Tutukevinden
getirildiği görülen sanık İbrahim Kaypakkaya huzura alındı.
Hüviyeti: İbrahim
Kaypakkaya, Ali oğlu,1949 doğumlu, Çorum Alaca nüfusunda kayıtlı, aynı yer
Karakaya köyünde oturur. Babası Ali Kaypakkaya 1011 Ana Tamir Fabrikası’nda
bakım onarım kısmında usta. Halen cezaevinde tutuklu.
Suç
konusu olay ve örgütsel ilişkiler hatırlatılarak soruldu:
“Ben
fakir bir ailenin çocuğu olarak, öğretim olanağım mevcut bulunmadığından, 6
yıllık Hasanoğlan İlköğretmen Okulu’nda okudum. Devlet hesabına okumuş olduğum Hasanoğlan’daki
başarılı öğrencilik dönemim sonunda Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildim. Orada
bir yıl hazırlık sınıfında okuduktan sonra İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen
Okulu’na, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girmiş oldum. Buradaki
öğrenim dönemimle birlikte benim düşüncelerimde yurt ve dünya görüşlerinde de
bir evrimin başladığını söyleyebilirim. İçinde bulunduğum aile ve çevre koşulları
benim bir ölçüde fikren gelişmemi engelleyen etkenler olarak kendini ortaya
koymuştur.
Yüksek
öğrenim devresinde o zaman çok sayıda basılan Marksist-Leninist öğretiyi temin
eden eserleri okumak ve fikren gelişmek imkânını elde ettikten başka, öğrenci toplulukları
arasında bir fikir hareketi olarak başlayan Fikir Kulüpleri Örgütü içerisinde
günün akımına uygun bir şekilde faaliyetlere katılmak zorunluluğunu duydum. Edindiğim
teorik bilgilerle bir sempatizan olmaktan öte bir kısım arkadaşlarla beraber
1967 yılının Aralık ayında Çapa Fikir Kulübü’nü kurduk. Hatırladığım kadarıyla
Muzaffer Oruçoğlu, Mehmet Çetin ve Mustafa Çoban gibi arkadaşlar kurucu üye
olarak benimle birlikte idiler. Fakat Çapa’ya bağlı öğrenciler olmamız
nedeniyle bizim bu davranışımızı okul yönetimi hoş karşılamadı. Ve okul içinde
çalışmamızı engelledi, bununla beraber, biz Fikir Kulübü çevresindeki
çalışmalarımızı sürdürdük ve daha ziyade dışa dönük ve Fikir Kulüpleri
Federasyonu’nun saptadığı yöntemde çalışmalar gösterdik.
Okul
içindeki faaliyetlerim okul yöneticilerince önlenmeye çalışılması şeklindeki
baskılar, şahsen beni daha çok bu konu üzerinde çalışmaya sevk eden bir amil
oldu. Ben şahsen FKF doğrultusundaki bütün fikir hareketlerine ve çevredeki
eylemlere katılıyordum. Bunları gün, tarih ve yer belirterek ifade
edemeyeceğim, fakat toplantı, forum, açık oturum ve bir kısım öğrenci ve işçi
hareketleri olarak belirleyebilirim. Bilindiği gibi, o zamanki Fikir Kulüpleri
Federasyonu ve onun federe kuruluşları olan Fikir Kulüpleri Türkiye İşçi
Partisi paralelinde devrimci bir yol izlemekte idiler. Gençlik kitlelerinin çoğunda
sosyalizme karşı bir arzu ve yaklaşma olduğu herkesçe malum olan bir gerçekti. Bu
heyecanlı gelişmeye karşı henüz sosyalizmin gereklerini ve temel ilkelerini tam
anlamıyla kavramayan öğrenciler, o günlerde siyasal parti olarak sosyalizmin
öncüsü olarak Türkiye İşçi Partisi’ni görmekte idiler. Esasen başlangıçta
Türkiye İşçi Partisi de bu iddiada idi.
Öğrenci
kitlelerinin sosyalizm yönteminde gelişen bilinci karşısında Türkiye İşçi
Partisi’nin ileri sürdüğü sosyalizm ilkelerinin bu yolda bir oyalama politikası
arz ettiği ve sosyalizme erişmenin gereklerine siyasal yoldan, yani partiler
demokrasisi yolundan, diğer bir deyimle, seçim yoluyla ulaşılamayacağı idrakine
vardık. Çünkü Türkiye İşçi Partisi, giderek konuyu anayasal düzen içerisinde ve
seçim yoluyla başarma ve elde etme şeklinde bir politika izlediğini en yetkili
liderlerinin ağzından açıkça söylüyordu. Özellikle anayasal yoldan kastetmek
istediğim amana, Türkiye İşçi Partisi’nin anayasanın sosyalizmi öngördüğü şeklindeki
yanlış görüşleridir.
FKF
uzun süre Türkiye İşçi Partisi’nin reformcu ve parlamentocu çizgisinden
kurtulamadı. Ancak yukarıda kaydettiğim gibi, gençlik örgütleirndeki fikrî
gelişme ve ilerleyen tecrübeler, TİP paralelindeki bu tutuma karşı görüşlerin
doğmasına haklı olarak yol açtı. Bu arada ben, 1968 yılında önce okuldan muvafakat
belgesi aldım, daha sonra kat’i olarak uzaklaştırıldım. Buna karşı Danıştay’dan
yürütmenin durdurulması kararı almama rağmen keyfî yönetim buna uymadı. Benim İstanbul’da
sürdürdüğüm bu fikir faaliyetleri sırasında katılmış olduğum eylemler ve
gençlik örgütündeki çalışmalarım okuldan uzaklaştırılmamın başlıca nedeni
olarak gösteriliyordu.
Hatırladığım
kadarıyla NATO’ya Hayır, Halk Âşıkları Gecesi ve bazı bildirilerin dağıtılması
ve işçi yürüyüşlerine katılmam şeklindeki olayların öğrenciliğimle, daha
doğrusu, öğrencilik sıfatıma zarar getiren bir hareket olamazdı. Bunlar,
herkesin inancı ve bilinci doğrultusunda sürdürdüğü, kişisel sorumluluğu olan
çalışmalardı.
Bu
sıralarda devrimci görüşü yansıtan Yön dergisi ve çevresi de bir kısım
devrimciler üzerinde sempati uyandırmıştı. Ancak Yön’ün görüşleri ve işlemeleri
askerî darbecilik düşüncesini ortaya koyuyordu. Her ne kadar Türkiye İşçi
Partisi halk ihtilalini benimsiyor ise de bunu açıkça söylemiyordu. Ben o yönde
bir yol izlediğini ortaya koymadığı kanaatinde idim. O günkü siyasal, sosyal ve
ekonomik koşullarda bundan daha ileri hareket edilemeyeceği dikkate alınırsa,
Türkiye İşçi Partisi’nin belli imkânlardan yararlanarak ve bu imkânlara
dayanarak halk kitlelerini ihtilal için hazırlamaya yardım ettiği kanaatinde
idim. Onun için Yön çevresinin askerî darbeci görüşüne ben ve bir kısım gençlik
örgütü içindeki arkadaşlar karşı idiler. Gelişen zaman içerisinde FKF gençlik örgütünde
bazı görüş ayrılıkları belirmişti. Bu, bir bakıma ilerleyen bilincin ve
edinilen tecrübelerin tabii sonucu olarak kendini gösteriyordu. FKF içindeki
başlıca görüş ayrılıklarını şu şekilde belirleyebiliriz.
Birinci
Görüş: Öteden beri benimsenen TİP paralelindeki reforumcu ve parlamentocu
düşünceyi yansıtan görüştü;
İkinci
Görüş: Milli Demokratik Devrim’i savunan düşünce ki bu düşünceyi ilk zamanlar
Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi temsil etmekte idi. Söz konusu dergiler,
geniş ölçüde Milli Demokratik Devrim kavramının yayılmasında etkili bir alan
meydana getirmiştir.
Türkiye
İşçi Partisi’nin izlediği politika bilhassa işçi-köylü eylemlerinin tasvip
edilmemesi bakımından tutucu görünüyordu. Nitekim Atalan ve Göllüce’deki toprak
işgallerine karşı bir tavır takınması, bunun başlıca delili idi. Bütün bunlar,
TİP çevresinin gerçekten bilimsel sosyalist olmadığı, hatta olamayacağı izlenimi
vermekte idi. Diğer yandan, giderek sosyal pratikteki tecrübelerin artması ve
bunlara ilaveten, dünya devrimci tecrübesini öğrenmemiz ve daha geniş ölçüde
kavrayarak bilinçlenmemiz, Türkiye İşçi Partisi’nin bilimsel sosyalist olmadığı
kanaatini sağlayan gelişmelerdi
Türk
Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergisi çevresi yayın olanağı ile işçi ve köylü
çevresi ile bütünleşme ve halk ihtilali fikrinin doğuşuna yardım etti. O günkü
FKF içinde o zaman bu çevreleri temsil eden ve benimseyen kişiler vardı. Ben de
bunlardan birisi idim. Türk Solu ve Sosyalist dergisinin oluşturmaya çalıştığı
işçi ve köylülerin kitlesel eylemleriyle halk ihtilali yoluna girme düşüncesi,
Ankara’dan da bir kısım gençlik örgütleri tarafından benimsenmişti.
Hatırladığım kadarıyla Ziraat Fakültesi, Hukuk ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerinden
öğrenci kuruluşları bu yayın organlarının düşüncelerini benimsediklerini ortaya
koyan tezahürlerde bulunmuşlardı. Bu çevre, her şeyden evvel, Türkiye İşçi
Partisi’nin izlediği pasifist politikaya karşı çıkarak gençliğin aktif
eylemlerine destek oluyor ve onları teşvik ediyordu. Keza gençliğin kitlesel
eylemler bakımından işçi ve köylü kesimiyle bütünleşmesi toprak işgalleri ve
fabrika işgalleri gibi hak arayan eylemlerde birlik olmaları sonucunun
doğuşunda etkili olmuştu.
Türk
Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergisi etrafında kümelenen genç gruplarının
kitlesel eylemler bakımından işçi ve köylü sorunlarında bütünleşerek yapılan
çalışmalar mevcut düzendeki çöküşe hizmet ediyor ve devrimci harekete kuvvet
kazandırıyor kanaatinde idim. Keza bu çevrenin halk ihtilalini samimiyetle benimsediği
ve o yönde olduğu inancında idim.
Bizim
görevimiz, gençlik örgütleri içerisinde bu görüşleri yaymaktı. Başlıca düşüncemiz
buydu. Daha doğrusu, başlıca görevimiz bu görüşleri yaymak ve geniş kitlelere
mal etmekti. Ben şahsen bu dergilerin çıkartılmasında, dağıtımında, bütün hizmetlerde
gücüm ölçüsünde yer aldım. Hatta derginin idarehanesinin temizlenmesi işini
dahi yaptığım olmuştur. Keza bir kısım yazıların hazırlanması konusundaki çalışmalara
da katıldım. Daha sonra intişar eden İşçi-Köylü gazetesi içinde de aynı
hizmetleri yaptığımı söyleyebilirim.
1969-1970
döneminde, yani FKF’nin Dev-Genç’e dönüştüğü zamana rastlayan günlerde Fikir
Kulüpleri içindeki gençler arasında yer bulan devrimci görüşler arasında keskin
hatlarıyla ayrılıklar belirmişti. Bu görüş ayrılıkları içinde kongreye gidildi.
Ve kongrede gençliğin aktif eylemleri görüşünü savunmada beraberlik olduğu
halde gençliğin işçi ve köylü kesimiyle ve kitleleriyle bütünleşmesi hususunda
bir kısım arkadaşlar birleşememişti. İşçi ve köylü kitleleriyle bütünleşme ve
gençliğin bu yöntemdeki aktif eylemlerini savunanlara karşı düşüncede olanlar,
daha ziyade aydın olarak niteledikleri çevrenin desteğiyle askerî darbeci bir
düşünceyi ortaya koyuyorlardı. FKF’nin Dev-Genç’e dönüşmesinden sonra Aydınlık
Sosyalist Dergisi’nde yönetimi kazananlar hâkim oldu. Yani, diğer bir deyişle,
yönetimi askerî darbeci görüşü savunanlar ele geçirdi. Bunların karşısında görünen
gençliğin aktif eylemlerde işçi ve köylü kitleleri ile beraber olmasını ileri
süren görüşe taraf olanlar proleter devrimci aydınlık görüşünü oluşturdu. Bu dergi
etrafında kümelenerek, inandıkları fikirlerin mücadelesine başladılar.
Her
ne kadar Dev-Genç içerisinde beliren ve Aydınlık Sosyalist ile Proleter
Devrimci Aydınlık grupları milli demokratik devrim kavramlarını öne sürüyorlarsa
da görüşlerinde milli demokratik devrim düşüncesinin özüne ters düşen önemli aykırılıklar
mevcuttu. Sosyalist Aydınlık çevresinin ortaya koyduğu milli demokratik devrim
görüşü sonuç olarak askerî darbeciliğe yönelen bir kapsam taşıyordu. Bu arada
gençlik hareketlerini bir araç olarak kabul ediyorlardı. Halbuki Proleter
Devrimci Aydınlık, işçi-köylü yığınları arasında çalışarak onları devrime
hazırlamayı ve gençliğin devrimin vazgeçmez esas gücü olan işçi ve köylü
kitleleriyle bütünleşmesi gerektiği görüşünü ortaya koymakta ve savunmakta idi.
O zaman Proleter Devrimci Aydınlık, İşçi-Köylü ve pek kısa bir süre sonra Türk
Solu, bizim görüşlerimizi yansıtan yayınlar yaptı. Çünkü Türk Solu, bilindiği gibi,
Proleter Devrimci Aydınlık’ın intişarından kısa bir zaman sonra kapandı.
Ben,
inandığım Marksist-Leninist düşünceler yönteminde, bir yandan söz konusu yayın
organlarının yazı kurullarında yer aldım, bir yandan da elimden geldiğince
yarar sağlamaya, Proleter Devrimci Aydınlık’ın görüşü doğrultusunda işçi-köylü
kitleleri içerisinde yürütülen eylemlere katıldım. Bu süre içerisinde İstanbul’dan
pek uzaklaşmadım. Bazı zamanlar İstanbul yakınındaki köylere giderek çalışmalar
yaptım, onların toprak işgali gibi eylemlerine katıldım. Silivri’nin Değirmen
köyünde vuku bulan toprak işgali hareketinde köylülerin yanında yer aldım. İstanbul
cihetinde Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Pertriks, Ege Sanayi, EAS Akü,
Gıslaved, Gamak, Singer ve Derby fabrikalarındaki işçilerin haklı grev ve
direnişlerine yardımcı olmak için elimden geleni yaptım. İşçiler arasında
Proleter Devrimci Aydınlık’ın benimsediği milli demokratik devrim görüşünü
yaymaya çalıştım. Ben grevleri, işçi kitlelerini devrime hazırlayan bir okul
olarak görüyordum. Bu kanaatim hâlen daha değişmemiştir. Siyasal, sosyal ve
ekonomik baskı ve engellemeler karşısında kitlesel işçi eylemlerinin ekonomik
haklar elde etmekten öte kitleleri halk ihtilaline hazırlayan bir yönü vardır.
Mesela
15-16 Haziran olayları, bu yöndeki düşünceyi açıkça ortaya koymuştur.
Kanaatimce bu olaylar, işçi sınıfını artan siyasi, iktisadi baskılara karşı
kitlenin bilinçli bir tepkisidir. Ayrıca bu olaylar üzerinde devrimcilerin
işçiler arasında yürüttükleri çalışmaların da geniş ölçüde etkili olduğu
kanaatindeyim.
Hareketin
hazırlanmasında, yani fikir ortamının hazırlanmasında gençlik örgütlerinin
etkisi kabul edilmesi gereken bir husustur. Fakat hareketin başlamasında ve
gösterdiği gelişmede gençlik örgütlerinin herhangi bir dahli olmamıştır. Bu işçiler
arasında kendiliğinden gelişen bir tepkisel hareket olarak nitelenebilir. 15-16
Haziran 1970 olayları, işçi sınıfının kendi hakları doğrultusunda öteden beri
yürüttüğü mücadelede belirli bir bilinç düzeyini ve bunun halk ihtilali yönünde
yükselişini ifade eder. Söz konusu kitlesel olaylar, bir yandan işçilerin halk
ihtilali yönünde eğitimine hizmet ettiği gibi, ayrıca gençliği de eğitmiştir. Çünkü
devrimcinin gerçek gücünün işçi köylü yığınları olduğu ve onlara dayanmaksızın
gerçek bir devrimin başarılamayacağı bu olaylarla daha iyi anlaşılmış oldu.
15-16 Haziran 1970 olaylarının başlamasında Dev-Genç ve DİSK’in kanaatimce bir
rolü olmamıştır. DİSK’in olayların başlamasında rolü olmuş ise de neticeyi
kabulde ve gelişmeyi kendine mal etmede ve yürütmede hiçbir hizmeti olmamıştır,
hatta onu kösteklemeye çalışmış ve sonucu kabulden çekinmiştir.
Ben
FKF’den sonra otomatikman üyesi bulunduğum Dev-Genç içerisinde Proleter
Devrimci Aydınlık grubunun görüşlerini savunmaktan geri durmadım. Bu husus,
karşı çevrelerde ortak görüşte olduğumuz genç arkadaşlar tarafından açıkça
bilinirdi. 1970 yılı içerisinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yapılan
Dev-Genç toplantısında aynı görüşleri öne sürmem Sosyalist Aydınlık çevresince
tepki ile karşılandı. Ben Dev-Genç döneminde de inandığım fikirlerin dayandığı
yöntem uyarınca mücadelemi gücümün yettiğince sürdürmeye çalıştım. Bunu söylemekte
herhangi bir sakınca görmüyorum. Dev-Genç içinde bize karşı görüş sahibi olan
arkadaşları kendi safımıza çekmek bakımından o günkü yönetime hâkim Sosyalist
Aydınlık grubunun görüşlerini eleştiriyor, kendi görüşlerimizi yaymaya,
benimsetmeye çalışıyordum. Zamanla gençliğin doğru fikirleri kavrayacağı ve
bizlerin saflarına yer alacağı inancında olduğumuzdan, bağlı dernekler yoluyla
üye ekseriyetini sağlamak şeklinde bir çalışmaya gitmedim. Herkes görüşlerini
açıkça ortaya koyuyor ve fikirlerin mücadelesi yapılıyordu.
1970
Ekim-1971 Mart dönemlerinde keza Proleter Devrimci Aydınlık ve İşçi-Köylü’nün
İstanbul’da yayınlanması ve dağıtımı faaliyetleriyle de uğraştım. Bu yayın
organlarının yazı kurullarında yer aldım. Yayın olanağının sağlanması Ankara’daki
yönetici arkadaşların üstünde idi. Biz, satılan yayınların paralarını Ankara’ya
yollamakla maddi katkı sağlamaktan başka bir şey yapmıyordum. Benim buraya
kadar sağlamış olduğum gençlik örgütü içerisinde yer alan ve işçi köylü
kitlelerine yönelen çalışmalarım sırasında pek tabii ki birtakım örgütsel
ilişkilerim oluyordu. Ancak şahsımı ilgilendiren konuları ve hakkımdaki
isnatları taşan hususlardan gayrı gençlik örgütü içinde başkalarını etkileyecek
bir beyanda bulunamam. Anlatmış olduğum şeyler gençlik örgütü saflarında kendi
çalışma ve düşüncelerimle ilgili bulunmaktadır. Başkaları hakkında beyanda
bulunmayı kişisel sorumluluk sahamı aşan bir hareket sayarım. Sıkıyönetimin ilânına
kadarki faaliyetlerim bunları. Bu çalışmaları Dev-Genç üyesi olduğum kadarıyla,
Marksizm-Leninizme olan inancım için sürdürüyordum. Sıkıyönetim ilânından hemen
sonra ve özellikle İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un öldürülmesi olayının
arkasından şiddetlenen faşist baskılar ve bir yığın tutuklamalar sonunda birçok
genç ve aydın tutuklandı. Hatta Dev-Genç içerisinde kayda değer bir kişiliği ve
faaliyeti olmayanların dahi yakalanması üzerine, benim de aranıp yakalanacağımı
tahmin ederek uzun süre gizlendim. Gizlendiğim yer ve bu devredeki ilişkilerim
konusunda herhangi bir şey söylemeyi uygunsuz buluyorum.
Kaçak
bulunduğum dönemde ve tahminen 1971 Temmuz ayı ve daha sonraki zamanlarda elime
Şafak yayınları geçmekte idi. Bu yayınların ne surette elime geçtiği konusunu
önemli görmüyorum. Şafak yayınlarında katılmadığım bazı görüşler yer almakla birlikte,
olumsuz koşullara rağmen halk ihtilali yolunda devrimci çalışmaların sürdürülmüş
olmasından memnuniyet duydum. Daha sonra kendi olanaklarımla bu yayın organının
bağlı olduğu örgütle herhangi bir ilişki kurmaksızın, Şafak yayınları ve evvelki
düşüncelerim doğrultusunda propaganda ve bilinçlendirme çalışmalarımı
sürdürdüm.
Şafak
yayınlarının arkasında Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partis adıyla bir olduğunu
bilmiyordum. Bu örgütle ilgili operasyon haberlerinden böyle bir örgütün
varlığını öğrendim. Ben söz konusu örgütün illegal yöneticisi Doğu Perinçek ile
sorduğunuz gibi bir ilişki kurmadım. Ve Doğu Perinçek tarafından bana örgütsel bir
görev verilmedi. Şafak örgütünün illegal organizasyonuna katılmadım. Bu devredeki
çalışmalarımla ilgili herhangi bir analiz aktarmayacağım. Çalıştığımı
söylememin şahsi sorumluluğum bakımından yeterli olduğu görüşündeyim.
Ben
sormuş olduğunuz şekilde, Malatya ve Tunceli bölgesinde faaliyet göstermedim.
Çalışma alanım buralar değildir. Bahsettiğim örgütten kopuk, kişisel
nitelikteki faaliyetlerim, Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist ve
Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu saflarına katılıncaya kadar sürmüştür.
Sonradan katıldığım bu örgütlere girme zamanımı hatırlamıyorum. Türkiye
Komünist Partisi Marksist-Leninist ve ona bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu
örgütlerinin kimler tarafından kurulduğunu ve yönetildiğini bilmiyorum. Yalnız,
bu örgütün saflarına katıldığım ve onun illegal üyesi ve taraftarı olduğumu
saklamıyorum.
Bu
örgüt içerisindeki çalışma yöntemim ve örgütün kuruluşuna esas olan düşünceler
bahsetmiş olduğunuz yayınlarda geniş ölçüde yer almaktadır. Özellikle “Şafak
Revizyonizmi Tezlerinin Eleştirisi”, “Türkiye’de Milli Mesele”, “Türkiye’de
Kemalist Hareket, Kemalist İktidar Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Yılları ve 27
Mayıs Hareketi”, “Başkan Mao’nun Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru
Kavrayalım” başlıkları altında işlenen örgüt görüşünü yansıtan fikirleri aynen
kabul ediyorum. Bu başlık altındaki kapsamlara imzamı atmaya hazırım. Türkiye Komünist
Partisi Marksist-Leninist örgütünün görüşleri söz konusu tez ve yazılarda
belirtildiği ve önerildiği gibidir. Bunun dışında, şimdilik geniş bir açıklamaya
girişmeye lüzum görmüyorum. Bahis konusu örgütün fikirlerini ortaya koyan muhtevayı
aynen kabul ediyorum ve kendi görüşüm olarak ifade ediyorum. Ben bu görüşler uyarınca
devrimci mücadele vermek için 1973 Ocak ayı başlarında faşist güçler tarafından
şehit edilen arkadaşım Ali Haydar Yıldız ile Tunceli’ye gelmiştim. Köylüleri
devrim için, halk ihtilâli için örgütlemek amacıyla köylere gitmiştik.
Buradaki
çalışmalarımız Jandarma Kuvvetleri tarafından öğrenilmiş olmalı ki 24 Ocak 1973
günü, kalmış olduğumuz Vartinik Mezrası’ndaki kömde sabaha karşı sarıldık,
orada Ali Haydar’dan başka ismini bilmediğim iki kişi daha vardı. Jandarma
Kuvvetleri bize ateş açtılar, bizim yanımızda, bildiğim kadarıyla bir kırma
mevcuttu. Kaçmaya başladık. Bu sırada ateş edildi. Ben yaralandım. Arkadaşım Ali
Haydar Yıldız ölmüştü. Benim de öldüğüm sanılarak, bir süre olduğum yerde
bırakılıp diğer kaçan iki arkadaşın peşinden gidildi. Bir süre sonra kendime geldiğimde
bulunduğum yerden uzaklaştım. Gizlendim. En son olarak soğuğa karşı mücadele
gücümü yitirdiğimden bir mezraya giderek yol sordum. Orada ihbar edilerek
yakalandım. Ayaklarım yarı donmuş vaziyette idi. Başımdan ve boynumdan yara
almıştım. Tunceli’den Diyarbakır’a getirildim. Burada ayaklarımdan ameliyat
edildim.
Ben
bütün bunları samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğrunda yaptım. Sonuçtan
pişman değilim. Asla pişman olmadım. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze
alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım.”
Dedi.
Başka bir diyeceği olmadığını bu ifadesinin alınması sırasında kendisine karşı
herhangi bir baskı tazyik yapılmadığını beyanlarındaki öze uygun şekilde
ifadenin tespit edildiğini söyleyerek birlikte tutulan işbu ifade zaptı okunup
imzalandı.
21
Nisan 1973
Yaşar Değerli A. Doğan Güneş İbrahim Kaypakkaya
Askerî Savcı T.Y. Sanık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder