Pages

11 Mart 2020

Postmodernizm Kendi Etini Yer

Uriah Marc Todoroff, Joshua Moufawad-Paul (JMP) ile yaptığı söyleşinin takdim bölümünde, Marksizmi ve tarih boyunca doğrulanabilir sonuçlar ortaya koymuş olan sınıf mücadelesini inkâr ediyor:

“Devrime ihtiyaç olduğuna hiç şüphe yok, ama devrimin elde edilebilirliği konusunda ortada bir kesinlik olduğunu da söyleyemeyiz.”

Bu, Marksizm karşıtı solun diline pelesenk ettiği bir tespittir. Söz konusu yaklaşım, burjuvazinin yok olmaya mahkûm bir sınıf olduğunu, emperyalizmin daha ileri gidemeyeceğini, proletaryanın tarihteki son sınıf olduğunu belirli bir kesinlikle söyleyen Marksizme karşıdır. Marksizm dâhilinde karşı çıkılan tüm bu önermeler, Marksizmin belirlediği şu hakikate işaret eder: devrim, düz bir çizgide ilerlemese de doğal ve kaçınılmaz bir gelişmedir.

Komünist Manifesto’nun birinci bölümünde Marx ve Engels, bu meseleyi sonuca bağlar. Bu en temel Marksist konuma onca zaman sonra karşı çıkanları görmek, gerçekten şaşırtıcıdır:

“Dolayısıyla modern sanayinin gelişimi, burjuvazinin ürün üretip o ürünleri mülk edindiği temelin ayaklarını kesip atar. Bu sebeple burjuvazi, her şeyin ötesinde, kendi mezar kazıcılarını üretir. Burjuvazinin yıkılışı ve proletaryanın elde edeceği zafer, aynı ölçüde kaçınılmazdır.”

Devrimin kaçınılmaz olduğuna hiç şüphe yok. Asıl şaşırtıcı olan, JMP’nin söyleşiyi yapan, kendi çalışmalarındaki genel eğilimi, devrimci iyimserliğe yönelik itirazını, partiye dair görüşlerini vs. ele alan kişiye karşı çıkmıyor olmasıdır.

Tüm hayatı boyunca Marx, yukarıda aktardığımız türden anlayışları savunup, Manifesto’da detaylı bir biçimde takdim edilen her bir anlayışı teorik zemine kavuşturarak geçirmiştir. Yukarıda aktarılan Marksist konuma karşı çıkmak, proletaryanın devrimci özne olarak sahip olduğu rolü reddetmek, işçileri dünya tarihi denilen efsaneden ümidini eksik etmemesi gereken faniler olarak görmek demektir.

JMP söyleşisi, Foucault “eleştirisi” ile başlıyor ama bu eleştirinin bir sonuca ulaşmadığını söylemek gerekiyor. “Hiçbir şey kesin değil” diyen ve postmodernist bir konum alan takdim bölümünün ardından JMP, Foucault’yu gene postmodernizm üzerinden eleştiriyor, bu noktada Spivak’a sırtını yaslıyor ama bu hâliyle de Marksizm maskesi ardında postmodernizmi savunmuş oluyor.

Bir postmoderniste postmodernistlerin görüşleriyle saldırmak, postmodernist akademyanın sıkça başvurduğu bir yöntem. Tüm düşünce okulu bu manevra üzerine kurulu. Tam da bu sebeple düzdükleri katar raylar üzerinde ilerleyip maddi gerçeklikten uzaklaşıyor. Postmodernizme yaslanan meslekten düşünürler, sadece kendilerini ve çıkarlarını düşünüyorlar, sonuçta da tarihsel planda emperyalizmin çıkarlarına hizmet ediyorlar.

Aslında Spivak, Foucault’yu Marksizmi savunmak değil postmodernizmi pekiştirmek için eleştiriyor. Foucault’dan dem vurarak buradan da Avrupalı olmanın “dışlayıcı” olduğunu söyleyerek Marksizmin de dışlayıcı olduğunu söylemiş oluyor ki bu, JMP’nin kimlik siyasetine teslim olduğu diğer makalelerinde karşımıza çıkan bir tutum:

“Postmodernizm, bilhassa postkolonyalizm, Spivak’ın tabiriyle Avrupa ve Öteki söylemini eleştirmektedir. Marksizmi reddeden bazı yönelimler, esas olarak Marx’ın ‘beyaz Avrupalı erkek’ oluşu üzerinde duruyorlar. […] Marx’ın sahip olduğu tarihsel özgüllük, tarihsel materyalistlerin görmesi gereken bir olgu (zira tarihsel materyalizm, Marx’ın teorik sınırlarını izah eder, aynı zamanda bizim Marx’ın yöntemini ve Marx’taki kusurları eleştirmemize imkân sağlar) ayrıca biz, bu postmodern/postkolonyal eleştirilerin belirli bir kısmının ciddi eleştiriler ortaya koyduğunu görmemiz gerekmektedir, buna karşın gene de aynı avrupamerkezci sınırların avrupamerkezci akademyada önemli bir yer tutan teoriye tatbik edilmediğini, teorinin Avrupa’nın özgüllüğüne ait aynı kusurlu, şüpheli temeller üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz.”

Yani JMP, hem Spivak’ın dediğini diyor hem de onun düşüncelerini savunuyor. Sonuçta iyi olduğu işi yapıyor ve postmodernizmi Marksizmi eleştirmek için Marksizme enjekte ediyor. Onun bir Truva atı olduğunu görmek gerekiyor.

Oysa JMP’nin iddiasının aksine Spivak, aslında ezilenler ve sömürülenlerden yana olan bir Marksizmi savunmuyor; aslında JMP de böyle bir savunu içerisinde değil. Her iki isim de Foucault’nun “fazla dışlayıcı” olduğunu söylüyor ve okurlarına benzer bir eleştiriyi takdim etmiş oluyor.

Buna karşılık Marx ise meseleleri sınıfsal açıdan analiz ediyor, gelişimin tüm aşamalarını ve onlara maruz kalan tüm halkları sınıfsal açıdan ele alıyor. Marx ve Engels’in oluşturduğu çerçeve kendilerini aşıyor. JMP bu gerçeği görüyor, ama o çerçeveyi layıkıyla kullanamıyor. Postmodernistlerin asıl meselesi, analizlerinin sentezi esas alan bir yaklaşımı benimsemeksizin, temelde ebedi ayrışmaya odaklanıyor olması. Oysa Marksizm birleştirici bir pratik.

JMP, Marksizmle revizyonizmi cem etme derdinde. Ona göre Althusser, CIA’in tercüme ettiği Foucault’nun hainliği karşısında eziklenen bir kahraman. Oysa bilindiği kadarıyla CIA, revizyonistleri düzenli olarak tercüme ettirmiştir. Burada sadece postmodernist felsefeciler üzerinde durulmamıştır. JMP, Althusser’in tarihsel materyalist bir isim olarak oynadığı rolü asla eleştirmiyor. Onun sınıf mücadelesiyle ilişkisine bakmıyor, Althusser’in kendi döneminde yaşanan sınıf mücadeleleri konusunda ne tür bir konum aldığını hiç sorgulamıyor. Tarihsel materyalizme bağlıymış numarası çeken JMP, aslında zihin ve felsefeyle ilgili meseleler söz konusu olduğunda, tarihin ancak sınıflar mücadelesi üzerinden idrak edilebileceği fikrine karşı çıkıyor.

Althusser de tarihsel materyalizm açısından olumsuz bir konumda. Onun teorileri revizyonizm kisvesi altında takdim ediliyor. Revizyonist FKP üyesi olan Althusser, bir yandan da Mayıs 68 konusunda burjuvadan yana bir konum alıyor. Öğrencileri Marksizm ile ilgili olarak, ağza alınamayacak teoriler geliştiriyorlar.

Dolayısıyla JMP gibi bir revizyoniste “Marksist” demek (bir yandan da Lenin’e saldırmak) Marksizmi devrim bilimi olarak hükümsüz kılmak demek. Özünde JMP, Marksizme bağlı bir isim değil. O postmodernist ve revizyonist düşünürleri Marksizm alanına gizliden sokan, bir yandan da devrimci liderlere sürekli saldıran bir isim.

JMP Lenin’e, Stalin’e, Gonzalo’ya saldırıyor, Spivak’ı, Zizek’i, Badiou’yü, Althusser’i vs. savunuyor. Onun yarım ağızla yaptığı Foucault eleştirisi, revizyonist yöneliminin üzerini asla örtmüyor. Ürettiği fikirler, her daim burjuvaziden yana düşüyor.

JMP ve destekçileri, Başkan Gonzalo’yu hiç sevmiyorlar. Oysa Mao üzerinden belirlediği teorik ve politik konumu dâhilinde Başkan Gonzalo, ısrarla Marksizmin yüzleştiği ana tehlikenin revizyonizm olduğunu söylüyor. Bu tespitin komünist hareketin tarihini kılı kırk yararak inceleyen bir iradenin ulaştığı sentez üzerinden dile getirildiğini ifade etmek gerekiyor.

Geçmişte JMP, Maoizmi kendince tanımladığını, onun dişlerini söktüğünü iddia edenleri Leninizme saldırmakla eleştiriyordu. Ama şimdilerde kendisiyle söyleşi yapan kişiler şunları söylüyor:

“Devrimci bir partideki asıl güçlük, kendi iç tutarlılığına sahip öncü olarak yüklendiği kimliği muhafaza edip edemeyeceği, aynı zamanda Leninizme özgü olduğunu söylediğin bir tür içsel yozlaşmaya karşı kendisini koruyup koruyamayacağı ile ilgili.”

JMP, bu sözler üzerine, savunmaya geçme gereği duymuyor, içsel çürümenin Leninizm açısından olağan olduğunu söyleyenin ağzını payını vermiyor. Marksizmle revizyonizmi cem eden bir isim olarak JMP, ikisi arasında net bir ayrım çizgisi çekemiyor. Desteklediği Devrimci Komünist Partisi gibi JMP de Lenin’e ve Leninizme saldırıyor. Kitle çizgisini tahrif ediyor, onu Leninizmin uygulanması yoluyla yapılabilecek bir keşif yerine Leninizmin inkârı olarak ele alıyor. Burada esas olarak “kitleler sosyalizme hazır değil” tespiti üzerinde duruluyor, kitle çizgisi, kitleleri propagandanın alıcısı kılacak şekilde hazırlamak olarak değerlendiriliyor. Burjuvaziye has, kitleleri olumsuz bir şey olarak gören, onu alaya alan yaklaşım baskın hâle geliyor. Bu burjuva görüş, “kültler” ve “beyin yıkama” ile ilgili diğer burjuva görüşlerin galebe çalmasını mümkün kılıyor.

Fikirleri bir araya getirme ustası olarak JMP bu noktada şunu söylüyor:

“Kitaplarımda partiyi Peru Komünist Partisi veya Filipinler Komünist Partisi’ne ait teorik yaklaşımları içeren metinler temelinde kavramsallaştırdım.”

Filipinler Komünist Partisi’nin benimsediği parti anlayışı, Peru Komünist Partisi’nin benimsediği anlayıştan tümüyle farklıdır. Ama öte yandan bu iki partinin anlayışlarının JMP’nin benimsediği anlayışla bir alakası yoktur.

İlk iki kitabının kapağına koyduğu PKP görsellerine kanmamak lazım. JMP, esasında bu iki kitapta PKP’nin politik çizgisine saldırmakla kalmaz, ayrıca onun ideolojisini anlamaya da çalışmaz.

Öte yandan FKP, PKP’nin Mao Zedung düşüncesinden ayrı olarak teorize ettiği MLM’yi hiçbir zaman desteklememiştir. JMP için bu partiler ticaret dâhilinde belirli bir anlama sahiptir ve sadece silâhlı mücadeleyle bağını tümden kopartmış görüşlerine meşruiyet katmak için birer araçtan ibarettir.

Bahsini ettiği iki parti de Maoist partiyi kitle partisi olarak anlamaz, ideolojilerinin Leninizmden koptuğunu iddia etmez.

Revizyonizmle Marksizmi cem etmeye dönük girişimleri Charles Bettelheim’ı “Maoist” ilân ettiği ifadelerinde de karşımıza çıkar. Oysa Bettelheim, en fazla, Lenin’in polemik yürüttüğü sol komünistlerle birlikte anılabilecek bir isimdir. Burada esasında JMP, kendi teorik ve ideolojik fikriyatını satma derdindedir. Zira Bettelheim, Sovyetler’de sosyalizmin hiçbir vakit inşa edilemediğini söyler, 1976’da gerçekleşen Deng darbesinde dışlanan Mao’nun dört yoldaşını (Jiang Qing, Zhang Chunqiao, Yao Wenyuan ve Wang Hongwen’i) karşıya atar, en kötüsü de partiyi tümden inkâr eder, proletarya diktatörlüğü ile Kültür Devrimi’ni ağır bir dille eleştirir. SSCB’de Sınıf Mücadeleleri isimli eserinin üçüncü cildi bu eleştirilerle yüklüdür.

JMP ise Bettelheim’ı onaylayarak anar ama tüm bu hususları da göz ardı eder. Tabii burada Bettelheim’ın çalışmalarının bütünüyle çöp olduğunu söylemek mümkün değildir. Bahsi geçen çalışma, Bettelheim’ın kendisi gibi Maoist değildir.

JMP, Mao’nun özgün ve kıymetli yanının onun sınıf mücadelelerinin sosyalizmde de devam ettiğini ısrarla dile getirmesi olduğunu iddia eder. Oysa burada yazar tuhaf bir manevraya başvurur, zira söz konusu teoriyi üretenin Mao olduğundan zerre bahsetmez. Mao Lenin’in de desteklediği bu konumu parti içerisinde benimsetmek için ciddi bir çaba sarf etmiştir.

JMP, bir yandan da Mao’nun Stalin ile ilgili değerlendirmelerini çöpe atar, onu esasen iyi biri olduğuna ilişkin tespitini görmez, bunun yerine Stalin eleştirilerini Lenin’e saldırmak için kullanır. Bu türden bir yaklaşım dâhilinde JMP, söyleşiyi yapan kişinin “yozlaşmanın Leninizme özgü olduğu”na ilişkin görüşüne sımsıkı sarılır.

JMP’nin MLM savunusu denilen sahayı terk etmesinin tek sebebi, onun moda olmuş bir dizi aydına yaltaklanma ihtiyacı duymasıdır. Revizyonizmin en berbat biçimini ortaya koyan JMP, bize zorla kendisindeki liberalizmi benimsetmeye çalışır. Bu noktada söyleşiyi yapan kişinin hatalı görüşlerini düzeltme gereği bile duymaz. Bu kişi dile getirdiği görüşleri JMP’ye atfeder ama JMP, nedense bu tavır karşısında hiçbir şey yapmaz, söyleşiyi gerçekleştiren kişiyi zerre eleştirmez.

JMP konuştukça kendisini mahkûm etmektedir. Bu son söyleşi, esasen Leninizme değil sağcılığa özgü olan yozlaşmaya dair kanıtlara bir kanıt daha katmaktadır.

Sağcılık burjuvazinin kuyruğuna yapışmaktır. Ama aynı zamanda sağcılık kitlelerin kuyruğuna tutunmaktır.

Kitlelerin sosyalizme hazır olmadığına dair alaycı tutumu esas alan, komünist hareketin kitleleri şüpheli bir şey olarak gören yaklaşımı, komünist ideolojiyle revizyonist ideoloji arasına gerçek bir çizgi çekmemenin bir sonucudur. JMP ise karşıt görüşleri yan yana getirmenin ustasıdır.

Felsefenin harekete yönelik müdahaleler gerçekleştirmesi gerektiğini iddia etmesine karşın JMP, felsefenin niteliği konusunda ciltler dolusu laf üretmiş eleştirimize cevap veremez. JMP, sayısız postmodernist akademisyenin çalışmalarını incelerken epey dirsek çürütür, New Inquiry gibi hippi artığı solcularla söyleşiler yapar, ama bir yandan da fikrî korkaklık gereği Maoist eleştirimizi sürekli görmezden gelir.

Sonuçta sırtına astığı, içi küf tutmuş heybesine sadece şifa bulmaz, cahil sağcılar ilgi göstermektedir.

Struggle Seasons
Ağustos 2019
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder