocak 2014, BBC.

[8] Michelle Ciarrocca, “US Arms for Turkish Abuses”, 17 Kasım 1999, MJ.

[9] Tim Weiner, “US Helped Turkey Find and Capture Kurd Rebel”, 20 Şubat 1999, NYT.

[10] “Hillary Clinton, 25 Ocak 2021, Sabah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder