Ağustos
2011’de Kahire’deki bir kitapçı, Ahbar gazetesine şunu söylüyordu:
“Mübarek’in devrildiği günden beri dükkânda en çok Che Guevara’nın ve Malcolm
X’in hatıratı satıldı.”
Arap
isyanları, altmışların ruhunu yeniden diriltti. O yılın Ocak ayında Tahrir
Meydanı’nı binler işgal ettiği vakit Brüksel’den Doha’ya birçok şehirde Arapça
yayın yapan radyolar saatlerce Ümmü Gülsüm çaldılar. Bu yayın, sadece
duygularını aktarmak isteyen dinleyicileri telefona bağlandığı anlarda kesildi.
Mısır’ın
kültür ikonası Ümmü Gülsüm, bir şarkısında “halkım ben, imkânsız nedir bilmem”
diyordu o titreyen hançeresiyle ve şöyle devam ediyordu şarkısına: “ebediyetten
gayrısı tatmin etmez beni.”
Sonuçta
ülkede sömürgelik günlerinin son bulduğu zamana geri dönülmüştü. Gençlik,
Batı’nın desteklediği zalim devlet sistemine karşı ayağa kalkmıştı. Bu süreçte
Müslüman gençlik, kılavuzluğuna başvurmak için yüzünü Che Guevara, Frantz
Fanon, Seyyid Derviş, Ali Şeriati ve Malcolm X gibi isimlere çevirdi.
“Acaba
Ali Şeriati olsa Sünni-Şii çatışması hakkında ne derdi? Malcolm X, Müslüman
Kardeşler’in iktidara gelişi hakkında ne düşünürdü?” türü soruları soran
gençlik, her sorusunda bu isimlerden bahsediyordu artık.
Ama
Amerikan diplomasisi, bu devrimci ruhu yok etmek için hemen hamle yaptı. Mayıs
2011’de Tunus’taki ABD büyükelçiliği, halka açık bir hitabet yarışması
tertipledi. Yarışmada konuşmacılara, “kim Malcolm X olmak istiyor? Yeni Martin
Luther King sen misin? Yeni Nasır sen olabilir misin? Malcolm X kim olmak
ister? Sözlerinle insanlara ilham verip onları harekete geçirebilir misin?”
türü sorular soruldu.
Hatta
o dönemde Dışişleri Bakanlığı, Arap isyanlarına saygı temalı rap konserleri
düzenledi. Altmışların ruhunu aksettiren bu konserler, panafrikacılık fikrini
temel almaktaydı. Konserlere çıkanların şarkı sözlerinde şu tür ifadelere
rastlanıyordu: “Devrimci ve ılımlıdır Compton şehri, onlar Garvey’nin Marcus’u,
Bob Marley, Sékou Touré, Patrice Lumumba, Malik Shabazz, Kwame Nkrumah / Devrim
beni Muhammed Buazizi gibi özgürleştirdi!”
Bu
yeni halk demokrasisinin diğer bir ilginç yanı da Malcolm X’ten
radikalleştirici etkiye sahip bir isim olarak bahsedilmesi. Amerikan
hükümetinin Malcolm’a ilgisi ise esasen John Walker Lindh vakası ile birlikte
açığa çıkmıştı.
Ekim
2001’de Afganistan’daki çatışmalarda bu genç, Taliban saflarında savaşırken
yakalandı. Hükümetin üzerinde durduğu soru şuydu: Bu Martin kasabasında doğup
büyümüş, orta sınıftan bir aile içerisinde yetişmiş olan genç, nasıl olmuştu da
Taliban’a katılmıştı?
Lindh’in
internette paylaştığı yazıları inceleyen uzmanlar, yakaladıkları ipin ucunu
takip ettiler ve oradan da hip-hop sohbet odalarına ulaştılar. Oralarda
kendisini siyah olarak takdim eden, “Dudu” veya “Profesör” takma adını kullanan
Lindh, bir yerde şunu söylüyordu: “Beyazların bizden nefret etmelerine sebep
olan şey bizdeki siyahlık değil aslında, onlardaki nefretin sebebi, sahip
oldukları ırkçılık.”
Bu
gencin radikalizme doğru seyreden yolculuğunu incelerken uzmanlar, ta 12
yaşındayken başına gelen bir olay üzerinde durdular. O yaşlarda annesi
kendisini sinemaya götürmüştü. Sinemada Spike Lee’nin Malcolm X filmi
(1992) oynamaktaydı. Filmi seyrettikten sonra Lindh, filmin beslendiği Alex
Haley’nin Malcolm X’in Otobiyografisi (1965) isimli kitabını okudu.
Hatta aynı dönemde hip-hop dinlemeye başladı.
Bunun
üzerine Amerikalı ve Avrupalı yetkililer, Malcolm X’in Müslüman gençlerin
politikleşme sürecinde merkezî bir konuma sahip olduğunu gördüler ve “risk
altındaki” Müslüman gençleri koruma noktasında “ılımlı” bir Malcolm X”
hikâyesinin anlatılması ve ona dair ılımlı bir anlayışın geliştirilmesi
gerektiği tespitinde bulundular.
Malcolm
X, Müslüman gençler nezdinde çok farklı şeyleri temsil ediyor. Eğer İslam,
hip-hop kültürünün gayrıresmi dini ise Malcolm X de onun elçisi veya koruyucu
azizidir. Onun konuşmaları şarkı sözlerinde alıntılanır, kıyafetleri ve
hareketleri taklit edilir.
Hip-hop,
dışlananların ayağa kalkışını göklere çıkartan bir müziktir. Dolayısıyla
dolandırıcı iken tüm dünyanın bildiği biri hâline gelen, devletleri ayaklarının
altına alan, milliyetçiliğin ve efendilerin “yurtsever” tutumlarının ayaklara
taktığı prangaları kırıp atan, sadece Allah’tan korkan Malcolm X’in Müslüman
olsun ya da olmasın gençleri kendisine bağlaması gayet doğaldır. Malcolm,
gecekondularda devletin hâkimiyetinin dayandığı temelleri aşındıran, o devletin
uzantısı olarak hapishaneleri sarsan bir isimdir. Onda İslam ve siyahların
tarihi iç içe geçer. Malcolm, bu iki gücün zindeliğinin ve kesintisizliğinin
kanıtıdır.
Sonuçta
Karl Marx’ın yazıları farklı düşünce okullarının kurulmasını sağlamış, ortaya
“Marksoloji” denilen saha çıkmıştır. Bu anlamda “Malcolmoloji” diye bir sahadan
söz edilebilir ve bu saha, Malcolm’ın konuşmalarına, mülâkatlarına ve
hayatındaki belirli olaylara dair farklı yorumlardan oluşur.
Bazı
araştırmacılara göre İslam Milleti’nden ayrıldığı dönemde Malcolm X, hakların
“her tür araçla” elde edilmesi gerektiği üzerinde duran bir isimdir. Bazı
araştırmacılar ise onun Mekke sonrası edindiği Sünni evrenselci kimliğine
odaklanırlar. Genç Müslümanları asıl cezbedense Malcolm’daki radikal
enternasyonalizm ve ulus-devleti aşan politik kimliktir. Yaşlı entegrasyoncu
Müslümanlarsa Malcolm’ın “Oy Sandığı mı Mermi Sandığı mı?” konuşmasını yaptığı
hayatının son döneminde Amerika ve ulus-devlet ile uzlaştığını söylerler.
Müslüman
gençler arasında görülen devlet karşıtı yaklaşımlar konusunda endişelenen yazar
Sherman Jackson, “Malcolm bugün yaşasaydı, Sünni bir Müslüman olarak, vicdanî
bir yaklaşımla, eskiden her şeye itiraz eden üslubunu geride bırakıp, zerre
tereddüt etmeden, ‘evet ben Amerikalıyım’ derdi” tespitinde bulunuyor,
devamında da şunu söylüyor: “Sonuçta Afro-Amerikan lider, bildiğimiz Malcolm X
olmaktan çıkıp İbni Teymix olurdu.”
Amerikalı
ve İngiliz devlet yetkililerin asıl dikkatini, Obama’nın 2008’in seçim zaferi
sonrası El-Kaide’nin yayınladığı video çekti. O videoda El-Kaide, Malcolm X’in
militanlığını övüyor, yeni seçilen başkanı “ev kölesi” olarak tarif ediyordu.
Bunun
üzerine Amerikan elçilikleri, Siyahların Tarihi veya Malcolm’ın doğum
günü gibi etkinliklere destek olmaya, Obama’yı ve Hac sonrası Malcolm’ı
birlikte göklere çıkartmaya, bu iki kişinin beynelmilel isimler hâline gelişine
övgüler düzmeye, İslam’la ilişkileri üzerinde durmaya başladı. Bu etkinlerde
asıl söylenense şuydu: “Malcolm X, Obama’nın mümkün kıldığı özgür ve hayat dolu
Amerika’nın sembolüdür.”
İngiliz
hükümeti de benzer adımlar atarak, Malcolm X’in “ılımlı” anlayışı üzerinde
duran Müslüman örgütlere para akıttı. Bu örgütlerin etkinliklerinde asıl
üzerinde durulan husus ise Malcolm’ın Hac sonrası yaşadığı dönüşümdü.
Hillary
Clinton’ın Siyaset Planlaması ekibinde yer alan siyaset bilimci Peter
Mandaville’e göre Britanya’da Müslüman hip-hopçuların kaleme aldıkları
saldırgan, cepheleşmeyi esas alan şarkı sözlerinde de görüldüğü üzere,
Malcolm’a yönelik ilgideki artış, ulusal güvenlik konusunda olumsuz sonuçlar
doğurabilecek bir meseleydi.
Bu
değerlendirmesinde Mandaville, İngiliz hükümetinin radikalleşme karşıtı projeye
para ve destek sunmasına övgüler düzmekteydi. Bahsini ettiği proje ise
geleneksel İslamî görüşlerle toplumsal malumatı hip-hopa has hassasiyetlerle
bir araya getirmekte, Britanya’daki Müslüman gençleri İslam Milleti’nden
kopmuş, dünyayı gezme fırsatı bulmuş Malcolm’da görülen kozmopolit fikirler
etrafında toplamaya çalışmaktaydı.
“Ben
Malcolm X’im” adını taşıyan bu radikalleşme karşıtı girişime hem İngiliz
hükümeti hem de Londra’daki ABD büyükelçiliği destek verdi. Bu çalışmaya ABD ve
Birleşik Krallık’tan birçok Müslüman rap şarkıcısı katıldı. İnsan hakları
hareketi lideriyle ilgili bu etkinlik farklı tepkilere yol açtı.
Bu
etkinlik kapsamında, Mart 2009’da Londra’da gerçekleştirdiği performansında
Amerikalı hip-hop elçisi Kumasi, gösterisine Kelime-i Şehadet’i dâhil etti.
Şarkıcı, “Allah’tan başka ilah yoktur” dedikten sonra geri kalan kısmı,
“Muhammed de onun kulu ve elçisidir” ifadesini seyirciye söylettirmek isteyince
Atlantik’in iki yakasında birçok kişinin öfkelenmesine neden oldu.
Boston’da
yaşayan Amerikalı imam ve eski hip-hop DJ’yi Suhaib Webb, “Müslüman hip-hop”
fikrini sorgulayan bir isim olarak, Londra’da Kelime-i Şehadet’e şarkısında yer
veren Amerikalı şarkıcıların (1985 tarihli hip-hop filmi) “Krush
Groove’laştırılan, sulandırılmış bir İslam”ı temsil ettiklerini söyledi.
“Kur’an ve hip-hop harmanlamaz” diyen Webb’e karşı çıkan bazı isimlerse esas
olarak, Malcolm X’in iyice serbestleştirilmiş, zıvanadan çıkartılmış “Müslüman
hip-hopu”nu meşrulaştırmak için kullanılması üzerinde durdular.
O
dönemde katılımcılardan birisi sosyal medya hesabında şunu yazdı: “Hayatım
boyunca birinin sahneye çıkıp arkasında onca enstrümanla ‘Lailaheillallah’
derken dans edeceğini göreceğim aklıma bile gelmezdi. Oradaki herkes, ‘bunda
sorun yok, yapılan şey sonuçta Malcolm X, Müslüman sanatçılar ve Müslüman
organizatörler adına yapıldı.” Başka bir katılımcı ise cazdan ve Lindy Hop
dansından hoşlansa bile Malcolm’ın Hac sonrası Kur’an ile hip-hopun cem
edilmesine karşı çıkacağını” söyledi.
Dışişleri
Bakanlığı’nın desteklediği hip-hop elçilerinin yolu, sonradan selefileşmiş olan
Suudi destekli Loon ve Napoleon gibi rap şarkıcılarıyla kesişti. Bunlar,
Avrupa’daki Müslümanları örgütlemek için uğraşan isimlerdi.
Bu
tür çalışmalarda Amerika kaynaklı tasavvuf siyaseti ile Suudi Arabistan
kaynaklı selefi stratejisinin tuhaf bir biçimde yan yana geldiğini görüyoruz.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Müslüman, çoğunlukla selefi olan insanlardaki
militanlıkla, sakinlikle malul İslam tasavvufunu karşı karşıya getiriyor. Öte
yandan Suudi Arabistan ise sonradan Müslüman olmuş, selefileşmiş Amerikalı
isimleri tasavvufçuluğun, Şiiliğin ve genel olarak hip-hop kültürünün karşısına
çıkartıyor.
Amerikalı
müzik elçileri, müzikten yana duran, çokkültürcü bir Malcolm X resmi
çiziyorlar. Suudi selefi çizgideki isimlerse Malcolm’ın Hac sonrası dönemine
odaklanıp onun müziği aştığı iddiası üzerinde duruyorlar.
Devletler
ve toplumsal hareketler, Malcolm X’in mirası konusunda yoğun bir mücadele
yürütüyorlar. Her iki kesim de altmışların başında gündeme gelen, siyah
enternasyonalizmi üzerinde hak iddia etme derdinde. Bilindiği üzere, Soğuk
Savaş’ın zirveye ulaştığı bu dönemde birçok devlet ve hareket, onu kendi safına
çekmek için uğraşmıştı.
Hişam D. Aidi
[Kaynak:
Rebel Music: Race, Empire, and the New Muslim Youth Culture, Pantheon
Books, 2014.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder