Küçük
burjuvanın hazırladığı Türk solu sözlüğünde Sırrı Öztürk, kendisine ancak
“sigara düşmanı” etiketiyle yer bulabiliyor. Onun işçi hareketi ve komünist
hareket içindeki yerinin bir önemi yok. Mesele, kişisel haz unsuru olarak
sigarayı yasaklayan “gerici” bir figürün eleştirilmesidir. Burada bir sınır
çekiliyor. Yeni solcular kendilerini, eskiyi eleştirdiklerini, aştıklarını,
tükettiklerini birilerine ispatlamak zorunda hissediyorlar. Bir yerlere mesaj
veriyorlar. İşmar ediyorlar. Onlar, bugün kendilerine teslim edilen mevkilerin
bedelini, kolektif mücadeleyle elde edilmiş mevzilere ödetmeye mecburlar.
Sırrı
Öztürk ise sigarayı nasıl bıraktığını şu şekilde anlatıyor:
“Hikmet Kıvılcımlı ile
birlikte vapurla karşıya geçiyoruz. Yanımızda birkaç İranlı genç de var. Bu
gençler sigara yaktılar. Bunun üzerine Kıvılcımlı, ‘proletaryanın bundan haberi
var mı?’ diye sordu. Gençler, bu tepkiye hiçbir anlam veremediler. Bunun
üzerine Kıvılcımlı mealen, ‘o bedeniniz proletaryaya aittir. O sebeple ona
zarar veriyorsanız, proletaryaya hesap vermeniz gerekir’ dedi.”
Sırrı
Öztürk, Kıvılcımlı’nın bu sözünün ardından, gömleğinin cebindeki sigara
paketini alıp buruşturur ve denize atar. Bugün o aidiyeti duyan kimse kalmadı.
Artık kişisel hazlar, değerlendirmeler, beklentiler belirleyicidir. Sadece kişisel
olan politiktir. Buna göre, birilerine hoş gelecek bir solculuk imal
edilmelidir. Sırrı Öztürk bile katıldığı TV programında bir devrimci veya
komünist değil, “aktivist” olarak takdim edilmektedir. Çünkü aktivizm, bireye
dair bir temaşaya, happening’e dairdir. Sadece o kıymetlidir.
Gezi’nin
üzerinden üç ay geçmişti. O süreçte önemli bir yere sahip Çarşı grubunu
sindirmek adına, Beşiktaş’ın bir maçında olaylar çıktı. Hakemle birlikte
sonradan icat edilmiş bir taraftar grubu, maça müdahale etti. Sosyalist bir
arkadaşla ettiğimiz sohbet esnasında bu konu gündeme geldi. Kendisine, “bugün
Beşiktaş’a yönelik saldırıda konum almak, Çarşı ile birlikte olmak gerek”
denildiğinde, sosyalist arkadaş, “bana ne bundan, ben Fenerliyim” demişti.
Bugün
tüm politik olaylar, gelişmeler, momentler, bu kişisel haz, beklenti, kanaat ve
niyetlerin süzgecinden geçiriliyor, bunlar öne çıkartılıyor. Öneriler ve
eleştiriler bile “çık sen yap” denilerek, bireycilik ve mantıksal safsata
düzleminde karşılanıyor. Kitleleri, kolektif dinamikleri, tarihsel yönelimleri,
sınıfsal kavgayı ilgilendiren hususlara, olgulara onların düzleminde asla
bakılmıyor. Bakan gözler, bir bir kör ediliyor. Kolektif, mücadele ve dava,
gerici unsurlar olarak kodlanıyor. İllaki bireye uyumlu, bireye layık, birey
ölçüsüne vurulmuş “kolektif” üzerine nağmeler düzülüyor.[1] Kolektif, “laisize”
ediliyor, aşkınlığından kurtarılıyor, bireyin ayaklarının önüne atılıyor.
Bireyi mülkiyet üzerinden özne kılmaya çalışıyorlar. Bu sebeple birey olarak
mülk edindiği kimlikleri, fikirleri vs. yücelterek, onları avlayabileceklerini
düşünüyorlar. Aidiyet, hükmünü yitiriyor, o “gerici” olarak kodlanıyor. Özne
olmak, kolektifin dışına çıkmak olarak tarif ediliyor. Bu açıdan “erkekleri
öldüreceğiz” diyen sol örgütün 15-16 Haziran’ı anması, hiçbir anlam ifade
etmiyor.
Sırrı
Öztürk, Kıvılcımlı’nın ve 15-16 Haziran’ın rahlesini tanımış, görmüş bir isim.
Öztürk, çalıştığı, bizzat tanıştığı söz konusu dönemin devrimci gençleri
konusunda şunu söylüyor: “Onlarda ahde vefa, devrimci cüret, çelik disiplin
vardı.”[2] Bugün ahit de yemin de, sadakat da gerici görülüyor. Dolayısıyla
cüret ve disiplin de hükmünü yitiriyor. O devrimciler, ait oldukları değil,
mülk edindikleri, birey oldukları yerlerden tutulup, öne çıkartılıyorlar. Küçük
burjuva mülkiyetçilik, proleter aidiyeti tasfiye ediyor.
Lenin,
“biz örgütlenmeyi işçilerden öğrendik” diyor. İşçilerdeki pratik örgütlü
faaliyeti ölçü aldığını söylüyor. Ama bizde ise o bireyleri pohpohlamak,
yaldızlamak, böylece boncuk gibi arkaya dizmek için “71 Devrimci Kopuşu”ndan
dem vuruluyor. Bu kopuş, ahde vefadan, cüretten ve disiplinden kopuş olarak
reklâm ediliyor. Uzay boşluğuna fırlatılıp özgürleşmek, ezilenlerden, milletten,
halktan ve sınıftan kopmak için bir fırsat olarak lanse ediliyor.
Dolayısıyla
kimse, 15-16 Haziran işçi kıyamının o devrimci kopuşla rabıtasını sorgulamıyor.
Sol, sınıftan ve sınırdan azade olan bireylerin özne, aktör ve fail olması
üzerinde duruyor. Bağ, bağlam ve anlam, sınıftan ve sınırdan bağımsız bir yerde
ele alındığında hükmünü yitiriyor. Solculuk, solun intiharı olarak
gerçekleşiyor. O, yıldızlarla yürüyor, ışıklar içinde yatıyor, ölüyor.
Bu
bağlamda kopuş, mistik bir haleyle kuşatılıyor, tanrı-bireylerin başına
geçiriliyor. Böylelikle özneliğin, aktörlüğün, failliğin kaynağı, bağı, bağlamı
da sorgulanamıyor. Kimse, bunları sorgulatmıyor. Sorgudan kaçırılan birey,
zamanla CHP-STK-Avrupa solu dizgesinde belirli bir kıvama getiriliyor. Ya bu
dizgeye uygun bireyler, örgütlerin başına geçiriliyorlar ya da bu bireyler,
kendi örgütlerini kurup birbirleriyle yarışa giriyorlar. Solun tepesindeki
asker kökenliler yerlerini, yeni orduların askerlerine bırakıyorlar. Solun
içeriğini ve biçimini, sömürüye ve zulme karşı mücadele değil, devlet ve
sermaye tayin ediyor.
15-16
Haziran, TİP içi dışı tüm yönelimleri devrimci mânâda düzlüyor. Gerekli
müdahaleler yapılamadığı için içteki ve dıştaki düşman ürküp, sınıf hareketini
CHP kanalına bağlıyor. Yanda sunulan, döneme ait karikatürde görüldüğü üzere
işçi sınıfı, ölümle korkutulup sıtmaya razı ediliyor. Sınıf hareketi, bir pürüz
olarak CHP eliyle düzleniyor. Sendikalı olmak, ancak bir CHP yöneticisi,
bürokratı veya milletvekili olmanın eşiği olarak değerlendiriliyor. Amerika’da
mafyayla ilişkili sendikacılık, burada CHP sendikacılığı formunu alıyor. Bir
işçi, bu yüzden kendisini adamlarıyla birlikte tehdit eden sendika başkanını,
onun silahıyla vuruyor. O sendika başkanını savunmaksa gene sola düşüyor.
Bugün
tüm örgütler, CHP’lileşen kadrolarını başa yerleştiriyorlar ya da dışarıdan
aldıkları CHP formatlı bireyleri yönetim kademesine yükseltiyorlar. AKP döneminde
devlet, sınıfa, devrime ve iktidara dair hareketin sızacağı çatlakları CHP
macunu ile kapatıyor.
15-16
Haziran’ın ellinci yılında bir dönem kapanıyor. CHP’yle nefes alan solcular,
CHP öncesi komünist dinamikleri, imkânları, kavgaları, sınıf mücadelesinin
boyutlarını görmüyorlar, onları boğuyorlar. Haziran kıyamı, bu gerçekleri
görecek pencereler açıyor. Sadece kendisini gören, sadece kendisinin
görülmesini isteyen bireyler, o pencereleri bir bir kırıyorlar.
“15/16 Haziran, solun
yeniden devrimci anlamda kolektivize olabilmesi noktasında bir yığın ipucuyla
yüklüdür. Sendika, öğrenci derneği, platformlar ve diğer ortak alanlara
tedirginlik ve tereddütle yaklaşanlar, bu tip yapıları kendileri ölçüsünde
kurumsallaştırarak, onların toplumsal-tarihsel seyir dâhilinde edindikleri
devrimci niteliklerini kendi içlerinde boğmak niyetindedir.”[3]
Yeni
bir elli yıllık dönem başlamıştır. İlk elli yıllık dönemin başında en azından
bir parti vardır. Fakat 1920 tarihli bu parti, 1970’e kayıtlı işçi kıyamıyla
buluşamamıştır. Bu yeni elli yıllık dönem, bu kıyamdan ve partiden öğrenmeyi
bilmeli, parti ve kıyamı birleştirebilmelidir.
Haziran
günlerinde bir işçi, bu mücadelenin “gelecek işçi sınıfını yaşatmak için
olduğunu” söyler ve “her zaman savaşmaya hazır olduğunu” haykırır.[4] Bu yeni
elli yıllık dönemse sermayenin ihtiyaçları uyarınca girişilen öjeni
pratiklerinin, nüfus azaltma girişimlerinin, küçük burjuvanın ağzına bal
sürmelerin, egemenlere yaranmak için göze sürme çekmelerin, bireysel haklar
için egemenlerle pazarlık yürütmenin, hobici solculuğun, yoksulları, ezilenleri
ve işçileri hor görüp ölümlerine yalandan gözyaşı dökmenin dönemi olacakmış
gibi görünmektedir.
Evet,
işçicilik, eleştirilmesi gereken bir yanılsamadır. Ama bebeğin suyu dökülürken,
bebeğin de atıldığı görülmelidir. Küçük burjuva dünyalarına robotlarla, yapay
zekâyla yeni bir boyut getireceğini düşünenler, evlerinin patrona ait bir büro,
bedenin tekellere ait bir pazar ve sömürge hâline geldiğini idrak etmelidirler.
Teoriyle
değişmeyen; politikayla değişen görülür. Görmek içinse kolektife, mücadeleye ve
davaya ait göze ve zihne sahip olmak gerekir. İşçi kıyamı, yeni elli yıla dair
önemli derslerle yüklüdür. Mesele, o dersleri bilince çıkartmaktır.
Eren Balkır
15
Haziran 2020
Dipnotlar
[1] Çınar Köknar, “En Yüksek Bireylik ile Sonsuza Dek Özdeşlik”, 15 Mayıs 2020,
Etha.
[2]
Editör, “Sırrı Öztürk”, 23 Mart 2014, TV10.
[3]
Eren Balkır, “15-16 Haziran’a Doğru İşçi Sınıfı ve Marksizm”, 1 Ekim 2008, İştiraki.
[4] Sırrı Öztürk, 15-16 Haziran, Sorun Yay., s. 192.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder