Neden PKP Taşlanırken Marcos ve Zapatistalar Seviliyor?
2010’da Wikileaks olayı yaşandığı zaman ortaya çıkarılan diplomatik yazışmalarda ABD’nin Aydınlık Yol hareketinin (Peru Komünist Partisi’ne takılan ad) yeniden toparlanmasından “korktuğu” ve Peru devletinin “Aydınlık Yol’un dirilişine karşı akıntıyı tersine çevirmek için” daha iyi bir stratejiye ihtiyaç duyduğu düşüncesi ifşa edilmişti.[1]
ABD’deki Maoist hareket, anti-faşist ve kentsel dönüşüm karşıtı kitle çalışmalarıyla tanındıkça, pek çok kişi de bu harekete, PKP’nin liderliğindeki Başkan Gonzalo’ya ithafen, “Gonzalocular” diyor. “Sendero” gibi, ABD’deki pek çok Maoist de legal solun ifade ettiği kaygıları taşımıyor.
Tıpkı “Sendero” gibi, buradaki Maoistler de kitle örgütleri
aracılığıyla kitle çalışması yürütüyorlar, halkı devrime hazırlamak amacıyla
görece açık koşulları kitlesel ve geniş hükümet karşıtı hassasiyeti seferber
etmek için perde gerisinde istismar ediyorlar. Ve yine “Sendero” gibi, buradaki
Maoistler de kitleleri harekete geçirirken, Carlos Montes gibi – ki kendisinin
kızının kocası Self Help Graphics gibi uzun süredir var olan, kâr amacı
gütmeyen ve Bank of America, Disney ve nihayetinde Los Angeles şehri çevreleri
ile ortaklığı bulunan bir oluşumda yönetici müdürlük yapmaktadır- sahte ve
işbirlikçi komünistlere karşı nefret uyandırmaktadır.
PKP
Dün Neydi, Bugün Nedir?
En
başta Ayacucho bölgesinde küçük bir militan grubundan teşkil olan Peru Komünist
Partisi, sonraları ülke topraklarının %40’ına hâkim olacak ve ülkenin 25
bölgesinde etkisini hissettirecekti. Yola Huamanga Üniversitesi’nde düşen
Gonzalo devrimci öğrencileri ve öğretmenleri, yoksul köylere gitmeleri ve
oralarda anket düzenlemeleri, köy sakinlerini örgütlemeleri için
görevlendirecekti. Gazeteci Gustavo Gorriti o zamanki çabaları şöyle anlatıyor:
“[Gonzalo’nun] hedefi
belliydi: üniversiteyi komünist kadroları devşirmek, eğitmek, örgütlemek ve
takviye etmek için kullanmak. Guzmán, üniversiteyi çoğunlukla Komünist Parti
üyelerinden ve sempatizanlarından meydana gelen bir öğretmen okuluna çevirmişti.
İlk nüve olan öğrenciler, kendi memleketleriyle ve topluluklarıyla ilişki
kurmada ideal bir yol sunuyorlardı.”
Halk
savaşı, bu epey uzun ve sabırlı yeraltı ve yarı-legal çalışma aracılığıyla
başlatılmıştı. Bunun göstergesi olarak bir seçim boykotu düzenlenmiş, oy
sandıkları yakılmış, bazı hükümet kurumları kundaklanmış ve bombalanmıştı.
Nutuk atan sosyal demokratların üstüne dinamit fırlatılmıştı. Tüm bunlar, kısa
süre içinde komşu kırsal bölgelere de sıçrayacaktı. Varlıklarıyla birlikte
getirdikleri devrimci şiddet, popüler bir karaktere sahipti ve genel olarak
köylülerle kaynaşmanın bir sonucuydu. PKP militanları, ellerinde temel gıda
maddeleriyle, misal, meyvelerle ve yemişlerle evden eve giderek, köylülerle
hayatlarının iyi-kötü yanları üzerine sohbet ediyorlar, özellikle de
köylerindeki zorluklar üzerine konuşuyorlardı.
RAND
Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü'nden Gordon McCormick’in, PKP’nin eylemli
propagandası ve “seçici imha” yöntemleri hakkında bahsedilirken, aralarında
nasıl bu kadar aktif destek oluşturabildiklerini açıklamak için bir vaka
çalışması olarak kullandıkları bir köy vardı. Bu kasabada Keçuva dili konuşan
yerli kızlara tecavüz eden ve yerel iktidar yapısındaki prestijinden dolayı
kendisine dokunulmayan bir rahip vardı. Sivil Savunma Muhafızları, kendilerine
yapılan şikâyetlere karşı kayıtsızdı. Kısa bir süre sonra bir Pazar günü,
Gerilla Ordusu’nun da çağrısıyla köylüler meydanda toplandılar. Halk, rahibin
suçları hakkında “öfkeli sözler söylemesi” için davet edilmişti. Çok geçmeden
gerilla ordusunun verdiği cesaretle kalabalık, rahibi kiliseden çekip çıkardı.
Kalabalığa rahibin suçlu olup olmadığı soruldu, suçlu olduğuna hükmedildiğinde
ise rahip, derhal kurşuna dizildi.
Kısa
süre sonra, özellikle de Peru’nun enflasyonu, El Niño’nun [küresel bir
okyanus-atmosfer olayı] tarımsal üretime getirdiği yıkım ve hükümetin PKP’nin
destek üssünü pasifleştirmek için bütün köyleri katlettiği, kırsalda yürüttüğü
soykırım kampanyası gibi sebeplerden dolayı, mülteciler, Lima kentinin merkezi
etrafında “çelik halka” olan gecekondulara göç ettikçe, PKP de Lima’daki
etkisini arttırdı. 1980 yılında iki yüz genç, San Martin De Porras’taki
belediye binasını molotof kokteylleri ile imha etti. Merkezi Karayolu
Bölgesi’ndeki Nana polis karakoluna saldırıldı. Sonra, en şaşırtıcı olanı ise,
tüm çalışanlarını işten çıkaran bir Bayer akrilik elyaf fabrikası saldırıya
uğradı ve Lima'da 525 millik bir koridoru etkileyen ilk planlı toplu elektrik
kesintisi yaşandı. Kesinti sırasında 50 bina yakıldı. “Sendero”, her büyük
sendika federasyonunu yasadışı ikili sendikalar yoluyla etkilemeye devam edecek
ve kapitalistlerin her ay yeni sözleşmeleri yenilemesini zorunlu kılarak büyük
endüstrileri kalıcı bir grev zeminine oturtacaktı. Raucana ve gecekondu
mahallesi komitelerini kontrol altında tuttular, insanları tahliyelere karşı
harekete geçirdiler ve silahlı saldırılar sırasında yanan lastikler ve enkazla
bitişik otoyolları tıkadılar.
Bu,
bir savaştı ve savaş kendi yasalarına göre işliyordu. Bu noktadan itibaren
“Sendero” burjuva hümanist yardımseverlere uluslararası düzeyde hakaret etmiş
oluyordu. Ve bu yasalar, savaş zeminine kayan herhangi bir siyasi güce büyük
bir zorunlulukla uygulanıyordu. Gerçek bir iktidar mücadelesi patlak
verdiğinde, diğer tarafın örgütlü ağlarını fiilen kırmak (bozmak, dağıtmak,
izole etmek ve yok etmek) gerekir. Aksi takdirde zafer imkânsızdır.
Gecekonduların veya köylerin genellikle gündüzleri silahlı kuvvetler, geceleri
gerillalar tarafından kontrol edildiği gerilla savaşında, hükümetin istihbarat
toplama ağlarını kesintiye uğratmak için ciddi bir çabaya ihtiyaç vardır.
Sadece Peru'da değil, diğer yerlerde de gerilla güçlerinin muhbirleri ve aynı
zamanda hükümete açık bir şekilde hizmet edenleri infaz etmesi yaygın görülen
bir durumdur (Bu durum, Peru'da sıklıkla resmi köy muhtarları veya
kontrgerillanın “köy savunma kuvvetleri” için geçerliydi).
McCormick'in
tecavüzcü rahibin infazına ilişkin anekdotunda görüldüğü gibi, terörün başka
bir işlevi daha vardır: halkın kötü şöhretli zalimlerinin cezalandırılması.
Çin'in Long Bow köyündeki toprak devriminin tarihsel bir anlatımı olan William
Hinton'ın Fanshen adlı eserinde, kadınlara tecavüz eden ve çocukları
seks köleliğine satan ev sahipleri vardı. Hinton, bu zalimlerin ölümünün
dünyanın değiştiğinin, gücün tarihsel açıdan değişmekte olduğunun siyasi bir
işareti olduğunu belirtiyordu. PKP’nin seçici imhalarının amacı buydu işte:
kötü şöhretli zalimlere gözle görünür, ölçülü ve odaklanmış cezalar kesmek,
eski küstah toplumun miadını doldurmak ve böylece uzun süredir mezalime uğrayan
halkın konuşma ve eyleme gücünü hissetmesi. 1930'da Klan'ın hâkimiyetindeki Mississippi'yi
kasıp kavuran bir devrimi hayal edin, benzer cezaları “halk mahkemeleri”
kesemez miydi?
Ancak
ABD solundaki pek çok kişi, “terörü” gevşek bir şekilde şeytanlaştıran tanıdık
ABD medyasının/siyasetinin dilini kullanıyor ve önemli farklılıkları (haklı ve
haksız savaşlar arasındaki) tam da bu şeylerin ana akım medyada gizlenme
biçimlerine paralel olarak gizliyor. Bu, “sol” un önemli kesimlerinin (yani sol
reformist seçim partileri, yasal sol) savaşta orduyu desteklemesi ve ağlarının
bazen hükümet tarafından muhbirlik ağları olarak sömürülmesi gerçeğiyle daha da
karmaşık hâle geliyor. İlk ronderolardan bazıları [Perulu köy
korucuları], 1970'lerin General Velasco askeri diktatörlüğüne kadar uzanan,
ordu yanlısı bağlantıların geçmişine sahip olan kurtuluş teolojisi rahipleri
tarafından organize edildi. Ronderolar, Aydınlık Yol örgütçülerini ve
sempatizanlarını öldürmekle görevlendirilmiş, hükümet yanlısı silahlı “köy
savunma kuvvetleri” idi; bunlar genellikle, halk üzerinde kendi terör
saltanatını sürdüren, hükümet tarafından silahlandırılan ve eğitilen köy zorbalarının
çeteleriydi (ve ihtiyaç hâlinde düzenli ordu güçleri tarafından
destekleniyorlardı).
Ve
böylece muhbirlerin ve ronderoların tanımlanması ve cezalandırılması
(uluslararası düzlemde) “Aydınlık Yol gerillaları köylüleri ve rakip solcuları
infaz ediyor” olarak rapor edildi. Bu anlatı, genellikle kaba bir yalandı ve
neredeyse her zaman kaba bir çarpıtma idi. Peru devletine karşı Maoist
seferberlik yürütülürken buna özellikle odaklanıldı. Sendika ve sosyal demokrat
sol çevrelerde “Aydınlık Yol sadece sendikacıları öldürür” deniliyordu. Liberal
Katolik çevrelerde “Aydınlık Yol rahipleri ve rahibeleri öldürür” deniliyordu.
(İlginçtir ki, önemli anlarda Aydınlık Yol'a katılan Katolik sol güçler
hakkında çok az şey söylendi.) Ve örgütlü solda “Aydınlık Yol, ölümcül bir
sektercilik içinde diğer sol güçleri öldürdü” denildi. Bir konuşmamda bana
“Aydınlık Yol’un yerli karşıtı olduğu” söyleyenler, o savaşçıların büyük
çoğunluğunun And halkından olduğunu ve PKP'nin ideolojisinin sadece Mao'nun
katkılarının rehberliğinde olmadığını, aynı zamanda Mariategui'nin “yerli
sosyalizmi” tarafından da yönlendirildiğini öğrendiklerinde şaşırırlar mıydı
acaba?
PKP
hakkında, Rand Corporation ve bazı “Senderologlar” gibi sofistike düşünce
kuruluşlarının bilgili fakat gerici analizleriyle, bazen örgütlü soldan gelen
kaba sokak düzeyindeki dezenformasyonun arasındaki farkın böylesine “büyük”
olması gerçekten de komik bir durum değil mi?
Maria
Moyano’nun öldürülmesi de solcu topluluğun değerli bir lideri olan bir Afrikalı-Perulunun
soğukkanlı, uğursuz sekterci bir infazı olarak tasvir ediliyor. Oysa Moyano,
hükümet yanlısı bir partinin Lima’nın en büyük gecekondu mahallesinde, Villa El
Salvador’da bulunan bir temsilcisiydi. “Bir bardak süt programı” olarak
adlandırılan uluslararası fonlu bir STK'nın merkezinde faaliyet gösteriyordu.
Tipik STK tarzında (ve buna kontrgerilla tarzını da ekleyebilirim), gecekondu
mahallelerindeki kadınlar arasında hükümet yanlısı siyasi ağlar kurmayı
amaçlayan (“sivil toplum inşa etme” sloganı altında) ağlar geliştirmek için süt
tedariki yöntemine başvuruldu. Üstelik bu STK ağının içerisinde Sendero
sempatisi nedeniyle üç kişinin tutuklanıp sorgulanmasını sağlayan gizli bir
muhbir ağı vardı. Gecekondu mahallesinin ahalisi arasında derinden faaliyet
gösteren gerillaların tepkisi ise, bu ağın önde gelen isimlerini hükümet
yanlısı faaliyetlerini durdurmaları noktasında ikaz etmek oldu. Bu mücadelenin
zirvesinde Moyano (açıktan ABD emperyalizmiyle birlikte soykırımcı kontrgerilla
savaşını yürüten iktidardaki bir hükümet koalisyonuna bağlı bir hükümetin üyesi
olarak) başkan yardımcısı oldu ve devrimin yenilgisini, devrim için
savaşanların ifşa edilmesini talep etmede gözle görülür bir rol oynamaya
başladı.
Bundan
dolayı da, tekrarlanan uyarılardan sonra, devrimciler Moyano’ya halka açık bir
etkinlikte ulaştılar ve onu öldürdüler. İnsanları, siyasi rakip oldukları ya da
STK ile ilişkide bulundukları için değil, muhbir oldukları için öldürdüler. Bu,
büyük bir hevesle tasvir edildiği üzere, “diğer solculara” karşı bir savaş
değildi.
Öyleyse,
revizyonist yasal sol iktidar simsarlarından, ABD emperyalizminden ve
işittiğimiz mesajlara aracılık eden basından oluşan bu troykanın,
kurtarıcıların herkesin dikkatini çeken hareketini şeytanlaştırmasında
şaşılacak bir yan var mıdır? Yahut troykanın, o kurtarıcıların önemli mevziler
elde ettiği, zafere çok yaklaştıkları gerçeğini örtbas etmesine şaşırmalı
mıyız? Bu, uzun süredir görmezden gelinen, tamamen şeytanlaştırılan ve feci bir
yoksulluk içinde kıvranan mazlumların şikâyetlerini ve umutlarını dile
getirebilmek için ayağa kalktıkları inanılmaz bir andı. Hâlâ öğrenilmesi
gereken dersleri özetlemeliyiz, ancak EZLN'nin eleştirisiz bir şekilde kabul
edilmesiyle birlikte ortaya çıkan, kim olduklarına ve neyi temsil ettiklerine
dair çarpıtma mutlaka incelenmelidir.
İkinci Bölüm
“Antonio çalıştığı toprağa sahip olmayı düşlüyor, terinin karşılığını adalet ve hakikatle aldığını hayal ediyor, cehaleti tedavi edecek bir okulu, ölümü korkutacak bir ilâcı, evinde elektrik olmasını ve masasının dolu olduğunu düşlüyor, ülkesinin özgür olduğunu ve bunun halkının kendi kendini yönetmesinin sonucu olduğunu düşlüyor, kendisi ve dünya ile barışık olduğunu düşlüyor. Düşünde bu düşün gerçekleşebilmesi için savaşması gerektiğini görüyor, hayatı kazanmak için ölümün olması gerektiğini düşlüyor. Antonio düş görüyor ve sonra uyanıyor. […] Artık ne yapacağını biliyor ve karısının ateşin yanında çömeldiğini görüyor, oğlunun ağladığını duyuyor. Doğudan doğan güneşe bakıyor ve gülümseyerek palasını alıyor eline. Rüzgâr tutuyor kollarından kaldırıyor havaya, yerden kesilmiş ayaklarıyla, diğerleriyle buluşmak için yürüyor. Bir şey ona, düşünün birçoklarınınkiyle aynı olduğunu fısıldıyor, Antonio onları bulmaya gidiyor. […]”
[Chiapas: İki Rüzgârda Güneydoğu, Ağustos 1992]
İsyan:
“Dünya’nın İlk Post-Modern Devrimi”
İlk
önceleri Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesine, sendikacılığa ve yerli
toprak hakları aktivistliğine göre yıllarca örgütlendikten sonra Zapatista
Ulusal Kurtuluş Ordusu ya da EZLN, Meksika anayasasındaki yerli ortak
toprakları için bulunan güvenceleri bir kenara atarak imzalanan NAFTA’ya karşı
isyan bayrağını çekti. Sadece bıçaklarla, sopalarla, tabancalarla ve av
tüfekleriyle silahlanmış oldukları hâlde şehirleri ve kasabaları hızla zapt
ettiler, memurları ve toprak ağalarını zorla sürdüler. EZLN, cüretkâr bir eylem
gerçekleştirerek San Cristobal de las Casas hapishanesindeki mahkûmları
özgürleştirdi. EZLN’nin istemeye istemeye “liderliği” üstlenmiş ismi
(“sözcüsü”) Subcomandante Marcos, gelecekteki hükümetle müzakerelerde EZLN’yi
temsil edecek ve Zapatismo ideolojisini açıklayan çeşitli yazılar kaleme
alacaktı.
Bu
olaylar, Meksika'yı ve dünyayı salladı, uluslararası manşetlere çıktı ve daha
iyi bir dünya talep etmek için sokaklara dökülen anarşistlerin egemen olduğu
küreselleşme karşıtı harekete ilham verdi. Chiapas polis güçleri, ele geçirilen
bölgeleri başarılı bir şekilde geri aldı ve EZLN'yi ateşkes ilan etmeye ve
yeniden toparlanabilmeleri için ormana çekilmeye mecbur bıraktı. Devlet bundan
kısa bir süre sonra şiddetle karşılık verdi, federal hükümete bağlı 70.000
askeri eyalete taşıdı ve bölgeyi çevrelemek için 30 adede kadar askeri tesis ve
karayolundan oluşan bir halka inşa etti. Güneydeki Peru'ya benzer şekilde,
Meksika devleti köyleri yakmaya ve insanları zorla yerlerinden etmeye başladı.
İstismar ve ortadan kaybolma raporları yaygındı ve Amerikan Devletler Örgütü bu
olayla ilgili olarak bir soruşturma başlattı.
Meksika
devleti, ülke çapında bir devrimci savaştan korkuyordu ve bunun Chiapas ile
sınırlandırılmasını istiyordu. Meksika’nın askeri bütçesi, Başkan Zedillo’nun
görevde olduğu süre boyunca kırk kat arttı. Bu arada kuzeydeki ABD’li
emperyalistler olayları not aldı. Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası kapsamında
gizliliği kaldırılan 1994 Pentagon brifing belgesinde, “Meksika hükümeti,
yaygın ekonomik ve sosyal kaosun bir sonucu olarak devrilme tehdidiyle karşı
karşıya kalırsa, ABD birliklerinin Meksika'ya gönderilmesi olumlu
karşılanacaktır” deniliyordu. ABD Ordusu Savaş Koleji'nde Ulusal Güvenlik
profesörü olan Donald E. Schultz tarafından yazılan bir makalede ise şöyle
deniliyor: “Düşman bir [Meksika] hükümeti, ABD'nin Meksika'daki yatırımlarını
tehlikeye atabilir, petrole erişimi tehlikeye atabilir, kuzeye doğru akacak
olan siyasi mülteci ve ekonomik göçmen seline neden olabilir.”
Bununla
birlikte Marcos ve EZLN, herhangi bir ideoloji tarafından yönlendirilmiş
görünmüyordu ve çoğunlukla anayasanın 52. maddenin reddedilmesi ve Meksika’nın
NAFTA’ya kabul edilmesiyle ilgileniyor gibiydi. New York Times tarafından
alıntılanacak olan akademisyen Seamus McGreal, Zapatismo'nun “dünyanın
ilk post-modern devrimi”ni temsil ettiğini yazıyordu. Göründüğü kadarıyla
amaçlarında ihtilafsız ve sınırlanmış, kendilerini ifade etmede “silahları
değil, teknolojiyi ve söylevi kullanan” Zapatistalar, Peru’daki “Aydınlık Yol”
hareketi kadar şiddetli ve hırslı bir güç olarak tasvir edilmiyordu.
Daha
sonra Zapatistalar, bu “Tarihin Sonu” dünyasının sevgilisi hâline geldiler.
Komünizm başarısız olmuştu: Filipinler’de, Hindistan’da, Peru’da halk savaşı
binlerce insanı harekete geçirmiş olsa bile, nihayetinde öncücülüğün neticesi
olan otoriter sosyalizmlerin modası geçmişti. Küreselleşme karşıtı harekette
görülen, insanları bir araya getirme, kitlelerin kuyruğuna takılma ve hedefsiz
gösterilerin çamurunda kaybolma üzerine kurulu hareketçilik, almış başını
gidiyordu. Ve direnme noktasında cüretkâr kararlarıyla Zapatistalar, o zamana
uyumlu olarak, buna benzer eklektik ve iflas etmiş bir siyasete sahiptiler.
Reformsuz
Silahlı Reformizm ya da Meksika Marcos’u Sevmeyi Nasıl Öğrendi
Meksika
burjuvazisinde, Zapatista probleminin “ele nasıl alınacağına” dair bir siyasi
kriz vardı. İsyanın ve Zedillo’nun Beyaz Terörünün başlamasından bir yıl sonra,
İçişleri Bakanı Esteban Moctezuma, gizlice Subcomandante Marcos ile buluştu ve
iyi niyet göstergesi olarak belirli konumlardaki federal güçleri geri çekti. O
zamanlar Marcos, görüşmeler çok iyi gittiği için kendisinin “işsizliğin
kendisine tehdit oluşturduğuna” dair şakalar yapıyordu. Ancak Zedillo, bir
muhbir tarafından devlete verilen Marcos'un kimliğini kamuoyuna açıkladı ve
Başsavcının, Chiapas eyaletinde birden fazla hedefe yönelik saldırıları
tetikleyen, EZLN hareketinin bazı kilit isimlerinin tutuklanması için emir
çıkardığını duyurdu. Eli kanlı “Aydınlık Yol”un aksine EZLN, federal güçlerle
herhangi bir büyük çaplı çatışmaya girmekten kaçındı ve barışçıl çözümden yana
umutlarını sürdürdü, bu da birkaç kilit ismin tutuklanmasına yol açtı.
Çileden
çıkan Moctezuma, EZLN’nin tehlikeli olmayan doğasını vurgularken, Zedillo’yu
istifayla tehdit ediyordu. Marcos’la beraber Cizvitlerin yönettikleri liseye
giden ve onun eski bir arkadaşı olan Max Appedole, Zedillo yönetimiyle görüştü,
Marcos’un birkaç eski şiirini ve yazısını paylaştı, yine onun üslubuna benzer
olan Zapatista bildirilerine atıfta bulundu. Dosya Zedillo’ya sunulmuştu,
Marcos bir barış yanlısı idi, Zapatistalar ise asla bir tehdit değildi. Eğer
Marcos ortadan kaldırılırsa ve Zapatistalara karşı bir soykırım kampanyası
yoğunlaştırılırsa, işte o zaman daha devrimci bir yönetimin geleceği ve
Meksika’nın, sadece Chiapas’ı değil, tüm ülkeyi sarabilecek olan bir devrimci
şiddet ağı içine düşebileceği sonucuna varılmıştı.
Bu,
Meksika devletinin San Andres Anlaşmaları aracılığıyla EZLN ile huzursuz bir
birlikte yaşamayı seçmesine yol açtı. Müzakere dönemi boyunca ve sonraki
yıllarda EZLN tarafından koyulan şartlar yerine getirilmedi veya çiğnendi. Yine
de silahlı mücadelenin yeniden başlatılmasından bahseden olmadı. Aslında
Chiapas'ta ve diğer güney eyaletlerinde yaşayanların koşulları, özellikle narko
kapitalistlerin arasındaki savaşlar genişledikçe ve bunlar daha önce görülmemiş
bir vahşet düzeyine ulaştıkça, kötüleşmeye devam etti.
Altıncı
Deklarasyon ve ‘’Diğer’’ Kampanya
Zapatistalar,
1996’yı takip eden yıllarda sosyal demokrat Demokratik Devrim Partisi’nin (PRD)
peşine takıldılar, çünkü EZLN’nin düşüncesi, geleceğin başkanı olan Vincente
Fox’un partisi PAN’ı [Ulusal Hareket Partisi] seçimlerde yenmenin ve asıl San
Andres Anlaşmaları’nda müzakere eden asırlık PRI’yı [Kurumsal Devrimci Parti]
devirmenin, kendilerini müzakere masasında daha iyi bir konuma getireceği
yönündeydi. Oysa gerçekleşen şey, PRD’nin PAN’ın yeniden müzakere edilmiş
anlaşmasına destek vermesi olmuştu. Marcos’un alternatifi, teknolojik açıdan
sofistike seçmen sahtekarlığını ve eski tarz oy sandığı doldurmayı devletin
içsel yolsuzluğunun kanıtı olarak kabul etmek değil, bunun yerine bir kampanya
başlatmak ve silahlı mücadele sorununa yeni bir “yaklaşım” getirmekti.
Seçim
hilesine karşı protestolar başlatılırken, Marcos’un “Aday Sıfır” olarak
atandığı ve Mexico City’ye doğru, yerleşik partileri protesto etmek için yola
çıktığı “Diğer Kampanya” da başlatılmıştı. Bu, EZLN'nin silahlı mücadeleden
tamamen vazgeçtiği Altıncı Deklarasyon’u yayınlamasıyla örtüşen bir gelişmeydi:
“EZLN, ateşkese taahhüdünü
sürdürmektedir ve herhangi bir hükümet gücüne saldırmayacaktır, askeri
manevralar gerçekleştirmeyecektir; EZLN, şu anda yaptığımız bu barışçıl
öneriyle siyasi mücadele yolunda ısrar etme taahhüdünü hâlâ sürdürmektedir. Bu
nedenle EZLN, ulusal siyasi-askeri örgütlerle veya diğer ülkelerinkilerle
herhangi bir gizli ittifak yapmama konusundaki inancını sürdürecektir; EZLN,
kendisini yaratan ve en yüksek komutası olan Zapatista yerli topluluklarını
savunma, destekleme ve itaat etme ve kendi iç demokratik süreçlerine ve
olanaklarının ölçülmesine müdahale etmeden, güçlenmelerine katkıda bulunma
taahhüdünü, özerklik, iyi yönetim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi
hususlarında yinelemektedir. Bu, Meksika'da ve dünyada, barışçıl bir sivil
hareketle, ancak topluluklarımızı görmezden gelmeden veya terk etmeden,
silahsız yaratacağımız şeyi söylemektir.”
Altıncı
Deklarasyon, bürokrat sermaye ve yarı-feodal ilişkiler NAFTA ile daha sağlam
bir hâle gelmeden önce, Meksika’nın daha milliyetçi geçmişine dönüşü teşvik
eden bir tez hâline geldi. Belgede, Meksika ile ilgili sorunun
kapitalist-emperyalizm olmadığı, “Meksika anayasasının artık tamamen çarpık
olduğu ve değiştiği” açıkça belirtildi. Başka bir deyişle, sorun olan
anayasanın burjuvazi tarafından yazılmış olması değil, Başkan Lazaro
Cardenas'ın anayasal garantilerinin neoliberal reformlarla yok edilmiş olması
ve (çarpıtılmadan önce bir zamanlar olduğu gibi) bunun öncesine dönmenin mümkün
olduğudur. EZLN, Diğer Kampanya gibi koalisyonlar içinde sendikaların ve
küreselleşme karşıtı örgütlerin “yatay” meclislerine olan ihtiyacı sürdürmeye
devam ediyor.
Altıncı
Deklarasyon, Zapatismo’nun ilk tutarlı kuramsallaştırması olmuştu. Belge
boyunca ütopik bir şekilde, kapitalizme karşı mücadelenin parlamento içinde
yeni yasalar oluşturmaktan ibaret olduğu savunuluyor. Formülü, Bernie
Sanders'ın savunduğu gibi, neoliberal politikaları bir kenara atmak ve
mülksüzleştirilmişler için “adil” yasalar yapacak bireyleri güçlendirmek için
“siyasi devrim” yapmaktan ibarettir. Bunun dışında kalanlar, proletaryanın
devrimci öznesi olan, Zapatistalarla hemfikir olan ve muhtemelen onların
önderliği altında birleşen bir dizi “örgüt” olarak ikame edilen, mücadelenin
belirleyici ve asli unsurlarıdır (yazarın notu: “Diğer Kampanya” sırasında,
meclislerin liderliği nasıl devredeceği veya nasıl ilerleyeceğine dair seçilmiş
kararlar olsa bile hiçbir ayrıntıya girilmedi). Belgede devrimin bahsi
geçmiyor, sadece yeni yasalar yapmaktan bahsediliyor.
Kavgada
Olmamak Daha Kötüsü, Halkı Yüzüstü Bırakmak
Peru
Komünist Partisi, Peru'daki neredeyse her mücadelede vardı. “Sendero”nun, İşçi
ve İşçi Sınıf Hareketi, Merkez Karayolu İşçi ve İşçi Sınıf Mücadele Komitesi,
Arjantin Caddesi Sınıf Mücadele Komitesi, Peru Halk Yardımı, Öğrencilerin
Devrimci Cephesi, Mahalle Sınıfı Hareketi, Gençlik Hareketi, Popüler Köylü
Hareketi, Mariategui Fikrî Hareket Merkezi, Kadınların Halk Hareketi ve daha
fazlası gibi, hayatın her kesiminden insanları örgütlemek için sahip olduğu
kitle örgütleri mevcuttu.
Zapatistalar
ise benzer örgütlenmeler oluşturma noktasında yetersiz kaldılar ve Diğer
Kampanya'nın niyetlerini ilân etmelerine rağmen Chiapas'tan ayrılmadılar.
Chiapas'ın
Oaxaca'ya komşu doğasına rağmen, Oaxaca Öğretmen Grevi patlak verdiğinde,
Zapatistalar ancak bir destek beyanı sundular, greve fiilen katılma veya
herhangi bir maddi destekte bulunmak biri bir şey teklif etmediler.
Özsavunma
birliklerinin [Autodefensalar] polisi ve narkoları kovup, silahlı geçici
üs alanları yaratmak suretiyle narko faşist şiddete direnmeye başladıkları
yıllarda, Zapatistalar yine çok bir şey teklif etmediler ve Chiapas genelinde
yaşanan kaçakçılığa saldırmaya çalışmadılar.
2014'te
Mexico City'deki öğrenciler genel grev ilan ettiklerinde Marcos, öğrencilere
sınıfa dönmelerinin ve mezun olana kadar protesto etmemelerinin daha iyi
olacağını söylediği için şehirdeki yetkililer tarafından alkışlandı.
Zapatistalar bu durumda ılımlı gruplara destek vererek öğrencilere savaşmaları
ve daha büyük devrimci eylem koymaları için çağrı yapmak yerine, onlara mesafe
alarak öğrencileri yüzüstü bıraktılar.
Bitirirken
Yerli
halkın toprak hakları ve özgürlüğü mücadelesinin Meksika'daki herhangi bir
sosyalizm mücadelesi için gerekli olduğu, kimsenin inkâr edemeyeceği bir
gerçekliktir. EZLN, anarşist ve liberal turistlere Zapatista teçhizatı satarak
isimlerinden kazanç sağlayan, ancak Chiapas halkı, sınırlı ve yerelliğe
hapsedilmiş taleplerini dile getirdiğinde bile aniden ortadan kaybolan bir ev
sahibi hâline geldi.
Meksika
devleti, Zapatistalara ve Anlaşma kapsamında koydukları koşullara saldırmaya
devam ediyor, buna karşılık görebildiğimiz kadarıyla, öz savunma sorunu bile
örgütün gündeminden kalıcı olarak düşüyor.
Hakkında
çok fazla teorik birikime ve ciddi çalışmalara ihtiyaç duyan Peru halk savaşı,
Zapatista liderlerinin uçurumun kıyısında tutundukları dalda asılı durdukları
koşullarda, çıtayı yükseltmeye cüret etti. Yazarın umudu, her ikisinin de
okuyucu tarafından dürüstçe karşılaştırılmasıdır. Bazıları, Zapatistaların
hiçbir zaman siyasi iktidarı ele geçirme niyetlerinin olmadığını söyleyebilir,
pekâlâ, onlar sadece, burjuva temsilinin kendilerinin sınırlı taleplerini
karşılamasını istiyorlardı. Ama kimse çıkıp da bunun devrimci bir talep
olduğunu iddia etmesin. Burada kimse, gelişmiş kapitalist merkezlerin mevcut
bağlamı dâhilinde, sınırlı taleplerimiz için burjuva temsilini de talep etmemiz
gerektiğini söylemesin.
Rust Belt Revolution
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder