Uriah
Marc Todoroff, Joshua Moufawad-Paul (JMP) ile yaptığı
söyleşinin takdim bölümünde, Marksizmi ve tarih boyunca doğrulanabilir sonuçlar
ortaya koymuş olan sınıf mücadelesini inkâr ediyor:
“Devrime
ihtiyaç olduğuna hiç şüphe yok, ama devrimin elde edilebilirliği konusunda
ortada bir kesinlik olduğunu da söyleyemeyiz.”
Bu,
Marksizm karşıtı solun diline pelesenk ettiği bir tespittir. Söz konusu
yaklaşım, burjuvazinin yok olmaya mahkûm bir sınıf olduğunu, emperyalizmin daha
ileri gidemeyeceğini, proletaryanın tarihteki son sınıf olduğunu belirli bir
kesinlikle söyleyen Marksizme karşıdır. Marksizm dâhilinde karşı çıkılan tüm bu
önermeler, Marksizmin belirlediği şu hakikate işaret eder: devrim, düz bir
çizgide ilerlemese de doğal ve kaçınılmaz bir gelişmedir.
Komünist
Manifesto’nun birinci bölümünde Marx ve Engels, bu meseleyi sonuca
bağlar. Bu en temel Marksist konuma onca zaman sonra karşı çıkanları görmek,
gerçekten şaşırtıcıdır:
“Dolayısıyla modern
sanayinin gelişimi, burjuvazinin ürün üretip o ürünleri mülk edindiği temelin
ayaklarını kesip atar. Bu sebeple burjuvazi, her şeyin ötesinde, kendi mezar
kazıcılarını üretir. Burjuvazinin yıkılışı ve proletaryanın elde edeceği zafer,
aynı ölçüde kaçınılmazdır.”
Devrimin
kaçınılmaz olduğuna hiç şüphe yok. Asıl şaşırtıcı olan, JMP’nin söyleşiyi
yapan, kendi çalışmalarındaki genel eğilimi, devrimci iyimserliğe yönelik
itirazını, partiye dair görüşlerini vs. ele alan kişiye karşı çıkmıyor
olmasıdır.
Tüm
hayatı boyunca Marx, yukarıda aktardığımız türden anlayışları savunup, Manifesto’da
detaylı bir biçimde takdim edilen her bir anlayışı teorik zemine kavuşturarak
geçirmiştir. Yukarıda aktarılan Marksist konuma karşı çıkmak, proletaryanın
devrimci özne olarak sahip olduğu rolü reddetmek, işçileri dünya tarihi denilen
efsaneden ümidini eksik etmemesi gereken faniler olarak görmek demektir.
JMP
söyleşisi, Foucault “eleştirisi” ile başlıyor ama bu eleştirinin bir sonuca
ulaşmadığını söylemek gerekiyor. “Hiçbir şey kesin değil” diyen ve
postmodernist bir konum alan takdim bölümünün ardından JMP, Foucault’yu gene
postmodernizm üzerinden eleştiriyor, bu noktada Spivak’a sırtını yaslıyor ama
bu hâliyle de Marksizm maskesi ardında postmodernizmi savunmuş oluyor.
Bir
postmoderniste postmodernistlerin görüşleriyle saldırmak, postmodernist
akademyanın sıkça başvurduğu bir yöntem. Tüm düşünce okulu bu manevra üzerine
kurulu. Tam da bu sebeple düzdükleri katar raylar üzerinde ilerleyip maddi
gerçeklikten uzaklaşıyor. Postmodernizme yaslanan meslekten düşünürler, sadece
kendilerini ve çıkarlarını düşünüyorlar, sonuçta da tarihsel planda
emperyalizmin çıkarlarına hizmet ediyorlar.
Aslında
Spivak, Foucault’yu Marksizmi savunmak değil postmodernizmi pekiştirmek için
eleştiriyor. Foucault’dan dem vurarak buradan da Avrupalı olmanın “dışlayıcı”
olduğunu söyleyerek Marksizmin de dışlayıcı olduğunu söylemiş oluyor ki bu,
JMP’nin kimlik siyasetine teslim olduğu diğer makalelerinde karşımıza çıkan bir
tutum:
“Postmodernizm, bilhassa
postkolonyalizm, Spivak’ın tabiriyle Avrupa ve Öteki söylemini eleştirmektedir.
Marksizmi reddeden bazı yönelimler, esas olarak Marx’ın ‘beyaz Avrupalı erkek’
oluşu üzerinde duruyorlar. […] Marx’ın sahip olduğu tarihsel özgüllük, tarihsel
materyalistlerin görmesi gereken bir olgu (zira tarihsel materyalizm, Marx’ın
teorik sınırlarını izah eder, aynı zamanda bizim Marx’ın yöntemini ve Marx’taki
kusurları eleştirmemize imkân sağlar) ayrıca biz, bu postmodern/postkolonyal
eleştirilerin belirli bir kısmının ciddi eleştiriler ortaya koyduğunu görmemiz
gerekmektedir, buna karşın gene de aynı avrupamerkezci sınırların
avrupamerkezci akademyada önemli bir yer tutan teoriye tatbik edilmediğini,
teorinin Avrupa’nın özgüllüğüne ait aynı kusurlu, şüpheli temeller üzerine inşa
edildiğini söyleyebiliriz.”
Yani
JMP, hem Spivak’ın dediğini diyor hem de onun düşüncelerini savunuyor. Sonuçta
iyi olduğu işi yapıyor ve postmodernizmi Marksizmi eleştirmek için Marksizme
enjekte ediyor. Onun bir Truva atı olduğunu görmek gerekiyor.
Oysa
JMP’nin iddiasının aksine Spivak, aslında ezilenler ve sömürülenlerden yana
olan bir Marksizmi savunmuyor; aslında JMP de böyle bir savunu içerisinde
değil. Her iki isim de Foucault’nun “fazla dışlayıcı” olduğunu söylüyor ve
okurlarına benzer bir eleştiriyi takdim etmiş oluyor.
Buna
karşılık Marx ise meseleleri sınıfsal açıdan analiz ediyor, gelişimin tüm
aşamalarını ve onlara maruz kalan tüm halkları sınıfsal açıdan ele alıyor. Marx
ve Engels’in oluşturduğu çerçeve kendilerini aşıyor. JMP bu gerçeği görüyor,
ama o çerçeveyi layıkıyla kullanamıyor. Postmodernistlerin asıl meselesi,
analizlerinin sentezi esas alan bir yaklaşımı benimsemeksizin, temelde ebedi
ayrışmaya odaklanıyor olması. Oysa Marksizm birleştirici bir pratik.
JMP,
Marksizmle revizyonizmi cem etme derdinde. Ona göre Althusser, CIA’in tercüme
ettiği Foucault’nun hainliği karşısında eziklenen bir kahraman. Oysa bilindiği
kadarıyla CIA, revizyonistleri düzenli olarak tercüme ettirmiştir. Burada
sadece postmodernist felsefeciler üzerinde durulmamıştır. JMP, Althusser’in
tarihsel materyalist bir isim olarak oynadığı rolü asla eleştirmiyor. Onun
sınıf mücadelesiyle ilişkisine bakmıyor, Althusser’in kendi döneminde yaşanan
sınıf mücadeleleri konusunda ne tür bir konum aldığını hiç sorgulamıyor.
Tarihsel materyalizme bağlıymış numarası çeken JMP, aslında zihin ve felsefeyle
ilgili meseleler söz konusu olduğunda, tarihin ancak sınıflar mücadelesi
üzerinden idrak edilebileceği fikrine karşı çıkıyor.
Althusser
de tarihsel materyalizm açısından olumsuz bir konumda. Onun teorileri
revizyonizm kisvesi altında takdim ediliyor. Revizyonist FKP üyesi olan
Althusser, bir yandan da Mayıs 68 konusunda burjuvadan yana bir konum alıyor.
Öğrencileri Marksizm ile ilgili olarak, ağza alınamayacak teoriler
geliştiriyorlar.
Dolayısıyla
JMP gibi bir revizyoniste “Marksist” demek (bir yandan da Lenin’e saldırmak)
Marksizmi devrim bilimi olarak hükümsüz kılmak demek. Özünde JMP, Marksizme
bağlı bir isim değil. O postmodernist ve revizyonist düşünürleri Marksizm
alanına gizliden sokan, bir yandan da devrimci liderlere sürekli saldıran bir
isim.
JMP
Lenin’e, Stalin’e, Gonzalo’ya saldırıyor, Spivak’ı, Zizek’i, Badiou’yü,
Althusser’i vs. savunuyor. Onun yarım ağızla yaptığı Foucault eleştirisi,
revizyonist yöneliminin üzerini asla örtmüyor. Ürettiği fikirler, her daim
burjuvaziden yana düşüyor.
JMP
ve destekçileri, Başkan Gonzalo’yu hiç sevmiyorlar. Oysa Mao üzerinden
belirlediği teorik ve politik konumu dâhilinde Başkan Gonzalo, ısrarla
Marksizmin yüzleştiği ana tehlikenin revizyonizm olduğunu söylüyor. Bu tespitin
komünist hareketin tarihini kılı kırk yararak inceleyen bir iradenin ulaştığı
sentez üzerinden dile getirildiğini ifade etmek gerekiyor.
Geçmişte
JMP, Maoizmi kendince tanımladığını, onun dişlerini söktüğünü iddia edenleri
Leninizme saldırmakla eleştiriyordu. Ama şimdilerde kendisiyle söyleşi yapan
kişiler şunları söylüyor:
“Devrimci bir partideki
asıl güçlük, kendi iç tutarlılığına sahip öncü olarak yüklendiği kimliği
muhafaza edip edemeyeceği, aynı zamanda Leninizme özgü olduğunu söylediğin bir
tür içsel yozlaşmaya karşı kendisini koruyup koruyamayacağı ile ilgili.”
JMP,
bu sözler üzerine, savunmaya geçme gereği duymuyor, içsel çürümenin Leninizm
açısından olağan olduğunu söyleyenin ağzını payını vermiyor. Marksizmle
revizyonizmi cem eden bir isim olarak JMP, ikisi arasında net bir ayrım çizgisi
çekemiyor. Desteklediği Devrimci Komünist Partisi gibi JMP de Lenin’e ve
Leninizme saldırıyor. Kitle çizgisini tahrif ediyor, onu Leninizmin uygulanması
yoluyla yapılabilecek bir keşif yerine Leninizmin inkârı olarak ele alıyor.
Burada esas olarak “kitleler sosyalizme hazır değil” tespiti üzerinde
duruluyor, kitle çizgisi, kitleleri propagandanın alıcısı kılacak şekilde
hazırlamak olarak değerlendiriliyor. Burjuvaziye has, kitleleri olumsuz bir şey
olarak gören, onu alaya alan yaklaşım baskın hâle geliyor. Bu burjuva görüş, “kültler”
ve “beyin yıkama” ile ilgili diğer burjuva görüşlerin galebe çalmasını mümkün
kılıyor.
Fikirleri
bir araya getirme ustası olarak JMP bu noktada şunu söylüyor:
“Kitaplarımda partiyi Peru
Komünist Partisi veya Filipinler Komünist Partisi’ne ait teorik yaklaşımları
içeren metinler temelinde kavramsallaştırdım.”
Filipinler
Komünist Partisi’nin benimsediği parti anlayışı, Peru Komünist Partisi’nin
benimsediği anlayıştan tümüyle farklıdır. Ama öte yandan bu iki partinin
anlayışlarının JMP’nin benimsediği anlayışla bir alakası yoktur.
İlk
iki kitabının kapağına koyduğu PKP görsellerine kanmamak lazım. JMP, esasında
bu iki kitapta PKP’nin politik çizgisine saldırmakla kalmaz, ayrıca onun
ideolojisini anlamaya da çalışmaz.
Öte
yandan FKP, PKP’nin Mao Zedung düşüncesinden ayrı olarak teorize ettiği MLM’yi
hiçbir zaman desteklememiştir. JMP için bu partiler ticaret dâhilinde belirli
bir anlama sahiptir ve sadece silâhlı mücadeleyle bağını tümden kopartmış
görüşlerine meşruiyet katmak için birer araçtan ibarettir.
Bahsini
ettiği iki parti de Maoist partiyi kitle partisi olarak anlamaz,
ideolojilerinin Leninizmden koptuğunu iddia etmez.
Revizyonizmle
Marksizmi cem etmeye dönük girişimleri Charles Bettelheim’ı “Maoist” ilân
ettiği ifadelerinde de karşımıza çıkar. Oysa Bettelheim, en fazla, Lenin’in
polemik yürüttüğü sol komünistlerle birlikte anılabilecek bir isimdir. Burada
esasında JMP, kendi teorik ve ideolojik fikriyatını satma derdindedir. Zira
Bettelheim, Sovyetler’de sosyalizmin hiçbir vakit inşa edilemediğini söyler,
1976’da gerçekleşen Deng darbesinde dışlanan Mao’nun dört yoldaşını (Jiang
Qing, Zhang Chunqiao, Yao Wenyuan ve Wang Hongwen’i) karşıya atar, en kötüsü de
partiyi tümden inkâr eder, proletarya diktatörlüğü ile Kültür Devrimi’ni ağır
bir dille eleştirir. SSCB’de Sınıf Mücadeleleri isimli eserinin üçüncü
cildi bu eleştirilerle yüklüdür.
JMP
ise Bettelheim’ı onaylayarak anar ama tüm bu hususları da göz ardı eder. Tabii
burada Bettelheim’ın çalışmalarının bütünüyle çöp olduğunu söylemek mümkün
değildir. Bahsi geçen çalışma, Bettelheim’ın kendisi gibi Maoist değildir.
JMP,
Mao’nun özgün ve kıymetli yanının onun sınıf mücadelelerinin sosyalizmde de
devam ettiğini ısrarla dile getirmesi olduğunu iddia eder. Oysa burada yazar
tuhaf bir manevraya başvurur, zira söz konusu teoriyi üretenin Mao olduğundan
zerre bahsetmez. Mao Lenin’in de desteklediği bu konumu parti içerisinde
benimsetmek için ciddi bir çaba sarf etmiştir.
JMP,
bir yandan da Mao’nun Stalin ile ilgili değerlendirmelerini çöpe atar, onu
esasen iyi biri olduğuna ilişkin tespitini görmez, bunun yerine Stalin
eleştirilerini Lenin’e saldırmak için kullanır. Bu türden bir yaklaşım
dâhilinde JMP, söyleşiyi yapan kişinin “yozlaşmanın Leninizme özgü olduğu”na
ilişkin görüşüne sımsıkı sarılır.
JMP’nin
MLM savunusu denilen sahayı terk etmesinin tek sebebi, onun moda olmuş bir dizi
aydına yaltaklanma ihtiyacı duymasıdır. Revizyonizmin en berbat biçimini ortaya
koyan JMP, bize zorla kendisindeki liberalizmi benimsetmeye çalışır. Bu noktada
söyleşiyi yapan kişinin hatalı görüşlerini düzeltme gereği bile duymaz. Bu kişi
dile getirdiği görüşleri JMP’ye atfeder ama JMP, nedense bu tavır karşısında
hiçbir şey yapmaz, söyleşiyi gerçekleştiren kişiyi zerre eleştirmez.
JMP
konuştukça kendisini mahkûm etmektedir. Bu son söyleşi, esasen Leninizme değil
sağcılığa özgü olan yozlaşmaya dair kanıtlara bir kanıt daha katmaktadır.
Sağcılık
burjuvazinin kuyruğuna yapışmaktır. Ama aynı zamanda sağcılık kitlelerin
kuyruğuna tutunmaktır.
Kitlelerin
sosyalizme hazır olmadığına dair alaycı tutumu esas alan, komünist hareketin
kitleleri şüpheli bir şey olarak gören yaklaşımı, komünist ideolojiyle
revizyonist ideoloji arasına gerçek bir çizgi çekmemenin bir sonucudur. JMP ise
karşıt görüşleri yan yana getirmenin ustasıdır.
Felsefenin
harekete yönelik müdahaleler gerçekleştirmesi gerektiğini iddia etmesine karşın
JMP, felsefenin niteliği konusunda ciltler dolusu laf üretmiş eleştirimize
cevap veremez. JMP, sayısız postmodernist akademisyenin çalışmalarını
incelerken epey dirsek çürütür, New Inquiry gibi hippi artığı solcularla
söyleşiler yapar, ama bir yandan da fikrî korkaklık gereği Maoist eleştirimizi
sürekli görmezden gelir.
Sonuçta
sırtına astığı, içi küf tutmuş heybesine sadece şifa bulmaz, cahil sağcılar
ilgi göstermektedir.
Struggle Seasons
Ağustos
2019
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder