Değerli
Dostlar,
Trikontinental
Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü masasından selamlar.
Yeni
yıla girdik ve dünya genelinde protestolar hızını kesmeden devam ediyor.
Hoşnutsuzlukların düzeyi artıyor ve bunlar, kendilerini hem ilerici hem de
gerici biçimde ortaya koyuyorlar. Öfkenin politik niteliği farklı görüşlerde ve
umutlarda karşılık buluyor ama hepsi de benzer noktalardan hüsrana uğruyor.
Kapitalizm onlarca yıldır krizde ve öfke, temelde tasarruf tedbirlerine yönelik
olarak gündeme geliyor. Bu öfke, kısmen yüzünü eşitsizliğin olmadığı,
felâketlerin yaşanmadığı bir dünya umuduna çeviriyor. Kısmen de kesif bir hâl
alıp başka insanlara yönelik o zehirli nefrete dönüşüyor.
Zehirli
öfke, kırbacını göçmenlere ve azınlıklara sallıyor, içi irin toplamış nefret,
tasarruf tedbirleri konusunda sahte bir umut pompalıyor. Gerçek umut ise ancak
kapitalizmin yol açtığı büyük felâketleri ve iklim değişikliğini yönetip açlığı
ve mülksüzleşmeyi ortadan kaldırmak için ortak kaynaklarımızı daha iyi
örgütleyecek yeni bir sistemi inşa etmeyi öngören davanın kendisinde
bulunabilir.
Gençlerin
yeni bir dünya talep eden bayraklarıyla sokaklara dökülmüş olması asla
şaşırtıcı değil. Hayatlarımızın tehlike altında olduğunu onlar görüyor,
mülkiyet ve imtiyaz üzerine kurulu sınıfsal gerçekliğin yüzlerine tüm kapıları
kapadığına onlar şahit oluyorlar (Şili ile ilgili bir Birleşmiş Milletler
raporu[1] sosyo-ekonomik eşitsizliğin göstericilerin esas olarak şikâyet ettiği
konu olduğunu söylüyor.) Bu, sınıfsal niteliği olmayan bir gençlik ayaklanması
değil; bu gençler, kolay kolay ev ve iş bulamayacaklarını, hayatın keyfine
varamayacaklarını ve kendi içlerindeki potansiyeli açığa çıkarmanın hazzını
yaşayamayacaklarını biliyorlar.
O
akli özü dâhilinde gerçek umut, artık eskimiş, hükmünü yitirmiş olan toplumsal
eşitsizlik meselesine işaret ediyor. Her yıl finans haberleri veren Bloomberg,
Milyarder Endeksi’ni[2] hazırlıyor. 2019’un son günlerinde yayımlanan bu yılın
endeksi, dünyanın en zengin 500 milyarderinin servetini 1,2 trilyon dolar
arttırdığını, toplam servetin yüzde 25’ini elinde bulunduran bu zenginlerin
servetinin 5,9 trilyon doları bulduğunu ortaya koyuyor. Bu 500 milyarderin
172’si ABD’de yaşıyor.
Bunlar
servetlerine 500 milyar dolar katmışlar. Bu insanların arasında 27,3 milyar
dolarlık kazanç elde eden Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg, 22,7 milyar dolar
kazanan Microsoft’un sahibi Bill Gates bulunuyor. Dünyadaki on en zengin
kişinin sekizi ABD’li (bu sekiz kişilik liste, Jeff Bezos’tan Julia Koch’a
kadar uzanıyor).
Bu
türden raporlar hiçbir şey açıklamıyorlar aslında. Bunlar, sadece aşırı
zenginler dünyasına bakmamız için ufak bir pencere aralıyor. Bu rakamları
ayrıntılı incelediğimizde ise toplumsal eşitsizliğin özünü kavrıyoruz.
Dünyadaki
perakende devi Walmart’ın sahibi Walton ailesi, Bloomberg listesinde gayet iyi
bir yere sahip. Bu aile dakikada yetmiş bin dolar kazanıyor, bu da günde yüz
milyon dolar ediyor. Walmart’ın kazançlarının aslan payı bu düzeyde. Walton
ailesinin kazandıklarıyla Walmart işçilerinin kazandıklarını kıyaslamak bize
çok öğretiyor. Şirketin kendi hazırladığı Ekonomi, Toplum ve Yönetim Raporu
(2019) Walmart’a çalışan ABD’li işçilerin saatte 14,26 dolar kazandığını
söylüyor.[3]. Ortalama bir Walmart işçisi (ki dünya genelinde bu işçilerin
sayısı 2,2 milyonu buluyor) 52 hafta boyunca haftada 40 saat çalıştığına göre
bir işçi yılda 29.660 dolar kazanıyor demek. Oysa Walton ailesi, bu parayı
yirmi beş saniyede kazanıyor.
Walmart’ın
küresel tedarik zinciri için mal üreten Çinli bir işçi ise ayda ortalama 300,
yılda 3.600 dolar kazanıyor; Walton ailesi bu parayı 3 saniyede elde ediyor.
Ailenin serveti, Walmartın sattığı ürünleri üreten ve satan milyonlarca işçinin
sosyal emeğinin doğrudan bir sonucu. Ama bu işçilerin payına 2019’da Walmart’ın
kazandığı 510 milyar doların içinden ancak küçük bir kırıntı düşebilmiş.
Geçen
yıl Ocak ayında çoğunluğunu kadınların oluşturduğu binlerce Bangladeşli
konfeksiyon işçisi, Walmart ve H&M gibi perakendecilerde satılan elbiseleri
üreten fabrikalara karşı eyleme geçti. Yapılan grevler sonucu patronlar
işçileri işten attılar; binlerce işçi, İnsan Hakları Gözlemevi’nin muğlak ve
içerikten yoksun olarak nitelendirdiği iddialar üzerinden kimi cezalarla
yüzleşti.[4]
Bu
işçilerin büyük bir kısmı ayda 3.000 takadan fazla para kazanmıyor, bu ücret,
bir Çinli işçinin ücretinin onda biri kadar. Çok düşük ücretler alan bu işçiler
makul ücret artışları talep ettiklerinde, Walmart ve Bangladeş devleti için
üretim yapan atölyelerin sahiplerinin gazabına uğruyorlar.
Anlima
Tekstil Firması’nda çalışan, 22 yaşındaki Sumon Mia ve Nahid 8 Ocak 2019 günü
öğle arasında gösterilere katıldı. Nahid sonrasında şunları aktardı: “Polis
ateş etmeye başlayınca işçiler kaçtı. Sumon ve ben koşmaya başladık, birden
Sumon göğsünden vurulup yere düştü. Ben kaçtım. Sonra gelip Sumon cesedini
yolda yatarken buldum”.
Bloomberg’in
listesine elde edilen servetin diğer yüzü ile ilgili şerh düşmek,
Bangladeş’teki konfeksiyon işçilerinin toplumsal emeğine Walton ailesinin
servetine servet katmak için el konulduğundan bahsetmek gerek. Oraya bir yere
Sumon Mia’nın adını da yazmak şart.
2019
tarihli bir Dünya Bankası raporu ise sekiz milyon Bangladeşlinin artık
yoksulluk sınırının altında yaşamadığını ortaya koyuyor.[6] Bu rapor, esas
olarak yoksulluğun azaldığından söz ediyor ama gerçek bulguları bir biçimde
gizliyor.
Bangladeşlilerin
dörtte biri yoksulluk sınırın altında yaşıyor, yüzde 13’ü ise aşırı yoksulluk
sınırının altında. (Bu noktada yoksulluk ve işçi sınıfı konusunda Bangladeş
Kalkınma Çalışmaları Enstitüsü muhteşem bir analiz ortaya koyuyor.)
Sanjay
Reddy ve meslektaşlarının ortaya koyduğu biçimiyle, yoksullukla ilgili
rakamlara güvenmek mümkün değil, zira devletin verileri tutarsız ve temelsiz.
Dünya Bankası raporu, kırsal bölgelerde yoksulluğun yüzde 90 azaldığını,
kentlerde çalışan işçilerin gönderdikleri paraların ciddi bir canlanmaya sebep
olduğunu söylüyor. Konfeksiyon işçileri ücretlerinin önemli bir kısmını
ailelerine gönderiyorlar ama kendileri yoksulluk koşullarında yaşıyorlar.
Kentlerde aşırı yoksulluk koşullarında yaşayan insanların sayısı Dünya
Bankası’na göre neredeyse hiç değişmemiş. Yoksulluktan çıktığı söylenen bu
sekiz milyonun yüzde 54’ü gerisin geri yoksulluk şartlarına dönmelerine neden
olacak zayıflıkta. Bu da onların yurtdışında veya kentlerdeki konfeksiyon
sektöründe çalışan akrabalardan gelen yardımlara bağlı olduğunu ortaya koyuyor.
Bangladeş’te
ücretlerini makul ölçülerde artırmak isteyen işçilerin gerçekleştirdikleri
gösteriler, dünya genelindeki tasarruf tedbirleri karşıtı gösteri dalgasının
bir parçası. Bu gösterilerde hükümet harcamalarındaki kesintilerin yanı sıra
kamusal ulaşım gibi temel ihtiyaçlardaki artışlar da protesto ediliyor, ayrıca
işçiler için hak talebinde bulunuluyor. Şili’yi, Ekvador’u, İran’ı,
Hindistan’ı, Haiti’yi ve Lübnan’ı, ayrıca Zimbabwe ve Malawi’yi yangın yerine
çeviren bu mücadeleler, sadece rüşvete veya petrol fiyatlarındaki artışa değil,
insanlığın büyük bir kısmını yoksullaştıran yüksek sömürü düzeyi ile tasarruf
tedbirlerinin dayandığı genel çerçeveye karşı.
Bangladeşli
devrimci şair Nazrul İslam (1899-1976) bu hırsızlığı şu öfkeli dizelerle
anlatıyor:
Beton
Diacho? Chup rou joto mithyabadir dal!
Koto pai diye kulider tui koto crore peli bol!
Ücretlerimizi
ödedin mi? Yalancılar çetesi!
Söylesene, sen ne verdin işçiye ne attın keseye!
Şiir,
patronundan dayak yiyen bir işçiyle başlıyor. Bu türden baskılar karşısında
susmayan Nazru’l İslam büyük bir duygu yüküyle şunu söylüyor: “Gözlerimin yaşı
sel oldu. Söyleyin, bu dünyada garipler hep böyle dayak mı yiyecek?” Şair, bu
durumun sonsuza dek devam etmemesini, sömürünün kalıcı olmamasını umuyor.
Yüzyıl önce bir şiirde dil bulan bu umut, bugün tüm olgunluğu ve tüm
samimiyetiyle yeni bir dünya inşa etmek için mücadele veren gençlerde can
buluyor.
Bu
dünya nasıl olmalı peki? “Sömürüye ve zulme karşı olmalı” demek yetmiyor.
Sosyalist gelecek için diri ve zinde bir projenin ortaya konması gerekiyor.
Bizlerin geliştirmek için çabaladığı şey de bu.
Otuz
yıl önce komünist yönetmen, aktör ve yazar Safder Haşmi, Jana Natya Manch isimli
bir grubun parçası olarak sahne aldığı Delhi yakınlarında acımasızca
katledildi. Kıyamet Kopsun isimli oyunlarını Gaziabad’daki belediye
seçimlerinde aday olan Ramanand Jha adına oynuyorlardı. Safder, Kongre Partisi
üyesi çeteler tarafından döve döve öldürüldü (Leftword Yayınevi Delhi’de
Safder’in hayatı ve bizimdeki anlamı ile ilgili olarak, Sudhanva Deşpande
tarafından kaleme alınan muhteşem bir kitap yayımladı.)
Safder
yetenekli, duygulu, zeki, Hindistan Komünist Partisi (Marksist)’e ve
mücadelesine bağlı bir isimdi. Şu şiiri, bu yazının ruhunu gayet iyi
aksettiriyor:
Aaj agar
ye desh salamat
Hai toh mere hi bal se.
Aaj agar mai mar jaaoon toh
Griha yudh hoga kal se
Aao o Bharat desh ke veero.
Aao mujko azad karo.
Eğer
bugün bu ülke güvendeyse
Bizdeki kudret yüzünden.
Eğer bugün ölüyorsam,
Yarın iç savaş başlayacağı içindir.
Gelin Hindistan’ın yiğitleri,
Gelin özgürleştirin beni!
Bu
zulümden kurtarın beni, özgür yarınlara götürün. Safder’in şiirini Santiago
(Şili) veya Port au Prince (Haiti) veya Lilongwe (Malawi) duvarlarına pekâlâ
yazabiliriz. Şiir, ezgilenip Arapça, Swahili, Thai veya Farsça dillerinde
söylenebilir ve hiçbir anlam kaybına uğramadan “Gelin özgürleştirin beni” diye
haykırır.
Sevgiyle,
Vijay Prashad
2 Ocak 2020
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, “Report of the
Mission to Chile”, 30 Ekim-22 Kasım 2019, Ohchr.
[2]
“Bloomberg Billionaires Index”, 10 Ocak 2020, Bloomberg.
[3]
“Ekonomi, Toplum ve Yönetim Raporu, 2019”, Walmart.
[4]
Human Rights Watch, “Bangladesh: Investigate Dismissals of Protesting Workers”,
5 Mart 2019, HRW.
[5]
Sushmita S. Preetha, “Post-mortem of a Worker’s Death”, 18 Ocak 2019, Daily Star.
[6]
“Bangladesh Poverty”, WB.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder