İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD’nin Kasım Süleymani ile Ebu Mehdi Mühendis’in
ölümü ile sonuçlanan ABD saldırılarını övgüyle karşıladı. İki isim de IŞİD’in
yenilmesinde önemli bir rol oynamıştı.
Netanyahu,
“Başkan Donald Trump, kararlılıkla hareket edip güçlü ve hızlı bir adım atmış
olmakla takdiri hak ediyor” dedi.
Aralarında
muhalefet liderlerinin bulunduğu diğer üst düzey İsrailli siyasetçiler de
Amerika’nın saldırısına övgüler düzdüler. Bunlardan biri de ortanın solunda yer
alan İşçi Partisi-Geşer (Köprü) Partisi ittifakının başındaki isim olan Amir
Peretz’di. Peretz, Süleymani’nin ölümü hak ettiğini söyledi ve Trump’a teşekkür
etti.
Peretz’de
gördüğümüz, İran’a yönelik nefret anlaşılır bir duygu. O, 2006’da İsrail’in
Lübnan’ı işgal ettiği dönemde savunma bakanıydı. Lübnan o sene İran’ın
desteğiyle sergilediği direnişle İsrail’e küçük düşürücü bir mağlubiyet
yaşatmıştı.
İsrail
istihbaratına çalışan analizci Yossi Melman ise “ABD’nin gerilimi tırmandırıyor
oluşunu İsrail’in için iyi bir haber” olarak değerlendirdi ve bu sürecin ABD’yi
İsrail’in İran’a ve çıkarlarına saldıracağı gerçekliğe daha fazla
yakınlaştırdığını söyledi.
Ortaya
koyduğu ilk tepki dâhilinde İran dışişleri bakanı Cevad Zarif ise Süleymani’yi
IŞİD ve Kaide ile mücadelede en etkili gücün başındaki isim olarak yüceltti ve
onun öldürülmesini “beynelmilel terörizmin bir eylemi” olarak değerlendirdi.
İsrail
ve bağnaz destekçilerinin mevcut durumu felakete doğru sürükleyen bu hamleden
epey memnun olduklarına hiç şüphe yok.
İpini
Kopartmış Şovenizm
Süleymani
suikastı, IŞİD’in yenilmesine katkı sunan Iraklı milis gücü Hizbullah Tugayı
üyesi yirmiden fazla insanın öldürüldüğü, geçen Pazar gerçekleşen Amerikan
saldırıları ardından gerçekleşti.
Bunun
üzerine, kale gibi korunan ABD büyükelçiliği Bağdat’ta saldırıya uğradı.
ABD,
örgütün Kuzey Irak’taki bir askerî üsse birkaç gün önce roket saldırısı
gerçekleştirdiğini, bu saldırıda Amerikalı bir müteahhitin öldüğünü iddia etti.
Senatör
Ted Cruz, Süleymani’yi öldürdüğü için Trump’a övgüler yağdırdı ve “İsrailli
müttefiklerimiz için uzun zamandır geçmiş olan adaletin tecelli ettiğini”
söyledi.
Irak
savaşına karşı çıkarak koltuğa oturmuş olan Trump, bugünlerde askerî
maceralarını desteklemesini sağlamak için halkı yönlendirme noktasında
seleflerinin başvurduğu benzer türde yalanlara ve abartılı ifadelere sarıldı.
Bunun
ipini kopartmış şovenizmin bir tezahürü olduğuna hiç şüphe yok.
Trump’a
Zımni Destek Sunan Demokratlar
Aşırı
sağın Trump’a destek olması gayet olağan ve beklenen bir durum ama üzücü olan,
Elizabeth Warren gibi ilerici olduğunu söyleyen senatörlerin ve demokratların
başkan adayı Joe Biden gibi eski bir başkan yardımcısının zımni destek sunuyor
olması.
Bunlar
cinayeti eleştiriyorlar fakat önce Süleymani’nin kötü bir insan, tasfiye
edilmeyi hak eden bir cani olduğunu söylüyorlar.
Ama
bunlar, zamanlamayı, süreci ve muhtemel sonuçlarını hiç dert edinmiyorlar.
Bu
insanlar, ABD’nin asker, uçak ve drone gönderip dünyanın her köşesine kendi
iradesini dayatmaya, her yeri bombalayıp Washington’ın yolunu tutmayan
ülkelerin liderlerini öldürmeye ve buraların başına kukla isimler yerleştirmeye
hakkının bulunduğuna dair önkabulü asla sorgulamıyorlar.
Başka
bir ifadeyle bu insanlar, kendilerini davalarına adamış birer emperyalist,
tepeden tırnağa liberal isimler.
Senatör
Bernie Sanders, sürecin Trump eliyle tırmandırılmasının hepimizi Ortadoğu’da
çok sayıda insanın canına ve trilyonlarca dolara mal olacak bir savaşa
yakınlaştırdığı uyarısında bulundu. Gelgelelim Süleymani’nin öldürülmesini
kınamadı.
İran
Kuşatma Altında
Gerçek
şu ki İran, kırk yıldır kuşatma altında ve rejim değişikliğine karşı direniyor.
ABD’nin gücüne ve mezhepsel nefretin yol açtığı körlüğe teslim olmamış gözler
bu gerçeği görüyor.
1979
İslam devrimi ile Şah devrildi, Amerika’ya sadık bir kukla ve İsrail’in
müttefiki olarak hareket eden Şah’ın iktidarı son buldu.
1980’de
Batı, özellikle Birleşik Devletler, İran’ı işgal eden Saddam’a destek verdi.
Sekiz yıllık savaşta yüz binlerce İranlı ve Iraklı öldü.
Amerikalı,
İngiliz, Fransız ve Alman şirketler Irak’a silâh temin etti, kimyasal silâh
imalatı ile ilgili teknik destek sundu (savaştan sonra Saddam bölgesel güç
olmak istedi, bu amaçla 1990’da Kuveyt’i işgal etti. Saddam’ın kendi amaçlarına
hizmet etmediğini düşünen ABD yaptırımlar uyguladı, nihayetinde de Irak’a savaş
açtı.)
11
Eylül sonrası ABD, İran’ın doğu komşusu Afganistan’ı işgal etti. İki yıl sonra
George W. Bush yönetimi İran’ın batısında yer alan Irak’a girdi.
Bush
yönetiminin merkezinde duran neokonlar, sırada Şam’ın ve Tahran’ın olduğunu
büyük coşkuyla dile getirmeye başladılar.
Tüm
bu gelişmeler, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin kaleme alındığı senaryoya
uygun. Bu düşünce kuruluşu, Amerika’nın ve İsrail’in hâkimiyetini güvence
altına almanın bir yolu olarak bölge genelinde rejim değişikliği talep ediyor.
“İran’a
Nükleer Silâhlarla Saldırın!”
Amerikalı
emperyalistlerle müttefik olan İsrail ve destekçileri İran’la açıktan
savaşmanın mümkün olmadığı koşullarda savaşın kışkırtılması fikrine arka
çıktılar.
İsrail,
bilhassa Netanyahu, 2015’teki nükleer anlaşmasını sonlandırmak için yürütülen
çalışmaların başını çekti. Bilindiği gibi İran, o anlaşma ile ekonomik
yaptırımların kaldırılması karşılığında kendi nükleer enerji programının
sınırlanmasını kabul etmişti.
İsrail
ise ekonomik savaşla İran’ın cezalandırılmasını istedi. Bu savaş, sıradan
insanların çile çekmesine ve İran’ın çökmesine sebep olacaktı.
Akademisyen
Greg Shupak’in gözlemiyle,
“ABD ve İsrail’de
planlamacılar, İran’ı bağımsız bir bölgesel güç olduğu için hakir görüyorlar.
İran, güçlü bir orduya ve dış politikaya sahip. Bu imkânlarıyla İran, 1982’de
gerçekleşen işgal gibi gelişmeler dâhilinde ABD-İsrail saldırılarına karşı
Hizbullah’ın Lübnan’ı savunduğu sürece ve İsrail’e karşı sürmekte olan silâhlı
Filistin direnişine, ayrıca ABD’nin desteklediği 2006 tarihli İsrail
saldırısına karşı Lübnan’ın gerçekleştirdiği direnişe maddi destek sundu.”
İran’a
yönelik nefret o kadar yoğun ki İsrail yanlısı milyarder ve Trump ile partisini
fonlayan başlıca isimlerden olan Sheldon Adelson bu ülkeye nükleer silâhlarla
saldırılmasını istedi.
İsrail
saldırılarını yıllardır, İran’ı güçsüz düşürme, mümkünse rejim değişikliğini
gerçekleştirme motivasyonuyla yürüttü. Bu süreç dâhilinde Suriye ve Irak’a
onlarca kez bombalı saldırı düzenledi, İranlı bilim insanlarını katletti.
Gelgelelim,
Shupak’in de ifade ettiği biçimiyle, İsrail’in ana stratejisi, esasen İran’ı
ekonomik açıdan boğma, böylelikle hükümetin yıkılıp nükleer anlaşmasına nazaran
daha fazla dış kontrole tabi kılınması üzerine kurulu. Bilindiği gibi 2018’de
ABD, İran’la imzalanan anlaşmadan çekildiğini açıklamıştı.
İsrail
ise bilindiği üzere, nükleer silâhlara sahip ve İran’dan farklı olarak nükleer
silâhların yayılmasını önleme anlaşmasını imzalamaya karşı çıkıyor,
uluslararası denetimleri kesinlikle kabul etmiyor.
Şunu
görmek lazım: İran’ın askerî bütçesi 13 milyar dolarlık değeriyle mütevazı bir
bütçe.
İran’ın
ABD desteğini arkasına almış olan komşusu Suudi Arabistan bunun beş katı parayı
orduya harcıyor. Öte yandan ABD’de iki parti, el ele 738 milyarlık askerî
bütçeyi onayladı. Bu tutar, İran’ın bütçesinin 55 katı.
Sapkın
Mantık
Hâlen
daha zayıf olan İran gene de önemli başarılar elde etmeyi bildi.
Lübnan
Hizbullahı, 2006’da Lübnan’ı işgal eden İsrail’e önemli bir stratejik
mağlubiyet yaşattı.
Kısa
süre önce İran’ın desteği, General Süleymani’nin öncülüğünde IŞİD Suriye ve
Irak genelinde süpürüldü, örgütün Bağdat’ı almasına mani olundu.
IŞİD
ve Kaide gibi örgütlerin büyümesi ve yayılması, esasen Amerikan savaşlarının ve
müdahalelerinin dolaysız birer sonucu. Bu türden gelişmeler, bölge genelinde
milyonlarca insanı felâkete sürükledi.
Ne
var ki bu örgütler, ABD ve İsrail’in tekerine hiçbir zaman çomak sokmadılar. Bu
iki ülke, söz konusu örgütleri kendi iradelerini dayatma çabası dâhilinde birer
alet olarak gördü.
ABD’nin
Suriye’deki savaşta ateşe benzin dökmek için bu türden örgütlere yaklaşık bir
milyar dolarlık silâh göndermiş olmasının sebebini burada aramak gerekiyor.
İsrail,
Suriye’deki Kaide ile bağlantılı örgütleri bu sebeple silâhlandırıp fonluyor.
2014’te
o dönem başkan yardımcılığı yapan Biden, yenilip yutulamayacak bir gerçeği
kazara açığa çıkarttığı için özür diledi: Bu açıklamaya göre, “ABD’nin
bölgedeki müttefikleri Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap
Emirlikleri’nin Nusret Cephesi ve Kaide gibi örgütlere ve dünyanın başka
yerlerinden gelen cihadî unsurlara yüz milyonlarca dolar ve on binlerce ton
silâh akıtmıştı.”
Biden,
bu desteğin IŞİD’i meydana getirme noktasında önemli olduğunu söyledi.
2016’da
İsrail savunma bakanı Moşe Yalon, İsrail’in ajandasını şu şekilde açıklıyordu:
“Suriye’de IŞİD ile İran arasında bir tercihte bulunmak zorunda kalırsak IŞİD’i
seçeriz.”
Yalon,
tam da bu sebeple 2016’de işgal altındaki Golan Tepeleri’ne İsrail saldırdıktan
sonra IŞİD’den savunma almıştı.
İsrail’deki
bu mantık, en geniş mânâda tüm bölgeye tatbik edilebilir. İsrail’in Suudi
Arabistan’la İran’a düşmanlık üzerine kurulu samimi bir ilişki kurmasını bu
mantıkla açıklamak mümkün.
Columbia
Üniversitesi profesörü Joseph Massad, son dönemde ABD desteğiyle, belirli
Körfez ülkeleri ile İsrail arasında saldırmazlık anlaşmalarının imzalanması ile
ilgili hamlelerin İran’a, Lübnan’a, Suriye’ye, Irak’a ve Filistin’e yönelik
büyük savaşa hazırlık için atılmış birer adım olduğunu söylüyor.
ABD
ve İsrail’in insanî mânâda ne tür bir bedelin ödeneceğine bakmaksızın, İran’la
savaş konusunda neden bu kadar kararlı göründüklerini anlamak için bu sapkın
mantığı idrak etmek gerekiyor.
Ali Ebunima
3 Ocak 2020
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder