Geçen
Haziran ayında İsrail meclisi, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilere karşı
yapılan katliamların soykırım olarak kabul edilip edilmeyeceği meselesini
oyladı ama oylama, hükümetin bu soykırım kararına destek vermemesi üzerine
iptal edildi.
İsrail’in
Türkiye’yle diplomatik ilişkilerinin gelgitli olması sebebiyle “İsraillilerin
yapmak istedikleri şeyleri yapmaları mümkün olmuyor. Dolayısıyla İsrail,
mecliste Ermeni soykırımını tanıyamıyor.” Avustralya Newcastle Üniversitesi’nde
çalışan Profesör Hans-Lukas Kieser’in tespiti bu yönde.
Geçen
yıl Kieser, Ermeni soykırımı tarihine yaptığı önemli katkıdan dolayı Ermenistan
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’ndan ödül aldı. Kieser, kısa süre önce Talaat
Pasha: Father of Modern Turkey, Architect of Genocide [“Talat Paşa: Modern
Türkiye’nin Babası, Soykırımın Mimarı”] isimli bir kitap kaleme aldı.
Bu
politik biyografi, herkesçe Talat Paşa olarak bilinen Mehmed Talat’ın Ermeni
soykırımını tek başına planladığını ortaya koyuyor.
Sırf
Ermeni oldukları için bir buçuk milyon insanın imha edilmesi sonrası 24 Nisan
1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınlar tutuklandı.
Belirli
bir ideolojinin yönlendirdiği bu soykırım, İsmail Enver, Ahmed Cemal ve
Talat’ın yönettiği İttihat ve Terakki Komitesi’nin denetiminde gerçekleşti. Bu
üç isim, o dönemde “Üç Paşa” olarak anılıyordu.
Türkiye,
bu yaşananı “Ermeni soykırımı” olarak kabul etmemeyi sürdürse de tarihçiler,
bunun tarihsel bir gerçeklik olduğu konusunda hemfikirler.
Türk
Devletinin Temellerinin Atılması
Kieser’in
kitabının iddiasına göre Talat, 1915’te yeni bir milliyetçilik biçimini pratiğe
döktü. Burada amaç, Türkiye’de yeni bir ulus inşa etme çabası dâhilinde,
Müslüman olmayan kimliklerin etkisinin kırılmasıydı. Kieser’in iddiasına göre,
“soykırımın fikir babası Talat’tı”.
Kieser,
ayrıca 1923’te kurulan modern Türk ulus devletinin temellerini Kemal Atatürk
değil Talat’ın attığını iddia ediyor.
“Türk cumhuriyetini
meydana getiren Kemal Atatürk’tü. Talat’ın aklında cumhuriyet kurmak gibi bir
plan yoktu, neticede Talat imparatorluğun bir evladıydı. Ama Atatürk, ulus
devleti onun attığı önemli kimi adımların ardından kurabildi.”
Keiser’in
iddiasına göre, Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokan Talat’tı. Amaç,
Anadolu’yu Türkler için bir vatana dönüştürmek, böylece o dönemde başvurulan
sloganda ifade edildiği biçimiyle, “Türkler için Türkiye”yi kurmaktı.
Yer
yer zor okunan 400 sayfalık kitabında Kieser, Hristiyan Ermenilere yönelik
cinayetler üzerinde duruyor. Bir yerde, “Ermenilerden Doğu Anadolu’dan kovulma
sürecinin Mayıs-Eylül 1915 arası dönemde gerçekleştiğini, bu [ölüme] yürüyüş
esnasında kadınlara tecavüz edildiğini, kadınların ve çocukların açlık ve
köleleştirme pratikleriyle yüzleştiklerini” söylüyor.
Kieser,
1915’te Kuzey Suriye’nin birçok köyünün kitlesel katliamlara tanık olduğundan
bahsediyor. “Ermeni siviller tecavüze uğruyor, kaçırılıyor, katlediliyor,
suçlularsa asla cezaya çarptırılmıyor.”
Kieser,
kendisine hayran olanların Talat Paşa’yı hâlen daha büyük devlet adamı,
becerikli bir devrimci ve modern Türk devletinin uzak görüşlü kurucu babası
olarak gördüğünden bahsediyor.
Bugün
bu anlatı, politik kimliğin daha fazla otoriter ve İslamcı bir yaklaşıma sahip
olduğu günümüz Türkiye’sinde daha fazla geçerlilik kazanıyor. Kieser, bu
tespitin üzerinden “AKP’nin köktenci ideolojisi”ne ve “partinin otoriter lideri
Erdoğan”a işaret ediyor.
“Bugün Türk siyasetinin
göbeğinde Talat duruyor. Bu olgu, AKP içinde açıktan kabul edilmese bile
partinin sahibi olarak Erdoğan, esasen Talat çizgisinde hareket ediyor. Örtük
olarak Erdoğan ve Talat, başta demokrat iken sonradan otoriterleşen iki isim olarak
birbirlerine epey benziyorlar.”
Kieser,
“tıpkı Talat gibi Erdoğan’ın da gerçek bir demokrat olmaktan uzak olduğunu,
muğlâk bir anayasacılık anlayışına yaslandığını” söylüyor.
Ayrıca,
İttihat-Terakki lideri gibi Erdoğan’ın da “iktidarı almak ve elde tutmak için
elinden geleni yaptığından” bahsediyor.
Utançtan
Kızaran Birkaç Yüz
İsrail,
Ermeni soykırımını tanımadı. 103 yıllık soykırım karşısında sessizliğini
korudu. Bu da doğalında tarihçilerin, akademisyenlerin, yazarların ve insan
hakları aktivistlerinin eleştirileriyle karşılandı.
Önde
gelen İsrailli tarihçi ve Kudüs’teki Yad Vaşem Holokost Müzesi danışmanı Prof.
Yehuda Bauer, Haziran ayı içerisinde bir radyoya verdiği röportajda İsrail
meclisinin Ermeni soykırımını tanımamasının ihanet olduğunu söyledi.
Haziran
ayında Haaretz’de yayımlanan bir makalede, Avrupa Irkçılık Karşıtı Taban
Hareketi başkanı ve Elie Wiesel, Avrupalı Parlamenterler Ağı koordinatörü Eli
Benjamin Abtan, “İsrail’in gelecekte kitlesel katliamların önlenmesini güvence
altına alma konusunda Ermeni soykırımını tanıma sorumluluğu vardır” dedi.
Kieser’e
göre, Ermeni soykırımını tanıma meselesinin sahip olduğu anlam ve önem, esasen
İsrail’in Türkiye ile ilişkilerine dair, sürmekte olan tartışmanın ötesine
uzanmaktadır. Kieser’in ifadesiyle, Ermenilerin katledildikleri dönemde
Yahudiler, Osmanlı’nın propaganda faaliyetinin öne çıkmasında tarihsel planda
önemli bir rol oynadılar.
Tarihçiye
göre Talat, soykırımın yaşandığı dönemde, İstanbul ve ülke dışındaki Yahudi
basınının desteğini gördü. Bilhassa Almanya’da çıkan Deutsche
Levante-Zeitung türünden gazeteler Talat’ı “seçkin bir lider” ve
“imparatorluk Türkiyesi’nin kurtarıcısı” olarak niteleyip övdüler.
Kieser’in
aktardığına göre, bu propaganda dâhilinde birçok Alman, Yahudilerin sözlerine
kandı ve o sözlerdeki mantığa teslim oldu.
Yaltaklandılar
mı?
Kieser
kitabında, Ermeniler çile çekerken birçok Yahudi’nin kafalarını öte tarafa
çevirdiğini söylüyor. Bu isimlerden biri de Alfred Nossig. Bu kişi, hem Genel
Yahudi Yerleşimleri Organizasyonu’nun hem de Siyonist Teşkilâtı’nın kuruluşuna
katkı sunmuş bir isim.
Her
iki yapı da Ortadoğu’da ve başka yerlerde Yahudiler lehine lobi faaliyeti
yürütmek için kuruldu ve sonrasında Yahudilerle Osmanlılar arasında samimi
ilişkilerin kurulmasını teşvik etmek için uğraştı.
Bu
noktada Kieser, tarihsel bağlama işaret ediyor. Söz konusu dönem, Yahudi
tarihinde önemli bir dönüm noktası. Kısa bir süre sonra, 1917’de Balfour
Deklarasyonu ilân ediliyor. Birçok farklı ülkeden diplomatik destek almak için
uğraşan Yahudiler, Filistin’de Yahudi devleti kurma hedefine ulaşmak umuduyla
hareket ediyorlar.
Sonuçta
bir dizi Yahudi gazetesi, Talat ile Yahudi siyasetçiler arasında ilişkiler
kurulması için uğraşıyor. Hatta bu gazeteler, bazen propaganda faaliyetlerine
katılarak, bu ilişkiyi süreç içerisinde bir miktar abartıyorlar.
Siyonist
Teşkilâtı’nın sözcülüğünü yapan Alman Yahudi gazetesi Die Welt, 1913’te
“Talat’ın birçok Yahudi şahsiyle dostane ilişkiler kurduğunu” söylüyor.
Öte
yandan, Yahudi basını Talat’a destek verirken Talat, Siyonizm konusunda tutarlı
bir yaklaşıma sahip değil. Bazen Talat, Yahudilerle ve Siyonizmle çok fazla
ilişki kurmak istemiyor. Bazen de Yahudilerin politik çıkarlarına açıktan
destek vermenin faydalarından istifade ediyor.
1913’te
İstanbul’da çıkan, Siyonistlerin finanse ettiği Yahudi gazetesi L’Aurore,
Yahudi-Türk ilişkilerinin faydalarından bahseden, hatta Pan-Judaizm ile
Pan-İslamcılık arasında kurulacak ittifakın işe yarar bir politik seçenek
olduğunu söyleyen bir makaleye yer veriyor. Muhtemelen Talat’ın aklını çelen de
bu ittifak seçeneği.
O
günden beri birçok tarihçinin, hatta o dönemin kimi gözlemcilerinin iddiasının
aksine Kieser, Talat’ın Siyonizme sempatisinin bulunmadığını söylüyor.
“Talat’ın söylediklerinden
ve yazdıklarından kendisinin Siyonizme sempatisi bulunmadığını biliyoruz.
Yapılan müzakerelerden anlaşıldığı kadarıyla Talat, Yahudilere sadece
uluslararası planda hayatta kalabilmek için ihtiyaç duymuş. Bu konuda da
başarılı olmuş.”
“Yahudi
Sorunu” dâhilinde Yahudiler, Ortadoğu’ya hâlen daha hâkim olan Osmanlı’dan
politik destek almaya çalıştılar. Fakat politik süreç başka yönde işledi.
“Talat’ın bu dönemde
Yahudilerle kurduğu ilişki, onun uluslararası planda öne çıkmasını, bu gelişme
de herkesin Ermeni meselesini görmemesini sağladı. […] İstanbul’daki
Siyonistlerin balayı olarak görülebilecek 1915 baharında Talat, Ermenilere
saldırmak istediğinden uluslararası planda herhangi bir sorunun açığa
çıkmamasını istiyordu. Ermenilerle aynı kaderi paylaşmaktan korkan Yahudiler,
Ermenilerden veya mağdurlardan yana tek haber yapmadı, tek laf etmedi.”
Siyonist
Gençlik Farklı Bir Tutum Takındı
Burada
istisnalardan da söz etmek gerek. Tevrat’ta Samuel bölümünün 15. babında geçen
“İsrail’in yüce tanrısı yalan söylemez”e atfen Netzah Yisrael Lo Yeşaker (NILI)
ismini alan, İngiliz yanlısı casusluk örgütü, o dönemde Ermenilerle dayanışma
ilişkisi kurdu. Örgüt, zulümler konusunda harekete geçirmek adına, uluslararası
topluma haberler ilettiler.
“Aaron Aronson gibi
isimleri içeren örgüt, Ermeni soykırımını tanıdı, hatta bu konuda uzun raporlar
kaleme aldı. Örgüte göre, Ermenilerin toptan damgalanıp nihayetinde imha
edilmesi, Yahudilerin de başına gelebilecek bir süreçti. […] Bu sebeple,
Ermenilerle duygusal ilişki kurdular. Hatta bu yaklaşımlarını kutsal kitaba ve
peygamberler tarihine dayandırdılar. Gelgelelim örgüt, toplam hareket
içerisinde küçük bir azınlık olarak kaldı. […] Ne yazık ki fiilî sessizlik,
savaş sonrası onlarca yıl sürdü. Sonuçta İsrail’de ve Türkiye’de Yahudiler,
Ermeni soykırımını inkâr etme girişimlerine destek sunmayı sürdürdüler.”
Kieser,
ayrıca kitabında Ermeni soykırımı ile Yahudi soykırımını kıyaslıyor ve
aralarında kimi benzerlikler buluyor.
“Birinci Dünya Savaşı’nın
ilk aylarında imparatorluğun başına gelen felâketler ve oluşan özel koşullar
sebebiyle Ermeniler, açık hedef hâline geldiler. […] Ermenilerin imha süreci
dâhilinde alttaki ve üstteki aktörlerin adımları, aşırı uç fikirler, kökleşmiş
önyargılar ve maddi teşvikler bir araya geliyor. […] Yirmi yılı aşkın bir zaman
sonra Avrupa’da Yahudiler benzer bir durumla yüzleşiyorlar. 22 Ağustos 1939’da,
Polonya’nın işgalinden birkaç gün önce yaptığı o ünlü Obersalzberg konuşmasında
Hitler, generallerine ‘Ermenilerin imha edildiği süreci bugün kim anlatacak?”
Tarihçi
Kieser’e göre, “Talat Hitler değildi.” Kendisinin de ifade ettiği biçimiyle
niyeti, iki aşırı sağcı demagog arasında kıyaslama yapmak değil.
Ama
gene de Kieser, iki liderin birçok yönden birbirine benzediğini söylüyor.
Yazara göre bu iki isim, “kriz” ve “mağlubiyet” olarak adlandırdıkları
koşulları aşmak için içte şiddet araçlarına başvuran toplumlara, devletlere ve
politik partilere dair birer temsil.
Kieser’e
göre “Talat, tek parti rejiminin fikir babası. Belirli bir grubu damgalamak,
tek parti iktidarının kaderinde var.”
JP
O’Malley
7 Eylül 2018
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder