Sömürgeci,
Avrupalının başına musallat olmuş bir hastalıktır, Avrupalı bu hastalıktan
kurtulmalı, ona karşı kendisini korumalıdır. Bir yandan da sömürgeci,
küçümsenmemesi gereken saçma ve hakkaniyetsiz bir hikâyenin konusudur. Tedavi
süreci, varoluşun mevcut koşullarını iyileştirmek, gerekirse ortadan kaldırmak
ve onları yeniden oluşturmak gibi meşakkatli ve acı veren bir işleme ihtiyaç
duymaktadır. Ama bir de sömürgeleştirme pratiği devam ettiği sürece yaşanacak,
üstelik daha ciddi bir nitelik arz eden başka bir hikâye daha vardır.
Sömürgeleştirme
pratiği, sömürgeciyi çirkinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu pratik,
sömürgeciye felâketlere yol açabilecek başka bir seçenek sunar. Buna göre
sömürgeci, kendi hayrına olacak şekilde, her gün yaşanan adaletsizliği
kabullenmek zorunda kalacak, bir yandan da hiçbir zaman o yola başvurmasa da
intiharı gerekli görecektir. Sömürgeci, bu seçeneği kabul etse çürüyecek, kabul
etmese kendisini inkâr etmiş olacaktır.
Solcu
sömürgeci, mevcut rolünü oynamaya artık devam edemez. Onun hayatta kalması
mümkün değildir. Solcu sömürgeci, suçluluk duygusundan ve kederden kurtulamaz
nihayetinde kötü niyetli biri olur çıkar. O her daim baştan çıkartılır, utancın
kıyısında dolaşır, son tahlilde kendisini suçlu hisseder. Sömürgeci, sömürgelik
hâlini daha tutarlı analiz eder, hatta bu hâli daha yalın bir biçimde ortaya
koyar, çünkü o, bu durumun düzeltilmesinin imkânsız olduğunu bilerek hareket
eder. Herhangi bir tavizin kendisini tehdit ettiğini anladığında sömürgecilik
sistemini onaylar ve her tür araçla savunur. Peki ama onun ruhsuzlaşmasını
hangi imtiyaz, hangi maddi avantaj telafi eder? Hâsılı, bir sömürgecilik
pratiği, sömürgeye ciddi bir zarar verdiğinde bu, sömürgeciye zerre kâr
sağlamaz.
İnsanlar
bir yandan sömürgecinin başını belaya sokarken, bir yandan da onu elde ettiği
avantajlardan mahrum edecek bir değişikliğin altına imza atabilirler. Ama bu
noktada sömürgecilik ilişkilerinin temel niteliğinin sunduğu avantaja bağlı
olduğunu unuturlar. Ya sömürgelik hâli varlığını sürdürür ve hiçbir tesire yol
açmaz ya da ortadan kaybolmasıyla sömürgeyle kurulan ilişki ve sömürgecinin
kendisi de yok olur. Bu tespit, radikal olana kötülük düzleminde inananla, yani
sömürgenin imhasına bakanla, radikal olana iyilik düzleminde inanan, yani
asimilasyonu önemseyen yaklaşım için de geçerlidir.
Avrupa’nın
sömürgeleştirilmiş bir halkı tümden imhasını esas alan fikir, terk edileli çok
fazla zaman olmadı. Bu değerlendirme, Cezayir için doğru ama kısmen: “Her bir
Fransız’a dokuz Cezayirli düşüyor. Demek ki her bir Fransız’a içinde dokuz
kurşun bulunan bir tabanca vermek gerekiyor.” Burada Amerika’yla ilgili örnek
de akla gelebilir. Uzak Batı konusunda ülke genelinde anlatılan milli destan,
bize burada sistematik bir katliamın yapıldığını anlatıyor. Ama yine de bugün
ABD’de bir Kızılderili sorununun bulunmadığını söyleyebiliriz. (İmha
politikası, sömürgeleştirme pratiğinin yaşamasına pek fazla katkı sunmamış,
sömürgecilik süreciyle çelişen sonuçların oluşmasına yol açmıştır.) Her şeyin
ötesinde sömürgeleştirme pratiği, ekonomik ve politik sömürüyü esas alır. Eğer
sömürge imha edilir, sömürgeleştirilmiş ülkenin kendisi sıradan bir ülke hâline
gelirse, o vakit kimler sömürülecektir? Bu noktada sömürge halkın yanında
sömürgeleştirme pratiği de yok olur gider, dolayısıyla sömürgecinin kendisi de
ortadan kaybolur.
Asimilasyon
pratikleri başarısız olmuştur. Kâğıt üstünde sosyalist ve evrenselci bir yan
barındıran bu tür pratikler, saygıyla karşılanmıştır. Her şeyden bağımsız
olarak bu pratiklerin daha baştan başarısızlığa mahkûm olduklarını kimse
söyleyemez. Ama gene de bir iki başarılı sonuçlanmış bir pratik olsa da
asimilasyon politikaları çoğunlukla başarısız olmuştur. Bugün komünistler bile
mevcut sömürgeleştirme pratikleri dâhilinde asimilasyondan yana açıktan bir
tavır almamaktadırlar. Zaten mesele de asimilasyonun aynı zamanda sömürgecilik
pratiğiyle çelişiyor olmasıdır. Bu pratikte sömürgeci ile sömürge arasındaki
ayrımlar kalkar, dolayısıyla sömürgecilik ilişkisi silinip gider.
Bu
noktada çözüm niyetine atılan ufak bir dizi adımdan bahsedilebilir: örneğin
yabancılar, yeni bağımsız olmuş bir kolonide yaşamaya devam ederler ama özel
hiçbir hakka sahip olmazlar. Bu tür öneriler hukuken uygunsuz olmasının
yanında, tarihin hükümsüz kılacağı türden bir düzenleme olarak görülebilirler.
Haklı bir gerekçesi bulunmayan imtiyazların kalıcılığı, bu imtiyazlarla ilgili
hafıza ile güvence altına alınamaz. Sömürgeleştirme süreci bağlamında
sömürgeci, ümitsiz bir vakadır.
Bazıları
tam da bu sebeple, sömürgecinin her türden değişime ayak dirediğini, karşı
koyduğunu söylerler. Sömürgeci, bir canavar olmayı kabul edebilir, kendi
çıkarları peşinde koşmak suretiyle yabancılaşmanın kurbanı olmayı isteyebilir.
Ama kendisine kâr getiren o hastalıktan asla vazgeçemez, onu o hastalıktan er
ya da geç tarih kurtarır. Madalyonun bir yüzünün daha olduğunu kimse
unutmamalıdır: gün gelecek, sömürge sömürgeciyi teslim olmak zorunda
bırakacaktır.
Sömürgenin
başkaldırıp sömürgeleştirme sürecinin dengesini bozacağı o gün illaki
gelecektir. Çünkü hem sömürge hem de sömürgeci için sömürgeleştirme sürecine
son vermekten başka bir yol yoktur. Sömürgenin itirazı kesindir, bu itiraz ise
sadece isyanla değil devrimle de tecelli eder.
İsyan.
Sömürgecinin varlığı zulüm üretir. Sömürgeciliğin tümden tasfiye edilmesiyle
sömürge özgürlüğüne kavuşur. Bugünlerde burgibacılık gibi akımlar fazla
reform beklentisi içerisindedirler. Bana kalırsa bu yaklaşımda belirgin bir
yanlış anlama söz konusudur. Eğer burgibacılık aşama aşama ilerlemek
demekse, o vakit o, tek bir aşamayla asla yetinemez. Siyahların liderleri,
bugünlerde Fransız Birliği’nden, Dördüncü Cumhuriyet’ten, sömürge statüsünün
sonlandırılacağı düzenden bahsetmektedirler. Bu, kaçınılmaz olarak elde
edilecek tam bağımsızlık için yegâne adım olarak görülmektedir. Eğer Habib
Burgiba, kendisine atfen kullanılan burgibacılık ideolojisine inansaydı,
Siyah Afrika’nın liderleri kalıcılaşan bir Fransız Birliği’ne inansalardı,
sömürgecilik çoktan tasfiye edilmiş olurdu. Bugün genç nesil, yaşlıların
meseleye nispeten ılımlı yaklaşıyor oluşlarını hiç anlayamıyor.
Devrim.
Sömürgeleştirme süreci maddi planda sömürgeleri öldürüyor. Buna ek olarak söz
konusu sürecin sömürgeleri manevi açıdan da öldürdüğünü söylemek gerekiyor.
Sömürgeleştirme süreci ilişkileri tahrip ediyor, kurumları yıkıma sürüklüyor
veya taşlaştırıyor, sömürgeci veya sömürge fark etmez, herkesi yozlaştırıyor.
Yaşamak adına sömürge, sömürgeleştirme sürecinden kurtulmak zorunda. İnsan
olabilmesi için sömürge olma hâlini geride bırakmalı. Avrupalılar, kendi
içlerindeki sömürgeciyi öldürmeye mecbur oldukları gibi sömürge de kendi
sömürgeleştirilmiş varlığını bir biçimde aşmalı.
Sömürgeleştirme
sürecinin tasfiyesi, kurtuluşun, şifa bulmanın, ıslahın girizgâhından gayrı bir
anlama sahip değil. Sömürge sömürgelikten kurtulmak için önce zulmü ele almalı,
halkının eksikliklerine bakmalıdır. Kurtuluş gerçekleştiğinde sömürge, mücadelesinin
kaçınılmaz olarak dayattığı koşullardan da kurtulmalı. Milletinin haysiyeti ve
vücut bulması için dövüşmek zorunda olan bir milliyetçi, önce kendisini
yenmeli, milletiyle ilişkisinde özgür olabilmeli. Milliyetçi, elbette ki
kendisini milliyetçi olarak adlandırabilmeli. Ama kaçınılmaz olarak o seçimini
özgürce yapıp sadece milletiyle varolmadığını görmeli. Milliyetçi kendisini
yenmeli, halkının diniyle ilişkisinde özgür olabilmeli, o dini muhafaza veya
reddetme imkânına sahip olmalı, o din üzerinden varolmamalı. Aynı durum geçmiş,
gelenek ve etnik özellikler vs. için de geçerlidir. Son olarak milliyetçi,
kendisini sömürgecilere ait kategorilerle tanımlamaya bir son vermeli.
Kendisini olumsuz bir biçimde şekillendiren özelliklerden kurtulabilmeli. Örneğin
Doğu ile Batı’nın uyumsuz olduğunu söyleyen anlayış herkesin dilindedir ama bu,
saçma bir anlayıştır. Söz konusu Doğu-Batı karşıtlığı fikrini asıl besleyense,
sömürgecinin ta kendisidir, bu sayede sömürgeci, kendisiyle sömürge halk
arasında bir engel yerleştirmektedir. Peki Doğu’ya yüzünü çevirmek ne tür bir
anlama sahiptir? Zulüm yüzüne İngiliz veya Fransız maskesi de taksa şu
bilinmelidir ki teknik ve kültürel başarılar tüm halklara aittir. Batı veya
Doğu bilimi diye bir şey yoktur. Bilim, burjuva veya proleter olabilir. Somut,
ya yanlış ya da doğru ortaya konulur.
Peki
sömürgeci, ileride ne olacak? Şu an verili gerçeklikte sömürge nedir? Kanaatime
göre sömürge, ne metafizik ne de psikolojik bir öze sahiptir. Sömürge, mevcut
hâliyle tarif edilmelidir. O çile çeker, hükümde bulunur ve belirli davranışlar
sergiler. Sömürge olmaktan çıktığında başka bir şey hâline gelir. Sonuçta
coğrafya ve gelenek, varlığını her daim sürdüren güçlerdir. Ama bir noktadan
sonra Cezayirli ile Marsilyalı arasındaki fark, Lübnanlı arasındaki farktan
daha az olacaktır.
Tüm
çiçekleri açtığında eskiden sömürge olan insan, herkes gibi insan olacaktır.
Tüm insanlar gibi o da iniş çıkışlar yaşayacak, ama en azından özgürce yaşayan
tam bir insan hâline gelecektir.
Albert Memmi
[15
Aralık 1920 – 22 Mayıs 2020]
[Kaynak: The Colonizer and The Colonized, Beacon Press 2003, s. 191-197.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder