Ulema,
8 Ekim 1962’de kent şuraları seçimi yasa tasarısının onaylanması üzerine İran
rejimiyle karşı karşıya geldi. 1907 tarihli anayasanın 90-93. maddeleri, kent
ve bölge şuralarının oluşumuna onay veriyordu. Kent şurası seçimi yasa
tasarısı, bu şuraların oluşturulması için gerekli seçim usulleri konusunda
sunulan ilk teklifti. Kent şurası üyeleri için hazırlanan yemin metni konusunda
tasarı provokatif bir ifadeye başvuruyor, 11. Madde’ye yaslanan anayasal teamül
olarak Kur’an yerine “kutsal kitap” üzerine yemin edileceğinden bahsediyordu.
Mollalar,
tasarıyı konumlarına ve güçlerine yönelik bir saldırı olarak algıladılar.[1]
Farklı toplum kesimleri arasında rejim karşıtı duyguların canlandırılması
noktasında bu tasarıyı kullananlar içinde Humeyni en fazla öne çıkan isimdi.
Rejim,
tasarıya karşı çıkan diğer tüm güçleri ve elitleri ya ezmiş ya da kontrol
altına almıştı. Elli dört günlük kampanyanın ardından Humeyni, mollalar ve
öğrencileri, rejimi tasarıyı çekmeye zorladılar. Böylelikle şahlık döneminde
mollalar, politik ve dinî bir konuda yaşanan çatışmada güçlerini ilk kez sınama
imkânı buldular.
O
uzlaşmak bilmez politik tavrı ve zamanlama konusunda dâhice hamlelerde bulunma
becerisi ile Humeyni öne atıldı ve söz konusu hareketin lideri hâline geldi.
Alt düzey âlimlerin ve öğrencilerin politik coşkularıyla beslediği bu süreç,
dindar cemaatin farklı kesimlerini dikine kesen, eşi benzeri görülmemiş bir
dayanışma ağının oluşmasını sağladı. Önde gelen birçok molla, rejimin vaziyeti
kurtaran çözümüne “eyvallah” derken Humeyni, devletin tasarıyı geri çekmesini
ısrarla talep etti. Bir süre kararsız kalan devlet, bu talebe uygun adım atmak
zorunda kaldı.
Bu
dönemde mollalar, şah karşıtı muhalefetin önemli bir unsuru olarak öne
çıktılar. İlgili süreçte Humeyni, giderek herkesin bildiği bir isim hâline
geldi. Politik alanda milliyetçi veya sosyalist, tüm laik kesimin
marjinalleştiği dönemde dindarlar güçlerini daha da artırdılar. Ancak gene de
dinî kesim, henüz daha güçlü bir meydan okumayı gerçekleştirebilecek düzeyde
değildi.
1962’deki
kent şuraları seçimi yasa tasarısının geri çekilmesinin bir dizi sebebi vardı.
İlki, mollaların anayasanın 2. maddesi uyarınca dinî ahlakın muhafızları olarak
belirlenen görevleri dâhilinde önemli bir yere sahip olmalarıydı. İkinci sebep
mollaların, kişisel ve etnik bağlılıklarına göre ayrışma gereği duymaksızın,
tasarıya karşı mücadelede zaten varolan ağlarını harekete geçirmeyi
bilmeleriydi. Neredeyse tüm üst düzey mollalar harekete katıldı.
Üçüncü
sebep, mollaların toplumun farklı kesimlerindeki politik ve toplumsal
şikâyetlerle kendi çıkarlarını ilişkilendirme becerisini göstermeleriydi.
Dördüncü sebep, diğer muhalif grupların mollaların stratejisiyle rekabet
edebilecek bir strateji geliştirememiş olmalarıydı. Mollalar harekete neredeyse
tek başına öncülük ettiler. Beşinci sebepse şuydu: şahın politik karakter
açısından zayıf oluşu ve yaşadığı kararsızlık karşısında Humeyni, cesur bir
kişiliğe ve amaç konusunda belirli bir netliğe sahipti.
Mollaların
elde ettiği politik zaferle birlikte başka bir çatışma alanı daha oluştu. Bu
noktada gerekli bahaneyi, Şah’ın Beyaz Devrim’i gerçekleştirmek için gündeme
getirdiği Ocak 1963 tarihli referandum sundu. Sonuçta Humeyni, iki önde gelen
âlim ve birçok orta düzey molla, 5 Haziran ayaklanması sonrası hapse atıldı.
Ayaklanma ve tutuklamalar, mollaların rakip güçler arasında sahip oldukları
öncü konumu daha da sağlamlaştırdı ve Humeyni’yi dinî siyasetin merkezine
taşıdı. Şahın tutukladığı üst düzey dinî şahsiyet olarak Humeyni’nin hapse
girmesi, gösterilerin fitilini ateşledi. Bir dizi çatışmanın ardından rejim,
Kasım 1964’te Humeyni’yi sürgüne gönderdi.
Bu
olaylar, dinî yapı içerisinde ve dinin desteğini alan siyaset sahasında güçlü
liderlerin bulunmadığı koşullarda cereyan etti. Seyyid Hüseyin Burucerdi ve
Seyyid Ebulkasım Kaşani kısa süre önce ölmüştü. Bu, dinî ve politik söylemin
yeniden oluştuğu koşullarda tüm ülkeyi kucaklayan yeni bir dinî liderliğin
oluşması konusunda gerekli fırsatı sundu.
Zaman
içerisinde politik İslam radikalleşti ve devlete bağlı dinî yapıdan ayrıştı.
Farklı düşünce ve eylem biçimlerini etkileyen politik İslam, resmi dinî yapı
içerisinde radikal konum alan isimlerle bağlarını hiçbir vakit kopartmadı.
Devletin politikalarına daha cesur bir biçimde itiraz ettikçe politik konum da
daha fazla radikalleşti.
Devlet,
kademeli olarak şahın şahsi aygıtı hâline geldi ve modern reformların ana
kaynağı olarak iş gördü. Bu koşullarda geçerliliği olan her türden seçenekten
mahrum olan radikal muhalefet de giderek muhafazakârlaştı.
Bu
koşullarda muhafazakârlıkla radikalizm, tepkiselcilikle muhaliflik arasındaki
ince çizgi de silindi. Humeyni, iki dinî muhalefet eğilimi arasında köprü
kurmayı bildi. Bir yandan dinî kitabî yaklaşımı esas alan dile başvurması
sayesinde Humeyni, zamanla dindar kitlelerde karşılık bulan o püritenliğiyle,
dinî ahlakın muhafızı olarak öne çıktı. Bir yandan da Humeyni’nin başvurduğu
radikal politik söylem, ondaki karizmatik rejim karşıtı söylemin mevcut
Müslüman muhaliflere, radikal İslam’a bağlı olanlara, ama aynı zamanda laik
muhalefetin önemli bir kesimine cazip gelmesini sağladı.
Bu
sürecin ilk somut sonucu ise Humeyni’nin politik yoldan taklit mercii konumuna
hızla gelmesiydi. Bu konuma sahip olduğu noktada ondaki kitabî olmayan, mehdici
İslam anlayışı ve cesur kişiliği, Humeyni’deki özgün İslam devleti teorisinin
gelişimine katkı sundu.
Behruz Muazzami
[Kaynak:
State, Religion, and Revolution in Iran, 1796 to the Present, Palgrave
Macmillan, 2013, s. 118-120.]
Dipnot:
[1] Önde gelen mollaların büyük bir kısmı ilkin Aralık 1959’da sunulan toprak
reformu planı karşısında dehşete kapılmıştı. Bu plan Mayıs 1960’ta yumuşatıldı,
Kasım 1961’de yürürlüğe konuldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder