Pages

31 Mart 2020

Pakistan’da Solun Koronavirüsle Mücadele Stratejisi


Krizin Yoğunlaşması

Kimsenin kayıtsız ve bitaraf kalamayacağı, insanlığın yüzleştiği en ağır krizlerinden birine tanıklık ediyoruz. Krizin yönetici sınıfın önceliklerine bağlı olarak ağırlaştığı açık. Bu sınıf, halkın refahı yerine bölgesel hâkimiyet hayalleri peşinde koşuyor. Tanklarımız, füzelerimiz hatta nükleer silâhımız bile var ama yatağımız, suni solunum cihazımız ve ilâcımız yok.

Devlet, tam da politik irade yoksunluğu ve yapısal zafiyetlerin birikmesi sonucu krizde. Toplumsal hayatın her bir kısmı, allak bullak ve darmaduman. Zira medeniyetimizin bekçisi olan devlet, en zor zamanlarda kifayetsiz ve zalim olduğunu ortaya koydu. Toplumumuz, olağanüstü koşullarda devletsizliği tecrübe ediyor. Bugün devlet yok, tüm asli işleri sağlık emekçileri yapıyor.

Herkes, bu tür kriz momentlerinde bir araya gelip politik farklılıklarımızı unutmamız gerektiğini söylüyor. Oysa mevcut sorun, esasen yıllardır yönetici elitlerimizin yaptıkları tercihlere bağlı olarak yaşanan hazırlıksızlık, kaynak yetersizliği ve altyapı düzleminde uygulanan ırk ayrımcılığı sebebiyle krize dönüştü. Yönetici sınıfın uyguladığı politikalar iflas etti, zira bunlar insanlığın bekasını riske attı.

Öte yandan hayatımızın en önemli kararlarını kriz zamanlarında alıyoruz. Ama kararlarımızın kapitalistlerin, ordudaki şahinlerin ve hesap sorulmayan teknokratların cepleri karşısında hiçbir anlam ve değer ifade etmiyor. Yöneticiler, ısrarla avamın kriz dönemlerinde siyasetten uzak durması gerektiğini söylüyor. Oysa geleceğimizi ilgilendiren önemli kararlar bu türden olağanüstü durumlarda alınıyorsa, o vakit bizim de krizi politik düzlemde ele almamız, siyasetle iştigal etme hakkımızı kimseye teslim etmememiz gerekiyor.

Koronavirüs politik açıdan nötr bir mesele değil, medeniyetimize yönelik en önemli tehditlerden biri olarak bu virüs salgını, küresel düzeni biçimlendiren toplumsal, ekonomik ve politik çelişkilerin yoğunlaşmış bir ifadesi olarak çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla onu genelde düzgün işleyen sistemdeki bir sapma olarak görmememiz gerekiyor. İklim felaketinin varoluşumuzun genel dokusunu tehdit ettiği koşullarda bizi kapıda daha fazla sağlık krizi bekliyor. Bu krizlerden kaçış yok.

Bugünün değer ve uygulamalarından ayrı, herkesin paylaştığı değerler ve uygulamalar üzerine yeni bir dünya kurmamız gerekiyor. Temel gelir ve kamu hizmetlerinin ücretsiz olması gibi halkçı talepler önemli ama yetersiz, zira sistem bu talepleri karşılayacak bir yapıya sahip değil. Bu nedenle solun sistemi onun imkânsız gördüğü rasyonel taleplerle topa tutmayla yetinmemesi, ayrıca teoriye ve pratiğe yeniden yön vermek adına uzun soluklu bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Solun ve sağın elindeki politik kurumlar, bugünün güçlüklerine cevap verecek düzeyde değil. Bu bağlamda eğer yüzleştiğimiz krizlerin aciliyeti karşısında ezilmek istemiyorsak, yeni bir sosyalizm pratiği ve dili geliştirmemiz şart.

Koronavirüs Krize Ait Bir Temsildir

Çin Kızıl Haçı’ndan bir doktorun dediği gibi: “bizim zamanı, tüm ekonomik faaliyeti durdurmamız gerekiyor.” Bu tuhaf açıklamanın doğru bir yanı var. Doktor, farkında olmadan, bizim bugünkü kapitalist tarzın akışını durdurmamız, bu akışın işçilerin sömürüsü, emtianın dolaşımı, sermayenin dizginsiz biçimde birikmesi ile dönen çarklarını kırmamız gerektiğini söylüyor. Başka bir ifadeyle, COVID-19’un yayılımını durdurmak istiyorsak, bizim üretim sürecini ve emtia dolaşımını durdurmamız şart.

Tüm bu yaşananlar kumdan kaleyi yıktı. Yanılsamalardan, kendini aldatma biçimlerinden ve safsatalardan oluşan dünya yıkıldı. Bir sürecin sonuna geldik. Emtia dolaşımı ile ilgili kriz kapıda. COVID-19, piyasa ekonomisinin saçma sapan olduğunu ortaya koydu.

Öncelikle tanık olduğumuz şeyin “resesyon” olmadığını net olarak görmeliyiz. Bu, bir “finansal kriz” değil. Koronavirüs salgını, ekonomik ve toplumsal hayata ait temel bileşenleri yerinden yurdundan etti. İmran Han hükümeti gibi meseleyi bu şekilde ele alıp olağan koşullarda yönetilebilecek bir şeymiş gibi görürsek ve sıcak havanın virüsü öldüreceği beklentisi içine girersek, devletin geliştirdiği modelin de gösterdiği üzere, yüz binlerce insan ölür. Bu ağır sonuçtan kaçınmak için olağan ekonomik ve toplumsal hayat kökten değiştirilmelidir. Peki daha önce Pakistan’da olağan ekonomik ve toplumsal hayat nasıldı?

Orta sınıf ve elitler için olağan hayat demek, güzel alışkanlıklar ve mutlu yaşamak için gerekli kaynakları kullanmak demekti. Öte yandan bu virüsten önce işçilerin hayatı tam bir kâbustu. Asgari ücret, sosyal güvenlik ve iş güvenliği resmi kayıtlı işçilerin temel talepleriyken gayriresmi, sözleşmeli işçiler her gün mücadele yürütmekte, fabrikada, atölyede veya eğitim kurumunda duyuru veya ikaz yapılmadan işten atılabilmekteydi.

Demek ki virüsten kurtulmak demek, olağan toplumsal ve ekonomik hayatı kökünden değiştirmek demek. Yani işçilerin kullanılıp atılan birer mal olarak görüldükleri kapitalist ekonomiyi değiştirmek zorundayız. Devletle işbirliği içerisinde olan kapitalistler fabrikaları, işletmeleri ve diğer üretim alanlarını yoksul işçilerin hayatını umursamaksızın kapatabileceklerini düşünüyorlar. Bununsa iki sonucu olacak.

İlk sonuç dâhilinde sosyal izolasyon ve mesafelenme üzerinden ekonominin büyük bir kısmı duracak, dolayısıyla halk sağlığı hiçbir şekilde umursanmayacak. Virüs salgını zirveye ulaşıp kriz son bulana dek toplumun virüsün yayılımının yavaşlayacağı gerekli uyku süresi devreye giremeyecek. İşçiler yeterli sağlık hizmeti, yemek desteği ve temel gelir alamazsa evlerinde kalma imkânı da bulamayacaklar. İnsanlar dışarı çıkıp iş bulmaya çalışacak ki bu da salgının süresini uzatacak. İşçilerin evde izolasyonda kalmaları için gerekli tüm kaynaklara sahip olması gibi bir durum söz konusu değilse herkesin belirsiz bir süre karantina alınması da mümkün değil. Çünkü bilindiği gibi, halk sağlığı bağlamında insanlara para verilmeli ki sosyal mesafeyi muhafaza edebilsinler, kendilerini güvenli bir biçimde izole etsinler ve çalışmaya hiç ihtiyaç duymasınlar.

Güvencesiz, sigortasız, geçici ve gündelik işlerde çalışan işçilerin, yarı zamanlı çalışanların önemli bir yer tuttuğu ekonomide herkesin sağlık hizmeti ve maddi yardım alabilmesi için servetin yeniden dağıtılması gerekir. Bu krizde asıl kaybedenler, işçiler ve işçi aileleri. Limelight, Generations ve Outfitters gibi giysi markaları işçilere ücret hatta ücretli izin bile vermeden onları işten çıkartıyor, bazı fabrikalarsa tüm işçilerin işine son veriyor.

O uzun ve daha önce görmediğimiz kriz böyle başladı. Artık temel gelir yardımını istemenin yanında kendi kendimize yardım etmemizi sağlayacak komiteler oluşturmalıyız. Çünkü önümüzdeki günlerde her şey daha da güçleşecek.

Devletin işçilere yardım etmemesinin veya edememesinin ikinci sonucu ise şudur: işçilere gıda, barınma, gelir ve sağlık imkânları sağlanmadığı takdirde işçiler sokağa dökülecek ve bu yönde talepler dile getireceklerdir. Çünkü devlet, ücretli izin ve yiyecek kartı verememekte, işçilerin sağlık imkânlarından yararlanmasını güvence altına alamamaktadır.

Eğer tüm işletmeler, fabrikalar ve işyerleri işçileri ücretsiz olarak izne ayırırsa veya işten atarsa kısa süre sonra Pakistanlı işçiler, “bu karantina altındaki yeni gerçeklikte bizim yerimiz nedir?” olarak özetlenebilecek o can alıcı soruyu soracaklar.

Koronavirüs krizinde hem sağlık hem de eğitim sistemindeki çöküşün hem ücret ve sosyal güvenlik yetersizliğinin hem de işçilerin insanlıktan çıkartılmasına dönük adımların ve rantiyeci, aşırı şişmiş devletin bir araya toplaştığı bir krizdir.

Bu ülkenin yoksulları karşısında zulmün kaleleri üzerine işçi grevleriyle, Peştun Tahafuz Hareketi ile, kadın hareketiyle, öğrenci hareketiyle ve köylü hareketiyle yürüyor. Bu kriz, sermayenin dolaşımındaki sınırlar sebebiyle işçilerin “neoliberal kapitalist toplumda ne tür insani ilişkilere yer var?” olarak özetlenebilecek temel soruya cevap vermek için mevcut yapıları olumsuzlamanın ötesine geçmesini sağlayacak. Tüm kapitalist ekonominin bu ikinci olumsuzlamasının (olumsuzlamanın olumsuzlanmasının) devrimci sonuçları olacak.

İyi Yönetişim mi İkili İktidar mı?

Birçok yorumcu, krizi ihmal edilecek kötü yönetişim olarak görüyor. Oysa mevcut rejimin yetersizliği, sadece ondaki kararsızlıktan kaynaklı olarak oluşan tehdidi büyüttü. Daha önce izah ettiğimiz üzere bu kriz, basit bir politikanın ürünü değil, devletimizin ve politik ekonominin genel yöneliminin bir sonucudur. Daha da önemlisi geri dönebileceğimiz bir olağan durum mevcut değildir. Zira devlet, krizde işçilere ödeme yapmayarak işçi sömürüsünü daha da hızlandırmaktadır.

Dolayısıyla makul herhangi bir yönetim modelinin yokluğunda bizim sermaye birikim mantığına ve devlete tabi olmayan başka varolma ve aidiyet biçimleri tahayyül etmeye başlamamız gerekmektedir. Bunun için de devleti aşan yeni dayanışma alanları oluşturmalıyız. Devletin terk ettiği işçi mahalleleri gibi yerlerde bakım konusunda ağlar meydana getirmeliyiz.

Peki bu dayanışma ne tür bir biçim alacak? Bilinçlendirme faaliyeti dâhilinde devletin olmadığı yerlerde yardım grupları ve gönüllü ekipler oluşturulmalı, işverenlerin attığı işçilerin sesine ses katılmalı, sağlık emekçileriyle toplum arasında gerekli olan koordinasyon sağlanmalıdır.

Bu tür faaliyetler, yoksullara acıma üzerine kurulu yardım çalışmalarına dönüşmemeli. Bu pratikler politik olarak ele alınmalı, kapitalizmin dayattığı sınırların ötesine uzanıp yeni bir dünya kurulmalı. Bizim amacımız, gücünü topluluklar içerisinde güven ve dayanışma duygusu oluşturmaktan ve topluma hizmet etmekten alan insan ve örgüt ağları oluşturmak olmalıdır.

Devlet aygıtının zayıfladığı koşullarda biz, ya toplumun askerîleştirilmesi ile mevcut toplumsal çürümenin kontrol altına alındığına ya da kurumsal temsil ötesine uzanan özerk işçi iktidarı kurmayı öngören strateji olarak ikili iktidar anlayışının öne çıkışına tanıklık edeceğiz.

Biliyoruz ki kriz bitince yönetici sınıflar, halkı krizin bedelini işsizlikle, yetersiz istihdamla, borçla ve artan fiyatlarla ödemeye mecbur edecek. Böylesi bir durumda mücadelenin ömrünü uzatmak için karşılıklı yardım ağlarını kullanan özörgütlenme ve direnme becerileri, halkın kendisini savunmasını sağlayacaklar.

İkili iktidar, insanî ihtiyaçların karşılanması noktasında üretimi ve dağıtımı yöneten ve mevcut toplumsal ilişkileri dönüştüren bir kopuş stratejisinin ana bileşenidir. Bu bağlamda işçi sınıfı, yaratıcı potansiyelini açığa çıkartacağı ağlar oluşturur ve işçilerin geliştirdiği yeni irade tüm topluma dayatılır. Bilhassa insanların işlerine geri döndüğü koşullarda bu işçi komiteleri sermaye birikimine sınır koymak için gereklidirler.

Yüksek siyaset elitler arasında kilitlenmiş bir pratiktir, dolayısıyla halkın karar alma organları önemli hâle gelir. Bunun nedeni, önümüzdeki aylar içerisinde seçim veya kitlesel hareketliliğin hayal bile edilemeyecek olmasıdır. Yüksek siyasetin hükmünü yitirdiği koşullara geleceğin toplumu için alternatif görüşler ve pratikler geliştirmeliyiz. Kurumsal çerçevelerin dışında, onlardan bağımsız varolabilen alternatif iktidar biçimleri için bir çekirdek oluşturmaya başlamalıyız.

Halk, kendisine dayatılan, tahammülü zor koşullara başkaldıracaktır. Zor zamanlarda yardımları sağlayacak merkezi güç olarak işçi komiteleri, kitlelere sisteme karşı mücadelede öncülük edecektir. İşçi sınıfının en sağlam unsurlarında vücut bulan sosyalizm pratiği, en iyi böylesi koşullarda gelişecektir.

“Tüm İktidar Halka”

Devletten bir şeyler isteme üzerine kurulu olağan siyaset tarzı artık işe yaramadığından Pakistan solu cesur fikirler geliştirmelidir. Yönetici sınıfının açgözlülüğünün, IMF kredilerinin, özelleştirmelerin, aşırı şişmiş devlet yapısının bu krizi çözemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Bunların işçileri hiç umursamadıklarının da farkındayız. Hareketin fitili tam da bu krizin orta yerinde ateşlenmelidir. Devletin ve fabrika sahiplerinin kendilerini terk edeceklerini bilen işçilerin yanında olmak, bizim sorumluluğumuzdur. İşçi, halk ve yardım komiteleri işlerine şimdi başlamalıdır. Bu krizle mücadele konusunda zaten çok geç kaldık.

Bir yandan bu komiteler virüsün yayılmasına mani olmak için gerekli tedbirler konusunda halkı bilinçlendirmeli bir yandan da işçiler, üretim sürecinin kontrolü, gıda ve kaynak dağıtımının halk kontrolüne girmesi, sağlık ve tıbbi gereçlerin ayrıca hastanelerin halk tarafından kontrol edilmesi gibi konularda eğitilmelidirler.

Bilim insanları tıp uzmanları net mesajlar veriyorlar. Çinli doktorun da dediği gibi “bizim zamanı, tüm ekonomik faaliyeti durdurmamız gerekiyor.” Bu, tüm üretim sürecini dolayısıyla emtia dolaşım sürecini durdurmayı ifade ediyor. Böylesi bir adım sermayenin dünya genelinde yaşadığı krizde sıçramaya yol açacaktır. Sermaye üretiminin ve dolaşımının gerçekleşmediği koşullarda Pakistan gibi Güney’in yoksul ülkeleri çöküşün eşiğine gelecektir.

Bugünün en acil sloganı “tüm iktidar halka”dır. Bu küresel salgın koşullarında cesaretle, netlikle ve davaya bağlılıkla hareket edilmeli, alternatif bir iktidar örgütlenmelidir. Bu süreçte bir tıp emekçisi gibi kendimizi eğitmeli, işçilerle ve mahallelerle dayanışma ilişkisi kurmalı, yiyeceklerin ve temel araç gereçlerin envanterini çıkartacak, halk kliniklerini yönetecek, temel gereksinimlerin kontrollü biçimde teminini kontrol eden topluluklar ve işçiler için sistemler geliştirecek temsilciler seçilmelidir. Bu dönemde geçmişin zincirlerinden başka kaybedeceğimiz bir şey yok, kazanacağımız yeni bir dünya vardır!

Ammar Ali Can
Zahid Ali
26 Mart 2020
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder