Pages

16 Eylül 2020

Devrimci Şiddetin Tarihsel Savunusu

Neden PKP Taşlanırken Marcos ve Zapatistalar Seviliyor?


2010’da Wikileaks olayı yaşandığı zaman ortaya çıkarılan diplomatik yazışmalarda ABD’nin Aydınlık Yol hareketinin (Peru Komünist Partisi’ne takılan ad) yeniden toparlanmasından “korktuğu” ve Peru devletinin “Aydınlık Yol’un dirilişine karşı akıntıyı tersine çevirmek için” daha iyi bir stratejiye ihtiyaç duyduğu düşüncesi ifşa edilmişti.[1] 

ABD’deki Maoist hareket, anti-faşist ve kentsel dönüşüm karşıtı kitle çalışmalarıyla tanındıkça, pek çok kişi de bu harekete, PKP’nin liderliğindeki Başkan Gonzalo’ya ithafen, “Gonzalocular” diyor. “Sendero” gibi, ABD’deki pek çok Maoist de legal solun ifade ettiği kaygıları taşımıyor. 

Tıpkı “Sendero” gibi, buradaki Maoistler de kitle örgütleri aracılığıyla kitle çalışması yürütüyorlar, halkı devrime hazırlamak amacıyla görece açık koşulları kitlesel ve geniş hükümet karşıtı hassasiyeti seferber etmek için perde gerisinde istismar ediyorlar. Ve yine “Sendero” gibi, buradaki Maoistler de kitleleri harekete geçirirken, Carlos Montes gibi – ki kendisinin kızının kocası Self Help Graphics gibi uzun süredir var olan, kâr amacı gütmeyen ve Bank of America, Disney ve nihayetinde Los Angeles şehri çevreleri ile ortaklığı bulunan bir oluşumda yönetici müdürlük yapmaktadır- sahte ve işbirlikçi komünistlere karşı nefret uyandırmaktadır.

PKP Dün Neydi, Bugün Nedir?

En başta Ayacucho bölgesinde küçük bir militan grubundan teşkil olan Peru Komünist Partisi, sonraları ülke topraklarının %40’ına hâkim olacak ve ülkenin 25 bölgesinde etkisini hissettirecekti. Yola Huamanga Üniversitesi’nde düşen Gonzalo devrimci öğrencileri ve öğretmenleri, yoksul köylere gitmeleri ve oralarda anket düzenlemeleri, köy sakinlerini örgütlemeleri için görevlendirecekti. Gazeteci Gustavo Gorriti o zamanki çabaları şöyle anlatıyor:

“[Gonzalo’nun] hedefi belliydi: üniversiteyi komünist kadroları devşirmek, eğitmek, örgütlemek ve takviye etmek için kullanmak. Guzmán, üniversiteyi çoğunlukla Komünist Parti üyelerinden ve sempatizanlarından meydana gelen bir öğretmen okuluna çevirmişti. İlk nüve olan öğrenciler, kendi memleketleriyle ve topluluklarıyla ilişki kurmada ideal bir yol sunuyorlardı.”

Halk savaşı, bu epey uzun ve sabırlı yeraltı ve yarı-legal çalışma aracılığıyla başlatılmıştı. Bunun göstergesi olarak bir seçim boykotu düzenlenmiş, oy sandıkları yakılmış, bazı hükümet kurumları kundaklanmış ve bombalanmıştı. Nutuk atan sosyal demokratların üstüne dinamit fırlatılmıştı. Tüm bunlar, kısa süre içinde komşu kırsal bölgelere de sıçrayacaktı. Varlıklarıyla birlikte getirdikleri devrimci şiddet, popüler bir karaktere sahipti ve genel olarak köylülerle kaynaşmanın bir sonucuydu. PKP militanları, ellerinde temel gıda maddeleriyle, misal, meyvelerle ve yemişlerle evden eve giderek, köylülerle hayatlarının iyi-kötü yanları üzerine sohbet ediyorlar, özellikle de köylerindeki zorluklar üzerine konuşuyorlardı.

RAND Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü'nden Gordon McCormick’in, PKP’nin eylemli propagandası ve “seçici imha” yöntemleri hakkında bahsedilirken, aralarında nasıl bu kadar aktif destek oluşturabildiklerini açıklamak için bir vaka çalışması olarak kullandıkları bir köy vardı. Bu kasabada Keçuva dili konuşan yerli kızlara tecavüz eden ve yerel iktidar yapısındaki prestijinden dolayı kendisine dokunulmayan bir rahip vardı. Sivil Savunma Muhafızları, kendilerine yapılan şikâyetlere karşı kayıtsızdı. Kısa bir süre sonra bir Pazar günü, Gerilla Ordusu’nun da çağrısıyla köylüler meydanda toplandılar. Halk, rahibin suçları hakkında “öfkeli sözler söylemesi” için davet edilmişti. Çok geçmeden gerilla ordusunun verdiği cesaretle kalabalık, rahibi kiliseden çekip çıkardı. Kalabalığa rahibin suçlu olup olmadığı soruldu, suçlu olduğuna hükmedildiğinde ise rahip, derhal kurşuna dizildi.

Kısa süre sonra, özellikle de Peru’nun enflasyonu, El Niño’nun [küresel bir okyanus-atmosfer olayı] tarımsal üretime getirdiği yıkım ve hükümetin PKP’nin destek üssünü pasifleştirmek için bütün köyleri katlettiği, kırsalda yürüttüğü soykırım kampanyası gibi sebeplerden dolayı, mülteciler, Lima kentinin merkezi etrafında “çelik halka” olan gecekondulara göç ettikçe, PKP de Lima’daki etkisini arttırdı. 1980 yılında iki yüz genç, San Martin De Porras’taki belediye binasını molotof kokteylleri ile imha etti. Merkezi Karayolu Bölgesi’ndeki Nana polis karakoluna saldırıldı. Sonra, en şaşırtıcı olanı ise, tüm çalışanlarını işten çıkaran bir Bayer akrilik elyaf fabrikası saldırıya uğradı ve Lima'da 525 millik bir koridoru etkileyen ilk planlı toplu elektrik kesintisi yaşandı. Kesinti sırasında 50 bina yakıldı. “Sendero”, her büyük sendika federasyonunu yasadışı ikili sendikalar yoluyla etkilemeye devam edecek ve kapitalistlerin her ay yeni sözleşmeleri yenilemesini zorunlu kılarak büyük endüstrileri kalıcı bir grev zeminine oturtacaktı. Raucana ve gecekondu mahallesi komitelerini kontrol altında tuttular, insanları tahliyelere karşı harekete geçirdiler ve silahlı saldırılar sırasında yanan lastikler ve enkazla bitişik otoyolları tıkadılar.

Bu, bir savaştı ve savaş kendi yasalarına göre işliyordu. Bu noktadan itibaren “Sendero” burjuva hümanist yardımseverlere uluslararası düzeyde hakaret etmiş oluyordu. Ve bu yasalar, savaş zeminine kayan herhangi bir siyasi güce büyük bir zorunlulukla uygulanıyordu. Gerçek bir iktidar mücadelesi patlak verdiğinde, diğer tarafın örgütlü ağlarını fiilen kırmak (bozmak, dağıtmak, izole etmek ve yok etmek) gerekir. Aksi takdirde zafer imkânsızdır. Gecekonduların veya köylerin genellikle gündüzleri silahlı kuvvetler, geceleri gerillalar tarafından kontrol edildiği gerilla savaşında, hükümetin istihbarat toplama ağlarını kesintiye uğratmak için ciddi bir çabaya ihtiyaç vardır. Sadece Peru'da değil, diğer yerlerde de gerilla güçlerinin muhbirleri ve aynı zamanda hükümete açık bir şekilde hizmet edenleri infaz etmesi yaygın görülen bir durumdur (Bu durum, Peru'da sıklıkla resmi köy muhtarları veya kontrgerillanın “köy savunma kuvvetleri” için geçerliydi).

McCormick'in tecavüzcü rahibin infazına ilişkin anekdotunda görüldüğü gibi, terörün başka bir işlevi daha vardır: halkın kötü şöhretli zalimlerinin cezalandırılması. Çin'in Long Bow köyündeki toprak devriminin tarihsel bir anlatımı olan William Hinton'ın Fanshen adlı eserinde, kadınlara tecavüz eden ve çocukları seks köleliğine satan ev sahipleri vardı. Hinton, bu zalimlerin ölümünün dünyanın değiştiğinin, gücün tarihsel açıdan değişmekte olduğunun siyasi bir işareti olduğunu belirtiyordu. PKP’nin seçici imhalarının amacı buydu işte: kötü şöhretli zalimlere gözle görünür, ölçülü ve odaklanmış cezalar kesmek, eski küstah toplumun miadını doldurmak ve böylece uzun süredir mezalime uğrayan halkın konuşma ve eyleme gücünü hissetmesi. 1930'da Klan'ın hâkimiyetindeki Mississippi'yi kasıp kavuran bir devrimi hayal edin, benzer cezaları “halk mahkemeleri” kesemez miydi?

Ancak ABD solundaki pek çok kişi, “terörü” gevşek bir şekilde şeytanlaştıran tanıdık ABD medyasının/siyasetinin dilini kullanıyor ve önemli farklılıkları (haklı ve haksız savaşlar arasındaki) tam da bu şeylerin ana akım medyada gizlenme biçimlerine paralel olarak gizliyor. Bu, “sol” un önemli kesimlerinin (yani sol reformist seçim partileri, yasal sol) savaşta orduyu desteklemesi ve ağlarının bazen hükümet tarafından muhbirlik ağları olarak sömürülmesi gerçeğiyle daha da karmaşık hâle geliyor. İlk ronderolardan bazıları [Perulu köy korucuları], 1970'lerin General Velasco askeri diktatörlüğüne kadar uzanan, ordu yanlısı bağlantıların geçmişine sahip olan kurtuluş teolojisi rahipleri tarafından organize edildi. Ronderolar, Aydınlık Yol örgütçülerini ve sempatizanlarını öldürmekle görevlendirilmiş, hükümet yanlısı silahlı “köy savunma kuvvetleri” idi; bunlar genellikle, halk üzerinde kendi terör saltanatını sürdüren, hükümet tarafından silahlandırılan ve eğitilen köy zorbalarının çeteleriydi (ve ihtiyaç hâlinde düzenli ordu güçleri tarafından destekleniyorlardı).

Ve böylece muhbirlerin ve ronderoların tanımlanması ve cezalandırılması (uluslararası düzlemde) “Aydınlık Yol gerillaları köylüleri ve rakip solcuları infaz ediyor” olarak rapor edildi. Bu anlatı, genellikle kaba bir yalandı ve neredeyse her zaman kaba bir çarpıtma idi. Peru devletine karşı Maoist seferberlik yürütülürken buna özellikle odaklanıldı. Sendika ve sosyal demokrat sol çevrelerde “Aydınlık Yol sadece sendikacıları öldürür” deniliyordu. Liberal Katolik çevrelerde “Aydınlık Yol rahipleri ve rahibeleri öldürür” deniliyordu. (İlginçtir ki, önemli anlarda Aydınlık Yol'a katılan Katolik sol güçler hakkında çok az şey söylendi.) Ve örgütlü solda “Aydınlık Yol, ölümcül bir sektercilik içinde diğer sol güçleri öldürdü” denildi. Bir konuşmamda bana “Aydınlık Yol’un yerli karşıtı olduğu” söyleyenler, o savaşçıların büyük çoğunluğunun And halkından olduğunu ve PKP'nin ideolojisinin sadece Mao'nun katkılarının rehberliğinde olmadığını, aynı zamanda Mariategui'nin “yerli sosyalizmi” tarafından da yönlendirildiğini öğrendiklerinde şaşırırlar mıydı acaba?

PKP hakkında, Rand Corporation ve bazı “Senderologlar” gibi sofistike düşünce kuruluşlarının bilgili fakat gerici analizleriyle, bazen örgütlü soldan gelen kaba sokak düzeyindeki dezenformasyonun arasındaki farkın böylesine “büyük” olması gerçekten de komik bir durum değil mi?

Maria Moyano’nun öldürülmesi de solcu topluluğun değerli bir lideri olan bir Afrikalı-Perulunun soğukkanlı, uğursuz sekterci bir infazı olarak tasvir ediliyor. Oysa Moyano, hükümet yanlısı bir partinin Lima’nın en büyük gecekondu mahallesinde, Villa El Salvador’da bulunan bir temsilcisiydi. “Bir bardak süt programı” olarak adlandırılan uluslararası fonlu bir STK'nın merkezinde faaliyet gösteriyordu. Tipik STK tarzında (ve buna kontrgerilla tarzını da ekleyebilirim), gecekondu mahallelerindeki kadınlar arasında hükümet yanlısı siyasi ağlar kurmayı amaçlayan (“sivil toplum inşa etme” sloganı altında) ağlar geliştirmek için süt tedariki yöntemine başvuruldu. Üstelik bu STK ağının içerisinde Sendero sempatisi nedeniyle üç kişinin tutuklanıp sorgulanmasını sağlayan gizli bir muhbir ağı vardı. Gecekondu mahallesinin ahalisi arasında derinden faaliyet gösteren gerillaların tepkisi ise, bu ağın önde gelen isimlerini hükümet yanlısı faaliyetlerini durdurmaları noktasında ikaz etmek oldu. Bu mücadelenin zirvesinde Moyano (açıktan ABD emperyalizmiyle birlikte soykırımcı kontrgerilla savaşını yürüten iktidardaki bir hükümet koalisyonuna bağlı bir hükümetin üyesi olarak) başkan yardımcısı oldu ve devrimin yenilgisini, devrim için savaşanların ifşa edilmesini talep etmede gözle görülür bir rol oynamaya başladı.

Bundan dolayı da, tekrarlanan uyarılardan sonra, devrimciler Moyano’ya halka açık bir etkinlikte ulaştılar ve onu öldürdüler. İnsanları, siyasi rakip oldukları ya da STK ile ilişkide bulundukları için değil, muhbir oldukları için öldürdüler. Bu, büyük bir hevesle tasvir edildiği üzere, “diğer solculara” karşı bir savaş değildi.

Öyleyse, revizyonist yasal sol iktidar simsarlarından, ABD emperyalizminden ve işittiğimiz mesajlara aracılık eden basından oluşan bu troykanın, kurtarıcıların herkesin dikkatini çeken hareketini şeytanlaştırmasında şaşılacak bir yan var mıdır? Yahut troykanın, o kurtarıcıların önemli mevziler elde ettiği, zafere çok yaklaştıkları gerçeğini örtbas etmesine şaşırmalı mıyız? Bu, uzun süredir görmezden gelinen, tamamen şeytanlaştırılan ve feci bir yoksulluk içinde kıvranan mazlumların şikâyetlerini ve umutlarını dile getirebilmek için ayağa kalktıkları inanılmaz bir andı. Hâlâ öğrenilmesi gereken dersleri özetlemeliyiz, ancak EZLN'nin eleştirisiz bir şekilde kabul edilmesiyle birlikte ortaya çıkan, kim olduklarına ve neyi temsil ettiklerine dair çarpıtma mutlaka incelenmelidir.

    

İkinci Bölüm


“Antonio çalıştığı toprağa sahip olmayı düşlüyor, terinin karşılığını adalet ve hakikatle aldığını hayal ediyor, cehaleti tedavi edecek bir okulu, ölümü korkutacak bir ilâcı, evinde elektrik olmasını ve masasının dolu olduğunu düşlüyor, ülkesinin özgür olduğunu ve bunun halkının kendi kendini yönetmesinin sonucu olduğunu düşlüyor, kendisi ve dünya ile barışık olduğunu düşlüyor. Düşünde bu düşün gerçekleşebilmesi için savaşması gerektiğini görüyor, hayatı kazanmak için ölümün olması gerektiğini düşlüyor. Antonio düş görüyor ve sonra uyanıyor. […] Artık ne yapacağını biliyor ve karısının ateşin yanında çömeldiğini görüyor, oğlunun ağladığını duyuyor. Doğudan doğan güneşe bakıyor ve gülümseyerek palasını alıyor eline. Rüzgâr tutuyor kollarından kaldırıyor havaya, yerden kesilmiş ayaklarıyla, diğerleriyle buluşmak için yürüyor. Bir şey ona, düşünün birçoklarınınkiyle aynı olduğunu fısıldıyor, Antonio onları bulmaya gidiyor. […]” 

[Chiapas: İki Rüzgârda Güneydoğu, Ağustos 1992]


İsyan: “Dünya’nın İlk Post-Modern Devrimi”

İlk önceleri Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesine, sendikacılığa ve yerli toprak hakları aktivistliğine göre yıllarca örgütlendikten sonra Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu ya da EZLN, Meksika anayasasındaki yerli ortak toprakları için bulunan güvenceleri bir kenara atarak imzalanan NAFTA’ya karşı isyan bayrağını çekti. Sadece bıçaklarla, sopalarla, tabancalarla ve av tüfekleriyle silahlanmış oldukları hâlde şehirleri ve kasabaları hızla zapt ettiler, memurları ve toprak ağalarını zorla sürdüler. EZLN, cüretkâr bir eylem gerçekleştirerek San Cristobal de las Casas hapishanesindeki mahkûmları özgürleştirdi. EZLN’nin istemeye istemeye “liderliği” üstlenmiş ismi (“sözcüsü”) Subcomandante Marcos, gelecekteki hükümetle müzakerelerde EZLN’yi temsil edecek ve Zapatismo ideolojisini açıklayan çeşitli yazılar kaleme alacaktı.

Bu olaylar, Meksika'yı ve dünyayı salladı, uluslararası manşetlere çıktı ve daha iyi bir dünya talep etmek için sokaklara dökülen anarşistlerin egemen olduğu küreselleşme karşıtı harekete ilham verdi. Chiapas polis güçleri, ele geçirilen bölgeleri başarılı bir şekilde geri aldı ve EZLN'yi ateşkes ilan etmeye ve yeniden toparlanabilmeleri için ormana çekilmeye mecbur bıraktı. Devlet bundan kısa bir süre sonra şiddetle karşılık verdi, federal hükümete bağlı 70.000 askeri eyalete taşıdı ve bölgeyi çevrelemek için 30 adede kadar askeri tesis ve karayolundan oluşan bir halka inşa etti. Güneydeki Peru'ya benzer şekilde, Meksika devleti köyleri yakmaya ve insanları zorla yerlerinden etmeye başladı. İstismar ve ortadan kaybolma raporları yaygındı ve Amerikan Devletler Örgütü bu olayla ilgili olarak bir soruşturma başlattı.

Meksika devleti, ülke çapında bir devrimci savaştan korkuyordu ve bunun Chiapas ile sınırlandırılmasını istiyordu. Meksika’nın askeri bütçesi, Başkan Zedillo’nun görevde olduğu süre boyunca kırk kat arttı. Bu arada kuzeydeki ABD’li emperyalistler olayları not aldı. Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası kapsamında gizliliği kaldırılan 1994 Pentagon brifing belgesinde, “Meksika hükümeti, yaygın ekonomik ve sosyal kaosun bir sonucu olarak devrilme tehdidiyle karşı karşıya kalırsa, ABD birliklerinin Meksika'ya gönderilmesi olumlu karşılanacaktır” deniliyordu. ABD Ordusu Savaş Koleji'nde Ulusal Güvenlik profesörü olan Donald E. Schultz tarafından yazılan bir makalede ise şöyle deniliyor: “Düşman bir [Meksika] hükümeti, ABD'nin Meksika'daki yatırımlarını tehlikeye atabilir, petrole erişimi tehlikeye atabilir, kuzeye doğru akacak olan siyasi mülteci ve ekonomik göçmen seline neden olabilir.”

Bununla birlikte Marcos ve EZLN, herhangi bir ideoloji tarafından yönlendirilmiş görünmüyordu ve çoğunlukla anayasanın 52. maddenin reddedilmesi ve Meksika’nın NAFTA’ya kabul edilmesiyle ilgileniyor gibiydi. New York Times tarafından alıntılanacak olan akademisyen Seamus McGreal, Zapatismo'nun “dünyanın ilk post-modern devrimi”ni temsil ettiğini yazıyordu. Göründüğü kadarıyla amaçlarında ihtilafsız ve sınırlanmış, kendilerini ifade etmede “silahları değil, teknolojiyi ve söylevi kullanan” Zapatistalar, Peru’daki “Aydınlık Yol” hareketi kadar şiddetli ve hırslı bir güç olarak tasvir edilmiyordu.

Daha sonra Zapatistalar, bu “Tarihin Sonu” dünyasının sevgilisi hâline geldiler. Komünizm başarısız olmuştu: Filipinler’de, Hindistan’da, Peru’da halk savaşı binlerce insanı harekete geçirmiş olsa bile, nihayetinde öncücülüğün neticesi olan otoriter sosyalizmlerin modası geçmişti. Küreselleşme karşıtı harekette görülen, insanları bir araya getirme, kitlelerin kuyruğuna takılma ve hedefsiz gösterilerin çamurunda kaybolma üzerine kurulu hareketçilik, almış başını gidiyordu. Ve direnme noktasında cüretkâr kararlarıyla Zapatistalar, o zamana uyumlu olarak, buna benzer eklektik ve iflas etmiş bir siyasete sahiptiler.

Reformsuz Silahlı Reformizm ya da Meksika Marcos’u Sevmeyi Nasıl Öğrendi

Meksika burjuvazisinde, Zapatista probleminin “ele nasıl alınacağına” dair bir siyasi kriz vardı. İsyanın ve Zedillo’nun Beyaz Terörünün başlamasından bir yıl sonra, İçişleri Bakanı Esteban Moctezuma, gizlice Subcomandante Marcos ile buluştu ve iyi niyet göstergesi olarak belirli konumlardaki federal güçleri geri çekti. O zamanlar Marcos, görüşmeler çok iyi gittiği için kendisinin “işsizliğin kendisine tehdit oluşturduğuna” dair şakalar yapıyordu. Ancak Zedillo, bir muhbir tarafından devlete verilen Marcos'un kimliğini kamuoyuna açıkladı ve Başsavcının, Chiapas eyaletinde birden fazla hedefe yönelik saldırıları tetikleyen, EZLN hareketinin bazı kilit isimlerinin tutuklanması için emir çıkardığını duyurdu. Eli kanlı “Aydınlık Yol”un aksine EZLN, federal güçlerle herhangi bir büyük çaplı çatışmaya girmekten kaçındı ve barışçıl çözümden yana umutlarını sürdürdü, bu da birkaç kilit ismin tutuklanmasına yol açtı.

Çileden çıkan Moctezuma, EZLN’nin tehlikeli olmayan doğasını vurgularken, Zedillo’yu istifayla tehdit ediyordu. Marcos’la beraber Cizvitlerin yönettikleri liseye giden ve onun eski bir arkadaşı olan Max Appedole, Zedillo yönetimiyle görüştü, Marcos’un birkaç eski şiirini ve yazısını paylaştı, yine onun üslubuna benzer olan Zapatista bildirilerine atıfta bulundu. Dosya Zedillo’ya sunulmuştu, Marcos bir barış yanlısı idi, Zapatistalar ise asla bir tehdit değildi. Eğer Marcos ortadan kaldırılırsa ve Zapatistalara karşı bir soykırım kampanyası yoğunlaştırılırsa, işte o zaman daha devrimci bir yönetimin geleceği ve Meksika’nın, sadece Chiapas’ı değil, tüm ülkeyi sarabilecek olan bir devrimci şiddet ağı içine düşebileceği sonucuna varılmıştı.

Bu, Meksika devletinin San Andres Anlaşmaları aracılığıyla EZLN ile huzursuz bir birlikte yaşamayı seçmesine yol açtı. Müzakere dönemi boyunca ve sonraki yıllarda EZLN tarafından koyulan şartlar yerine getirilmedi veya çiğnendi. Yine de silahlı mücadelenin yeniden başlatılmasından bahseden olmadı. Aslında Chiapas'ta ve diğer güney eyaletlerinde yaşayanların koşulları, özellikle narko kapitalistlerin arasındaki savaşlar genişledikçe ve bunlar daha önce görülmemiş bir vahşet düzeyine ulaştıkça, kötüleşmeye devam etti.

Altıncı Deklarasyon ve ‘’Diğer’’ Kampanya

Zapatistalar, 1996’yı takip eden yıllarda sosyal demokrat Demokratik Devrim Partisi’nin (PRD) peşine takıldılar, çünkü EZLN’nin düşüncesi, geleceğin başkanı olan Vincente Fox’un partisi PAN’ı [Ulusal Hareket Partisi] seçimlerde yenmenin ve asıl San Andres Anlaşmaları’nda müzakere eden asırlık PRI’yı [Kurumsal Devrimci Parti] devirmenin, kendilerini müzakere masasında daha iyi bir konuma getireceği yönündeydi. Oysa gerçekleşen şey, PRD’nin PAN’ın yeniden müzakere edilmiş anlaşmasına destek vermesi olmuştu. Marcos’un alternatifi, teknolojik açıdan sofistike seçmen sahtekarlığını ve eski tarz oy sandığı doldurmayı devletin içsel yolsuzluğunun kanıtı olarak kabul etmek değil, bunun yerine bir kampanya başlatmak ve silahlı mücadele sorununa yeni bir “yaklaşım” getirmekti.

Seçim hilesine karşı protestolar başlatılırken, Marcos’un “Aday Sıfır” olarak atandığı ve Mexico City’ye doğru, yerleşik partileri protesto etmek için yola çıktığı “Diğer Kampanya” da başlatılmıştı. Bu, EZLN'nin silahlı mücadeleden tamamen vazgeçtiği Altıncı Deklarasyon’u yayınlamasıyla örtüşen bir gelişmeydi:

“EZLN, ateşkese taahhüdünü sürdürmektedir ve herhangi bir hükümet gücüne saldırmayacaktır, askeri manevralar gerçekleştirmeyecektir; EZLN, şu anda yaptığımız bu barışçıl öneriyle siyasi mücadele yolunda ısrar etme taahhüdünü hâlâ sürdürmektedir. Bu nedenle EZLN, ulusal siyasi-askeri örgütlerle veya diğer ülkelerinkilerle herhangi bir gizli ittifak yapmama konusundaki inancını sürdürecektir; EZLN, kendisini yaratan ve en yüksek komutası olan Zapatista yerli topluluklarını savunma, destekleme ve itaat etme ve kendi iç demokratik süreçlerine ve olanaklarının ölçülmesine müdahale etmeden, güçlenmelerine katkıda bulunma taahhüdünü, özerklik, iyi yönetim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi hususlarında yinelemektedir. Bu, Meksika'da ve dünyada, barışçıl bir sivil hareketle, ancak topluluklarımızı görmezden gelmeden veya terk etmeden, silahsız yaratacağımız şeyi söylemektir.”

Altıncı Deklarasyon, bürokrat sermaye ve yarı-feodal ilişkiler NAFTA ile daha sağlam bir hâle gelmeden önce, Meksika’nın daha milliyetçi geçmişine dönüşü teşvik eden bir tez hâline geldi. Belgede, Meksika ile ilgili sorunun kapitalist-emperyalizm olmadığı, “Meksika anayasasının artık tamamen çarpık olduğu ve değiştiği” açıkça belirtildi. Başka bir deyişle, sorun olan anayasanın burjuvazi tarafından yazılmış olması değil, Başkan Lazaro Cardenas'ın anayasal garantilerinin neoliberal reformlarla yok edilmiş olması ve (çarpıtılmadan önce bir zamanlar olduğu gibi) bunun öncesine dönmenin mümkün olduğudur. EZLN, Diğer Kampanya gibi koalisyonlar içinde sendikaların ve küreselleşme karşıtı örgütlerin “yatay” meclislerine olan ihtiyacı sürdürmeye devam ediyor.

Altıncı Deklarasyon, Zapatismo’nun ilk tutarlı kuramsallaştırması olmuştu. Belge boyunca ütopik bir şekilde, kapitalizme karşı mücadelenin parlamento içinde yeni yasalar oluşturmaktan ibaret olduğu savunuluyor. Formülü, Bernie Sanders'ın savunduğu gibi, neoliberal politikaları bir kenara atmak ve mülksüzleştirilmişler için “adil” yasalar yapacak bireyleri güçlendirmek için “siyasi devrim” yapmaktan ibarettir. Bunun dışında kalanlar, proletaryanın devrimci öznesi olan, Zapatistalarla hemfikir olan ve muhtemelen onların önderliği altında birleşen bir dizi “örgüt” olarak ikame edilen, mücadelenin belirleyici ve asli unsurlarıdır (yazarın notu: “Diğer Kampanya” sırasında, meclislerin liderliği nasıl devredeceği veya nasıl ilerleyeceğine dair seçilmiş kararlar olsa bile hiçbir ayrıntıya girilmedi). Belgede devrimin bahsi geçmiyor, sadece yeni yasalar yapmaktan bahsediliyor.

Kavgada Olmamak Daha Kötüsü, Halkı Yüzüstü Bırakmak

Peru Komünist Partisi, Peru'daki neredeyse her mücadelede vardı. “Sendero”nun, İşçi ve İşçi Sınıf Hareketi, Merkez Karayolu İşçi ve İşçi Sınıf Mücadele Komitesi, Arjantin Caddesi Sınıf Mücadele Komitesi, Peru Halk Yardımı, Öğrencilerin Devrimci Cephesi, Mahalle Sınıfı Hareketi, Gençlik Hareketi, Popüler Köylü Hareketi, Mariategui Fikrî Hareket Merkezi, Kadınların Halk Hareketi ve daha fazlası gibi, hayatın her kesiminden insanları örgütlemek için sahip olduğu kitle örgütleri mevcuttu.

Zapatistalar ise benzer örgütlenmeler oluşturma noktasında yetersiz kaldılar ve Diğer Kampanya'nın niyetlerini ilân etmelerine rağmen Chiapas'tan ayrılmadılar.

Chiapas'ın Oaxaca'ya komşu doğasına rağmen, Oaxaca Öğretmen Grevi patlak verdiğinde, Zapatistalar ancak bir destek beyanı sundular, greve fiilen katılma veya herhangi bir maddi destekte bulunmak biri bir şey teklif etmediler.

Özsavunma birliklerinin [Autodefensalar] polisi ve narkoları kovup, silahlı geçici üs alanları yaratmak suretiyle narko faşist şiddete direnmeye başladıkları yıllarda, Zapatistalar yine çok bir şey teklif etmediler ve Chiapas genelinde yaşanan kaçakçılığa saldırmaya çalışmadılar.

2014'te Mexico City'deki öğrenciler genel grev ilan ettiklerinde Marcos, öğrencilere sınıfa dönmelerinin ve mezun olana kadar protesto etmemelerinin daha iyi olacağını söylediği için şehirdeki yetkililer tarafından alkışlandı. Zapatistalar bu durumda ılımlı gruplara destek vererek öğrencilere savaşmaları ve daha büyük devrimci eylem koymaları için çağrı yapmak yerine, onlara mesafe alarak öğrencileri yüzüstü bıraktılar.

Bitirirken

Yerli halkın toprak hakları ve özgürlüğü mücadelesinin Meksika'daki herhangi bir sosyalizm mücadelesi için gerekli olduğu, kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçekliktir. EZLN, anarşist ve liberal turistlere Zapatista teçhizatı satarak isimlerinden kazanç sağlayan, ancak Chiapas halkı, sınırlı ve yerelliğe hapsedilmiş taleplerini dile getirdiğinde bile aniden ortadan kaybolan bir ev sahibi hâline geldi.

Meksika devleti, Zapatistalara ve Anlaşma kapsamında koydukları koşullara saldırmaya devam ediyor, buna karşılık görebildiğimiz kadarıyla, öz savunma sorunu bile örgütün gündeminden kalıcı olarak düşüyor.

Hakkında çok fazla teorik birikime ve ciddi çalışmalara ihtiyaç duyan Peru halk savaşı, Zapatista liderlerinin uçurumun kıyısında tutundukları dalda asılı durdukları koşullarda, çıtayı yükseltmeye cüret etti. Yazarın umudu, her ikisinin de okuyucu tarafından dürüstçe karşılaştırılmasıdır. Bazıları, Zapatistaların hiçbir zaman siyasi iktidarı ele geçirme niyetlerinin olmadığını söyleyebilir, pekâlâ, onlar sadece, burjuva temsilinin kendilerinin sınırlı taleplerini karşılamasını istiyorlardı. Ama kimse çıkıp da bunun devrimci bir talep olduğunu iddia etmesin. Burada kimse, gelişmiş kapitalist merkezlerin mevcut bağlamı dâhilinde, sınırlı taleplerimiz için burjuva temsilini de talep etmemiz gerektiğini söylemesin.

Rust Belt Revolution
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder