Pages

23 Temmuz 2020

Yapılması Gereken


Ey insanlık, daha ne kadar susmayı düşünüyorsun? Ne kadar üç maymunu oynasan da kaçışın yok, dokunmak istemediğin yılan, eninde sonunda sokacak seni (emeğini sömürecek, kişisel haklarını çiğneyecek, bedenini kirletecek ve yaşam hakkını elinden alacak), bu kaçınılmaz bir gerçeklik. Çünkü sessiz kaldığın her sürede, ezenler zevk aldığın düşüncesiyle kirli emellerine son surat devam edecektir.

Kadın, çocuk, doğa, hayvan ve emek katliamları, sistemin aşağılık adalet sistemiyle durdurulamaz.

Tepki, boyutları ve ölçüsüyle ses getirir. Kendi rezil kişiliklerini ve korkaklıklarını aydın ve entelektüel kimlikleri altında gizleyen, sınıf mücadelesinin içerisine sızmış burjuva özentisi emek düşmanları, yazılarında, söylemlerinde tepkisel olarak kınamayı yeğliyor ve sistemin adaletinden medet umuyor.

Söyler misiniz, kınamayla hangi sorun giderilmiştir? Yahut sistemin adaleti, sorunların gerçek sahiplerine dokunabilmiş midir?

Sistem hepimize düşman. Önce düşmanımızı belirlemeyiz. Emek düşmanı kapitalistleri ve onların işbirlikçi politikacıları, bariz düşmanlarımızdır. Yapılması gereken en sert biçimde tepki göstermektir. Ulrike Mienhof der ki:

“Bir taş atarsanız, bu cezalandırılması gereken bir eylemdir. Bin taş atılırsa, bu siyasi bir eylemdir. Bir araba yakarsanız, bu cezalandırılması gereken bir eylemdir. Yüz araba ateşe verilirse, bu siyasi bir eylemdir. Protesto, bana neyin yanlış geldiğini söylememdir, direniş ise benim için yanlış olanın tekrarlanmamasını sağlamamdır. Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim.”

Ulrike Meinhof ve yoldaşları, dönemlerinin sorunlarına tepkisiz kalmayan cesur insanlardı.

Amaçları, var olan sorunları daha çarpıcı biçimde ortaya çıkartmak ve buna karşı bir şeyler yapmaktı.

Zaten onlar da sistemi yıkamayacaklarının farkındaydı, amaç sarsmaktı ve başarılı da oldular. Düşmana korkunun ne demek olduğunu gösterdiler ve gördük ki düşman üzerinde kınama değil kurşunlar etkili oldu.

Kızıl Tugaylar, İtalya’daki işadamları ve politikacıları hedef aldı. Yoksulluğun ve gericiliğin sebebi onlardı çünkü, halkı yoksulluğa mahkûm ederek, onları suça teşvik ediyorlardı. Kazancı hayallerine yetmeyen bir insan hangi yolu seçer, sürekli sistem tarafından aşağılanan birey, nasıl sağlıklı hareket edebilir? Psikolojik ve ruhsal bakımdan çöküntüye uğrayan bir insan, suça meyilli hâle gelir.

Bundandır ki Kızıl Tugaylar, işadamlarına ve politikacılara kurşun sıktı. Kınamadılar, “üzgünüz” demediler sorunlara. Sonunda çoğu işadamı aileleriyle birlikte İsviçre’ye ve başka ülkelere kaçmak zorunda kaldı.

Şehir gerillası, zaferden uzaktır. Amacı, sadece halk yığınlarının öfkesini dışa vurmak ve halk saflarını bütünleştirip korumaktır. Bir kadın mı katlediliyor, bir çocuk vahşice öldürülüyor mu? Hemen karşılığı verilip, politik bir kişi hedef alınmalıdır. Ne kadar işbirlikçi hedef alınırsa, o oranda sistem korkuya kapılır ve iş büyümeden daha adil bir adalet mekanizması uygulamaya konulur.

İşçi düşmanları için de geçerli bu tepki, belli kapitalist şahsiyetler hedef alındığında, ezilen ve köleleştirilen, kendilerini yapayalnız hisseden emekçiler üzerinde bir şok etkisi yaratır. Çünkü patronlar, emekçilerin gözünde tanrı gibidirler. İstedikleri zaman işlerine son verip onları açlığa mahkûm edebilirler ve zenginlikleri onları dokunmaz kılar. Ama bir kurşun ve devrilen bir tanrının görüntüsü, emekçilerin gözündeki bu miti yıkar ve cesaret aşılar.

Düşmanla aramızda şiddet, her zaman kaçınılmaz bir çözüm olagelmiştir. Öldürmek, çözüm değildir elbet; çözüm, proleter bir devrimdir. Öldürmek, sadece intikam almak ve düşmana kararlılığımızı göstermek için bir araçtır.

Ve demeliyiz ki: “ne kadar canımız yanarsa, o ölçüde yakanlara misillemede bulunacağız. Sizinle uğraşacak güce ve cesarete sahibiz. Belki biraz zaman alacak ama sonunda hakkınızdan geleceğiz.”

Can Şahin
23 Temmuz 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder