Pages

18 Mayıs 2020

Kızılırmak


Lenin Lena’dır.[1] Bir zamanlar hocası olan Plehanov’un Volga nehrine atfen “Volgin” müstear adını alması üzerine bu ismi seçmiştir. Lenin’e göre hocası, sonradan nehrin ana yatağından ayrılıp liberal burjuvazinin peşine takılmıştır.[2]

Fırat’ı kendisine soyadı olarak seçen politik lider dışında bu topraklarda bir nehre atıfta bulunan, nehir mecazı ile düşünen bir kişi yoktur, ama liberal burjuvazinin peşine takılan “lider” sayısı, mebzul miktardadır.

Peki İbrahim Kaypakkaya neden “Kızılırmak”la birlikte düşlenmez, düşünülmez? İlk politik yazılarında sahiplendiği Kemalist devrime göre hareket etmiş olsaydı, muhtemelen bugün diş kırmayacak, kolaylıkla yutulacaktı. Ama o, egemenlerin açtığı nehir yatağında akmayı reddetmiştir. Yüzünü ait olduğu yere çevirmiştir.

Sonuçta İbrahim’in “gerçek Kemalistler”i Değirmenköy’e çağırmasıyla[3] “Kemalist diktatörlük askerî faşist diktatörlüktür”[4] demesi arasında üç yıl vardır. O üç yılda olanların şahsi ve öznel açıdan ele alınması, analiz edilmesi, içeriği de tayin etmektedir. “Politik bir durum öznelci açıdan analiz edildiğinde ve işler öznelci bir üslupla yönetildiğinde, kaçınılmaz olarak oportünizme veya darbeciliğe sebep olmaktadır.”[5] Oportünizm ve darbecilik/komploculuk, solun genel hikâyesinin özetidir.

O hikâye, geriye düşüşler kadar sıçramalarla da malûldür. Kolektife, mücadeleye ve davaya ait olma meselesi, her dönemeçte kendisini tekrar hissettirmiştir. Varlığını asıl hissettiren, kolektif, mücadele ve davadır. Bireyci, kariyerist bir tutumla bu üçlüye savaş açanlar, onları tefrik edenler, her daim suyun başını tutacaklardır.

Lenin’de Lena, kolektife, mücadeleye ve davaya dair bir imgedir. O imge, devrim ve sosyalizm davasının ortaklaşmasına, ortaklığın dava hâline gelmesine dairdir. Kişiler mülkiyetle düşündükçe, o olarak hareket ettikçe, aidiyeti zincir olarak görüp nehir yatağından ayrılmaktadırlar.

İmge ve aidiyet, artık bilhassa Batı’da, gericilik olarak kodlandığı için Selim Açan, “Kaypakkaya’da özgün olan”ı aramaya mecburdur.[6] O, İbrahim'in ait olduğu kolektife, mücadeleye ve davaya bakamaz, gözleri kamaşır. İbrahim’i oradan kopartmak ister.

Açan’ın “Talihsizlik” başlığında sıraladığı üç madde de bireyci ve öznelci değerlendirmelerdir. Açan’ın “Aydınlıkçı, köylü ve Kürt merkezli” tespitleri, tümüyle yanlış ve kastidir. Ayrıca kendisine “bugüne dek Aydınlıkçı, köylü ve Kürt olmayan hâliyle hangi mevzii ördün?” diye de sorulabilir. Zira Açan gibi isimlerin örgütleri, örgüt tarihlerini kaleme alırlar ve orada sınıfsal dinamiklere, tarihsel dönemeçlere, politik yönelimlere değinmek yerine, kişilerin hikâyelerine, kaprislerine, tercihlerine işaret ederler. Bu, zorunlu bir politik yönelimdir.

Her ortalama solcu gibi Selim Açan da İbrahim’i ancak işkencedeki tavrı dolayısıyla önemseyebilmektedir. Oysa direniş, “tali ve olağan” bir meseledir. Zaten doğalında icra edilmesi gerekendir. Direniş, etiketlerle, imajlarla düşünmenin malzemesi olmamalıdır, özel insanlara mahsus bir etikete ve imaja dönüşmemelidir. Nihayetinde bir örgüt, kendisini etiket ve imajla varedemez. Kadronun mertlik gibi hasletleri, kitleyi ve partiyi tayin etmez.

Teorik planda ise üretim tarzları kronolojisi bağlamında ülkenin durduğu yeri en doğru tespit etme yarışının da, “en gelişkin teori bende, diz çökün” demenin de bir anlamı yoktur. Veya “diğerleri tercüme pratiklerdi, başka ülkelerden aktarılmışlardı” deyip, Kemalizmin “burası nev-i şahsına münhasır bir ülke” tezine teslim olmak da anlamsızdır.

Selim Açan, Ozan Arif’in “devrimciler yiğit insanlardı, ama Stalin diye bir gâvura tapıyorlardı” lafından başka şeyler söylüyor olmalıdır. Kişisele, bireysel olana değil, ortadaki davaya, kavgaya örgütlenilmelidir.

Soldaki “dogmatizm” eleştirisi, elbette ki Duvar gibi liberal mahfillerde yapılmalıdır. Eleştiriyi yapanlar, bir yerlere işmar etmek için bu tür mahfilleri bilerek seçmektedir. Duvar, bunun için kurulmuştur. İbrahim’e küfreden yazı da Kuzey Kore’ye hakaretler edip Güney Kore’yi öven yazı da elbette ki bu tür yerlerde yayımlanmalıdır.

Günahıyla sevabıyla, doğrusuyla yanlışıyla İbrahim’in yolundan yürüyenlere küfretmek, ne teorik ne de politik bir müdahaledir. En fazla, bireye bakan, kendisini önemseyen, onu yücelten kişilere kendini pazarlamakla sonuçlanacak bir girişimdir.

Zaten son dönemde Fidel öldüğünde veya başka bir devrimci ismin anması söz konusu olduğunda sol içerisinde küfürnameler döşenmek, âdet hâlini almıştır. Her şeyden önce bu “kâfirler”, kimlere hoş görünmek istediklerinin hesabını vermelidirler.

Herkesin malumudur:

“Devrimciler öldükten sonra onlar kutsanmak adına zararsız birer puta dönüştürülmeye, o devrimcilerin isimleri ezilen sınıflar belli ölçüde ‘avunsunlar’, böylelikle kandırılsınlar diye yüceltilmeye çalışılır, aynı zamanda devrimci teori özünden arındırılır, devrimci yanları törpülenir ve teori kabalaştırılır.”[7]

Mozaffar Orucoglu’nun Kaypakkaya hikâyelerini de bu bağlamda ele almak gerekmektedir. O da Lenin’in bu değerlendirmesinin hedefinde olan isimlerdendir. Çünkü Orucoglu için İbrahim, kendisinin başkahraman olduğu içi boş romanlarının sıradan bir figüranıdır. İbrahim, aslında Orucoglu’nu yaldızlamak, yüceltmek için vardır. O, Kaypakkaya’yı “geri”, kendi varlığını “ilerici” birey olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Hovardalıkla, “güzel kızlar”la ilgili tespitleri, romanın edebi ve mecazî kabuğudur.[8] “İbo'nun teorisi çöktü” lafı masum değildir ve sadece “çapkınlık”la alakalı olamaz. (Belki de) dolaylı anlatımla Orucoglu, her fırsatta aştığını söylediği İbrahim’in kitle, kadro ve parti konusunda “özensiz, kaba” olduğunu iddia etmekte, onun bu dikkatsizliğinin çilesini çektiklerini söylemekte, “biz daha iyiydik, ama o ayağımızdaki prangamızdı” demekte, herkesi bu şekilde kandırmakta, bugüne ise sadece elitizm önerebilmektedir. Öte yandan belki de dikkatsiz olan kendisidir:

“[…] Amed sıkıyönetim komutanlığı, ani bir kararla Siverek’i asker ve polisle işgal edip tutuklamalara girişince güçlerimizi büyük ölçüde kaybettik. Sıkıyönetim beni her yerde harıl harıl aradığı için Dersim'e geldim.”

İbrahim, o geliş sonrası yakalanmıştır! Belki de politik/örgütsel açıdan anlamlı olan, gelmemektir.

Nehrin ana hattından ayrılmak sorunludur. Kitle, kadro ve parti, mülkiyetçi ve rekabetçi yönelimler üzerinden ayrışır, bu üçlü arasındaki bağ kopar, bağlam dışına çıkılır, anlam yiter. Sınıflar mücadelesinden azade bir parti, kadro ve kitle miti, entelektüel gevezelikler üretir. Küçük burjuvalar, bu mitlerle varolabildiklerini iyi bilmektedirler.

Bugün sol, “71 devrimciliği”nden dem vuranları da içerecek biçimde, geçmişte “anti-kemalist devrim yaşandı, ona karşı mücadele edelim” diyenlerin çizgisine gelmiştir. Ama o sol, asıl, bu tespit üzerinden CHP’ye yamanan çizgiden kopup, işçinin-köylünün kavgasına iştirak edenlerin esamisinin okunduğunu, onların yüzü suyu hürmetine yol alabildiğini görmeli, geleceğe adımlarını bu sınanmış bilgiyle atmalıdır.

Neticede bir tarafta “Lale Devri, III. Selim, Vakayı Hayriye, Tanzimat, İttihat ve Terakki, Kemalizm düşmanlığı gericiliktir” diyen Yalçın Küçük, diğer yanda “Kemalizme ‘miras’ diye sarılmak, bizi Kemalist iktidarın hunharca ezdiği işçi-köylü yığınlarından emekçilerden koparır” diyen İbrahim durur.[9] İbrahim’in teorik ve pratik niyetinin ve meramının ne olduğu gayet açıktır.

Yalçın Küçük, Mahir, Hüseyin İnan ve Kaypakkaya’yı tasfiye etmekle, “goşizmi bitirmek”le görevli bir “iç” teorisyendir. Tüm politik teorisini bu üç ismi silmek için icra eder. Gelgelelim başarılıdır da, zira üç devrimcinin yolundan gidenlerin neredeyse tamamı, bugün Yalçın Küçük’ün devletine ve çizgisine örgütlenmiş, onun sağına ve soluna oturmuş, aşağıdaki cümleleri inkâr etmiş, oradaki ideolojiyi toprağa gömmüştür. Başka bir enerjiye, dehaya ve güce bağlanmış, yığınlara küfretmeyi öğrenmiştir.

“Komünistler, tarihin devrimci mücadelede bir silâh hâline getirilmesini bilirler. Kurtuluş Savaşı’nda canıyla, kanıyla destanlar yaratan halk kahramanları vardır. Mesela bir Karayılan vardır, biz bunların mücadelelerinin mirasçısıyız. Biz, bunların tükenmez enerjilerinin, mucizeler yaratan dehalarının, sonsuz devrimci güçlerinin mirasçısıyız. Her fırsatta yığınların mücadelesini kanla ve zorbalıkla bastırmaya çalışanların, onlara düşmanlık gösterenlerin değil!”[10]

Bu cümleler varken komünistler, nehrin yatağı ve akış yönü konusunda bir kafa karışıklığı yaşamıyor olmalıdırlar.

Eren Balkır
18 Mayıs 2020

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Öz-neden”, 11 Nisan 2014, İştiraki.

[2] V. I. Lenin, “Enemies of People”, Collected Works içinde, Progress Publishers, Moskova 1974, s. 57.

[3] İbrahim Kaypakkaya, “Değirmenköylülerin Mücadelesine Omuz Verelim”, Bütün Yazıları içinde, Umut Yay., s. 47.

[4] İbrahim Kaypakkaya, “Kemalizm Eleştirisi”, 8 Ocak 2009, İştiraki.

[5] Mao Zedung, “Öznelcilik Üzerine”, Aralık 1929, İştiraki. Mao’nun partide tespit ettiği yanlış fikirlerin tamamı, bugün solun temel programı hâline gelmiştir: Bencillik, acelecilik, aşırı demokrasi, disiplinsizlik, mutlak eşitlikçilik, öznelcilik, bireycilik, çetecilik.

[6] H. Selim Açan, “Kaypakkaya’da Özgün Olan”, 15 Mayıs 2020, Duvar.

[7] V. I. Lenin, “State and Revolution”, Collected Works, Progress Publishers, Moskova 1974, s. 390.

[8] Muzaffer Oruçoğlu, “İbrahim Kaypakkaya Okuldan Dağa”, 13 Mayıs 2014, MO.

[9] İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazıları, s. 413.

[10] İbrahim Kaypakkaya, A.g.e., s. 413-414.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder