“Tüm ülkelerin işçileri, birleşin!” [1919]
Seksenlerde
TRT, çocuklara okulda verilen hayat bilgisi derslerinin uzantısı olarak, bir
program yayınlıyordu. Karşıdan karşıya geçmek gibi gündelik konularda doğru
olanı Doğru Ahmet, yanlış olanı Bay Yanlış aktarıyordu. Bu tür derslerin ve
programların ardında 12 Eylül’ü aramak gerek.
12
Eylül’e anlamlı bir itirazı örgütlememiş olması, solun en önemli zaaflarından
birisidir. Teorisini ve siyasetini bu zaaf tayin eder. Dolayısıyla solun
sosyalizme ve komünizme dair algısı-bilgisi, Doğru Ahmet programının
sınırlarını aşamamıştır.
Sol,
tuhaf bir biçimde, her durumda, her fırsatta, her olayda doğruda durmak,
doğruyu söylemek gibi bir saplantı içerisindedir. Sanki bir yerlere söz vermiş
gibidir. Üstelik sol, o doğru bildiği şeyi sorgulama gereği bile duymamaktadır.
Doğrusu bile, mücadeleyle neşterlenmemiş, ayrıştırılmamış, düz, pürüzsüzmüş
gibi görünen gerçeklikle tanımlıdır. Doğrunun altı boştur, karşılıksızdır. Bu
sebeple işi gücü, egemenlerin o doğruları kabul edecekleri düzeye ve kıvama
gelmelerini beklemekten ibarettir.
Devlet
ve sermaye vurdukça sol, hata ve yanlış yapma ihtimallerini ortadan kaldıracak
bir yere doğru savrulmuştur. O, doğru, saf ve temiz olanın temsili olarak durup
efendilerinden övgü almayı siyaset zannetmiştir. Maradona gibi isimler ölünce
hemen saflığına, temizliğine vurgu yapma ihtiyacı duyanlar, bu türden bir övgü
ve taltif peşindedirler. Bu arayış, solun prangasıdır. Toplumsal kurguda,
hiyerarşide ve işbölümünde sol, kendisine ancak bu sayede bir yuva
açabileceğini düşünmektedir. O, “geri” halka sopa; “ileri” efendilere sallanan
eldir.
Çünkü
solun sosyalizmle ve siyasetle ilişkisi, burjuvazinin aydınlanma devrimi ile
sınırlıdır, onunla tanımlıdır. Bugün efendiler, Fransız Devrimi’ni krala değil,
kiliseye karşı devrim olarak kodlamaktadırlar, çünkü kralın kılına zarar gelsin
istememektedirler. Kilise karşıtlığı, yoksul düşmanlığı ile alakalıdır.
Sol
için de bu geçerlidir. Sosyalist örgütlerle MHP’li Semih Yalçın, CHP’de o
nedenle aynı “psikogenetik kodu” görmektedir. Marksizm ve sosyalist mücadele,
CHP ve Kemalizmle sınırlı bir aydınlanma faaliyetinin alt başlığından
ibarettir. O mücadele, krala karşı kudret sahibi olmak için verilemez. Kralın
kılına zarar veremez. Buna asla izin yoktur. Burjuva aydınlanması ise kralın
etrafındaki ideolojik zırhtır.
Meselelere
burjuva aydınlanmasının tayin ettiği akılla bakılınca tabiatıyla AKP, başka bir
yerden analiz edilmektedir. Sonuçta artık “herkes aynı gemidedir.”[1] Sol,
Dünya Ekonomi Vakfı başkanı Klaus Schwab gibi konuşmaya mecburdur. O gemiye
biner, kendisine gemi içerisinde bir alan tayin eder. Mücadele etmeden
kendisine bahşedilen o alanda AKP’ye karşı sermaye ve ordu içerisinden
ittifaklar arar. Gerilimler esnasında figüran olmayı içine sindirir. Kendisi
üzerinden birilerine mesaj iletilmesine sevinir. Gemide olduğu için gururlanır.
Figüran ve piyon olmak, onun ruhunda vardır. Bugün birilerinin Sovyet
gemisinden inmiş olması, aslında hayırlı bir gelişmedir.
Sol,
başkanlık sistemini Erdoğan’ın hırsıyla, hevesiyle ve şahsıyla ilişkilendirir.
Bunu yaparak Rahmi Koç’u gizler.[2] Suriye, Libya gibi konularda da aynı şeyi
yapar, Mavi Vatan projesini yıllar önce hazırlamış olan genelkurmayı aklar.
Sol, kendisine düzen içerisinde biçilen rolden memnundur. O rol, Doğru Ahmet
rolüdür ve meslekî ideolojilerle tanımlıdır. Bay Yanlış, tabii AKP’dir!
Siyaset,
krala karşı kudret mücadelesi olarak tanımlanmayınca akıl sahneden çekilir,
vicdanî itiraz öne çıkar. Soyut bir memleketten, soyut bir insandan, soyut
değerler kümesinden oklar fırlatılır. Güç biriktirmek, mevzi örmek, düşmana
karşı kudret sahibi olmak zorunluluk hâlini aldığında, hemen oradan
uzaklaşılır. O vicdan, kendisini burjuvazinin mutlak “İnsan” putuna doğru
kapatır. Örneğin o soyut İnsanları çok çalıştırdığı, çok çatışmaya sebep olduğu
için Sovyetler’i eleştirir.[3] Ekim’e düşman olan Başkaya gibi Doğru Ahmet’lere
atıfta bulunur.
Bu
tür isimlere göre, “toplum bir mermerdir, Rodin gibi fazlalıklar atılınca
ortaya komünist öz çıkar.” Gün, bu idealist saçmalıkları dile getirenlerin prim
yaptığı gündür. Bu lafı eden kişi, onca örgütü dolandıktan sonra en nihayetinde
Andre Gorzcu olmuştur.[4] Bu da hayırlı bir gelişmedir.
Geri
çekilme, yenilgi, kudretsizlik, teslimiyet, böylesi ütopyacı yalanlarına doğru
kapanmaya mecburdur. Gerçekten kaçılır, toplumun en özü kendisi olduğu
yalanıyla bir ömür geçirilir. Düşmana karşı anlamlı mevzilerin örülememiş
olmasının ceremesini yeni kuşaklar çeker. “En öz benim” diyenler, özne
olduklarını zannederler, aslında kendi inandıkları yalanın esiridirler.
Solun
siyaseti de teorisi de burjuva aydınlanmacılığının sınırlarına tabidir. Öz ve
özne olduklarını zannedenlerin ideolojik gıdası, burjuva aydınlanmacılığıdır.
Sol, bu aydınlanmacılığın sınırlarını aşıp onu ana ölçüt olmaktan çıkartmadığı
sürece, kralların saraylarına saldıramaz. Saldıracak gücü toplayamaz. İktidar
mücadelesi veremez. O, bu mücadeleyi kirli ve kirletici bulmaya mecburdur.
Ancak Biden ve Koç'un gemisine binmek ister. Güç olma ihtiyacı dahi duymaz.
Gücü burjuvaziyle birlikte tanımladığı, onun kucağına sığındığı, kendisini
burjuvaziyle birlikte var kıldığı için, ömür boyu ayna karşısına geçip “ben
güçlüyüm” der durur. Bu sebeple eksikliğini görüp güçlenme ihtiyacı da duymaz.
Bu
anlamda bugünkü tartışma, ulusal aydınlanmacılarla uluslararası aydınlanmacılar
arasındaki atışmadan ibarettir. “Milli burjuvazi”ye ilerleme adına düşman
olanların yol açtığı sis perdesine aldanmamak gerekir. Sonuçta beynelmilel
burjuvaziye kul olan sol da aynı şeyi istemektedir: Herkes kendisini
saçlarından tutup doğrultsun, düzenin çarkları ve süngüleri önünde hizaya
geçsin. Bu tarağın dişleri misali oluşan eşitlenme hâlinde sol, hikmet ve anlam
bulmaktadır. Kendisi burjuvaziyle güçlü olduğu için, ona karşı kitlelerde
oluşan güç birikimlerini tasfiye etmeye mecburdur. Sol, varoluşsal zorunluluk
gereği, devrim ve sosyalizm düşmanıdır. O ömrünü, burjuva aydınlanmasının
zorunlu olarak sosyalizme evrileceği hayaliyle tüketmeye yazgılıdır.
Ama
neticede Doğru Ahmet olmakla yol alınamaz. Kautsky’nin “ya barbarlık ya
sosyalizm”[5] sloganıyla onun yoluna revan olunduğunda, dönüldüğünde, “Ekim’in
ve Lenin’in günahlarından arınacağım” sananlar, yanılmaktadırlar. Batı’da
liberallerin sosyalizme ve Sovyetler’e dair eleştirilerine sarılanlar,
sosyalizmi sosyal liberalizm kalıbına dökmektedirler.
Esasen
Sovyet eleştirilerinde bir miktar Avrupa’nın hasedi ve kini konuşur. Burjuva
aydınlanmacılığı, Avrupa ülkelerinde bu şekilde tepki geliştirmiştir.
Moskova’daki devrim sancağı, Avrupa başkentlerini ürkütmüştür. Kısa sürede
gerçekleştirilen ekonomik hamle, şaşırtmıştır.
Aslında
bir bakıma Sovyetler, o Avrupa başkentlerindeki siyasi-ideolojik yönelime
teslim olduğu için yenilmiştir. Stalin ile ilgili edilen küfürlerse onun o
başkentlerin sınıfsal-politik yönelimlerini devrimci bir ayıraçla hizaya
sokmasının bir sonucudur. Stalin, Avrupa komünistlerinin üzerinde sallanan
balyozdur. O gidince Avrupa’nın sosyal demokrat ve liberal çekiçleri,
Moskova’nın başına inmeye başlamıştır. Örneğin 1968 diye yüceltilen hareketin
önemli bir bileşeni, Sovyet ve sosyalizm düşmanlığıdır. Bugün solcuların büyük
bir bölümünün 68 ağzıyla konuşması, oradan da Silikon Vadisi ideolojisi
ardındaki isimleri 68’lilik üzerinden yoldaş bellemesi, tesadüf değildir. Bu
kişiler, esasen işçinin, ezilenin Ekim ile muktedir olmasını Avrupa'nın
sınıfsız-sınırsız İnsan'ıyla eleştirme eğilimindedirler. O sınırsızlıkta
sömürgecilik, o sınıfsızlıkta emperyalizm aranmalıdır.
Bugün
“Amerikan ve Avrupa devrimleri, üretim güçlerini geliştirmeyi değil, paylaşmayı
düşünüyordu” denmesinin sebebi, Davos’tur, AB’dir, NATO’dur. Mevcut krizle
birlikte devletin ekonomiye ve siyasete müdahil olmasını isteyen, sadece Ülker
gibiler değildir. Tüm paydaşların sürece dâhil olmasını, bizzat tekeller,
emperyalistler ve şirketler istemektedirler. Sovyetler ve sosyalizm
eleştirileri, Çernobil gibi diziler, bu sebeple gündeme
gelmektedir. Bu eleştiriler, Sovyetler’deki sınıflar mücadelesine nasıl
müdahale ettiklerini gizlemeye mecburdurlar. Bu eleştirilerin sahipleri için
komünizm, okulların kapalı olduğu milli eğitim bakanlığından ibarettir!
Sovyet
ve sosyalizm eleştirileri ile bazı dönekler, liberaller, iç ajanlar,
efendilerden görev dilenmektedirler. “Toplumun özünde komünizm var, o da benim”
diye sağa sola yalan söyleyenlerin kimlere hizmet ettiği açıktır. Bugün Sendika
gibi yerlerde çıkan, geçmişe ve sosyalizm deneyimlerine dair eleştiriler ve
küfürler, efendilerden görev dilenme girişimi olarak okunmalıdır. “Özdeki
komünizm benim” denilerek, “bugünkü duruma, bugünde varolan öncüllerden türeyen
koşulların var ettiği hareket olarak müdahale eden komünizm” kapı dışarı
edilir. Artık öncüle, koşula ve duruma bakmaya gerek yoktur, tek mesele, bu tür
solcular gibi, bireysel hayatını komünizm zannetmekte, başkalarına bunu bu
şekilde yutturmaktadır.
Çünkü
Doğru Ahmetçilik, bir geri çekilme, teslim olmuşluk, diz çökmüşlük hâlidir.
Eyleme geçen, hata yapacağını bilir. Hata yapma cüreti olmayansa, eyleme
geçemez. Kolektif mücadele, bireysel hazza, hezeyana ve fanteziye indirgenir.
“Ben çalışmayı sevmem” diyen de sadece kendisine “organik domates” yetiştirmek
isteyen de üretim güçleri teorisini buradan eleştirir. Tüm bunlar, burjuva
aydınlanmacılığına göre tarif edilmiş teori ve pratiğin birer sonucudurlar. O
teori ve pratik, nihayetinde sahibine zarar gelsin istemez. Bu anlamda
Sovyetler ve Çin gibi deneyimler, “bugün efendilere nasıl zarar verebiliriz?”
sorusu üzerinden eleştirilmeli, buradan ilerletilmelidirler. Bugün tekellerin,
emperyalistlerin plan ve projelerine uygun teorileri pazara çıkarmanın bir
anlamı yoktur.
Eren Balkır
5
Aralık 2020
Dipnotlar:
[1] Metin Çulhaoğlu, “Evet, Bu Kez Herkes Aynı Gemide!”, 11 Kasım 2020, İleri. Çulhaoğlu’nun sosyalistliği de zaten
elli küsur yıl öncesinin gemisiyle alakalı. O, Sovyetler'in ülkede kurduğu
işletmeler kadar sosyalistti. Gemide olmayı her daim çok sevdi. Hep devletin
solcusuydu.
[2]
“12 Eylül harekâtından önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak
zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ve yönetmelik çıkartmak için aylar
geçmesini gerektiriyordu.” [DİSK-AR, “Emeğe Karşı Sermaye Darbesi”, Eylül 2020,
s. 8, DİSK.] Rahmi Koç, devamında şunları
söylüyor: “Yani her şey güçlükle, uzun zaman içinde gerçekleştirilebiliyor, her
şeye politik açıdan bakılıyordu. Askerî yönetim altında fark, alınan kararların
parlamentodan geçmesi gibi bir zorunluluk olmadığından, çok hızlı hareket
edilebiliyordu.” Başkanlık rejimini Erdoğan’ın heva ve hevesinin bir sonucu
zannedenler, bu sözlere dönüp dönüp bakmalı.
[3]
Nabi Kımran, “Geçmiş ve Gelecek: Sosyalizm Üzerine Notlar”, 27 Kasım 2020, Sendika.
[4]
Nabi Kımran, “Boş Zaman, Doğa, Komünizm”, 3 Aralık 2020, Sendika.
[5] Ian Angus, “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık Sloganı”, 21 Ekim 2014, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder