Giriş
1979
İran Devrimi ve onu takip eden sürece odaklanmak suretiyle bu makale, dinî
söylemle kitlelerin ekonomik adalet için seferber edilmeleri arasındaki
ilişkiyi incelemektedir. Söz konusu inceleme ise üç önemli gözleme
dayanmaktadır: İlk gözleme göre dinî söylemin belirli biçimleri, şahlık
rejiminin yıkılmasına yol açan toplumsal ve politik seferberliğe ait yöntemler
ve usuller üzerinde önemli bir iz bırakmışlardır. Bunu söylemekse bizim,
devrimci hareketin söylemsel açıdan çok sesli olduğu ve hareketin içerisinde
seküler solcu, milliyetçi ve üçüncü dünyacı söylemlerin bulunduğu gerçeğini
inkâr ettiğimiz anlamına gelmez, burada sadece İslamcılıktan İslamî liberalizme
birçok farklı politik söylem ve bu söylemlerde dinin oynadığı aracılık görevi
üzerinde durulmaktadır. 1979’daki ayaklanma, bazıları itiraz etse de,
çoğunlukla bir “İslam devrimi” olarak adlandırılır, üstelik birçok çalışma,
İslamî ideolojinin bu noktada öncü rol oynadığını söyler (Algar 1983; Arjomand
1988; Dabashi 1993; Esfandiari 1997; Mirsepassi 2000).
İkinci
gözleme göre din, ekonomi düzleminde haklarından mahrum bırakılmış sınıfların
(bilhassa kent yoksullarının) kitlesel olarak seferber edilmesinde, harekete
geçirilmesinde, devrimin başarılı olmasında ve Humeyni liderliğinde bir İslam
cumhuriyetinin kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu tespit, Olivier
Roy’un İslamcıların yoksuldan yana söylemi benimsemiş olmalarının kitlelerin
harekete geçirilmesinde önemli bir araç olarak iş gördüğüne dair kanaatiyle
(Roy 1994: s. 56) ve Fred Halliday’in devrim sonrasında yeniden dağıtımla
alakalı tedbirlerin kent yoksulları arasında yeni rejime yönelik desteği
artırdığına dair tespitiyle uyumludur (Halliday 1983: s. 36).
Üçüncü
gözlem ise bazı ekonomistlerin (Alizadeh 2000; Salehi Esfahani 2005;
Salehi-Isfahani 2009) detaylı bir biçimde ortaya koydukları bir husus olarak,
İslam Cumhuriyeti’nin ilk on yılında yoksulların koşullarının iyileştirilmesi
ve ekonomik adaletin sağlanması konusunda önemli bir dizi adımın atılması ile
ilgilidir.
Birlikte
ele alındığında bu üç gözlem, esasen belirli koşullarda ekonomik adalet
konusunda kitlelerin harekete geçirilmesi ile dinî söylem arasında olumlu bir
ilişki kurulabileceğini söylemektedir. Ama bu, 1979 devriminin sadece ekonomik
kaygılar sebebiyle tetiklendiği veya kendi bütünlüğü dâhilinde toplumsal ve
ekonomik adalet için mücadele eden bir kitle hareketinin eseri olduğu anlamına
gelmez. Şahlık karşıtı harekette mevcut olan söylem ve talep çokluğunu inkâr
etmeyen makale, temelde dinin aracılık ettiği söylemlerle devrimci ayaklanmanın
oluşumunda ve devrim sonrası devletin önceliklerinin biçimlenmesinde
toplumsal-ekonomik adalet talepleri arasındaki bağ üzerinde durmaktadır. Başka
bir ifadeyle, bu makaledeki ana önerme şudur: yetmişlerin sonu ve seksenlerin
başında dinî söylemin özel aktarım kanalları, ekonomik haklarından mahrum
bırakılmış sınıfların harekete geçirilmesi noktasında önemli bir işlev görmüş,
sonrasında bu seferberlik de devrim sonrasında kurulan devleti adil bir toplum
inşa etme noktasında gerekli adımları atmaya mecbur etmiştir.
Asef
Bayat’ın 1997 tarihli kitabı Street Politics: Poor People’s Movements in
Iran [“Sokak Siyaseti: İran’da Yoksul Halk Hareketleri”] ilgili dönemde
yaşanan politik dönüşümlerde ekonomi düzleminde ötekileştirilmiş sınıfların
rolü konusunda en kıymetli çalışmalardan biridir hâlâ. Bayat’ın ortaya koyduğu
biçimiyle devrimin nihai aşamasında kent yoksulları, Humeyni liderliğinde
hareket eden İslamcı güçler eliyle etkin bir biçimde harekete geçirilmişlerdir.
Bu seferberlik hâli, devrimin başarısında ayrıca İslam Cumhuriyeti’nin
kuruluşunda önemli bir etkiye sahiptir. Bayat’ın tespitiyle, kent yoksullarının
Humeyni liderliğinde harekete geçmelerini sağlayan ana faktör ise Humeyni’nin
yoksuldan yana duran güçlü bir dili benimsemiş olmasıdır.
“Yoksullar, İslam
Cumhuriyeti’nin bayrağı altına hareketin liderinin güçlü bir mustazaf yanlısı
dili benimsediği son aşamada toplandı ve bu süreç, devrimi takip eden ilk aylar
boyunca devam etti.” (Bayat 1997:s. xvi).
Ekonomik
haklarından mahrum bırakılmış sınıfların harekete geçirilmesinin muhtelif
aşamalarını ve tarzlarını belgeleyip analiz etmesiyle ayrıntılı ve öğretici bir
çalışma olarak Bayat’ın kitabının temel kusuru ise onun dinin aracılık ettiği,
ekonomik adalet ile ilgili söylemlerin çoklu, heterojen yapısını dikkate
almaması ve mustazaftan, ezilenden yana söylemi ilk geliştirenin İslamcılar
olmadığı üzerinde durmamasıdır. Esasında İslamcılar mustazaf yanlısı dili
ilerleyen süreçte benimsemişlerdir. Bu dili ilk olarak geliştirip
popülerleştiren, İslamcılığa rakip bir akım olarak, “Şii kurtuluş teolojisi”dir
(Campo 2009:680).[1]
Esasen
İran’da Şiiliğe ait bir dinî akımı tarif ederken “kurtuluş teolojisi” terimini
kullanmak pek alışıldık bir durum değildir. Terim, tarihsel planda Gustavo
Gutierez, Ernesto Cardinal ve Oscar Romero gib önemli isimlerin öncülük
ettikleri, yirminci yüzyılın ikinci yarısında Latin Amerika’daki Katolik
kiliselerinde ortaya çıkmış bir akıma işaret etmektedir. Her ne kadar Latin
Amerika’daki Katolik kiliselerinde bu akım, özel bir içerikle yorumlanmış ve bu
bölgedeki hareketlerle beslenmişse de Şiiliğe ait bir dinî akımı kurtuluş
teolojisi olarak anmamı esas sağlayan, son dönemde terimin benzer hareketlere
atıfla kullanılmış olmasıdır. Siyah Amerikan kurtuluş teolojisinin (Cone 1969,
1970) yanında başka dinlere ait kurtuluş teolojisi akımlarından da söz edilmektedir:
Yahudi kurtuluş teolojisi (Ellis 1987), Budist kurtuluş teolojisi (Cabezón
1996), Hindu kurtuluş teolojisi (Rambachan 2015) ve Müslüman kurtuluş teolojisi
(Engineer 1990; Abu-Rabi᾿ 1996; Dabashi 2008, Kassab
2010).[2]
Tüm
bu hareketin üç ortak özelliği bulunmaktadır: ilki, bu hareketlerin kendi
dinlerine ilişkin kitabî yaklaşımlarından kopmaları ve onları radikal bir
üslupla reforma tabi tutuyor olmalarıdır; ikinci özellik, hareketlerin
ezilenlerle kurdukları, bağlılığı esas alan ahlakî ilişkiyi çıkış noktası
almalarıdır; üçüncü özellikse, bunların Marksist/sosyalist düşüncelerden şu
veya bu şekilde etkilenmiş olmalarıdır.
Humeyni
çizgisinin savunduğu Şii İslamcılığı ile Ali Şeriati’deki Şii kurtuluş
teolojisi arasında kimi benzer yanlar mevcuttur. Her iki söylem de 1953 darbesi
sonrası milliyetçi hareketin yaşadığı yenilgi bağlamında, Pehlevi devletinin
ülkeyi yukarıdan aşağıya Batılılaştırdığı ve laikleştirdiği, İran’ın İslam
öncesi geçmişini göklere çıkarttığı tarihsel bağlamın içinden çıkmıştır. Bu
özel ortam dâhilinde İslamcılar da kurtuluş teologları da dinin yönlendirdiği
kitlelerle buluşmaya ve şahın otoriterliği yanı sıra Batı emperyalizmine aynı
anda karşı çıkmaya çalışmıştır.
Yirminci
yüzyılın ortalarında Şii İslamcılığı ile Şii kurtuluş teolojisinin yaşadığı
yükselişi dinin dünya genelinde kamusal hayata geri dönüşü üzerinden de okumak
mümkündür. Latin Amerika’da Katolik kurtuluş teolojisinin sahneye çıkışı,
ayrıca Kuzey Amerika ile Doğu Asya’da yeni dinî hareketlerin oluşması, bu geri
dönüşün somut ifadeleridir.
Şii
İslamcılığı ile Şii kurtuluş teolojisi arasında içerik ve bağlam açısından
örtüşen kimi yönler bulunmaktadır. Ama bu bizi, iki söylem arasında varolan
önemli bir dizi farklılığı incelemekten alıkoymamalıdır.
Mehdevi’nin
de dediği gibi, Humeyni ve Şeriati’deki devrimci İslam anlayışı “aynı yatakta
görülen iki ayrı rüya” gibidir (Mahdavi 2014: s. 25). Bazı akademisyenlerse
ikili arasında önemli bazı karşıtlıkların olduğunu söylemektedirler. Genelde bu
birbirinden farklı söylemler, tek bir İslamcı hareketin solcu ve sağcı
sütunları olarak değerlendirilmektedir (Bayat ve Baktiari 2002: s. 311;
Mohammadi 2015: s. 75). Oysa bu türden kategorik ayrımlar kavramsal açıdan
indirgemecidirler ve analize hiçbir fayda sağlamazlar.
Dolayısıyla
mustazaf yanlısı iki ayrı söylemin kendilerini ortaya koyma biçimlerini
tartışmazdan önce Şii kurtuluş teolojisi ile Şii İslamcılığı arasındaki ayrım
noktalarına bakmak gerekir.
Bir
Kavramsal Ayrım Önerisi
Bana
kalırsa İslamcılık, Euben ve Zaman’ın ifadesiyle, amacı şeriatı devletin
failliği aracılığıyla uygulamak olan dinî bir ideolojidir (Euben ve Zaman 2009:
s. 11).[3] Bu tanım, Tibi’nin İslamcılığı şeriata dayalı İslam nizamını kurma
çabası içinde olan dinselleştirilmiş ideoloji tanımıyla (Tibi 2008: s. 44) ve
McCarthy’nin İslam nizamını şeriat temelinde kurmak için devletin kontrolünü
savunan politik ideoloji tanımıyla örtüşmektedir (McCarthy 2015:s. 448). Benzer
bir anlayışı İslamcılığı, şeriatı uygulayan hükümet olarak anlaşılan İslamî
hükümeti kurmanın gerekli olduğu fikrini dillendiren politik ideoloji olarak
tanımlayan İsmail’de de bulmak mümkündür (Ismail 2011: s. 17).
Bu
isimlere bir deİslamcılığı ana meselesi İslam devletini kurmak veya şeriatı ve
ahlak kurallarını uygulamak olan bir hareket olarak tanımlayan Bayat’ı
ekleyebiliriz (Bayat 2007: s.15). Esasında Bayat ve başka isimlerin ifade
ettiği biçimiyle bir din devleti kurmayı ve şeriatı uygulamayı esas alan proje,
bize İslamcılıkla post-İslamcılık arasındaki temel ayrım çizgisini vermektedir.
Post-İslamcılık, kamusal alanda İslamî sembolizmden yararlanan, ayrıca İslam
devletini reddedip bunun yerine demokratik politik nizama onay veren politik
söylemlere ve hareketlere işaret eder (Bayat 2007: s. 5; Mahdavi 2013: s. 194).
Şii
İslamcılığı ile Şii kurtuluş teolojisi arasındaki ilk ve en önemli farklılık,
ilkinin İslam devleti kurma davasını savunması, ikincisinin dinî devlet
anlayışına itiraz edip demokratik yönetime destek sunması ile ilgilidir.
Şii
İslamcılığının lideri olarak Humeyni, İmam Mehdi gelene dek İslam devletinin
kurulmaması gerektiğine ilişkin Şii inancını reddetmiştir. Velayet-i fakih
anlayışı dâhilinde kendi teokratik devlet anlayışını ortaya koyan Humeyni, İmam
Mehdi’nin gaybda olduğu dönemde İslam devletini kurma ve “şeriatın kutsal
yasaları”nı uygulama sorumluluğunu ulemanın sırtına yükler. Bu da devletin
liderinin İmam’la aynı yetkilere sahip olmasını gerekli kılar. Ayrıca Humeyni,
fakihin yurttaşları yönetmesini bir yetişkinin bir çocuğu gözetim ve muhafaza
altına almasına benzetir (Khomeini 1996 [1971]: s. 45).
Spektrumun
diğer ucunda duran Şii kurtuluş teologları ise çoğunlukla yurttaşların devletin
işleri ve idaresinin kontrolünü ellerinde bulundurma hakkı üzerinde dururlar.
Muhammed Nahşab’a göre tüm ilerici toplumsal ve politik mücadelelerin müşterek
paydası, demokrasiyi tesis etmektir (Nakhshab 2001: s. 174). Ali Şeriati,
demokrasiyi özgürlükçü mücadelelere tanık olan yüzlerce yıllık dönemin bir
çıktısı olarak yüceltir (Shariati 1970: sayfa numarası yok -sny), ayrıca icma
ile şura ilkelerine başvurarak demokratik yönetimin İslam’a uyumlu olduğunu
iddia eder (Shariati 1966: sny.). Esasen “gayb dönemini demokrasi dönemi”
(Şeriati’den aktaran Akhavi 1988: s. 416) olarak anmak suretiyle Şeriati, bir
açıdan bakıldığında Humeyni’nin velayet-i fakih anlayışına itiraz eder. Devrim
öncesinde kaleme aldığı bazı yazılarında dinî devlet anlayışına olumlu yaklaşan
Seyyid Mahmud Talegani bile (Dabashi 1993: s. 231–233, 253–254), devrim
sonrasında bu tutumunu gözden geçirir ve dinî bir kisveye bürünmüş despotizmin
içe sızacağı uyarısında bulunarak politik iktidarın merkezîleşme ihtimalini
ortadan kaldırmak adına demokratik seçimlere tabi yerel konseylerin
oluşturulması önerisini dillendirmiştir (Afary 1987: s. 282; Akhavi 1988: s.
423).
Yukarıdaki
hususla yakından bağlantılı diğer bir farklılık ise, Şii kurtuluş teolojisinin
molla hareketi olan Şii İslamcılığının aksine mollaların İslam üzerindeki
hâkimiyeti kırma çabası içinde olmaları ile ilgilidir.[4] Humeyni’nin velayet-i
fakih teorisi ise mollaların hâkim olduğu politik nizamın oluşumunu şart
koşmaktadır. Fakihin elindeki yetkilerin mutlak olmaması gerektiğine inanan
Hüseyin Ali Muntazeri gibi ılımlı İslamcılar bile hakiki İslamî kurumların
kurulmasını ancak ulemanın güvence altına abileceğini söyler (Reda 2014: s.
130). Aynı şekilde, mollaların yürütmede ağırlıklı bir yere sahip olmasına
karşı çıkan Murteza Mutahhari (Motahhari 1993 [1979]: s. 186), ideolojik
liderliğin ve ülkenin genel yönelimini belirleme görevinin mollaların elinde
olması gerektiği üzerinde durur:
“Liderlik, İslam kültürü
konusunda önde olan, Kur’an’ı her yönüyle bilen, İslam çalışmalarına, İslam
geleneğine ve fıkhına aşina olan kişilerin uhdesinde olmalıdır, bu sebeple
İslamî harekete sadece mollalar liderlik edebilir” (Motahhari 2003 [1979]: s. 69).
Şii
kurtuluş teologları içerisinde önde gelen isimlerden biri olan Nahşab,
mollaları yoksulların çilesini görmedikleri ve körü körüne taklidi esas
aldıkları için eleştirir (Nakhshab 2001: s. 22). Bu noktada Şeriati daha sert
bir dile başvurur ve mollaları “ideolojik uyuşukluğun failleri” olarak tanımlar
(Shariati 1974: sny.) ve “Allah”ı mollaların o berbat ve iç karartıcı
mezarlığından kurtarmaları için devrimci aydınlara çağrıda bulunur (Shariati
1967: sny.) ayrıca din adamlarının iktidar olduğu din devletinin tüm zulümlerin
anası olduğunu söyler (Shariati 1970: sny.).
Başka
bir yerde ise Şeriati, din adamlarından arındırılmış bir İslamî teolojinin (eslam
menhay-e akhund) savunulmasının gerekli olduğundan söz eder ve bu dinî
yaklaşımı “insanları taklitçi ve birer kör mürit olmayı öğreten dinî kurumların
sınırlarından imanı kurtarma çabası” olarak tanımlar (Shariati 1972: sny.). Bu
türden görüşleri üzerinden bazı yorumcular, Şeriati’yi din adamı sınıfı karşıtı
Müslüman düşünür olarak anmışlardır (Halliday 1996: s. 225). Bu karışıtlık, üst
düzey bir molla olarak Talegani için geçerli değilse de onun bazı takipçileri,
bilhassa Halkın Mücahidleri’ni kuranlar, söz konusu karşıtlık üzerine kurulu
siyaseti benimsemişlerdir (Abrahamian 1989: s. 46). Abrahamian’a göre
Talegani’deki dinî ve politik eylemlilikte amaç, mollalara ait tekeli kırmak ve
ilk dönem İran Şiiliğine ait ilerici fikirlerle Avrupa sosyalizminin ılımlı
yönlerini cem eden, din adamı olmayan kesimlerin hâkim olduğu modern bir
İslam’ı kurgulamaktır (Abrahamian 1980: s. 9).
Yukarıda
belirtilen iki hususla bağlantılı olan ve kurtuluş teolojisini İslamcılıktan
ayıran üçüncü bir husus daha vardır. Söz konusu farklılıksa fıkıhla alakalı
yaklaşımlarda kendisini ortaya koymaktadır. Euben ve Zaman’ın da ifade ettiği
biçimiyle, her ne kadar İslamcılar apolitik geleneksel ulemayı eleştiriyorlarsa
da onlardaki fıkıh ve şeriat yorumu geleneksel yorumlara benzer (Euben ve Zaman
2009: s. 11). İran bağlamında Humeyni, ulemadaki eylemsizliği savunan görüşleri
kıyasıya eleştirse de fıkıh konusunda o da az çok geleneksel olan bir yorumu
benimsemektedir.[5] Dolayısıyla, Engineer’ın da tespit ettiği biçimiyle
Humeyni’de İslam, Şeriati’nin İslam’ına aykırı bir biçimde, modernist bir
yönelimden mahrumdur (Engineer 1990: s. 168). Bu tespit üzerinden İslamcılığın
İslam fıkhına dair muhafazakâr okumaya meyilli olmasına karşın Şii kurtuluş
teolojisinin fıkıh geleneği konusunda eleştirel, reformist ve açık uçlu bir
konum aldığını söyleyebiliriz. Belki de Şii kurtuluş teolojisi (bilhassa Nahşab
ile Şeriati’nin dile getirdiği yorumlar) tam da bu özelliği sayesinde İslam ile
sosyalizm ve Marksizm gibi din dışı düşünce geleneklerini yaratıcı bir biçimde
sentezleme imkânı bulur.[6]
İlk
Mustazaf Yanlısı Söylem: Kurtuluş Teolojisi
İran’da
Şii kurtuluş teolojisi, Hüdaperver Sosyalistler Hareketi’ni kuran üniversite ve
lise öğrencilerinden oluşan dinî ve politik örgütün oluştuğu kırklı yılların
ortalarında ortaya çıktı. Grubun lideri ve ideologu olan Muhammed Nahşab, Şii
öğretileriyle modern Avrupa sosyalizmini bir araya getirmeye dönük entelektüel
gayrete öncülük eden, yetenekli bir politik örgütçüydü. Kasım 1951 tarihli bir
yazısında İslam’ı “sosyalist bir din” olarak tarif eden Nahşab, O’nun barış ve
sosyal adaleti bir araya getirdiğini, hâkim sınıfsal yapıyı dönüştürüp en güçlü
ve en zayıf kişilerin aynı maddi koşullarda yaşayacağı sınıfsız toplumu meydana
getirebileceğini söylüyordu (Nakhshab 2001: s. 20). İslam’ın belirli özel
mülkiyet biçimlerini kabul ettiğini söyleyen Nahşab, fıkıhtaki mülkiyet
ilkesini servetin yeniden dağıtımı önerilerinin karşısına çıkartan âlimleri
topa tutmaktaydı. Zarar denilen başka bir fıkhî ilkeyi hatırlatan Nahşab,
İslam’da özel mülkiyetin ancak (a) adil kazanç ürünü olduğu, kişinin kendi
emeği üzerinden kazanıldığı ve (b) kazancın biriktirilmesinin başkalarına zarar
vermediği veya onları olumsuz bir duruma sokmadığı koşullarda korunabileceği
tespitini yapmaktaydı (s. 20). Kasım 1952 tarihli başka bir risalesinde ise
İran’da çiftliklerin feodal ağalardan oluşan küçük bir sınıfın tekeline
girdiğini, İslam’da emeğin mülk sahipliğinden daha önemli olduğunu söyleyen
Nahşab, tarım arazilerinin bir toprak reformu programı ile yeniden dağıtılması
çağrısında bulundu. Bu tespitini ise Şiiliğin altıncı imamı Cafer-i Sadık’a
atfedilen “gasp edilen arazide yetişmiş bile olsa ürün çiftçiye aittir” sözüne
dayandırmaktaydı (s. 194). Aralık 1952 tarihli başka bir çalışmasında ise
Nahşab, tüm ilerici Müslümanların görevinin İslam’ın eşitlikçi ruhunu
canlandırmak ve her daim mazlumlar adına zalimlere karşı verilen mücadeleye
bağlı olunmasını isteyen İmam Ali’nin örnekliğini takip etmek olduğunu
söylüyordu (s. 113).
Genç
yaşlarında Hüdaperver Sosyalistler Hareketi’ne katılan Şeriati, Nahşab’ın
sosyalizm ve Şiilik sentezini genişletti. Onun İslam’ın köken itibarıyla
sosyalist bir din olduğuna ilişkin görüşünü benimseyen Şeriati, tüm İslam ve
Şiilik tarihini yeniden okuma görevini üstlenip Muhammed, Ali ve Ebuzer
Gifari’nin savunduğu eşitlikçi fikirlerden Müslümanların neden uzaklaştıklarını
ortaya koymaya çalıştı.[7] Şeriati’ye göre her ne kadar İslam ilk başta
sınıfları ve toplumsal katmanlaşma sürecinin başka biçimlerini ortadan
kaldırmayı vaat eden toplumsal bir isyan olarak ortaya çıkmışsa da İslam’ın
kurumsallaşması kısa süre içerisinde gerici ve baskıcı bir akımın ortaya
çıkmasına neden oldu (Shariati 1977b: sny.). Bu bağlamda Şiilik, materyalizme,
israfa, sınıf temelli imtiyazlara ve paraya tapanlara karşı muhalefetin öncü
sesi hâline geldi (Shariati 1977a: sny.).
Ne
var ki Safevi hanedanlığının ortaya çıkışıyla birlikte Şiilik de kendi içinde
benzer bir akımın oluşmasına neden oldu ve Şii fıkhı Sultan’ın tahtına biat
etti (Shariati 1977b: sny.). Şeriati’nin kanaatine göre Şii ulemanın dinî
inançtaki eşitlikçi idealleri tümüyle terk etmesi, ekonomi alanıyla ilgili
konulara dair fetvalarda karşılık buldu. Bu fıkıh, küçük burjuva ekonomi
dâhilinde, sömürücü üretim ilişkilerini meşrulaştırılmak için kullanıldı
(Shariati 1977a: sny.). Nahşab gibi Şeriati de fıkıhtaki mülkiyet ilkesini
sermayenin çıkarlarını savunmak için kullanılmasına karşı çıktı ve ilerici bir
fakihin elinde mülkiyet ilkesinin (taslit) kölelerin, köylülerin ve
işçilerin eline teslim edilecek bir silâh hâline gelebileceğini, zira bu
ilkenin “işçilerin ürettiği artı değer işçiye dönmelidir” dediğini söyledi.
Şeriati, aynı zamanda zarar ilkesinin de başkalarını sömürmek suretiyle zarara
yol açan ekonomik faaliyeti yasaklamayı şart koşmak için kullanılabileceği
iddiasındaydı (Shariati 1977b: sny.). Şeriati yoksul kitlelerden söz ederken
Kur’an’da geçen mustazafin ifadesine başvuruyordu. Bu noktada “Biz
istedik ki mustazaflara lütufta bulunalım, onları önder ve varis kılalım”
diyen Kasas suresinin beşinci ayetine atıfta bulunan Şeriati, zalimle mazlum
arasındaki tarihsel çelişkinin mazlumların zaferiyle nihayete ereceğine, zulme
ait tüm sistemlerin çökeceğine ve sınıfsız bir toplumun kurulacağına inanıyordu
(Shariati 1969: sny.).
Talegani’nin
üst düzey bir din adamı oluşu, onu Şii kurtuluş teologu olarak görmemize mani
olsa da Talegani’nin yoksulların davasını savunması, radikal bir topumsal
değişimi desteklemesi ve İslam’ı eşitlikçi, demokratik bir yoruma tabi tutması,
onu Nahşab ve Şeriati’ye yakınlaştırdığını söylemek gerekir. Afary’nin de
işaret ettiği biçimiyle Talegani’nin söylemi, aynı zamanda İslamî sosyalizmi
kapitalizmle Sovyet tarzı komünizm arasında üçüncü bir yol olarak gören birçok
Müslüman Arap solcunun söylemiyle ortaklaşmaktadır (Afary 1987: s. 282). İlk
olarak 1965 yılında yayımlanan İslam ve Mülkiyet kitabında Talegani,
İslam’ın öğreti noktasında kapitalizmle çeliştiğini söyler ve “kimi örneklerde
İslam fıkhında kapitalizmin izlerini bulmak mümkünse de bunun sebebi kapitalist
hegemonyanın çevresel etkisidir” der (Taleqani 1983: s. 147). Nahşab gibi Talegani
de İslam’ın özel mülkiyete doğrudan karşı çıkmadığını ama O’nun halkın refahını
artırmak adına özel mülkiyete belirli kısıtlamalar getirdiğini söyler. Ona göre
“bu kısıtlamaları aşmak, servetin belirli ellerde yoğunlaşmasına, sömürüye ve
sınıfsal farklılıkların derinleşmesine sebep olur” (s. 71). Talegani’nin
değerlendirmesinde İran’da ve başka Müslüman ülkelerde sınıfsal ayrışmalar,
İslam ekonomisinin değil İslam’ın eşitlikçi öğretilerinden uzaklaşmanın bir
sonucudur. Talegani, aynı zamanda Şii âlimlere Kur’an’daki adalet ilkesine geri
dönmeleri ve Şii fıkhını kapitalizmden sızan unsurlardan kurtarma çağrısında
bulunur (s. 147-8).
Şii
kurtuluş teolojisinin din dolayımıyla ortaya koyduğu politik devrimcilik ve
savunduğu ekonomik eşitlikçilik fikri 1979 devrimine uzanan dönemde kent
yoksullarının önemli bir bölümünü etkiledi. Bu dönemin en önemli politik
örgütlerinden biri olan Halkın Mücahidleri, Şii kurtuluş teolojisinin
geliştirdiği görüşlere sırtını yasladı. Örgütün üç kurucusu içerisinde yer alan
Muhammed Hanifnejad ve Said Muhsin, altmışların başlarında Talegani’nin
etkisine girmiş isimlerdi. Bu kişiler, örgütün ilk çekirdeğini 1965 yılının
Eylül ayında oluşturdular. Bu dönemde örgüt üyelerinin ilk okuduğu ve
tartıştığı kitapların arasında Şeriati’nin ve Talegani’nin eserleri bulunuyordu
(Abrahamian 1989: s. 88). Halkın Mücahidleri’ne ek olarak, yoksullardan yana,
sosyalist aynı zamanda İslamî söylemi benimsemiş başka örgütler de kuruldu. Ali
Şeriati’nin takipçileri, Mazlumların İştiyakı, Devrimci Muvahhidler ve Müslüman
Sosyalistler Şûrası gibi örgütler kurdular. Muhammed Nahşab’a destek olan
isimlerse esas olarak örgütte toplaştılar: Müslüman İran Halkının Devrimci
Hareketi ve Mücahid Müslümanlar Hareketi.
İkinci
Mustazaf Yanlısı Söylem: İslamcılık
Şii
kurtuluş teolojisinin 1940’ların ortasında ortaya çıktığı günden beri üzerinde
durduğu temel ilke, yoksullara yönelik ahlakî bağlılıktı. Buna karşın
Humeyni’nin geliştirdiği Şii İslamcılığına ekonomik adaletle ilgili meseleler,
bir miktar geç ve belli ölçüde stratejik bir unsur olarak eklendiler. Ervand
Abrahamian’ın da ifade ettiği biçimiyle Humeyni, ilk yazılarında mustazafin
terimini nadiren kullanıyordu, bu kullanım da Kur’an’da ifade edilen “aciz” ve
“boynu bükük” müminleri, özellikleri yetimleri, dulları ve zihinsel engelli
kişileri ifade etme amacını güdüyordu (Abrahamian 1993: s. 27). Ama Humeyni’nin
söylemi, yetmişlerde, onun Halkın Mücahidleri’nden ve Ali Şeriati’den
kavramlar, dil ve imgeler ödünç aldığı dönemde dönüştü. Bu dönemde Humeyni, mustazafin
terimini sömürülen ve ezilen kitleleri ifade etmek için kullandı (s. 47).
Abrahamian’ın tespitiyle Humeyni, bu yoksul yanlısı söylemi ve sömürüye,
sınıfsal çatışmalara işaret eden dili benimsediği için iktidara gelmişti (s.
27). Asef Bayat ise solun toplumsal ve ekonomik adalet söylemini başarıyla
sahiplenmek suretiyle Humeyni ve İslamcılar, ekonomik düzlemde haklarından
mahrum edilmiş sınıflar arasında kendi iktidarları için gerekli toplumsal
tabanı oluşturmayı bildiler (Bayat 1997: s. 43).
Vaazları
tarihsel sırasına göre analiz edildiğinde devrimden sonra eşitlik vaatlerinin
Humeyni’nin söyleminde sabit bir unsur hâline geldiği görülür. Bu vaazlarda
Humeyni, İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yoksullar adına kapitalist sınıfa
karşı yürütülen cihadın parçası olduğunu söyler. 28 Temmuz 1987’de Mekke’ye
giden hacılar için kaleme aldığı mesajda Humeyni, devlet yetkililerine
yalınayaklılara, gecekondularda yaşayanlara, tüm mustazaflara servet
biriktiren, mülk sahibi olanlara göre öncelik verilmesi çağrısında bulunuyordu.
Humeyni,
Pehlevi hanedanlığını deviren devrimci hareketi yoksulla zengin arasında süren
cihad üzerinden tarif etmekte ve “fırsatçıların, iktidardan hak talep edenlerin
devrimimizin ana mesajını tahrif etmelerine mani olunmalıdır. Bu cihad, küfrü
ve yoksulluğu ortadan kaldırmak içindir” (Khomeini 2010a: s. 333) demekteydi.
Aynı mesajda Humeyni, ayrıca mollalara ve devlet yetkilileriyle idarecilerine
zenginlere ve varsıllara değil, yoksullara ve gariplere dost olmaları, onlarla
kaynaşmaları, bu insanların ihtiyaçlarını karşılamak için uğraşmaları
talimatını veriyordu. Ona göre kapitalistlerle samimi olmak, İslam’ın ana
mesajından ve devrimin ideallerinden sapmak demekti (s. 341).
Humeyni,
Şubat 1989’da mollalar için kaleme aldığı mesajda daha radikal bir dile
başvuruyor, “kendini davaya adamış (devrimci) mollalar, halkın kanını sülük
gibi emen açgözlü kapitalistlerin kanını dökecek, onlara karşı sürdürülen
mücadeleye asla son vermeyecektir” diyordu (Khomeini 2010b: s. 276).
Humeyni
dışında devrimden hemen sonra İslam devletini toplumsal adaleti ve ekonomik
eşitliği güvence altına alacak ana güç olarak gören başka İslamcılar da vardı.
Abrahamian’ın “İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın başmimarı” olarak nitelediği
Seyyid Muhammed Beheşti, bu isimlerden biriydi (Abrahamian 1993: s. 43).
Bir
vaazında İslam’ın adalet ilkelerini tartışan Beheşti, bu tür ilkeler üzerine
kurulu bir toplumda midelerin dolu olacağına, kimsenin aç yatmayacağına,
hastaların tıbbi tedaviden yararlanacağına, doktorsuz ve ilâçsız insan
kalmayacağına, herkesin başını sokacağı bir yuvası oacağına, evsiz kimsenin
olmayacağına işaret ediyordu (Beheshti, tarihsiz: sny.).
Yetmişlerin
sonu, seksenlerin başında eşitlikçi bir İslamcılık akımını savunan bir isim de
Humeyni’nin güvendiği öğrencilerinden ve etkili bir din adamı olan Murteza
Mutahhari’ydi.
Mart
1979’da Tahran’daki Fereşte Camii’nde (Şah’ın devrilmesinden birkaç hafta
sonra) verdiği vaazda Mutahhari, sosyal adaleti İslam devletinin ana önceliği
olarak tarif etti (Motahhari 2006 [1981]: s. 147) ve bu devletin temel
hedefinin İmam Ali’nin adaletini tesis etmek olduğunu söyledi (s. 153). Şii
kurtuluş teologlarının sözlerine benzer sözler sarf eden Mutahhari, İslam’ın
doğası gereği kapitalizmle uzlaşmaz olduğunu, ekonomik ilkelerinin bir tür
ahlakî sosyalizmi gerçek kılmanın araçlarını ve yöntemlerini sunduğunu ifade
etti (s. 155).
İslamcıların
yeni yeni benimsedikleri yoksuldan yana söyleme uygun olarak, devrimi takip
eden ilk yıllarda İslam Cumhuriyeti, eşit bir toplum kurma amacını güden bir
dizi tedbir aldı. Bu tedbirlerden biri de kentlerde ve köylerde milyonlarca
yoksula elektrik, temiz su, sağlık hizmeti ve okul götürülmesini, aynı zamanda
temel ürünlerde sübvansiyonları öngören bir sitemi içeren kapsamlı bir
programın yürürlüğe konulması ile ilgiliydi. Yoksuldan yana olan diğer bir
tedbir dâhilinde devlet, yoksullara kamusal hizmetlerin sunulmasını sağlayacak
özerk bir dizi vakıf (bünyad) kurdu. Devrim sonrası dönemin genel
bağlamı dâhilinde bu yeni kurulan vakıfların bazıları, bugün de yoksulların ve
işçilerin hareketliliğini koordine etme noktasında kullanılmaktadırlar.
Önemli
bir ekonomistin bu tedbirlerle ilgili olarak yaptığı tespite göre 1979 devrimi,
oldukça başarılı bir yoksullukla mücadele girişimi olarak, Pehlevi döneminde
görülen yoksulluk oranlarını önemli oranda düşürmüştü (Salehi-Isfahani 2009: s.
7).
Sonuç:
Bu Yol Kurtuluş Teodisesine mi Çıkar?
Bu
makalede incelenen iki ayrı mustazaf yanlısı söylem arasındaki ayrımlar neden
önemli? Kanaatime göre bu farklılıkların belirlenmesi, bize devrimin iç
dinamiklerine ve sonrasında yaşanan olaylara dair daha kapsamlı ve daha net bir
resim sunacaktır.
Şahlık
karşıtı hareket dâhilinde öne çıkan güçlerin ve söylemlerin sahip olduğu
çoğulluk, bize İslamcılığın hegemonyasının 1979 Devrimi’ne uzanan süreçte
kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak bir sonuç olmadığını söylemektedir. Ama gene
de şu gerçeği görmek gerekmektedir: İslamcılar, hâkim güç olarak ortaya çıkmayı
ve kırk yıl iktidara kalmayı bilmişlerdir. Makalenin sonunda İslamcılık ve
kurtuluş teolojisinin seyrine ve devrim sonrası dönemin genel bağlamına ilişkin
düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Kuruluşundan
kısa bir süre sonra İslam Cumhuriyeti, dinî ve seküler sol akıma mensup güçler
gibi muhtemel rakiplerini ortadan kaldırma yoluna gitti. Tortured
Confessions [İşkencede Alınmış İtiraflar] isimli çalışmasında
Abrahamian, Haziran 1981-Temmuz 1988 arası dönemini “terör dönemi” olarak anar
ve bu dönemde İslamcı devletin dinî sol örgütlere ve seküler sol örgütlere
mensup binlerce kişiyi idam ettiğini söyler. Bu şiddetten nasibini en çok
Halkın Mücahidleri alır. Mazlumların İştiyakı gibi Şii kurtuluş teolojisine
mensup küçük örgütler bile baskı görürler (Abrahamian 1999: s. 130).
Bu
güçler, devrimin ikinci on yılında da baskı görmeye devam ederler. Doksanların
başında Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı rapor, Şeriati yanlısı örgütlere
mensup birçok kişinin Tahran’daki Evin Hapishanesi’ne atıldığını söylemektedir
(Amnesty International 1993: s. 161). Muhtemel rakiplerini ortadan kaldırma
projesinin yoğun olarak uygulandığı dönemde İslamcı güçler, aynı rakip güçlerin
ilk olarak dillendirip popüler kıldığı mustazaf yanlısı söyleme sahip çıktılar.
Seksenler boyunca yoksulluk oranlarının düşürülmesi noktasında gösterilen
başarı, İslamcı devletin yoksulların savunucusu olarak kabul görmesini sağladı.
Doksanların
başında solun dünya genelinde yaşadığı kriz ve teolojik üretim alanı üzerinde
Marksizmin ve sosyalizmin sahip olduğu etkinin bir biçimde kırılmasına bağlı
olarak İslamcılığın eli, Şii kurtuluş teolojisinin kimi türevlerini de içeren
solcu rakipleri karşısında iyice güçlendi. Etkin bir muhalefetin bulunmadığı
koşullarda İslamcı devlet bu sefer, Hüseyin Beşiriye’nin de ifade ettiği
biçimiyle, “ağır bir meşruiyet krizi”yle yüzleşti (Bashiriyeh 2010:62).
Bu
krizin sebebi, İslam Cumhuriyeti’nin işçi ve yoksul yanlısı konumdan uzaklaşıp
ekonomik liberalleşme yoluna girmesi idi. Seksenlerin sonunda ve doksanların
başında neoliberal ekonomik tedbirlerin alınması en çok yoksulları etkiledi, bu
da Tahran’da, Tebriz’de, Şiraz’da, Arak’ta ve Meşhed’de isyanların patlak
vermesine sebep oldu (Amnesty International 1993: s. 160).
2000’lerde
neoliberal ekonominin kesintisiz biçimde uygulanması, haklarını ve
güvencelerini yitiren işçilerin bir dizi eylem gerçekleştirmesine neden oldu.
2001 ve 2003’te öğretmenlerin grevi, ayrıca Tahran’da otobüs şoförlerinin 2006
yılında gerçekleştirdikleri grev bu eylemlilik sürecinin zirvesini teşkil etti
(Maljoo 2006: sny.).
İslam
Cumhuriyeti’nin meşruiyet krizi, bir yandan da temel ideolojik krizle alakalı
bir gelişme olarak görülebilir. Bu tarz bir teşhiste bulunan Hamid Dabaşi,
kendi tarihi boyunca İslam Cumhuriyeti’nin içteki çelişkisiyle bağlantılı bir
biçimde Şiiliğin bir iktidar ideolojisi olarak meşruiyet iddiasını
yitirdiğinden söz eder (Dabashi 2000: s. 484). Ona göre Şiilik, İslam dinin
tarihteki devrimci patlamasını sürekli kılmaya ve hatırlatmaya çalışan yıkıcı
bir rüyadır.
Bu
devrimci ruh, Şiiliğin iki tanımlayıcı köşe taşında, İmam Hüseyin’in Emevi
Hilafeti’ne karşı gerçekleştirdiği isyanda şehid olmasında ve gelişiyle
birlikte yeni bir adalet çağını başlatacak olan İmam Mehdi’nin gayba
çekilmesinde tüm açıklığıyla karşımıza çıkmaktadır (s. 482). Buradaki
paradoks-çelişki ise bir protesto dini olarak Şiiliğin devlet ideolojisine
dönüştürülemez oluşuyla ilgilidir. O bir devlet ideolojisine ancak varlık
gerekçesini inkâr ettiği takdirde dönüşebilir (s. 484).
İslam
Cumhuriyeti’nin dinin aracılık ettiği bir politik meşruiyet mantığı ile
birlikte kurulmuş olması, kendi kendisini inkâr etmekle sonuçlanan bir
değişimin sonucudur. Dabaşi’nin ifadesiyle bu durum, sadece İslam
Cumhuriyeti’yle ve Şiilikle sınırlı değildir. Aynı durum, Şiiliğe yaslanan tüm
ideolojik üretim tarzları için geçerlidir (s. 481).
Yirminci
yüzyılın başlarından beri İslam, Batı emperyalizmine karşı ideolojik direnişin
tekil bir alanına dönüştürüldüğünden tüm düşünce ve eylem tarzları söylemsel
düzeyde belirli bir tükenişle yüzleşmişlerdir. Dabaşi’ye göre Nahşab’ın,
Şeriati’nin ve Talegani’nin faal birer unsur olarak yer aldıkları ideolojik
üretim artık geçerli değildir, çünkü bu isimlerin dayandığı İslam/Batı
ikiliğini üretmiş olan “özel tarihsel koşul”, küreselleşmiş sermayenin tüm
merkezleri ve çevreleri silip attığı koşula yerini bırakmıştır (Dabashi 2008:
s. 13).
Bu
yeni bağlam dâhilinde İslam’ın devrimci potansiyelini özgürlük hareketlerinin
hizmetine koşmak için bize yeni bir sözlük lazımdır. Bu sözlük de kurtuluş
teolojisine ait dili kurtuluş teodisesine ait dille ikame etmelidir (s. 20).
Kurtuluş teolojisi, dinî ifadeler dâhilinde tahayyül edilen, dünyanın geri
kalan kısmından tecrit edilmiş olan bir özgürlük hareketini ifade ederken
kurtuluş teodisesi ise kültürleri dikine kesen, kitle tabanı geniş bir direniş
üzerinde durur. Bu direniş ise temelde kapitalist ilişkilerin dünya genelinde
tesis ettiği hegemonyaya karşı İslam/Batı ve kutsal/seküler gibi kurgusal
ikiliklerin ötesine geçer (s. 216).
Dabaşi’nin
bu teşhisi, Asef Bayat’ın “post-İslamcılık” olarak nitelediği koşula ait başka
bir ifadedir aslında. Bayat ise İslamcılığın cazibesindeki enerjisindeki ve
meşruiyet kaynaklarındaki tükenişin damgasını vurduğu yeni bir döneme
girildiğinden söz eder. Bu dönemde içsel çelişkiler ve toplumsal baskılar,
İslamcılığın temel ilkelerinin belirli bir bölümünü meşru olmaktan çıkartmıştır
(Bayat 2005: s. 18).
Öte
yandan Bayat da Dabaşi’nin İslamcılığın krizinin dinin Müslüman toplumların
toplumsal ve politik hayatlarında sahip olduğu rolü ortadan kaldırmayacağına
ilişkin tespitini paylaşır. Ona göre İslam inancını varlık ve bilgi temelli bir
sekülerizme dönüştürmek şöyle dursun post-İslamcılık, ideolojik yükten
kopmakta, İslam’ın hem inanç hem de kamusal alanda önemli bir oyuncu olarak
önemini korumayı sürdürdüğü, daha kapsayıcı ve farklı başka bir tür dinî
projeye bağlanmaktadır (Bayat 2013: s. 26).
Din,
kamusal hayatta önemli bir unsur olmaya devam edecek, öte yandan neoliberal
ekonomi politikaları (Marx’ın tanımıyla) dini “hâlen daha kalpsiz dünyanın
kalbi, ruhsuz koşulların ruhu” olarak gören yoksulları ve işçileri olumsuz
yönde etkilemeyi sürdürecek. Dolayısıyla dinin ilham verdiği politik mücadele
tarzları ile ekonomik adalet mücadeleleri arasındaki kesişim üzerine kafa
yormak hâlen daha kıymetli bir iştir.
Peki
İran’da yoksulları gelecekte yaşanan dönüm noktalarında harekete geçirmede
dinin aracılık ettiği söylemlerin sahip olması muhtemel imkânlar konusunda
neler söylenebilir?
İslamcılığın
bir devlet ideolojisi olarak varlığını sürdürdüğü koşullarda onun yaşadığı
ideolojik krizler ve söylemdeki tıkanmadan bağımsız olarak şu tespiti yapmak
gerekmektedir: Şiiliğin, sayıları giderek artan yoksul İranlıların davasını
savunan, statüko karşıtı bir ideolojiye evrilmesi çok zordur.
Diğer
yandan muhalif yapısı gereği Şii kurtuluş teolojisi, kendisini yeniden kurup
devrimci geçmişine sahip çıkabilir ve yoksulların verdikleri özgürlük
mücadelelerine destek olma noktasında kitleleri seferber etme becerisini
devreye sokabilir.
Dabaşi’nin
kurtuluş teolojisinden kurtuluş teodisesine söylemsel anlamda geçilmesi
gerektiğine ilişkin önerisi, bu gücün kuvveden fiile geçmesi noktasında geçerli
bir dizi görüşle yoğrulmuş bir öneridir. Şiiliğin harekete geçirme ve ilham
verme imkânlarından yararlanmaya devam edecek olsa da Şii kurtuluş teodisesi,
kendi dinî geleneğine ait görüşü yegâne devrimci ideolojik üretim sahası olarak
görme eğilimini terk etmeli, çeşitliliği ve değişkenliği benimsemeli, işçilerin
ve yoksulların özgürlük mücadeleleriyle özgür ve yaratıcı bir üslupla ilişki
kurabilmelidir.
Siyaveş Saffari
[Kaynak:
Contemporary Islam, Yıl 11, Sayı 3, Ekim 2017, s. 287-301]
Dipnotlar:
[1] Yeni bir terim olarak Şii kurtuluş teolojisi yeterince tanımlanmamış ve
idrak edilememiş bir terimdir. Bu teirmi ilk kullanan akademisyenlerden Campo,
Humeyni’nin devrimci Şii mesajı ile Ali Şeriati’nin Şii kurtuluş teolojisi
arasında ayrım yapar (2009: s. 680), ama kategorileri tanımlamaz, ayrım
çizgisini somutlamaz. Cihanbeyli (Jahanbegloo) ise terimi İranlı din adaı
Muhammed Taki Misbaj Yezdi’nin radikal öğretilerini tartışırken kullanır (2011:
s. 132). Şahpari ve Hücet de terime seksenlerin başlarında İslam
Cumhuriyeti’nin başvurduğu mustazaf yanlısı söylem ile ilgili olarak başvurur
(2015: s. 58). Speidl ise terimi Muhammed Hüseyin Fadlallah, Ali Şeriati,
Ruhullah Humeyni ve Muhammed Bakr Sad gibi önemli Şii âlimlerin politik ve dinî
fikirleriyle ilişkili olarak kullanır (2015:s. 82, 131–133).
[2]
Ebu Rabi, İslamî kurtuluş teolojisi terimini Lübnanlı âlim Muhammed Hüseyin
Fadlallah’ın görüşlerini tanımlarken kullanır (1996: s. 220); ayrıca Kassab da
Mısırlı felsefeci Hasan Hanefi’nin görüşlerini bu terim kapsamında ele
almaktadır (Kassab 2010: s. 200). Engineer ve Dabashi ise Ali Şeriati’nin
popüler kıldığı söylemle ilişkili olarak bu terime başvurur (Engineer 1990: s.
167; Dabashi 2008: s. 49). Şeriati’yi sonraki çalışmasında “İslamcı” olarak
anan Dabaşi (Dabashi 2009: s. 174), İslamî kurtuluş teolojisini (en azından
Şeriati’de dil bulan hâlini) İslamcılığın bir ürünü olarak tarif eder.
İslamcılığın farklı biçimlerinden ve Şeriati’nin söylemindeki kozmopolitçi
yönelimden ayrıca ondaki özgürleştirme potansiyelinden dem vuran Dabaşi gene de
Şeriati’nin İslamcılığı ile Humeyni’nin İslamcılığını birbirinden ayırır.
[3]
Şunu kabul etmek gerekir ki bu İslamcılık tanımı birçok tanımdan biridir.
Sayısız yorumcu söz konusu terimi Müslüman aktörlerin başlattıkları
sosyo-politik eylemlilik süreci ve ideolojik üretim tarzlarını ayrıca dinin
aracılık ettiği tüm durumları isimlendirmek için kullanmıştır. Örneğin Volpi’ye
göre İslamcılık, İslam’ın bir inanç kümesi olarak toplumun nasıl örgütlenmesi
gerektiğine dair sözü olduğuna inanan insanların faaliyetlerince üretilmiş
politik dinamikleri ifade eder (2011: s. 1). Aynı şekilde, Osman ise İslamcılık
terimini, tüm Müslümanların uyması gerektiği özel iman esasları, ibadetler ve
yasaklamalarıyla birlikte, İslam’ın politik, ekonomik ve toplumsal bir sistem
meydana getirmesini mümkün kılan kişi ve örgütleri ifade etmek için kullanır
(2016: s. viii). Terimin kullanım alanı geniştir. Bu hâliyle tüm hususları
içeren bir kategori olarak İslamcılık, Osman’ın İslamcı politika çalışmasında
görüldüğü biçimiyle, El-Kaide ve IŞİD’den İran İslam Cumhuriyeti’ne, İhvan’a,
Tunus’taki Ennahda Hareketi’ne, Lübnan’daki Hizbullah’a, Türkiye ve Orta
Asya’daki Gülenist Hizmet’e birçok yapıyı kucaklayan geniş kapsamlı bir
terimdir. Calvert da İslamcılığı her şeyi kuşatan bir etiket olarak alır ve
onun özü itibarıyla İslamcı olan ideolojileri ve ajandaları destekleyen
söylemleri ve faaliyetleri ifade ettiğini söyler (2008:2). İran bağlamına
tatbik edildiğinde Calvert’ın dile getirdiği bu geniş kapsamlı İslamcılık
kategorisi Şeriati, Mehdi Bezirgan ve Humeyni gibi isimlerin birbirinden farklı
projelerini bir bütün olarak kapsamaktadır. Gene de Calvert bu projelerin farklı
olduğunu söyler ve Humeyni’nin mollalar üzerine kurulu İslamcılığının halkın
geleneksel kesimlerine cazip geldiğinden, onları harekete geçirdiğinden,
Şeriati’deki molla karşıtı solcu İslamcılığın ise yoksullaşan orta sınıflar
içerisinde kendisine destek bulduğundan bahseder (s. 104). Calvert gibi
Şahibzade de İslamcılık terimini, devrim öncesi ve sonrası dönemde İran’da faal
olan dinî örgütlerle ve düşünürlerle ilişkili olarak kullanır ama Şahibzade bir
yandan da İslamcılığın farklı versiyonlarını birbirinden ayırmak için
“hümanist” (2016: s. 56) ve “totaliter” (s. 100) öntakılara başvurur.
İran’da ve diğer Müslüman toplumlarında dinî-politik aktörlerin geliştirdikleri
vizyonlar ve projeler arasında sosyo-politik açıdan ciddi farklılıkların
olduğunu görmek gerekmektedir. Dolayısıyla İslamcılık gibi geniş kapsamlı bir
terimin kullanım noktasında analiz düzleminde pek bir fayda sunmayacağını,
düşünsel açıdan da okurları yanlışa sürükleyeceğini görmek gerekmektedir. Ne
kadar ilerici, eşitlikçi, solcu, sosyalist, Marksist, hümanist gibi öntakılarla
anılsa da İslamcılık etiketinin analiz düzleminde sahip olduğu sınırlarla en
çok Şahibzade’nin Muhammed Nahşab, Şeriati ve Hüdaperver Sosyalistler
Hareketi’ni hem de Humeyni çizgisini İslamcı sol olarak nitelendirdiği noktada
yüzleşiriz (s. 29). Oysa Şahibzade ilk çizginin seküler demokratik bir politik
düzeni savunduğunu, ikincisinin ise cumhuriyetin ilk on yılında ekonomik
eşitlikçilik savunusu ile velayet-i fakih ilkesini birleştirdiğii söyler.
[4]
The Failure of Political Islam [Politik İslam’ın İflası] isimli
çalışmasında Olivier Roy “İran’daki İslamcılığın din adamı karşıtı bir eğilimi
bağrında taşıdığını” söyler (1994: s. 169). Ancak Roy’un ulaştığı bu yargı
esasen onun Şeriati’yi de İslamcılık kategorisi içine sokmasının bir sonucudur.
Başka yorumcular ise meseleyle ilgili olarak farklı bir konum alırlar. Örneğin
Strawson, din adamı karşıtı Arap İslamcılığının aksine İran İslamcılığının bir
din adamı hareketi olduğuna inanır (1993: sny.). Aynı şekilde Buhari ve Senzai
de Sünnilikten farklı olarak Şiiliğin din adamı temelli bir hiyerarşiye meyilli
olduğu iddiasındadır (2013: s. 135). Muhammed Eyüp, bu isimlerin
değerlendirmelerini Sünni İslamcıların ulemaya düşman olduğuna, Şiiliğin ise
temelde ulemanın öncülük ettiği bir hareket olarak şekillendiğine dair
tespitiyle destekler (2011: s. 49).
[5]
Humeyni’nin fıkıhla ilgili muhafazakâr tutumu 1963’te iyice belirginleşir. Bu
dönemde Humeyni kadınların oy kullanmasını İslam dışı olduğu için eleştirir.
Devrim sonrasında örtünme zorunluluğu getirilir ve evlilik, boşanma ve
çocukların velayeti gibi konular şeriata göre yorumlanır. Esasen örtünme
talimatına Seyyid Muhammed Talegani gibi isimlerin karşı çıktığını belirtmek
gerekmektedir.
[6]
Şii kurtuluş teolojisinin sosyalist ve Marksist düşünceyle ilişkisi tartışma
açısından ikincil bir öneme sahip olduğunu ifade etmek gerekir. Ama bu noktada
Şii liberalizmi denilen ve yirminci yüzyılın ortalarında ortaya çıkan üçüncü
bir dinî-politik akımla arasındaki farkını ortaya koyma noktasında söz konusu
ilişki üzerinde durulmalıdır. Şii liberalizmi devrim öncesi İran’da Mehdi
Bezirgan tarafından savunulmuş, bu akım, mollaların haricinde halkta varolan,
reformist, hümanist demokrat bir dinsellik fikrine destek sunmuştur. Şii
liberalizminin piyasadan ve devletin sınırlanmasından yana olması onu Şii
kurtuluş teolojisinden net olarak ayıran temel hususlardır.
[7]
İlk Müslümanlardan olan Ebuzer Gifari, Peygamber sonrasında hilafetin
kurumsallaştığı süreçte yaşanan yolsuzluklara karşı çıkan, dinine sıkı sıkıya
bağlı bir isimdi. Şeriati’nin yayınladığı ilk kitaplardan birisi, Ebuzer ile
ilgili olan, Mısırlı Abdulhamid Cevdet Seher’in kaleme aldığı Arapça kitabın
Farsça çevirisidir. Bu kitap, Ebuzer: Hüdaperver Sosyalist (1943) ismini
taşımaktadır.
Kaynakça:
Abrahamian, E. (1980). “The Guerrilla Movement in Iran, 1963–1977”. MERIP
Reports, 86 (Mart/Nisan), s. 3–15.
Abrahamian,
E. (1989). Radical Islam: The Iranian Mojahedin. Londra: I.B.Tauris.
Abrahamian,
E. (1993). Khomeinism: Essays on the Islamic Republic. Berkeley:
University of California Press.
Abrahamian,
E. (1999). Tortured Confessions: Prisons and Public Recantations in Modern
Iran. Berkeley ve Londra: University of California Press.
Abu-Rabi’,
I. (1996). Intellectual Origins of Islamic Resurgence in the Modern Arab
World. Albany: State University of New York Press.
Afary,
J. (1987). “The Pitfalls of National Consciousness in Iran: The Construction of
a Militant Muslim Ideology”. Journal of Political and Military Sociology,
15(Güz), s. 279–284.
Akhavi,
S. (1988). “Islam, Politics and Society in the Thought of Ayatullah Khomeini,
Ayatullah Taliqani ve Ali Shariati”. Middle Eastern Studies, 24(4), s.
404–431.
Algar,
H. (1983). Roots of the Islamic Revolution. London: Open Press.
Alizadeh,
P. (2000). “Introduction”. Yayına Hz.: P. Alizadeh, H. Hakimian, & M.
Karshenas, The Economy of Iran: The Dilemma of an Islamic State içinde
(s. 1–28). Londra ve New York: I.B.Tauris.
Amnesty
International Report. (1993). Londra: Amnesty International Publications.
Arjomand,
S. A. (1988). The Turban for the Crown: The Islamic Revolution in Iran.
New York: Oxford University Press.
Bashiriyeh,
H. (2010). “Counter-Revolution and Revolt in Iran: An Interview with Iranian
Political Scientist Hossein Bashiriyeh”. Contellations, 17(1), s. 61–77.
Bayat,
A. (1997). Street Politics: Poor People’s Movements in Iran. New York:
Columbia University Press.
Bayat,
A. (2005). “What Is Post-Islamism?” ISIM Review, 16(5), s. 5.
Bayat,
A. (2007). Islam and Democracy: What is the Real Question? Leiden:
Amsterdam University Press.
Bayat,
A. (2013). Post-Islamism at Large. Yayına Hz.: Post-Islamism: The
Many Faces of Political Islam içinde (s. 3–34). New York: Oxford University
Press.
Bayat,
A., & Baktiari, B. (2002). Revolutionary Iran and Egypt: Exporting
Inspirations and Anxieties. Yayına Hz.: N. R. Keddie & R. P. Matthee, Iran
and the Surrounding World: Interactions in Culture and Cultural Politics (s.
305–326). Seattle ve Londra: University of Washington Press.
Beheshti,
S. M. (tarihsiz). Sermon on the Occasion of the Month of Ramadan (sokhanrani
beh monasebat-e mah mobarake ramezanm). The Institute for the Dissemination
of the Works and Ideas of the Martyred Ayatollah Doctor Seyyed Mohammad
Hosseini Beheshti. Erişim tarihi: 19 Ekim 2015.
Bokhari,
K., & Senzai, F. (2013). Political Islam in the Age of Democratization.
New York: Palgrave Macmillan.
Cabezón,
J. I. (1996). “Buddhist Principles in the Tibetan Liberation Movement”. Yayına Hz.:
C. S. Queen & S. B. King, Engaged Buddhism: Buddhist Liberation
Movements in Asia içinde (s. 295–320). Albany: State University of New York
Press.
Calvert,
J. (2008). Islamism: A Documentary and Reference Guide. Londra:
Greenwood Press.
Campo,
J. E. (2009). “Twelve-Imam Shiism”. Yayına Hz.: J. E. Campo, Encyclopedia of
Islam içinde (s. 676–682). New York: Facts on File.
Cone,
J. (1969). Black Theology & Black Power. New York: Harper & Row.
Cone,
J. (1970). A Black Theology of Liberation. New York: J. B. Lippincott
Company.
Dabashi,
H. (1993). Theology of Discontent: The Ideological Foundations of the
Islamic Revolution in Iran. New York: New York University Press.
Dabashi,
H. (2000). “The End of Islamic Ideology”. Social Research, 67(2), s.
475–518.
Dabashi,
H. (2008). Islamic Liberation Theology: Resisting the Empire. Londra ve
New York: Routledge.
Dabashi,
H. (2009). Post-Orientalism: Knowledge and Power in Time of Terror. New
Brunswick: Transaction Publishers.
Ellis,
M. H. (1987). Toward a Jewish Theology of Liberation: The Challenge of the
21st Century. Maryknoll: Orbis Books.
Engineer,
A. A. (1990). Islam and Liberation theology: Essays on Liberative Elements
in Islam. New Delhi: Sterling Publishers.
Esfandiari,
H. (1997). Reconstructed Lives: Women and Iran’s Islamic Revolution.
Baltimore: The Johns Hopkins University Press.
Euben,
R. L., & Zaman, M. Q. (2009). “Introduction”. Yayına Hz.: R. L. Euben &
M. Q. Zaman, Princeton Readings in Islamist Thought: Texts and Contexts from
al-Banna to Bin Laden içinde (s. 1–48). Princeton: Princeton University
Press.
Halliday,
F. (1983). “Iran’s Revolution Turns Sour”. Marxism Today (Aralık ), s.
32–36.
Halliday,
F. (1996). Islam and the Myth of Confrontation: Religion and Politics in the
Middle East. Londra ve New York: I.B. Tauris.
Ismail,
S. (2011). Being Muslim: Islam, Islamism and Identity Politics. Yayına
Hz.: F. Volpi, Political Islam: A Critical Reader içinde (s. 16–28).
Londra ve New York: Routledge.
Jahanbegloo,
R. (2011). “Iran and the Democratic Struggle in the Middle East”. Middle
East Law and Governance, 3, s. 126–135.
Kassab,
E. S. (2010). Contemporary Arab Thought: Cultural Critique in Comparative
Perspective. New York: Columbia University Press.
Khomeini,
R. (1996[1971]). Governance of the Jurist (Velayat-e faqih), Çev.
Hamid Algar. Tahran: Institute for Compilation and Publication of Imam
Khomeini’s Works, International Affairs Division.
Khomeini,
R. (2010a). Sahifeh-ye Imam (Cilt 20): Collected Works (Şubat
1986 – Şubat 1987) (Sahifeh-ye emam (jeld-e bistom) – Majmoo-e asaar
(esfand 1364 – esfand 1366)) – 5. Baskı. Tahran: The Institute for Compilation
and Publication of Imam Khomeini’s Works.
Khomeini,
R. (2010b). Sahifeh-ye Imam (Cilt 21): Collected Works (Mart 1987
– Mart 1988) (Sahifehye emam (jeld-e bist-o yekom) – Majmoo-e asaar
(farvardin 1367 – ordibehesht 1368)) – 5. Baskı. Tahran: The Institute for
Compilation and Publication of Imam Khomeini’s Works.
Mahdavi,
M. (2013). Ayatollah Khomeini. Yayına Hz.: J. Esposito & E. E.-D. Shahin, The
Oxford Handbook of Islam and Politics içinde (s. 180–201). Oxford: Oxford
University Press.
Mahdavi,
M. (2014). One Bed and Two Dreams? Contentious Public Religion in the
Discourses of Ayatollah Khomeini and Ali Shariati. Studies in Religion/Sciences
Religieuses, 43(1), s. 25–52.
Maljoo,
M. (2006). Worker Protest in the Age of Ahmadinejad. Middle East Report, 36(241). Erişim tarihi: 10
Kasım 2016.
McCarthy,
R. (2015). “Protecting the Sacred: Tunisia’s Islamist Movement Ennahdha and the
Challenge of Free Speech”. British Journal of Middle Eastern Studies,
42(4), s. 447–464.
Mirsepassi,
A. (2000). Intellectual Discourse and the Politics of Modernization:
Negotiating Modernity in Iran. Cambridge: Cambridge University Press.
Mohammadi,
M. (2015). Political Islam in Post-Revolutionary Iran: Shi'i Ideologies in
Islamist Discourse. Londra ve New York: I.B.Tauris.
Mohammed,
A. (2011). “Deciphering Islam’s Multiple Voices: Intellectual Luxury or
Strategic Necessity?” Yayına Hz.: F. Volpi, Political Islam: A Critical
Reader içinde (s. 44–54). Londra ve New York: Routledge.
Motahhari,
M. (1993[1979]). Regarding the Islamic Revolution (Piramoon-e
enghelab-e eslami) – 9. Baskı. Kum: Sadra.
Motahhari,
M. (2003[1979]). A Brief Overview of the Islamic Movements in the Past
Century (Barresi-e ejmali-e nehzathay-e eslami dar sad saleye akhir).
Kum: Sadra.
Motahhari,
M. (2006[1981]). The Future of Iran’s Islamic Revolution (Ayandeh
enghelab-e eslami-e Iran) 25. Baskı. Kum: Sadra.
Nakhshab,
M. (2001). Collected Works (Majmooeh asaar). Tahran: Chapakhsh.
Osman,
T. (2016). Islamism: What It Means for the Middle East and the World.
New Haven ve Londra: Yale University Press.
Rambachan,
A. (2015). A Hindu Theology of Liberation: Not-Two Is Not One. Albany:
State University of New York.
Reda,
L. A. (2014). “Khatt-e Imam: The Followers of Khomeini’s Line”. Yayına Hz.: A.
Adib-Moghaddam, A Critical Introduction to Khomeini içinde (s. 115–148).
New York: Cambridge University Press.
Roy,
O. (1994). The Failure of Political Islam, Çev. Carol Volk. Cambridge:
Harvard University Press.
Salehi
Esfahani, H. (2005). “Alternative Public Service Delivery Mechanisms”. The
Quarterly Review of Economics and Finance, 45(2–3), s. 497–525.
Salehi-Isfahani,
D. (2009). “Poverty, Inequality, and Populist Politics in Iran”. The Journal
of Economic Inequality, 7(1), s. 5–28.
Shahibzadeh,
Y. (2016). Islamism and Post-Islamism in Iran: An Intellectual History.
New York: Palgrave Macmillan.
Shahpari,
H., & Hojjat, T. A. (2015). “Religion, Virtuous Conduct, Justice, Vocation
and the Ethics of Hard Work: A Descriptive View of Islamic Sociocultural
Systems and Economics”. Yayına Hz.: A. J. Ali, Handbook of Research on
Islamic Business Ethics içinde (s. 49–84). Cheltenham: Edward Elgar
Publishing.
Shariati,
A. (1966). What is Islam? (Eslam chist?). Collected Works 30.
Ali Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM]. Tahran:
Shariati Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1967). Letter to Ehsan (Nameh beh Ehsan). Collected Works 1.
Ali Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM]. Tahran:
Shariati Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1969). Why Is Mythology the Spirit of All Civilizations? (Chera
asatir rooh-e hameye tamadonhay-e doniast?). Collected Works 11. Ali
Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM]. Tahran: Shariati
Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1970). Religion versus Religion (Mazhab alaih- e mazhab). Collected
Works 22. Ali Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM].
Tahran: Shariati Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1972). Letter to Father (Nameh beh pedar). Collected Works
1. Ali Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM]. Tahran:
Shariati Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1974). Self-Awareness and Ideological Stupefication (khod-agahi
va estehmar). Collected Works 20. Ali Shariati: The Complete
Collection of Works [CD ROM]. Tahran: Shariati Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1977a). Islam’s Class Orientation – Book One (Jahat giri-e
tabaghati-e eslam – daftar-e aval). Collected Works 10. Ali
Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM]. Tahran: Shariati
Cultural Foundation, 2010.
Shariati,
A. (1977b). Islam’s Class Orientation – Book Two (Jahat giri-e
tabaghati-e eslam – daftar-e dovom). Collected Works 10. Ali
Shariati: The Complete Collection of Works [CD ROM]. Tahran: Shariati
Cultural Foundation, 2010.
Speidl,
B. A. (2015). Conceptualisation of Power in the Thought of Muhammad Husayn
Fadlallah. Exeter Üniversitesi Arap ve İslam
Çalışmaları Felsefe Doktorası Tezi. Erişim tarihi: 28 Mart 2017.
Strawson,
J. (1993). “Encountering Islamic Law”, New College’da yapılan Eleştirel Hukuk
Konferansı’na sunulan makale, Oxford,
9–12 Eylül 1993. Erişim tarihi: 2 Nisan 2017.
Taleqani,
S.M. (1983). Islam and Ownership, Çev. Ahmad Jabbari ve Farhang Rajaee.
Lexington: Mazda Publishers.
Tibi,
B. (2008). “Islamist Parties: Why They Can’t be Democratic”. Journal of
Democracy, 19(3), s. 43–48.
Volpi,
F. (2011). “Introduction: Critically Studying Political Islam”. Yayına Hz.: F.
Volpi, Political Islam: A Critical Reader içinde (s. 1–7). Londra ve New
York: Routledge.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder