Lenin Lena’dır.[1] Bir zamanlar hocası olan
Plehanov’un Volga nehrine atfen “Volgin” müstear adını alması üzerine bu ismi
seçmiştir. Lenin’e göre hocası, sonradan nehrin ana yatağından ayrılıp liberal
burjuvazinin peşine takılmıştır.[2]
Fırat’ı kendisine soyadı olarak seçen politik lider
dışında bu topraklarda bir nehre atıfta bulunan, nehir mecazı ile düşünen bir
kişi yoktur, ama liberal burjuvazinin peşine takılan “lider” sayısı, mebzul
miktardadır.
Peki İbrahim Kaypakkaya neden “Kızılırmak”la birlikte
düşlenmez, düşünülmez? İlk politik yazılarında sahiplendiği Kemalist devrime
göre hareket etmiş olsaydı, muhtemelen bugün diş kırmayacak, kolaylıkla
yutulacaktı. Ama o, egemenlerin açtığı nehir yatağında akmayı reddetmiştir.
Yüzünü ait olduğu yere çevirmiştir.
Sonuçta İbrahim’in “gerçek Kemalistler”i Değirmenköy’e
çağırmasıyla[3] “Kemalist diktatörlük askerî faşist diktatörlüktür”[4] demesi
arasında üç yıl vardır. O üç yılda olanların şahsi ve öznel açıdan ele
alınması, analiz edilmesi, içeriği de tayin etmektedir. “Politik bir durum
öznelci açıdan analiz edildiğinde ve işler öznelci bir üslupla yönetildiğinde,
kaçınılmaz olarak oportünizme veya darbeciliğe sebep olmaktadır.”[5] Oportünizm
ve darbecilik/komploculuk, solun genel hikâyesinin özetidir.
O hikâye, geriye düşüşler kadar sıçramalarla da
malûldür. Kolektife, mücadeleye ve davaya ait olma meselesi, her dönemeçte
kendisini tekrar hissettirmiştir. Varlığını asıl hissettiren, kolektif,
mücadele ve davadır. Bireyci, kariyerist bir tutumla bu üçlüye savaş açanlar,
onları tefrik edenler, her daim suyun başını tutacaklardır.
Lenin’de Lena, kolektife, mücadeleye ve davaya dair
bir imgedir. O imge, devrim ve sosyalizm davasının ortaklaşmasına, ortaklığın
dava hâline gelmesine dairdir. Kişiler mülkiyetle düşündükçe, o olarak hareket
ettikçe, aidiyeti zincir olarak görüp nehir yatağından ayrılmaktadırlar.
İmge ve aidiyet, artık bilhassa Batı’da, gericilik
olarak kodlandığı için Selim Açan, “Kaypakkaya’da özgün olan”ı aramaya
mecburdur.[6] O, İbrahim'in ait olduğu kolektife, mücadeleye ve davaya bakamaz,
gözleri kamaşır. İbrahim’i oradan kopartmak ister.
Açan’ın “Talihsizlik” başlığında sıraladığı üç madde
de bireyci ve öznelci değerlendirmelerdir. Açan’ın “Aydınlıkçı, köylü ve Kürt
merkezli” tespitleri, tümüyle yanlış ve kastidir. Ayrıca kendisine “bugüne dek
Aydınlıkçı, köylü ve Kürt olmayan hâliyle hangi mevzii ördün?” diye de
sorulabilir. Zira Açan gibi isimlerin örgütleri, örgüt tarihlerini kaleme
alırlar ve orada sınıfsal dinamiklere, tarihsel dönemeçlere, politik yönelimlere
değinmek yerine, kişilerin hikâyelerine, kaprislerine, tercihlerine işaret
ederler. Bu, zorunlu bir politik yönelimdir.
Her ortalama solcu gibi Selim Açan da İbrahim’i ancak
işkencedeki tavrı dolayısıyla önemseyebilmektedir. Oysa direniş, “tali ve olağan”
bir meseledir. Zaten doğalında icra edilmesi gerekendir. Direniş, etiketlerle,
imajlarla düşünmenin malzemesi olmamalıdır, özel insanlara mahsus bir etikete
ve imaja dönüşmemelidir. Nihayetinde bir örgüt, kendisini etiket ve imajla
varedemez. Kadronun mertlik gibi hasletleri, kitleyi ve partiyi tayin etmez.
Teorik planda ise üretim tarzları kronolojisi
bağlamında ülkenin durduğu yeri en doğru tespit etme yarışının da, “en gelişkin
teori bende, diz çökün” demenin de bir anlamı yoktur. Veya “diğerleri tercüme
pratiklerdi, başka ülkelerden aktarılmışlardı” deyip, Kemalizmin “burası nev-i
şahsına münhasır bir ülke” tezine teslim olmak da anlamsızdır.
Selim Açan, Ozan Arif’in “devrimciler yiğit
insanlardı, ama Stalin diye bir gâvura tapıyorlardı” lafından başka şeyler
söylüyor olmalıdır. Kişisele, bireysel olana değil, ortadaki davaya, kavgaya
örgütlenilmelidir.
Soldaki “dogmatizm” eleştirisi, elbette ki Duvar
gibi liberal mahfillerde yapılmalıdır. Eleştiriyi yapanlar, bir yerlere işmar
etmek için bu tür mahfilleri bilerek seçmektedir. Duvar, bunun için
kurulmuştur. İbrahim’e küfreden yazı da Kuzey Kore’ye hakaretler edip Güney Kore’yi
öven yazı da elbette ki bu tür yerlerde yayımlanmalıdır.
Günahıyla sevabıyla, doğrusuyla yanlışıyla İbrahim’in
yolundan yürüyenlere küfretmek, ne teorik ne de politik bir müdahaledir. En
fazla, bireye bakan, kendisini önemseyen, onu yücelten kişilere kendini
pazarlamakla sonuçlanacak bir girişimdir.
Zaten son dönemde Fidel öldüğünde veya başka bir
devrimci ismin anması söz konusu olduğunda sol içerisinde küfürnameler
döşenmek, âdet hâlini almıştır. Her şeyden önce bu “kâfirler”, kimlere hoş
görünmek istediklerinin hesabını vermelidirler.
Herkesin malumudur:
“Devrimciler
öldükten sonra onlar kutsanmak adına zararsız birer puta dönüştürülmeye, o
devrimcilerin isimleri ezilen sınıflar belli ölçüde ‘avunsunlar’, böylelikle
kandırılsınlar diye yüceltilmeye çalışılır, aynı zamanda devrimci teori özünden
arındırılır, devrimci yanları törpülenir ve teori kabalaştırılır.”[7]
Mozaffar Orucoglu’nun Kaypakkaya hikâyelerini de bu
bağlamda ele almak gerekmektedir. O da Lenin’in bu değerlendirmesinin hedefinde
olan isimlerdendir. Çünkü Orucoglu için İbrahim, kendisinin başkahraman olduğu
içi boş romanlarının sıradan bir figüranıdır. İbrahim, aslında Orucoglu’nu
yaldızlamak, yüceltmek için vardır. O, Kaypakkaya’yı “geri”, kendi varlığını
“ilerici” birey olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Hovardalıkla, “güzel
kızlar”la ilgili tespitleri, romanın edebi ve mecazî kabuğudur.[8] “İbo'nun
teorisi çöktü” lafı masum değildir ve sadece “çapkınlık”la alakalı olamaz.
(Belki de) dolaylı anlatımla Orucoglu, her fırsatta aştığını söylediği
İbrahim’in kitle, kadro ve parti konusunda “özensiz, kaba” olduğunu iddia
etmekte, onun bu dikkatsizliğinin çilesini çektiklerini söylemekte, “biz daha
iyiydik, ama o ayağımızdaki prangamızdı” demekte, herkesi bu şekilde
kandırmakta, bugüne ise sadece elitizm önerebilmektedir. Öte yandan belki de
dikkatsiz olan kendisidir:
“[…]
Amed sıkıyönetim komutanlığı, ani bir kararla Siverek’i asker ve polisle işgal
edip tutuklamalara girişince güçlerimizi büyük ölçüde kaybettik. Sıkıyönetim
beni her yerde harıl harıl aradığı için Dersim'e geldim.”
İbrahim, o geliş sonrası yakalanmıştır! Belki de
politik/örgütsel açıdan anlamlı olan, gelmemektir.
Nehrin ana hattından ayrılmak sorunludur. Kitle, kadro
ve parti, mülkiyetçi ve rekabetçi yönelimler üzerinden ayrışır, bu üçlü
arasındaki bağ kopar, bağlam dışına çıkılır, anlam yiter. Sınıflar
mücadelesinden azade bir parti, kadro ve kitle miti, entelektüel gevezelikler
üretir. Küçük burjuvalar, bu mitlerle varolabildiklerini iyi bilmektedirler.
Bugün sol, “71 devrimciliği”nden dem vuranları da
içerecek biçimde, geçmişte “anti-kemalist devrim yaşandı, ona karşı mücadele
edelim” diyenlerin çizgisine gelmiştir. Ama o sol, asıl, bu tespit üzerinden
CHP’ye yamanan çizgiden kopup, işçinin-köylünün kavgasına iştirak edenlerin
esamisinin okunduğunu, onların yüzü suyu hürmetine yol alabildiğini görmeli,
geleceğe adımlarını bu sınanmış bilgiyle atmalıdır.
Neticede bir tarafta “Lale Devri, III. Selim, Vakayı
Hayriye, Tanzimat, İttihat ve Terakki, Kemalizm düşmanlığı gericiliktir” diyen
Yalçın Küçük, diğer yanda “Kemalizme ‘miras’ diye sarılmak, bizi Kemalist
iktidarın hunharca ezdiği işçi-köylü yığınlarından emekçilerden koparır” diyen
İbrahim durur.[9] İbrahim’in teorik ve pratik niyetinin ve meramının ne olduğu
gayet açıktır.
Yalçın Küçük, Mahir, Hüseyin İnan ve Kaypakkaya’yı
tasfiye etmekle, “goşizmi bitirmek”le görevli bir “iç” teorisyendir. Tüm
politik teorisini bu üç ismi silmek için icra eder. Gelgelelim başarılıdır da,
zira üç devrimcinin yolundan gidenlerin neredeyse tamamı, bugün Yalçın Küçük’ün
devletine ve çizgisine örgütlenmiş, onun sağına ve soluna oturmuş, aşağıdaki
cümleleri inkâr etmiş, oradaki ideolojiyi toprağa gömmüştür. Başka bir
enerjiye, dehaya ve güce bağlanmış, yığınlara küfretmeyi öğrenmiştir.
“Komünistler,
tarihin devrimci mücadelede bir silâh hâline getirilmesini bilirler. Kurtuluş
Savaşı’nda canıyla, kanıyla destanlar yaratan halk kahramanları vardır. Mesela
bir Karayılan vardır, biz bunların mücadelelerinin mirasçısıyız. Biz, bunların
tükenmez enerjilerinin, mucizeler yaratan dehalarının, sonsuz devrimci
güçlerinin mirasçısıyız. Her fırsatta yığınların mücadelesini kanla ve
zorbalıkla bastırmaya çalışanların, onlara düşmanlık gösterenlerin değil!”[10]
Bu cümleler varken komünistler, nehrin yatağı ve akış
yönü konusunda bir kafa karışıklığı yaşamıyor olmalıdırlar.
Eren Balkır
18 Mayıs 2020
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Öz-neden”, 11 Nisan 2014, İştiraki.
[2] V. I. Lenin, “Enemies of People”, Collected
Works içinde, Progress Publishers, Moskova 1974, s. 57.
[3] İbrahim Kaypakkaya, “Değirmenköylülerin
Mücadelesine Omuz Verelim”, Bütün Yazıları içinde, Umut Yay., s. 47.
[4] İbrahim Kaypakkaya, “Kemalizm Eleştirisi”, 8 Ocak
2009, İştiraki.
[5] Mao Zedung, “Öznelcilik Üzerine”, Aralık 1929, İştiraki. Mao’nun partide tespit ettiği
yanlış fikirlerin tamamı, bugün solun temel programı hâline gelmiştir:
Bencillik, acelecilik, aşırı demokrasi, disiplinsizlik, mutlak eşitlikçilik,
öznelcilik, bireycilik, çetecilik.
[6] H. Selim Açan, “Kaypakkaya’da Özgün Olan”, 15
Mayıs 2020, Duvar.
[7] V. I. Lenin, “State and Revolution”, Collected
Works, Progress Publishers, Moskova 1974, s. 390.
[8] Muzaffer Oruçoğlu, “İbrahim Kaypakkaya Okuldan
Dağa”, 13 Mayıs 2014, MO.
[9] İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazıları, s. 413.
[10] İbrahim Kaypakkaya, A.g.e., s. 413-414.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder