“ABD’nin
büyüklüğü” miti, sadece sağcıların anlattığı bir hikâye değil. Liberaller de
ABD ulusunun temelde iyi olduğu anlayışını benimsiyorlar. Onlar, en kötü
günlerin geride kaldığına, gerçekleştirdiğimiz ilerlemeye minnettar olmamız
gerektiğine inanıyorlar. Bizim bu aydınlık yolda yürümemizi sağlayan Lincoln,
Roosevelt, Kennedy, Carter ve Obama gibi isimlerin kurucu babalar olarak
sundukları vaatleri ve o ışıl ışıl parıldayan anayasalarını pratiğe dökmemiz
gerektiğinden söz ediyorlar.
Son
çıkan kitabı Prejudential: Black America & the Presidents’da yazar
ve aktivist Margaret Kimberley, bu tür yalanlara inananları topa tutuyor.
Kimberley kitabında, Washington’dan Trump’a kadar tüm başkanları ele alıyor ve
her birine bir bölüm ayırıyor. Her bir başkanın sözlerini ve eylemlerini
aktarıyor.
Tarihe
meraklı biri olarak bilhassa ABD tarihine dair yığınla kitap ve makale
okumuşumdur ama hiçbirinde beni şaşırtan tek bir bölüme bile rastlamamışımdır.
Bu kitapta benim yeni duyduğum çok şey var:
+
George Washington başkanken kölelerini elinde tutmaya devam etmekle kalmadı
ayrıca onları Philadelphia (ki o dönemde başkentti) ile Virginia’daki
plantasyonunda altı ayda bir dönüşümlü olarak kullandı. Burada başkanın amacı,
kölelerin kendilerini bir eyalette altı aydan fazla çalıştırılmaları durumunda
özgürlüğünü kazanmak için efendilerini mahkemeye verebilmelerini mümkün kılan,
Pennsylvania kaynaklı bir kanununun kenarından dolaşmaktı.
+
Washington’dan sonra gelen on bir başkanın da köleleri vardı. Bunların yedisi,
başkan olduğu dönemde köle sahibiydi.
+
Lincoln’a göre siyahlar ABD’den kovulmalı, Afrika veya Orta Amerika’daki bir
koloniye yerleştirilmeliydi. Bu önerisini ölmeden birkaç gün önce dile
getirmişti.
+
1901’de Benjamin Parker isimli bir siyah, Başkan McKinley’nin suikastçısının
kendisine ateş etmesine mani oldu. Parker, Dünya Fuarı’nda çalışmakta olan bir
garsondu. Başkan fuara geldi. Parker, kendisiyle tanışmak için dizilmiş
insanların arkasına geçti ve orada saldırıya uğradı. Kimberley olayla ilgili
şunu aktarıyor: “Bir hikâyeye göre bir gizli servis elemanı kalabalık yerine
sadece bu siyah adama bakıyordu.”
+
Theodore Roosevelt, tümüyle siyah askerlerden oluşan 25. Piyade Alayı’na ihanet
etti. Temmuz 1906’da alay, Teksas eyaletinin Brownsville şehrine
konuşlandırıldı fakat burada beyazlar ilk günden itibaren alayı rahatsız
ettiler ve şehirde işlenen cinayetlerden onu suçladılar. Buna karşılık Başkan
Roosevelt, 167 kişilik alayın tamamının emeklilik aylıklarından mahrum
bırakıldığını, alaydaki askerlerin ülke genelinde artık iş bulamayacaklarını,
tekrar üniforma giyemeyeceklerini söyledi ama bu kararını (siyahların oylarına
talip olduğu) 1906’daki seçimden bir gün sonra duyurdu. Bu saldırı, özünde
siyahların beyazlardan aşağı olduğuna dair kanaate dayanıyordu.
+
Demokrat Partili Woodrow Wilson, işe alma süreçlerinde deri rengi temelli
ayrımcılığı gündeme getirdi. Öte yandan başkan, 1917’de yaşanan “Kızıl Yaz”
esnasında birçok eyalette siyahlara yönelik şiddet eylemlerine mani olmak için
parmağını oynatmadı. O olaylarda yüz siyah katledildi, binlercesi evsiz kaldı.
+
Başkan Wilson döneminde Deniz Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısı olarak çalıştığı
sırada, ileride başkan olacak olan Franklin Delano Roosevelt, ülke genelinde
siyahlar ve beyazlar için ayrı kişisel dinlenme odalarının inşa edilmesini
emretti.
+
Truman, tüm hayatı boyunca aşağılayıcı bir ifade olarak “Nigger” (Zenci)
dememek için “N nokta nokta” deyip durdu, ayrıca siyahların işyerlerinin ve
evlerinin ayrı yerlerde bulunmasını talep etti.
+
Kennedy 1963’te Martin Luther King’in ünlü “Bir Hayalim Var” konuşmasını
yapacağı Washington Yürüyüşü’ne mani olmak için elinden geleni yaptı. İnsan
hakları eylemcilerine yönelik tavrı ise onların öfkelerini yatıştırmak üzerine
kuruluydu.
+
Irk ayrımcılığının sonlandırılması konusunda Başkan Carter şunları söylüyordu:
“Etnik açıdan saf olmanın nesi yanlış anlamıyorum. Devlet kararıyla farklı
ırkların aynı mahallede zorla bir araya getirilmesine karşıyım.”
Kimberley’nin
kitabı bu tür bilgilerle dolu. Sindirmek için kitabı birkaç kez okumak gerek.
Bir derleme olarak kitap, Howard Zinn ve Roxanne Dunbar-Ortiz’in kitaplarıyla
aynı rafta durmayı hak ediyor. Bence kitap her okulda okutulmalı.
Bu
tür konu başlıkları ile ilgili bizde görülen tarihsel amnezi hususunda
Kimberley şunları söylüyor:
“Bugün bu konular neden
tartışılmıyor? Çünkü ABD, romantikleştirilmiş geçmişin şanlı günlerini anıp
kendinden geçmeyi hâlen daha maharet biliyor. Beyazlar, vaktiyle
Kızılderilileri öldürüp onların topraklarını ellerinden almayı ve onları kendi
plantasyon ekonomilerinin temeli hâline getirmeyi kendilerine ait bir hak
olarak görmüşler, dolayısıyla bugün de tek hak sahibinin kendileri olduğuna
dair bir hissiyata sahipler. Eğer kölelik üzerine kurulu kurumlar ve sonraki
süreç incelenmezse o vakit polisin öldürdüğü siyahlar türünden nesnel gerçekler
sorgulanmaz. Eğer 1849-1850 arası dönemde başkanlık yapmış olan Zachary Taylor,
Meksika’nın yarısını soyup soğana çevirmiş, buna karşın kahraman olarak
anılmışsa o vakit bugünkü başkanların başka milletleri istila etmesine, rejim
değiştirme işlerine soyunlamalarına, drone’larla insanları katletmelerine kimse
ses çıkartamaz ve bu insanlar da kahraman olarak anılırlar. Bugün işleyen
propaganda, Taylor’ın dönemindeki propagandadan çok az farklıdır. Esasında
bugünkü propaganda o günkü propagandaya dayanır. Elimize bir mikroskop alıp
tarihi incelediğimizde bugünü de anlarız ve bu inceleme sonuçta zihinsel
uyumsuzluğa yol açar.”
Şeytan
sadece ayrıntıda gizli değil. Kimberley’nin kitabı, bir yandan da yaklaşık 230
yıllık dönemde yaşanan olaylarla ilgili genel bir resim sunuyor.
Kurucu
babalar biliniyor ama on dokuzuncu yüzyıldaki başkanlar pek bilinmiyor. Hatta
Lincoln ve Grant dışında birçoğunun adını kimse işitmemiş. Kimberley’nin de
ortaya koyduğu biçimiyle, partilerinden bağımsız olarak bu başkanların hepsi,
ABD’de beyazların üstün olduğu fikrini savunmuş. İç savaş öncesinde tüm
başkanlar kölelik kurumunu desteklemiş. Sonrasında bu isimler, birleşip
siyahları haklarından mahrum etme, ırk ayrımcılığı ve linç politikası üzerinden
siyahları güçsüz kılmak için uğramışlar.
Kimberley,
yirminci yüzyıldaki koşullar konusunda şunları söylüyor:
“Demokratlar, beyazların
üstünlüğünü açıktan savunan ve bununla gurur duyan bir parti iken
Cumhuriyetçiler, linç hukuku kaynaklı terörizm karşısında yegâne makul seçenek
gibi duruyordu. Bol bol vaatlerde bulunan ve destek sunan bu yaklaşım, gerçekte
hiçbir zaman somut bir sonuç üretmedi ve yirmi birinci yüzyıla olduğu gibi
tevarüs etti. Elli yıl boyunca linç karşıtı kanunu çıkartma gayretleri, hiçbir
sonuç vermedi. Siyahların oylarına talip olan başkanlar, siyah seçmenlerin
hayatlarının korunması gerektiği durumlarda onlara hiç destek sunmadılar.”
(Vurgu bana ait –KTS)
Ellilerdeki
ve altmışlardaki insan hakları hareketi ile belirli bir ilerleme sağlansa da
Reagan’la birlikte harekete karşı güçlü bir saldırı gerçekleştirilmeye başlandı
ve saldırı esas olarak Beyaz Saray kaynaklıydı. Bildiğimiz ‘refah devleti’ne
son veren Clinton’ın beyaz olmayan herkesi düşman ilân eden ‘suç kanunu’ ancak
Demokrat Partili bir başkan eliyle, Demokrat Partililerin kontrolündeki
Kongre’den geçebildi. Clinton ve ‘bir alana bir bedava’ kampanyasıyla koluna
taktığı karısı, bu ve benzeri rezil politikalarını hiçbir zaman eleştirmedi.
Baba ve oğul Bush, Clinton’dan önce de sonra da ırkçıydı. Oğul Bush ‘renkli’
bakanlar kuruluna sahip olsa da bu, ondaki ırkçılığa zerre halel getirmedi. İlk
siyah başkan olarak Obama ise beyazların gemisini batırmayacağını sağa sola
ispatlamak için özel çaba sarf etti. Washington Yürüyüşü’nün yıldönümünde
yaptığı konuşmada Obama, Black Agenda Report’tan Glen Ford’un
ifadesiyle, ‘ırkçı bir beyaz izlenimi vermek için yırtınıp durdu. Onun
döneminde Siyahların Hayatı Önemlidir hareketi açığa çıktı ve Obama, bu
hareketin ortaya çıkmasına neden koşullar konusunda kılını kıpırdatmadı.
Kimberley,
Obama ile ilgili olarak şu açıklamayı sunuyor:
“Ciddi bir aday olmak için
şu kurallara uymak gerekiyor. Zenginleri kızdırma. Beyazları kızdırma.
Beyazları her şeyden fazla kızdıracağı için hiçbir şekilde siyahlara yardım
ediyormuş gibi görünme. Obama bu kuralların bilincindeydi ama aynı zamanda o
içten içe muhafazakâr biriydi. 2008’deki ilk kampanyasında Ronald Reagan’ı
sevgiyle anıp durdu ve onun ‘dönüştürücü güce sahip önemli bir kamusal figür’
olduğunu söyledi.”
“Dönüştürücü”,
tarihte görülmüş en büyük sahtekârlardan birini tanımlamak için uygun bir ifade
aslında. Onu tanımlamak için “nedamet getirmeyen yobaz” ifadesini de
kullanabiliriz.
Kimberley’nin
aktardığı biçimiyle ABD tarihi, beyaz üstünlükçülüğünün tarihidir. Bu tarih
kölelik üzerine kuruludur. Başkanlar, ya güneydeki ırkçılığı savunan
güneylilerin ya da güneylilerin oylarını kaybetme korkusuyla ırkçılığa karşı
çıkamayan (bir yandan da kuzeydeki ırkçılığı inkâr eden) kuzeylilerin arasından
seçilir. Bundan kaçış yoktur. Seçim hileleri ve seçmenlere yönelik baskılar
üzerinden bu ülke, hâlen daha güneyli beyaz ırkçılardan ve onların Batı ve Orta
Batı eyaletlerindeki aşağılık müttefiklerinden oluşan bir azınlık tarafından
yönetilmektedir. Kendisi anayasa hukuku avukatı olan bir başkanın 2013’te
çıkarttığı Seçmen Hakları Kanunu’nun altının boşaltılmasına dönük çabalar hak
ettiği ilgiyi görmemiş, bu yönde kimse hukuki yola başvurmamıştır.
Kimberley
kitabında en son Trump’tan bahsediyor:
“Trump bir anomali değil.
O, köle sahibi başkanlarla başlayan sürecin son halkası. […] Her ne kadar
Trump’ın sergilediği tavır onun ayrıksı bir isimmiş gibi algılanmasını sağlasa
da tarih, bunun böyle olmadığına ilişkin birçok kanıt sunuyor.”
Kitabı
okuyup ABD’de kurumsal ve kültürel ırkçılığın ne kadar sağlam temeller üzerine
kurulu olduğu konusunda kafa yoran biri, ilk elden “çok şey değişmiş ama birçok
şey de aynı kalmış” hissine kapılabilir. Ayrıca kitabı okuyan kişiler,
muhtemelen tüm bu süreç boyunca haklı bir direniş ortaya koymuş olan
hareketlerden ve isimlerden ilham alma imkânına kavuşacaktır. Bu insanlar
tarihimizin gerçek kahramanlarıdır. Kahramanlarımız, Beyaz Saray’da oturanlar
değil, sokaklarda, kiliselerde ve meydanlarda mücadele edenlerdir.
Kollibri Terre Sonnenblume
14 Şubat 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder