Mahirler’in
30 Mart’ta Kızıldere’de katledilmesi, Denizler’in idamıyla ve İbrahim
Kaypakkaya’nın işkencede katledilmesiyle, THKP-C, THKO ve TKP-ML’nin örgütsel
yapısı büyük oranda yok edildi. Ve silahlı devrim cephesi fiziken yenilgiye
uğradı. 71 silahlı devrimci çıkışının geride bıraktığı gelenek ve büyük kitle
potansiyeli kendinden sonrasına büyük mirası oldu.
“Başlangıç kolay olmayacaktır, hatta aşırı ölçüde zor
olacaktır.”
-Che Guevara
12
Mart 1971 muhtırası ile beraber tutsak edilen kadroların 1974 yılındaki genel
afla dışarı çıkmasıyla birlikte esmeye başlayan “rüzgâr”, 71 devrimci çıkışının
yarattığı potansiyelle birleşip 1974’ten itibaren çeşitli şekilde örgütlenmeye
başladı. Bir sonraki darbeye, 12 Eylül 1980 faşist cuntasına kadar uzanan 6
yıllık dönem, Türkiye’de solun yükselişe geçtiği yıllardır. Özellikle 1974 ve
sonrasında Türkiye’de sol, parçalı ve bölünmüş olsa da, işçi sınıfı ve geniş
halk kesimleri üzerinde etkili, aynı zamanda en kitlesel dönemine girmiş
olacaktır. Bu dönemde resmi ve sivil faşist terör, halkın önemli sorunlarından
olmuş ve halkın “can güvenliği” istemi yakıcı bir gerçeklik olarak ön plana
çıkmıştır. Faşist terör örgütlenmesi, NATO ve CIA tarafından organize edilen
ordu ve devlet mekanizması içinde örgütlenip geliştirilmekteydi. Bu dönemde
faşist Türkeş’in partisi (MHP) ve onun gençliği ÜGD (Ülkü Ocakları) bu güçlerin
birer örgütlü kitle çalışması durumundaydı.
35
devrimcinin katledildiği, dönemin en büyük katliamı olan 1 Mayıs 1977’ye kadar
gelen süreçte oligarşinin kontrgerilla eliyle örgütlediği faşist terör
saldırıları aralıksız devam etti ve bu süreç Taksim Katliamı ile zirveye
ulaştı. Taksim Katliamı’nın ardından Türkiye devrimci hareketinin özneleri,
faşist teröre karşı “aktif” savunma içine girerek halkı ve gençliği örgütlemeye
başlayan, etkili misilleme eylemleri ile devrimci şiddeti yaygınlaştırarak
oligarşiyi krize sürükleyen ve “antifaşist potansiyeli” “oligarşiye karşı
potansiyel düzeyine” evriltmeye başladığı bir sürece girilmişti. Oligarşi,
yaşadığı (aynı yıllarda devam eden kapitalizmin küresel krizinden bağımsız
olmayan) krizlerini aşabilmek adına “açık faşizme” uygun politikalar uygulaması
için “antikomünist öz” taşıyan MC (Milliyetçi Cephe) ve sonrasında Ecevit
hükümetlerini kuruyordu.
Bu
konjonktürde 1978 yılı, halka ve gençliğe karşı saldırıların sistematikleştiği,
kitle katliamlarının ve suikastların olduğu kanlı bir yıl olacaktı.
16
Mart Beyazıt Katliamı
“mart’ın onaltısında yedi can
düştük gün ortasında yedi can
bin dallı yasemen olup yeşerdik
faşizmin karşısında yedi can”
İkinci
milliyetçi Cephe hükümetinin düşmesinin ardından solcu öğrenciler,
üniversitelere yeniden derslere girmeye ve faşist işgalleri kırmaya başladılar.
Özellikle Dev-Genç’in “faşist işgalleri kırma kampanyası” tüm okullarda birden
gelişen bu devrimci saldırıya öncülük ediyor ve sivil faşist hareketi
zayıflatan darbeler vuruyordu. Faşistler, ilk olarak geçmiş tecrübelerine
başvurarak tüm okullarda varlıklarını korumaya çalışsa da tutunamayacaklar ve
değişik taktikler aramak zorunda kalacaklardı.
Bu
taktiklerin birincisi, okulların kapanmasını sağlamak; ikinci taktik ise ülke
çapında yaptıkları kitle katliamı eylemlerine (özellikle gençliğe yönelik
olarak) hız vermekti.
1978’in
ilk büyük kanlı saldırısı, 16 Mart günü Beyazıt’ta gerçekleşti. Üniversitedeki
faşist işgalleri kırıp, fakültelerine toplu giren solcu öğrencilerin üzerine
“kahrolsun komünistler” diye bağıran bir faşist tarafından bomba atılmış ve
pusu kurdukları yerlerden kurşun yağdırılarak saldırı gerçekleştirilmişti. Bu
saldırı sonucu yedi öğrenci hayatını kaybetti, kırk bir öğrenci de yaralandı.
Hayatını kaybeden öğrenciler; Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören,
Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt’tu.
Saldırıyı
gerçekleştiren Zülküf İsot adında ülkücü bir katildi. Zülküf İsot’un ablası,
daha sonra olayın açığa çıkıp, katliamı itiraf etmemesi için kardeşinin Latif
Atkı isimli bir başka ülkücü tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Katliam
sırasında o güne kadar öğrenci kitlesini takip eden “Merasim Birliği” yoktu.
Zaten 7 Mart’ta “1.D.2.12780” kodlu Emniyet Müdürlüğü’ne gelen bir ihbarda
saldırı, tarihine kadar bildiriliyordu ama bilgi hasır altı edilmişti. O gün
polis ekiplerinin başındaki komiser, yakın geçmişten bildiğimiz Reşat
Altay’dı.[*]
Katliamdan
15 ay sonra sadece Sıddık Polat adlı şahıs 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı,
ancak Yargıtay 1982’de delil yetersizliğinden kararını bozdu ve Sıddık Polat
beraat etti. Katliamı kontrgerillanın tasarladığı apaçık ortadaydı ve katliamı
Abdullah Çatlı ekibi icra etmişti. Saldırıda kullanılan ABD yapımı TNT
kalıplarının kaynağı İstanbul 3. Kolordu Komutanlığı’ydı. Patlayıcıları
Abdullah Çatlı’ya getiren Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker, aynı komutanlık
bünyesinde görevliydi. Daha sonra İstanbul ÜGD şubesinde yapılan bir aramada ve
Maraş katliamından kısa bir süre önce, Maraş yolunda aynı seriden patlayıcı
maddeler ve silahlarla yakalanacaktı.
16
Mart Katliamı’nın “Faili Meçhul” Değildir!
Kontrgerillanın
planlayıp/uyguladığı katliamın amacı, çok yakın tarihimizden 2015 Suruç
katliamında olduğu gibi, yükselen gençlik mücadelesini sekteye uğratmak ve
sindirmekti. O gün amaçladıkları gibi olmadı; Katliamdan hemen sonra 2.000
kadar öğrenci, İşletme Fakültesi amfisinde toplandı ve Dev-Genç’in öncülüğünde
işgal kararını açıkladı. Merkez bina ele geçirilip polis okuldan kovulunca
işgal fiilen başladı. İstanbul Üniversitesi’ne gece gelenlerle beraber sayı
10.000’e ulaştı ve bütün gece boyu hazırlıklar yapıldı. Aynı gece DİSK,
“faşizme ihtar” eylemi gerçekleştirme kararı alarak, tüm işkollarında 2 günde 2
saat iş bırakma eylemi yapacağını ilân etti. Sabah olduğunda İstanbul, o güne
dek gördüğü en büyük antifaşist gösterilerden birine tanık oldu…
Enes Furkan
16
Mart 2020
Dipnot:
[*] Komiser Reşat Altay, 1978 16 Mart Katliamı’nı sırasında Beyazıt’ta
görevliydi. 1992’de Devrimci-Sol’a yönelik Çiftehavuzlar operasyonunu o
yönetti. 1995’te İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü yapıldı. Ümraniye
Cezaevi operasyonunun başında o vardı, 8 Ocak 1996’da cenazeleri izlemek
isterken gözaltına alınan muhabir Metin Göktepe götürüldüğü şubede işkencede
öldürüldüğünde görevinin başındaydı. Gebze’de bir araçtaki 4 TİKKO’cunun
yargısız infazla katledilmesi operasyonunu yönetti. “Susurluk skandalı”ndan
hemen önce Abdullah Çatlı ile telefon görüşmeleri… Hrant Dink suikastı… bu
zincire eklendi.
Kaynakça:
– Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Mücadelesinde Gençlik-1, Boran
Yayınevi, 1999.
–
Ersan, Vehbi, 1970’lerde Türkiye Solu, İletişim Yayınları, 2013.
–
Yurtaslan, Ali. İtiraflar: MHP Merkezindeki Adam Abdullah Çatlı’yı Anlatıyor,
Kaynak Yayınları, 1997.
–
“Reşat Altay İfade Verdi”, 22 Aralık 2014, Agos.
–
Ayça Söylemez, “16 Mart Katliamı Aydınlatılsın”, 15 Mart 2012, Bianet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder