Pages

17 Temmuz 2020

Bir Devrimciyle Tanışma

Fred Hampton’ın konuşmasını ilk kez Ağustos 1969’da dinledim. O günlerde Illinois Kara Panter Partisi başkanıydı. Şikago’nun siyah mahallesi Batı Yakası’nın ortasından geçen Ashland Bulvarı üzerindeki “Halkın Kilisesi”ndeydik. Hukuk fakültesini bitireli iki yıl olmuştu, bürodaki arkadaşlar, Fred’in Menard Hapishanesi’nden serbest kalmasını sağlamalarının üzerinden iki gün geçmişti. Kilise tıka basa doluydu, oturaklar duvar dibine dek sıralanmıştı, içerisi çok sıcaktı.

Meslektaşım Flint Taylor’la birlikte, salonun ortasındaki bir sırada boş yer bulduk. Birkaç dakika sonra kilise sessizliğe gömüldü. Çıt çıkmıyordu. Biraz sonra yan kapıdan Fred gelip uzun bir adım atarak vaiz kürsüsüne çıktı. Herkes, ayağa kalkıp kendisini alkışladı. Üç yüz kişi hep bir ağızdan “Fred Hampton’a Özgürlük” diye bağırınca kilisenin duvarları sarsıldı. Diğer Panter etkinliklerinden farklı olarak bu sefer Fred’in etrafında deri ceketli, siyah bereli Panterler yoktu. Üzerindeki kazağı, altındaki gömleği ile tek başına ayaktaydı. Fred, pürüzsüz genç cildi ve çocuksu gülümsemesiyle henüz daha yirmi yaşında bir delikanlıydı. Hapishanede bıraktığı keçi sakalı, kısa olmayan Afro saçıyla karşımızda duruyordu.

Fred Hampton, mikrofonu sağ eline alıp kalabalığa baktı.

Gür bir sesle “ben özgürüm” diyerek başladı konuşmasına. Ardından bu cümleyi tekrarladı.

Halk da aynı sözü haykırdı.

Sonra Fred’in sesi yumuşadı.

“Menard Hapishanesi’ne girdiğimde bizim öncü olduğumuzu düşünüyordum, ama orada insanların önünde diz çöküp onları dinledim, onlardan bir şeyler öğrendim. Eğilip onların kalp atışlarına kulak verdim.”

O an bir davul sesi duyuldu, herkes ritme ayak uydurarak alkış tutmaya başladı. Fred, ilahi söyleyerek, vaizin ve diğer kişilerin arasından geçti: “Çıkıyorum, arşa çıkıyorum, halkın bağrından arşa çıkıyorum!” Sözlere eşlik etmek güçtü, ben de alkış ve ritim tutmaya devam ettim.

Şarkı bitince Fred, Panterlerin sloganını attı, ama bu sloganı kendince değiştirmişti: “Beyaz güç beyaz halka, esmer güç esmer halka, sarı güç sarı halka, siyah güç siyah halka, güç burada sayamadığımız halklara, Panter gücü öncü partiye.” Herkes bir ağızdan “aynen öyle!” diye bağırınca Fred şunları söyledi:

“Devrimci bir eylem gerçekleştirmeyeceksiniz, aklınıza beni lütfen getirmeyin, unutun beni. Halk için bir şey yapmayacaksanız, aklınıza gelmek istemem. Yirmi yaşında bir şeyler yapmaya dair söz veremiyorsanız, üstelik ‘ben daha çok gencim, uzun yaşamak istiyorum diyorsanız’ bilin ki siz zaten ölüsünüz. İnsanların barış için bir bedel ödemek zorunda olduklarını artık anlamalısınız. Mücadele için cüretiniz varsa kazanırsınız. Yoksa zaferi asla hak edemezsiniz. Barış için dövüşmeye istekliyseniz, ancak o vakit size ‘barış sizinle olsun’ diyebilirim.”

Sonra Fred, insanlardan ayağa kalmalarını istedi. Kalktık. Bize sağ elimizi havaya kaldırıp “Ben” dedi ve bu kelimeyi bizim de tekrarlamamızı istedi. Biz de bunun üzerine “Ben” dedik. Ardından Fred, “devrimciyim” dedi, seyirci içinden birileri, bu sözü tekrarladı. O an içimden “ben hareketin avukatı değilim, hareket için çalışan bir avukatım” dedim. Fred’in söylediği söz boğazımda düğümlendi. Fred “Ben” deyince insanlar tekrarladılar dediğini. Bu sefer “devrimciyim” deyince kitlenin sesi daha gür çıktı. Dördüncüsünde çekinerek ben de katıldım insanlara, yedi sekiz kez bağırıldı aynı söz. Artık ben de herkes gibi yüksek sesle ve coşkuyla haykırıyordum: “Ben… devrimciyim!” O an Fred, benim gibi birçok insanın elinden tutup bir eşiği geçmesine yardım etmişti. Harekete bağlılık düzeyimin arttığını artık hissedebiliyordum.

Fred, sesinin şiddetini biraz düşürdü ve şunları söyledi:

“Ben işimi yapacağım, inanıyorum ki ben bir otomobil enkazının altında ölüp gitmek için doğmadım. Bir parça buzun üzerinde kayıp ölmeyeceğim. Kalp rahatsızlığı yüzünden ölmek için de doğmadım ben. Akciğer kanserinden ölmek için doğduğuma da inanmıyorum. Yapmakta olduğum şeyi yapabileceğime inanıyorum. Halkın içinde öleceğime inanıyorum. Uluslararası devrimci proletaryanın mücadelesi içinde bir devrimci olarak öleceğime inanıyorum. Ve umuyorum ki her biriniz böylesi bir hayat yaşayacaksınız. Bence bu türden mücadeleler bir gün gelip kapımızı çalacak. O vakit neden halk için yaşamıyorsunuz? Neden mücadele için yaşamıyorsunuz? Neden mücadele için ölmüyorsunuz?”

Sonra Fred konuşmasını tamamladı. Herkes, ayağa kalkıp kendisini alkışladı. Hiçbirisi, o an Fred’in kehanette bulunduğunu ve o kehanetin yakında gerçekleşeceğini bilmiyordu. Hep birlikte “Fred Hampton’a Özgürlük” diye bağırdık. Alkış sesi, ayaklarımızın yere vurduğumuzda çıkarttığı gürültü, kilise içinde yankılanıyordu.

Wood Caddesi’ndeki karakolun ufak, penceresiz görüşme odasındaydık. İçerisi epey serindi. Kafamı çevirip ahşap masanın başında oturan, kısa Afro saçlı, iri kemikli kadının hıçkıra hıçkıra ağlayışını izledim. Deborah Johnson’ın üzerinde desenli bir gecelik vardı. Şiş karnından hamile olduğu anlaşılıyordu.

Ağlamaklı bir ses tonuyla, “Fred hiç uyanmadı. Odadan çıkarttıklarında o yerde uzanmış yatıyordu” dedi. Sonra sustu.

Ben de sonra ne olduğunu sordum. Bunun üzerine kadın şunları söyledi: “İki domuz, geri dönüp yatak odasına tekrar girdi. Biri ‘yaşıyor bu, ama sanmıyorum ki kefeni yırtsın’ dedi. İki el silâh sesi duydum. Sonra polisin biri şunu söyledi: ‘Şimdi iyi, çünkü öldü!’ […]”

Fred’in nişanlısı, ağlamaktan şişmiş kederli gözlerle bana baktı ve “Ne yapabilirsin, söyle!” dedi.

Cevap veremedim. Söyleyecek bir şey bulamadım. Ben Fred’i hayata döndüremezdim.

Jeffrey Haas

[Kaynak: The Assassination of Fred Hampton: How the FBI and the Chicago Police Murdered a Black Panther, Lawrence Hill Books, 2010, s. 3-5.]